Akıl Nedir

Akıl Nedir ? Akıl Ne demek ?

1-)Alm. Verstand (m.), Vernunft (f.), Fr. Raison (f.), Sagesse (f.), İng. Wisdom, Reason, Mind. Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvet, ölçü aleti.

Akıl; insan, melek ve cinde bulunur. Diğer canlılarda akıl yoktur. İnsanı hayvandan ayıran en önemli fark akıldır. Hayvanlar sevk-i tabii (iç güdü) denilen bedenlerinin arzu ve isteklerine göre hareket ederler. Akılları olmadığı için faydalı ile zararlıyı birbirinden ayıramazlar. İnsan ise, aklı sayesinde, faydalı isteklerini yerine getirir, zararlı olanlardan sakınır.

Akıl, dünya işlerinde ve kullar arasındaki münasebetlerde iyiyi kötüden ayırmada, bir ölçü aletidir. Fakat çok kere yanıldığı da görülmektedir. Bu sebeple akla çok güvenmenin sonu pişmanlık olur. Bunun için, dinimiz işlerimizi yaparken, istişare etmeyi (ehline, bilene danışmayı) tavsiye etmiştir. Peygamber efendimiz; “İstişare eden pişman olmaz, iktisad eden darlık görmez.” buyurmuştur. Aklın dünya işlerinde isabetli, doğru karar vermesinde istişarenin faydası büyüktür. Geniş düşünmeye ve zihnin açılmasına yardımcı olur.

Dünya işlerinde bu durumda olan akıl, Allahü tealaya ve ahirete ait bilgilerde yalnız başına doğruyu bulamaz. Din bilgileri akıl ile bulunmaz. Akıl bunları anlamaya yardımcı olur. Yani bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akl lazımdır. İslamiyette aklın ermediği şey çoktur. Fakat aklın kabul etmediği hiç bir şey yoktur. Aklın erişemediği ve ulaşamadığı bu konularda inanmasından başka çare yoktur. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibi Allahü tealanın varlığını aklı sayesinde anlayabildi. Fakat O’na giden yolu bulamadı. Bu yol peygamberler ve onların getirdiği dinlerden öğrenilir. Ahiret bilgileri, Allahü tealanın beğenip, beğenmediği şeyler ve O’na ibadet şekilleri aklın çerçevesi dışında, insan dimağının üstündedir. Bunlar, akıl ile bilinebilselerdi, peygamberlerin gönderilmesine lüzum kalmazdı. Peygamberlerin gönderilmesi ile, insanların bilmiyorduk diye özr ve bahane göstermeleri önlenmiştir.

Akıl çok şeyi anlar. Fakat her şeyi anlıyamaz. Anlaması da kusursuz tam değildir. Çok şeyleri peygamberler bildirdikten sonra anlar. Akıl, peygamberlerin gönderilmeleri ile tam hüccet (delil) olmuştur. Yani o büyüklerin gönderilmeleri ile akıl her şeyi öğrenebilmiştir. Akıl göz gibidir. Yani insanın aklı gözü gibi zayıf yaratılmıştır. Allahü teala gözümüzden faydalanabilmemiz için güneş ışığını yaratmıştır. Akıl da yalnız başına manevi şeyleri, faydalı ve zararlı şeyleri anlıyamayacağından, Allahü teala peygamberleri ve din ışığını yaratmıştır. Akıl nasıl hareket edeceğini, dünya ve ahiretde rahat etme ve huzura kavuşma yollarını bunlardan öğrenmiştir.

Akıl, anlayamadığı konularda zorlanırsa, yanılmaya mahkumdur. Nitekim eski Yunan felsefecilerinden sonra gelenler öncekilerin yanlışlarını çıkarmış, birbirlerini beğenmemişlerdir. Eflatun ve Aristo gibi eski Yunan felsefecilerinin de yanıldıklarını ve bu yüzden medeniyetin asırlarca geri kalmasına sebep olduklarını asrımızdaki fen adamları bildirmektedir (Bkz. Aristo). İbn-i Sina, Farabi gibi İslam filozofu denen kimseler de aklın eremeyeceği işlerde akıllarına güvenerek konuştukları için doğru yoldan ayrılmışlar, Ehl-i sünnet itikadının dışına çıkmışlardır. Yetmiş iki sapık fırkanın ortaya çıkması da akıllarına fazla güvenip yanılmaları sebebiyle olmuştur.

Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip, aklın ermediği şeylerde yanılan kimse felsefecidir. Eski Yunan felsefecileri akılları eren şeylere inanıp, akıllarının ermediklerine, anlayamadıklarına inanmadılar. Aklın erdiği şeylerde ona güvenip, aklın ermeyeceği, yanılacağı şeylerde İslamiyetin bildirdiklerine uyan yüksek insanlara da “İslam alimi” denir. İslam alimleri akılları ile anlayabildiklerini anlattılar. Anlayamadıklarına öylece inandılar. Anlayamadıklarına aklımız ermediği için anlıyamadık dediler. Dinimizin bildirdiklerini akıl ersin ermesin isbat ettiler. Bu bilgilere akıl ermediği için karşı gelmediler. Böylece kabir azabına, sırat köprüsüne, kıyametteki teraziye hemen inandılar. Akıl ermediği için olmaz demediler. Çünkü Kur’an-ı kerime ve hadis-i şerife uydular, aklı bu iki temel kaynağa bağladılar.

Aklın insan hayatında yeri büyüktür. İnsanlar işlerini akılları ile düşünüp karar vererek yaparlar. Yaptıkları işlerden dinen ve hukuken mesul (sorumlu) olmaları akıl sebebiyledir.

Akıl birkaç çeşittir.

Akl-ı mead: Ebedi rahata kavuşmak, Cennet’te ebedi kalmak ve Cehennem azabından kurtulmak için halini ıslah etmeyi, düzeltmeyi düşünen ileri görüşlü akıl. Dünyaya değil ahirete değer veren akıl. Akl-ı mead, peygamberlerde (aleyhimüssalevatü vetteslimat) ve evliyada bulunur. Ölümü düşünmek ahirette olacak şeyleri öğrenmek ve ahiret derdi ile şereflenmiş olanlarla birlikte bulunmak akl-ı meadı kuvvetlendirir. Bir kimsenin nefsi mutmainne olunca, yani bütün varlığı ile Rabbine dönüp İslamiyetin emirlerine baş kaldıramaz hale gelince, aklı da, akl-ı mead olur.

Akl-ı meaş: Yemek, içmek, evlenmek, helal, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin rahatını ve nefsin menfaatini düşünüp, ahireti düşünmeyen akıl; akl-ı meadın zıddı. Akl-ı meaş, dünyanın geçici lezzetlerine bakarak, (büyüklenmek, kıskanmak, kendini beğenmek, kin ve düşmanlık gibi) halleri kalp hastalığı saymaz. Akl-ı meaş kısa görüşlüdür. Akl-ı meaşı, mala düşkün ve dünyaya bağlı olanlar beğenir.

Akl-ı sakim (Sakim akıl): Düşündükleri şeylerde ve yaptıkları işlerde yanılan ve pişmanlığa sebep olan akıl; hastalıklı, illetli, kısa görüşlü akıl. Akl-ı sakim, bazan doğruyu bulur, bazan yanılır. Yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse, mütehassıs (uzman) olduğu dünya işlerinde bile çok hata eder. Bu sebeple din ve sonsuz olan ahiret işlerinde sakim akla güvenilmez. Düşündükleri şeylerde ve yaptıkları işlerde yanılır. Hepsi üzüntüye ve pişmanlığa, zarara, sıkıntıya sebep olur.

