Divan Edebiyatı Nedir

Divan Edebiyatı Nedir ? Divan Edebiyatı Ne demek ?

1-)Alm. Die klassich-osm. Versliteratur, Fr. Littérature de poésies de la période class, ottom, İng. hist, of Ott. literature, calassical school of poetry. Divan Edebiyatı, Türklerin İslamiyeti kabul etmeleriyle 11. yüzyılda Karahanlılar devrinde Maveraünnehr’de ve 13. yüzyılda bilhassa Anadolu’da ortak İslam kültür ve medeniyetinin tesirinde ortaya koydukları edebiyata verilen isimdir.

Divan Edebiyatı; başlangıçta, belki “divan” kelimesinin taşıdığı manalar içinde değerlendirilmiş ve gelişmiştir (Bkz. Divan). Ancak “Divan” kelimesinin lügat (sözlük) manalarına ilave olarak, edebiyatımızın bir devresine adını verecek kadar gelişmiş, kendine has, hususi bir hüviyet kazanmıştır.

Klasik Türk Edebiyatı

Şairlerin, şiirlerini divanlar içinde toplaması sebebiyle “Divan Edebiyatı” olarak isimlendirdiğimiz bu edebiyatta şiir en mühim unsur sayılır. Ancak divanlar dışında aynı sanatkara ait başkaca pekçok şiirin ve nesrin de bulunduğu düşünülürse “Divan Edebiyatı” isminin dar manada kaldığı, bu edebiyatın bütününü ifade etmediği görülür. Bu bakımdan; “Divan Edebiyatı” diye isimlendirdiğimiz bu edebiyata belli hükümlere ve kurallara bağlılığı ifade eden “Klasik Türk Edebiyatı” isminin verilmesi daha anlamlıdır.

Taklit ve Orijinallik

“Kuş”a bakıp “uçak” yapmak gibi, her yeni, bir taklidin eseridir. Fakat artık o uçak kuş değildir, taklitten uzak orijinal bir şeydir. Klasik Türk Edebiyatı (Divan Edebiyatı) da ortak İslam kültür ve medeniyetinin tesiri altında kalmış, gelişmiş ve sonradan kendine has, orijinal özelliğine kavuşmuştur. Klasik Türk Edebiyatı, Türkün bir medeniyet dairesinden diğer bir medeniyet dairesine geçişte önceleri taklid ederek aldıklarını yeni bir tarz, yeni bir üslup içinde kendine benzettiği, mahallileştirdiği, millileştirdiği bir edebiyattır.

Medeniyet, Kültür ve Lisan

İran ve Arap edebiyatları ile lisanlarının taklid edildiği ve kullanıldığı, Divan Edebiyatında sık sık tenkid edilen bir konudur. Halbuki taklid etme ve bir yabancı lisanı kullanma önce edebiyatta değil kültür ve medeniyette görülen bir hadisedir. Her medeniyet ve kültür önce “lisan” ile kabul edilir. Medeniyet unsurları olan bilim, teknik ve metodu almak için, önce o medeni milletlerin lisanını öğrenmek lazımdır. Aynı şekilde kültür unsurları olan örf ve adetlerde, lisanda, dinde, ahlakta, sanatta ve edebiyatta değişme yine, hakim olan kültürün lisanını öğrenmekle olur. İslam medeniyetinin temel çizgilerinden biri ilimdir.İlim, İslamda ibadet sayılır. İlim yalnız medeniyetin değil, edebiyatın yükselmesine de hizmet eder. Bu bakımdan Türklerin, İslamiyeti kabul edince medeniyet, kültür ve edebiyatlarının yükselmesinde Arapça ve Farsçayı öğrenip kullanmaları tabii bir hadisedir. Tanzimattan sonra da Batı medeniyeti, hatta kültürü taklid edildi. Fransızca, İngilizce ve Almanca lisanları öğrenildi ve yeni edebiyatımızda, yeni türlerle birlikte kullanıldı.