Akl-ı selim (Selim akıl): Hiç yanılmayan, hata etmeyen akıl. İşlerde huccet (delil) olan ve doğruyu gösteren bu akıldır. İslamiyetin hak ve doğru olduğu bu akıllar için pek meydanda, aşikar ve apaçıkdır. İsbat etmeğe lüzum olmadığı gibi, tenbih etmeğe, haber vermeğe de ihtiyaç yoktur. Selim akıl, pişman olacak, zarar görecek iş yapmaz. Her başladıkları işde muvaffak olurlar. Selim akıl, en üstün derecede peygamberlerde aleyhimüsselam bulunur. Onlardan sonra, Eshab-ı kiramda (Peygamberimizin arkadaşları), Tabiin (Eshab-ı kiramı gören büyükler), Tebe-i tabiin (Tabiini görenler) de peygamberlere yakın derecede bulunur.

Akıl ve zeka: İsviçreli Claparede, zekayı; “Yeni icab ve vaziyetlere zihnin en iyi şekilde uymasıdır.” diye tarif etmiştir. Amerikalı Terman ise; “Zeka, umumi fikirlerle düşünebilmektir.” demiştir. Alman psikolog ve pedagoglarından William Stern; “Zeka, problemleri çözebilme kuvvetidir.” diye tarif etmiştir. Bergson ise şöyle demiştir: “İlk insanların ve her asrın, geri kalmış kısımları; tabiata uymak, hayvanlar ve kendileri arasında ilişki kurmak için aletler yapmıştır. Bu aletler, zeka ile yapılmıştır.” Buradan anlaşılıyor ki, alet yapmak, teknikte ilerlemek akla değil, zekaya alamettir.

Görülüyor ki, zeka, düşünebilme kuvvetidir. Bu kuvvet yardımı ile insan bilinen şeylerden bilinmeyenleri çıkarır. Delilleri bir araya toplayarak aranılan şeyleri bulur. Bu melekeyi (zekayı, düşünebilme alışkanlığını) kazanmak için malum (bilinen) şeyler yardımı ile meçhul olan (bilinmeyen) şeyleri bulmağa çalışmak, matematik, geometri problemleri çözmek lazımdır. İnsanların zekaları birbirinden farklıdır. Zekanın en üstün derecesine (Deha) denir. Zeka, test usulü ile ölçülür. Yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı Terman, test usulü ile zeka ölçmesini ilk olarak Osmanlılar yaptı demektedir.

Düşünebilme kuvveti olan zeka, düşüncelerinde isabetli ve doğru olabilmesi için akıl lazımdır. Zeki insan, düşüncelerinin doğru olabilmesi için bir takım prensiplere muhtaçtır. Akıl bu prensipleri idare eder. O halde, her zeki insan akıllı değildir. Zeki bir kimse, büyük bir kumandan olabilir. Akıllı insanlardan öğrendiklerini yeni harp şekillerine uydurarak büyük zaferler elde edebilir. Fakat aklı az ise, bir hata ile başarıları felakete dönebilir. Napolyon’un zeka fışkıran askeri planları, zaferleri herkes tarafından bilinir. Akılsız hareketlerinin sonucu olarak Suriye’den nasıl kaçtığı da tarihlerde yazılıdır. Avrupa’da bugünkü modern kimyanın babası denilen Fransız Lavoisier de öyle yanlış şeyler söyledi ki, mütehassısı (uzmanı) olduğu kimya ilmine yaptığı zarar, hizmetlerini aşmaktadır. (Bkz. Zeka)

Peygamber efendimiz akıl ile ilgili olarak buyurdular ki:

Akıllı insan, Allah’a itaat eden insandır.

Kişinin aklı tamam olmadıkça imanı tamam olmaz. Dini de müstakim (doğru) olamaz.

Her şeyin bir direği vardır. Mü’minin direği ise akıldır. Kişinin ibadeti aklı nispetindedir.

Aklı olmayan, güzel ahlaka sahib olamaz.

Allah indinde en sevimliniz, akılca en üstün olanınızdır.

Aklın alameti (işareti) nefse galib ve hakim olmak ve öldükten sonra lazım olanları hazırlamakdır. Ahmaklık alameti, nefse uyup, Allah’tan af, merhamet beklemektir.


2-)AKIL

Bağlamak, engel olmak, tutmak, diyet vermek, idrak, muhakeme kabiliyeti, kavrayış, zeka. insanların tehlikeye düşmesine engel olan şey. Düşünme, kavrama ve bilgi elde etme gücü.

Akıl, eşyanın güzellik, çirkinlik, kemal ve noksanıyla ilgili sıfatını idrak eden özelliktir. İki hayırdan daha hayırlı; iki şerden daha az şerli olanını idrak etmekten ibarettir. Akıl insanoğluna verilmiş manevi bir kuvvettir. İnsan bu güç ile gerekli ve nazarı bilgileri elde eder. Bilgiyi elde eden güç İslam'da insanı mükellef kılan akıl gücüdür. Bu güç insanda ana rahminde cenin* iken oluşan özelliktir. Bu erginlik çağına gelince gelişir ve gittikçe olgunlaşır. Bu da, zaruriyyatı anlayan güçtür. Bu güç ile elde edilen 'bilgi'ye gelince yerine göre kullanılmadığında akılsızlık özelliğini taşır. Kur'an-ı Kerim bunu şu şekilde değerlendirir: "Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Zira akletmezler. " (el-Bakara, 2/171)

Hz. Peygamber (s.a.s.) "Allah, akıldan daha yüce bir mahluk yaratmamıştır." ifadesiyle insanoğlunun sahip olduğu aklın doğuştan olduğunu; "Hiç kimse kendisini hidayete götüren ya da tehlikeden alıkoyan akıldan daha faziletli bu özellik kazanmamıştır." hadisiyle de aklın insana sonradan verilen bir özellik olduğunu ifade buyurmuşlardır. (Ragıp el-İsfahanı, Müfredat, 342)

Hadiste akıl kavramını ele aldığımızda; diyet vermek, anlamak, deveyi bağlamak, kavramak ve bilmek anlamlarında kullanıldığını görüyoruz. Hz. Peygamber "Akıllı, nefsini kontrol altına alıp ölümünden sonraki ebedi hayat için hazırlanan kimsedir." buyurmuştur. (İbn Mace, Zühd, 31)

İmam Gazalı* aklı dört turlu tarif eder:

a) İnsanların diğer canlı hayvanlardan ayrılmasını sağlayan haslete akıl denir ki, insanlar yaratılıştaki bu akıl ile nazari ilimler öğrenmeye istidat kazanırlar .

b) Küçük bir çocuğun, caiz olan şeyleri caiz, muhal olan şeyleri muhal kabul etmesi: İkinin birden çok olduğunu, bir adamın bir anda iki yerde bulunamayacağını bilmesi gibi zaruri ilimlerdir. Bazı kelamcılar da akil, mümkün olan şeylerin var olabileceğini, mümkün olmayanların olamayacaklarını anlamak, gibi zaruri ilimler, diye tarif ederler.

c) Tecrübelerden elde edilen ilim akıldır. Kim tecrübelerden anlar ve tecrübeler kendini olgunlaştırırsa ona akıllı; kim, tecrübelerden bir şey anlamazsa, ona ahmak ve cahil denir.

d) Nazari ilimlerin kendisiyle kavranıldığı bir özelliktir. İşte bu özelliğin bir dereceye yükselmesidir ki, insan onunla bütün bu işlerin neticesini anlar ve akıbeti tehlikeli olan geçici lezzetlere davet eden şehvetini yener. Bu kuvvet kimde bulunursa, peşin şehvetinin arzusuna uymayıp akıbetini düşünerek hareket ettiği için "akıllı" sıfatını alır. Bu da insanı, hayvandan ayıran bir özelliktir. Buna da 'akl-ı müstefad' denir.