Dünya görüşü: Klasik Türk Edebiyatı (Divan Edebiyatı) Türk Edebiyatının yazılı, en çok ve en uzun ömürlü edebiyatıdır. Divan Edebiyatı, Türkler İslam medeniyeti dairesine girdikten sonra meydana gelmiş olduğu için, dünya görüşü bakımından, bu medeniyetin kaynağı olan kitabi (Kur’an-ı kerime ait) hükümlere (ayetlere, nasslara) ve onun ortaya koyduğu hayat anlayışına bağlıdır. Divan Edebiyatında, tasavvuf inancı ve buna bağlı aşk anlayışı hakim unsurdur (Bkz. Tasavvuf). Divan Edebiyatındaki tasavvuf, olayların gönülle anlaşılmasını, Yaratan’dan ötürü yaratılanı hoş görmeyi, ferdi insan-ı kamil mertebesine ulaştırıp, Rabbine kavuşma (fena ve beka) yollarını gösterip teşvik eder ve dile getirir.

Klasik Türk Edebiyatında tabiat, klişe motifler halinde anlatılmıştır. Her seferinde bir kere daha en güzel üslupla anlatılmak istenmiştir. Ancak mahalli adetler ve sosyal hadiseler de devirlerine göre ihmal edilmemiş ve pekçok esere aksetmiştir. Hatta Âli ve Veysi gibi şair ve müellifler, başlı başına bir devri eserlerinde tenkid etmekten geri kalmamışlardır.

Ayrıca Cem Sultan ve Sevadi gibi şairler eserlerinde bizzat kendi hayatlarına yer vermişler, az çok başlarından geçeni anlatmışlardır. Bu durum hemen her şairin kaside ve şiirlerinde de görülmektedir.

Kaynakları

Klasik Türk Edebiyatı şiir ve nesir sahasında dini ve içtimai şu kaynak eserlerden faydalanmıştır.

Kur’an-ı kerim: İslamiyetin ana kaynağı Kur’an-ı kerim ayetlerinde yer alan bilhassa iman, ibadet esasları, beşeri-ahlaki hükümler, önceki peygamber ve ümmetleriyle ilgili kıssalar, Klasik Türk Edebiyatında çeşitli edebi şekil ve türlerde kullanılmıştır. Bu sahada yazılmış başlıca edebi şekil ve türler şunlardır:

Terceme (manzum, mensur, kısmi, tam); tefsir (kısmi, tam); kıraat, tecvid, lügat, Esmaü’l-Hüsna, sebeb-i nüzul (surelerin iniş sebebi); ilm-i kelam; havass-ı Kur’an (surelerin niçin, nerede okunacağı); fıkıh, akaid gibi.

Hadis-i Nebevi: İslami edebiyatın ikinci temel kaynağı hadislerdir. Peygamberimizin hadis-i kavli ve hadis-i fi’li olarak toplanan hadislerinin tamamına Sünnet de denir. Belli bir mevzuda toplanmış, tercüme edilmiş müstakil hadisler de vardır: Kırk Hadis (Hadis-i Erbain), Yüz Hadis, Binbir Hadis Tercümeleri gibi.

Kısas-ı Enbiya: Peygamber efendimiz başta olmak üzere Kur’an-ı kerimde zikredilen bütün peygamberlerin kıssaları Klasik Türk Edebiyatı (Divan Edebiyatı)nda yer almıştır. Peygamberimizin veya diğer bütün peygamberlerin hayatından bahseden kıssalar, siyer (siret) adıyla daha çok nesir olarak müstakilen yazılmıştır. Ayrıca Hilye veya Şemail-i Şerif (Peygamberimizin fizyonomisi; Hilye-i Hakani gibi); Mi’raciye; Hicriye veya Hicretname; Mucizat-ı Nebi gibi müstakil türleri de zikredilebilir.

Menakıb-ı Evliya, velilerin hayatından, keramet ve nasihatlarından bahseden menkıbelerdir. Bir veliye ait olanları Menakıbname, birçok velinin hayatından bahsedenleri ise Tezkiretü’l-Evliya ismini alır. Menkıbelerinden çok sık bahsedilen veliler arasında İbrahim Edhem, Hallac-ı Mansur, Bayezid-i Bistami, Cüneyd-i Bağdadi hatırlanabilir.