Allah'ın insanlara bir vergisi ve lutfu olan aklın hakikati hakkında alim ve filozoflar arasında görüş ayrılığı olmuştur. Bu sebeple aklın tarifi de çeşitli ve tartışmalıdır. Bütün bu ihtilaflara rağmen akıl, maddi bir kuvvet olmayıp, mücerret ve ruhani bir cevher ve ilahi bir nurdur. Bu sebeple akıl, "Nefs-i Natıka" (Konuşan Nefis) veya "Nefs*in bir kuvveti olup, ilim ve fenler onunla idrak olunur." denmiştir. Âlimlerin çoğunluğuna göre akıl, insanı ilim ve irfana ulaştıran bilgi sebeplerinden biridir. Akıl yolu ile elde edilen bilgiler ya zaruri ya nazari, yani istidlali olur. Zaruri olan bilgiler, araştırma ve ispatlanmaya muhtaç olmadan herkesçe bilinen bilgilerdir. 5, 10'un yarısıdır, güneş ışık verir, ateş dokunanı yakar, gibi bilgilerdir.

Nazarı bilgiler ise, bilinen fikirleri, usulüne göre tertiplemek suretiyle bilinmeyen bir sonuca vararak elde edilen bilgilerdir.

Aklı kullanarak nazari bilgileri yani bilinen bilgilerden hareketle bilinmeyen bilgileri elde etmenin yolları üçtür:

a) Cüziden cüziye, fertten ferde intikaldir ki buna temsil veya kıyas-ı fıkhı denir. Temsilde esas, cüziden cüziye geçiştir. Bu yolla elde edilen bilgi zan ifade eder. Mesela: Su bir sıvıdır, hararetle buharlaşır. Pamukyağı da bir sıvıdır. O halde pamukyağı da (su gibi) hararetle buharlaşır. Su hakkındaki hüküm pamukyağı hakkında da verilmiştir. Ancak varılan bu netice her maddede kesinlik ifade etmez.

b) Genel ve külli hükümler vasıtasıyla cüz'i bir önerme elde etmek. Buna kıyas-ı mantıkı veya sadece kıyas* denir. Bütün ilimlerin fiili tatbikatı bununla yapılır. İlmin yollarının en kuvvetlisi budur. İlliyet (sebep) kanununu idrak ve tatbik sayesinde akıl, Allah'ın varlığına delil olan ayetlerden (el-Bakara, 2/163) Allah'ın varlığını, birliğini ve her şeyi kuşatan rahmetini anlar ve keşfeder. Kıyas şartlarına uygun olarak yapılırsa kesinlik ifade eder. Mesela: Bu alem değişmeler halindedir. Her değişmeler halinde olan şey sonradan olmuştur. O halde, bu alem de sonradan yaratılmıştır (hadistir). Bu misalde görüldüğü gibi, iki kaziye (önerme) vasıtasıyla, bilinmeyen cüz'i ve nazari bir hüküm elde edilmiştir.

c) Cüz'i ve özel hükümlerden, külli ve genel hükümlere varma. Buna da istikra' denir. İstikrada esas, kıyastakinin aksine olarak, cüz'i olan şeyleri tetkik ederek, külli bir hükme varmaktır. İstikra, bütün cüz'leri içine alırsa buna istikra-ı tam denir. Bu tür istikralar kesin bilgi ifade ederler. İstikra bazı cüzleri tetkikle yetinilerek yapılmışsa buna istikra-ı nakıs denir ve bu yolla elde edilen bilgi zan ifade eder. 'İstikra-ı tam çok zor olduğundan,müsbet ilimlerde 'istikra-ı nakıs' kullanılır. Bu sebeple, müsbet ilimlerde varılan neticeler çok defa zanni olup, kesin değildir. Yani elde edilen hüküm değişebilir. Bunun için de birçok ilmi nazariyeler zamanla değişmektedir. İstikra-ı nakısa misal: Demir, çelik, bakır, kalay... madendir. Demir, çelik, bakır... hararetle uzar. Netice: O halde bütün madenler hararetle uzar. Bu misalde olduğu gibi, bir çok maden nevilerinde yapılan deneme sonunda varılan ortak hüküm, bütün madenlere teşmil edilmiştir. Cüz'ilerin hükmü,bütün cüz'lere yani "külle" verilmiştir. Fakat, ilerde hararetle uzamayan bir maden keşfolunca, bu genel hüküm değişebilir. O halde bu hüküm kat'i değil, zannidir.

Bu yollardan birinde veya hepsinde yürüyen aklın, neticeye varmak için takip ettiği iki tür seyri vardır: Birincisi ağır, tedrici olan düşünme teemmüli seyirdir. Buna fikir denilir. Bu maddede neticeye yavaş yavaş ve düşünme (tefekkür) ile varılır. Diğeri de bir anda, bir hamlede istenilene erecek derecede seri ve ani olan seyirdir. Bu tür seyre "hads" denilir. Hads da iki kısımdır:

1) Kendi mevzuuna göre belli bir tahsil, tecrübe ve karşılıklı bilgi alışverişi neticesinde elde edilen bir melekedir ki kesbidir. Yani belli bir araştırma neticesinde kazanılır. Teorik ve pratik tahsil ve ilmi terbiye, bu gayeye ermek içindir. Buna "akl-ı mesmu" da denilir.

2) Doğrudan doğruya yaratılışta varolan, Allah vergisi bir melekedir. Buna da "kuvve-i kudsiyye", "akl-ı matbu ", veya "garizi" denir. Herkesin bu tür akıldan az çok nasibi vardır. Bu olmayınca akl-ı mesmu'un hiç hükmü olmaz. Bu tür aklın, basit bir zeka seviyesinden, peygamberlerin akli seviyesine kadar birçok mertebeleri vardır. Aklın en yüksek mertebesine akl-ı evvel denir. Başlangıçtan sonu, sondan başlangıcı, evvelden ahiri, ahirden evveli tam bir olgunluk ve gerçek ile gören bu akl-ı evvel, Hz. Muhammed'in nurudur. Nitekim bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.): "Allah'ın ilk yarattığı, benim nurumdur. " "Allah'ın ilk yarattığı, kalemdir", "Allah'ın ilk yarattığı akıldır. " buyurmuştur. Akıl için yol birdir. O da hak yol (tariki hak) dur. Kur'an'da bir çok yerde aklın ve akletmenin gereği vurgulanmaktadır. Sadece hislerle müşahede edilen hadiselerin gerçek manası, ancak müşahedenin akıl ile birleştirilebilmesiyle anlaşılır. Bunun içindir ki Allah'ın varlığına delalet eden binlerce hadiseye şahid olan birçok insan, müşahedelerini akıl ile birleştirmediğinden, bu hadiselerle kendisine verilmek istenen mesajı anlayamamıştır. Yine böylece peygamberlerin gösterdiği mucizelere karşı müşahede ile aklı birleştirmeyen birçok insan, fevkalade olan mucizelere sadece hislerle cevap vermiş ve neticede inkar yolunu tutmuştur. Oysa Allah;

"...Şüphesiz hep bunlarda akıllı olan bir ümmet için elbet Allah'ın birliğine delalet eden ayetler vardır." (Bakara, 2/164) buyurmuştur.

Akıl, insanoğlunun en üstün vasfıdır. Çünkü, Allah'ın emanetleri, akıl sayesinde kabul edilir ve yine akıl sayesindedir ki insan, Allah'ın rızasını elde edebilir.

İlmin kaynağı ve kökü akıldır. Akla nisbetle ilim, ağaca nisbetle meyve, güneşe nisbetle nur, göze nisbetle görme gibidir. Allah akla, nur adını verir. (en-Nur, 24/35) Akılla elde edilen ilme ruh, vahiy, hayat adını verir, (eş-Şura, 42/52), (el-En'am, 6/122).