Tasavvuf: Divan Edebiyatında tasavvufun te’siri geniştir ve önemli bir yeri vardır. İnsanın iki alemde saadetine mani olacak her şeyi saf dışı bırakmış olan tasavvuf inancı, maddeden manaya geçişin gayreti içinde yaradılışın sırrını çözmeye çalışmıştır. (Bkz. Tasavvuf)

Diğer İslami Edebiyat türleri: Menasikü’l-Hac (Hac farizesi ile ilgili hususlar; coğrafi, tarihi vs. yönden yol üzerindeki yerlerin tasviri, Bahti’nin, Sinan-ı Mekki’nin eserleri), Salavat Mecmuaları, Dualar (Mecmuaları), Fetava, Mevaiz (vazlar), Evrad (virdler, zikirler), Vakfiyeler, Vasiyetnameler, Faziletnameler (din ulularının, şehirlerin, ayların, günlerin faziletlerinden bahis; 15. asırda Mehmed Yemini’nin eseri), Tarikatler, Yüz Sözler (Sad Kelimat-i Âli).

Yerli malzeme: Divan şiirinde; yukarıda sayılan ortak İslami kaynak eser ve türlere ilaveten şairlerin kendi devirlerini, çevrelerini, örf ve adetlerini tarihi hadiselerin tesir ve neticelerini malzeme olarak kullandıkları da görülmüştür. Bilhassa 18. yüzyıldan sonra yerli unsurlar daha çok kullanılmıştır. Ramazaniyye veya Iydiyye (Ramazan, bayram eğlenceleri), Gazevatname ve Fetihname örnek olarak gösterilebilir.

İslami Edebiyatta Kullanılan

Deyimler (Istılahlar) ve Terimler:

Tefsir: Lügatte “örtülü şeyi açmak”tır ve deyim olarak Kur’an-ı kerimin açıklanmasıdır. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Kur’an-ı kerimin hepsinin tefsirini Eshabına bildirmiştir. Kur’an-ı kerimden başka metinlerin açıklanması için “şerh” tabiri kullanılır. Kur’an-ı kerimin şerhi denmez; Kur’an-ı kerimin tefsiri, Mesnevi şerhi denir. Hadislerin açıklanması da şerhtir. Bunlar halk edebiyatımızın da kaynaklarını teşkil eder. (Bkz. Halk Edebiyatı)

İktibas: Deyim olarak iktibas, konuşmada, nesirde veya şiirde ayet veya hadisten aynen veya bir ibare alınarak yapılır. Başka bir şairden, eserden de iktibas yapılabilir.

Mi’rac: Vuslat, kemal (mi’rac-ı kemal) diye de geçer.

Tahşiye (Tahşi etmek, Ta’lik): Kitapta kenara, yana yazılan ilave yazıdır, der-kenar da denir. Mesela “Beyitte tahşiye (ta’lik) edilmiştir.” veya “derkenardır” diye geçer.

Zeyl: Lügatte “eteğin ucu” olup, bir eseri tamamlayacak mahiyette eserdir. Keşf-uz-Zünun Zeyli, Zeyl-i Siyer-i Veysi gibi.

Müntehabat: Lügatte “intihab edilmiş, seçilmiş” olarak geçen kelime için eski gazetelerde “Millet vekili intihabına başlandı.” denilmektedir.

Nazire (Tanzir): Bir şairin manzum bir eserine, daha çok gazeline başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede yazılan benzer eser, şiir.

Te’lif: “Eser yazma, yazılmış eser.” On beşinci asra kadar tercüme eserlere de te’lif denirdi.

Tasnif: Tasnif yapana musannif denir. Musannif, önceleri mütercim ve müellif, sonraları antoloji hazırlayan manasına kullanıldı.

Tahrir: “Yazma, yazılma” daha ziyade “istinsah etme” olarak kullanılırdı.

Tebyiz etme: “Beyaza çekme” manasiyle müellifin müsvedde eserini yeniden temiz kağıda yazmasıdır. Bu müellif hattı olabilir.

Nakıl: Tam tercüme değil de adapte manasına kullanılır.

Camü’l-Huruf: Eski yazmalarda bir kitabı cem eden, derleyip toplayan veya bizzat müellifin kendisi olabilir.

Katibü’l-Huruf: Müstensih, eserin yeni bir nüshasını yazan.

İcmal: “Özetleme, sadeleştirme”, Mücmel: “Özetlenmiş, hulasa, muhtasar”; Bibliyografik icmal: Mevzu ile ilgili bütün eserlerin tenkitli değerlendirilmesi.