İmam Gazali'nin İhya'sında İbni Abbas (r.a.)'dan rivayete göre Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyururlar: "Her şeyin bir aleti, bir hazırlık ve istidadı var; müminin aleti akıldır. Her şeyin bir biniti var; kişinin biniti akıldır. Her şeyin bir direği var; dinin direği akıldır. Her kavmin bir dayanağı var; ibadetin dayanağı akıldır. Her kavmi bir çağıran var; abidleri ibadete çağıran akıldır. Her tacirin bir sermayesi var; müctehidlerin sermayesi akıldır. Her ailenin bir idarecisi var; sıddiklar evinin bakıcısı akıldır. Her harabenin bir tamircisi var; ahireti imar eden akıldır. Herkesin kendisini andıracak olan ardından bir geleni var; sıddikları andıracak olan akıldır. Her yolcunun bir çadırı var; müminin çadırı akıldır."

İnsanı kainattaki diğer canlı-cansız varlıklardan ayıran ve ona üstünlük kazandıran akıldır. Aklı olmayana, akıllıya verilen değer verilmez, onu bir takım emir ve yasaklarla sorumlu tutmak mümkün değildir. "Aklı olmayanın dini de olmaz", hadisinin manası da budur. Dinin ve ilaveten dünyanın insanları ilgilendiren bütün emir veya yasakları ancak akıllı insanlar için geçerlidir. Akli dengesini kaybetmiş olanlara böyle bir sorumluluk yüklenmemiştir. Yine böylece emir ve yasaklara uyma veya uymamanın dünya ve ahirete ait ceza ve mükafatı da akıllı insanlar için geçerlidir. Yaratılışta akıllı olduğu halde, müşahedelerini aklı ile birleştirmeyen insanlara da mecazi olarak akılsız insan denir:

"Eğer duyup akıl edeydik biz de Cehennemlikler arasında olmazdık. " (el-Mülk, 67/10). ayeti bu tür insanların durumunu dile geçirdiği gibi çevremizde her gün yüzlercesini gördüğümüz suçlu insanların durumu da aynıdır. Aklın yolu birdir, o da hak yoludur. Bu yolu kabul etmeyenler akılsızlıklarının cezasını çekerler. Yaratılıştaki bir tabiat ve kendisiyle eşyanın hakikatını idrak edebilen akıl,zeka, zeyreklik, ahmaklık fitridir. Yani yaratılıştandır. Ahmak insan kendisini aldanmaktan koruyamaz. Akıl ve fehm, insanın yaratılışında bulunur. Yaratılışlarında akıl ve fehimden (anlayıştan) mahrum olanlar, bunları sonradan temin edemezler. Ancak bunların asılları kimde varsa, o, tecrübe ve denemelerle bunları inkişaf ettirebilir, geliştirebilir. Demek ki bütün saadetlerin esası, akıl ve zekadır. Tirmizi'nin "Nevadir"inde rivayet edildiğine göre şanı yüce olan Allah, kulları arasında aklı parça parça taksim etmiştir. Akl-ı selim sahibi aklını, doğrulukta, olgunluk yolunda kullanan insandır. İlahi bir vergi, ruhani bir nur olan aklın mahiyeti, görülebilen maddi bir varlık olmadığı için, tam olarak bilinememektedir. İlahi bir sır olan aklın mahiyeti de ebediyyen anlaşılamayacaktır. Mahiyeti ne olursa olsun, insan, akıl ile ilim ve tekniği keşfeder. Aklı olmayan varlık, mükellef değildir. Din akla hitap eder. Allah'ın varlığını bilmek ve onu isbat etmek, ancak akılla olur. Ne var ki akıl her şeyi kavrayabilecek güçte değildir. İnsandan bir cüz olduğu için, insanın diğer uzuv ve kuvvetleri gibi sınırlı vekusurludur. Belirli bir sınır içerisinde hükmünü yürüten akıl, fizik ötesindeki bir çok hakikati kavrayamaz, dinin birçok gerçeklerini bilemez. Bu hakikatler ise ancak vahiy* yolu ile bilinebilir. Dinin bildirdiği gerçekleri ancak akıl ile anlayabiliriz. Gerçekler akıl ile bağdaştığı halde, gerçek olmayanlar da daima akıl ile çelişki halindedir. Bu nedenle akıl, hak ve gerçek din olan İslam ile daima birlik ve yardımlaşma halindedir.

Cengiz YAĞCI


3-)Çocuk yedi yaşında akıl olur. Yedi ile onbeş yaş arasında iken akıllı çocuk denir. (Hamza Efendi)

Âkıl olmayan çocukların bütün sözleşmeleri batıldır, hükümsüzdür. (İbn-i Âbidin)

Âkıl olan bir çocuk, şeker, meyve gibi kendine yarar şey isterse ona satmak caiz değildir. Çünkü velisi izin vermemiş demektir. Eğer, tuz, pirinç gibi evle ilgili bir şey isterse, satmak sahih (geçerli, doğru) olur. Çünkü velisinin izin verdiği anlaşılır. Bunun izin ile alış-veriş etmesi caizdir. Çocuk akıllı olmamış ise, velisinin izni olsa da, alış-veriş etmesi sahih olmaz. (Hamza Efendi)

Âkıl isen kıl namazı çün seadet tacıdır

Sen namazı şöyle bil ki mü'minin miracıdır.

(Seadet-i Ebediyye)


4-)(Reason/Intellect) 1-Us. Kendiliğinden, doğuştan ge­len,
so adan kazanılmayan zihinsel fonksiyonlar.

2. Deneyi­me
biçim kazandıran önsel sentetik formların kaynağı.

3- İnsan
diğer canlılardan ayıran ve zihnin istikrarlı ve tutarlı çalış­masını sağlayan
bir üst yeti.


5-)Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us
Örnek:Akıl yaşta değil baştadır. Atasözü


6-)Hafıza, bellek
Örnek:Hala aklımda o tufan yağmuru. C. S. Tarancı


7-)Öğüt, salık verilen yol.


8-)Düşünce, kanı
Örnek:Şimdiki aklım olsaydı bu dükkanın yerine aç bir kahve! A. K. Tecer


9-)Us.


10-)(Bak: Akl)


11-)Uyanık. Aklı başında. Tedbirli. Düşüncesi sağlam. Huşyar. (Osmanlıca'da yazılışı:akıl(e))


12-)Bk. us


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Mental.
İngilizcesi İngilizce
Reason.
İngilizcesi İngilizce
İntelligence.
İngilizcesi İngilizce
Brain.
İngilizcesi İngilizce
Mind.
İngilizcesi İngilizce
Head.
İngilizcesi İngilizce
Wisdom.
İngilizcesi İngilizce
Bean.
İngilizcesi İngilizce
Advice.
İngilizcesi İngilizce
Comprehension.
İngilizcesi İngilizce
Memory.
İngilizcesi İngilizce
Chump.
İngilizcesi İngilizce
Consciousness.
İngilizcesi İngilizce
Gray matter.
İngilizcesi İngilizce
Grey matter.
İngilizcesi İngilizce
Headpiece.
İngilizcesi İngilizce
İntellect.
İngilizcesi İngilizce
Loaf.
İngilizcesi İngilizce
Nous.
İngilizcesi İngilizce
Prudence.
İngilizcesi İngilizce
Psyche.
İngilizcesi İngilizce
Sapience.
İngilizcesi İngilizce
Strength of mind.
İngilizcesi İngilizce
Senses.
İngilizcesi İngilizce
Fettle.
İngilizcesi İngilizce
Guidance.
İngilizcesi İngilizce
Mentality.
İngilizcesi İngilizce
Sense.
İngilizcesi İngilizce
Discretion.
İngilizcesi İngilizce
Opinion.
İngilizcesi İngilizce
Thought.
İngilizcesi İngilizce
Apprehension.
İngilizcesi İngilizce
Piece of advice.

  • Otelin ikinci katındaki lobiye oturan ve görevlilerden sadece su isteyen silahlı saldırganın Akıl sağlığının yerinde olmadığı açıklanmıştı.

Sizde içinde Akıl kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Akıl kelimesi anlamı 289 defa okunmuştur. [235702] Akıl kelime anlamı, Akıl nedir, Akıl ne demek, Akıl sözlük anlamı

Paylaş