Telhis: “Hulasa etme, özetleme”; İcmale benzer, bir eserin kısaltılmışı, Telhis-i Muhammediye.

İhtisar: “Kısaltma, sadeleştirme.”

Tarihi Gelişmesi, Sanatkarları ve Eserleri

Klasik Türk Edebiyatı dediğimiz Divan Edebiyatının 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar devam eden altı asırlık tarihi seyri içinde ortaya çıkan sanatkarlar ve yazılan başlıca eserleri şöyle ifade edilebilir.

On üçüncü yüzyıldan önce Anadolu’da Divan Edebiyatı örneklerine rastlanmaz. Bu bakımdan Anadolu Divan Edebiyatı 13. yüzyıldan itibaren başlamaktadır denilebilir. Bu asırda, Selçuklular devrinde bilinen ilk eserler Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin (1207-1273) Farsça yazdığı Divan-ı Kebir, Mesnevi, Fihi ma fih gibi eserlerdir. Eski Anadolu Türkçesinin bilinen ilk şairi Ahmed Fakih’tir (ölm.1221; Çarhname, Kitab-ı Evsaf-ı Mesacid-iş-Şerife). Asrın ikinci yarısında dini-tasavvufi ve ahlaki manzumeleriyle Şeyyad Hamza (Yusuf u Züleyha); Mevlana’nın oğlu Sultan Veled (1226-1312; Farsça İbtidaname, Rebabname ve içlerinde 238 Türkçe beyit; ayrıca 20 kadar Türkçe manzume); tasavvufun en karışık meselelerini bütün inceliğiyle samimi ve sade Türkçesiyle gösteren Yunus Emre (1240-41/1320-21: Divan, didaktik Risaletü’n-Nushiyye) vardır. Divan şiirinin ilk büyük temsilcisi, dini olmayan mevzularda eserler veren ve ele geçmeyen 20.000 beyitlik Selçuklu Şehnamesi bulunan Hoca Dehhani bu asırda yer alan mühim şahsiyetlerdir.

On dördüncü yüzyılda Türkçe, Anadolu’da tamamen yerleşmiş; Osmanlı Devletinin kuruluş dönemi olması sebebiyle de daha çok dini- tasavvufi, hamasi, tarihi ve ahlaki eserler görülmüştür. Âşık Paşa (1272-1333; sade dille, tasavvufi akideye uygun Garibname, Fakrname, Vasf-ı Hal); Divan Edebiyatının temelini atanlardan biri sayılan, mutasavvıf, nazım tekniği kuvvetli, dile ve aruza hakim Gülşehri (Mantıku’t Tayr); dini olmayan mesnevileriyle şöhret kazanmış Hoca Mesud (Süheyl ü Nevbahar, Ferhengname-i Sadi); Süli Fakih (Kıssa-yı Yusuf Mesnevisi); -Klasik Edebiyatın kurulmasında büyük rolü olan, çok eser veren, Türkçe ilk Osmanlı Tarihi müellifi, lisana hakim Ahmedi (ölm. 1413; Divan, İskendername, Cemşid ü Hurşid, Tevarih-i Müluk-i Âli-i Osman); Şeyhoğlu Mustafa, Hurşidname mesnevisi ve Kenzü’l-Kübera adlı mensur eseri ile önde gelirler. Âzeri Türkçesiyle tanınmış Kadı Burhaneddin (1344-1399); sade nesir dili ile halk için yazan Mustafa Darir (Siyer-i Nebi, Fütuh’uş-Şam Tercümesi, Kıssa-yı Yusuf); Azeri Türkçesiyle eserler veren heyecanlı, coşkun, lirik şair Nesimi (ölm.1404) asrın ileri gelen temsilcileridir.

On beşinci yüzyılda Divan Edebiyatı tam anlamıyla yerleşmiş ve klasik hususiyetini kazanmıştır. Osmanlı Devleti bu asırda gelişme ve yükselme göstermiş, siyasi başarı edebiyata da aksetmiştir. Nazım ve nesirde Ahmed-i Dai (Divan, Çenkname, Camasbname); asrın ilk yarısının en büyük ve Şeyhü’ş Şuara ünvanlı şairi Şeyhi (1371-1431; Divan, Harname, Hüsrev ü Şirin); kasideleri ve söyleyişi ile ünlü diğer büyük şair Ahmed Paşa (ölm. 1479); bilhassa gazelleriyle ve sade dille maharet kazanan, Türkçe deyimleri ve atasözlerini çok kullanan Necati (ölm.153B Divan); Padişah ve Şehzadeler arasında Muradi (İkinci Murad), Avni (Fatih), Adli (İkinci Bayezid), Cem Sultan, ayrıca şehrengiz türünün ilk örneğini veren Mesihi (1470-1512; Şehrengiz); kadın şairlerden Mihri Hatun (ölm. 1506) ve Zeynep Hatun; mesnevi yazarları arasında Anadolu sahasında ilk hamse sahibi Hamdullah Hamdi (1449-1503; Hamse, Yusuf u Züleyha) ve diğer mesnevi şairleri Tacizade Cafer Çelebi (ölm. 1515; Hevesname); Behişti ve Revani bu asrın belli başlı sanatkarlarıdır.

On beşinci yüzyılda süslü (secili, sanatkarane) nesir örneğini Sinan Paşa (1440-1486; Tazarruname) ile Neşri (Cihannüma) vermiştir. Sade nesir temsilcileri olarak Mercimek Ahmed, Ahmed Bican, Uzun Firdevsi sayılabilir. Devrin mühim tarihlerinden olarak Âşıkpaşazade’nin (1393-1481) Tevarih-i Âl-i Osman’ı ile Oruç Beğ Tarihi ve Dursun Beğ Tarihi’ni gösterebiliriz.

On altıncı yüzyıl Klasik Türk Edebiyatı nazım ve nesir alanında sanatkar ve eser yönünden büyük gelişme gösterir. Hele Fuzuli ve Baki, asrın olduğu gibi Divan Edebiyatının da yetiştirdiği büyük şairlerdendir. Fuzuli (ölm. 1556) Azeri lisanını kullanmış lirik bir şairdir. 15 kadar eserlerinden bazıları Divan, Leyla ve Mecnun Mesnevisi, Hadikatü’s-Süeda isimli Maktel-i Hüseyn’dir (Bkz. Fuzuli). Baki (1526-1600) “Sultanü’ş-Şuara” diye anılır ve alimdir. İstanbul Türkçesinin en güzel örneklerini vermiştir. Divan şiirini İran şiiri seviyesine çıkarmıştır. Eserlerinden bazıları Divan, Mısır’daki İslam alimlerinden İmam-ı Kastalani’nin Mevahibü’l-Ledünniye tercümesi olan Mealimü’l-Yakin ve Fezailü’l-Cihad tercümeleriyle Hadis-i Erbain tercümesidir. (Bkz. Baki)

Devrin diğer sanatkarları arasında; devrinde diğer sanatçılara üstadlık yapmış, zengin hayalleri olan, Divan, Siyer-i Nebi, Şem ü Pervane, Şehrengiz gibi eserleriyle tanınan Zati (1471-1546); Divan şiirinin inceliklerini bilen, rindliği terennüm eden Hayali (ölm. 1557); sade ve yapmacıksız anlatımıyla Fususu’l-Hikem’i tercüme eden Nev’i (1533-1599); sade bir üslubu, akıcı bir dili olan, mesnevi yazmadaki ustalığıyle şöhret bulan Taşlıcalı Yahya Bey (ölm. 1582); “Terkib-i bend” denilince ilk akla gelen Bağdatlı Ruhi (ölm. 1605); ve ayrıca Emri, Figani, Kara Fazlı (ölm. 1563), Lamii Çelebi (1472-1532), Hakani (ölm. 1606; Hilye) zikredilebilecek isimlerdir.

On altıncı yüzyıl, nesir türleri bakımından da zengin bir asırdır. Osmanlı sahasında ilk tezkire yazarı olarak Sehi Bey’i (ölm. 1586; Heşt Behişt tezkiresi ile) tanırız. Diğer tezkire müellifleri Kastamonulu Latifi (ölm. 1582; Latifi Tezkiresi); Âşık Çelebi (ölm. 1571; Meşariü’ş-Şuara)dir. Tarih türünde Tevarih-i Âl-i Osman ve Âsafname eserleriyle Lütfi Paşa (ölm. 1562); Tacü’t- Tevarih isimli eseriyle Hoca Sadeddin (1536-1599); Künhü’l-Ahbar, Kavaid-ül-Mecalis, Nasihatü’s-Selatin gibi eserleriyle Gelibolulu Mustafa Âli (1541-1599) ve Tevarih-i Âl-i Osman isimli eseriyle Kemal Paşazade 16. asrın başlıca tarih müellifleridir.

Seyahatname türünde eser veren Seydi Ali Reis (ölm. 1562; Mir’atü’l- Memalik) ve coğrafya dalında malumat veren Piri Reis (ölm. 1544; Kitab-ı Bahriye) devrin diğer önemli şahsiyetleridir.

On yedinci yüzyıl Klasik Türk şiirinde kaside ve hiciv vadisinde büyük yeri olan Nef’i (1582-1636; Divan, Siham-ı Kaza); gazel tarzında üstat kabul edilen İstanbul Türkçesini güzel kullanan, hoş nükteli Şeyhülislam Yahya Efendi (1552-1643) ile Şeyhülislam Behai ve “Hikemi” şiir türünü başlatan, akıcı bir dil kullanan Nabi (1640-1712; Divan, Hayriye, Hayrabad, Sürname, Hadis-i Erbain Tercümesi, manzum; Tuhfetü’l-Haremeyn, Münşeat mensur) ilk hatırlanan isimlerdir.

Naili (ölm. 1666) asrın büyük şairi olup, gazel tarzını yeni bir eda ile kullanmış ve “Sebk-i Hindi” uslubunu şiirimize ilk defa tanıtmıştır. Diğer mühim şahsiyetler Nev’izade Atai (1582-1634; Hamse, Hadaikü’l-Hakaik fi Tekmileti’ş-Şakayik); Şeyhülislam Behai (1601-1653); Neşati (ölm. 1674); Fehim (ölm.1648); Nedim-i Kadim (ölm. 1670); Azmizade Haleti (1569-1630); mahalli mevzuları, halk tabir ve atasözlerini manzumelerinde çokça kullanan Sabit (ölm. 1712); Ganizade Nadiri (1572-1624; Miraciye mesnevisi’dir.

On altıncı yüzyılda nesir sahasında hayli yenilikler görülür. Bilhassa dildeki klasikleşme, konularda çeşitlilik, eserlerin çokluğu, secili (süslü, sanatkarane) nesir örnekleri dikkati çekici hususiyetlerdir. Devrinin Türk edebiyatının en şöhretli seyahat yazarı Evliya Çelebi (1611-1681; Seyahatname); ilmi sahada ciddi eserler vermiş ilk defa Osmanlı ülkeleri coğrafyasını yazmış ilim adamı ve geniş bilgili bir yazar olan Katib Çelebi (1608-1657; Keşfüz-Zünun, Cihannüma, Tuhfetü’l-Kibar, Takvimü’t-Tevarih, Mizanü’l-Hak, Düsturu’l-Amel); hadiseleri tahlil ve tenkid ederek yazan Naima (1652-1715; Naima Tarihi); yine hadiseleri canlı bir üslupla, orijinal tarzda veren Peçevi İbrahim Efendi (1574-1650 Peçevi Tarihi); Dördüncü Murad’a devlet idaresinin ıslahı için bir risale yazan Koçi Bey; süslü nesir temsilcileri Nergisi (ölm. 1634; Hamse, Münşeat) ve Veysi (1561-1628; Siyer-i Veysi, Habname, Münşeat) önde gelen şahsiyetlerdir.

Devrin, tezkire vadisinde eser veren sanatkarların başında Riyazi (ölm. 1644; Riyazü’ş-Şuara) gelir ve diğer tezkirecileri; Güfti (ölm. 1677; Teşrifatü’ş-Şuara, manzum); Rıza (ölm. 1671) ve şairler hakkında kısa bilgi veren güldeste nev’inden (Zübdetü’l-Eş’ar) eseriyle tanınan Kafzade Faizi’dir.

On sekizinci yüzyılda Divan Edebiyatı mahallileşme konuları ve dil sadeleşme hareketleri ile İran edebiyatından kopma ve uzaklaşma noktasına gelir. Mahallileşme cereyanı ile şarkı türünün kullanılması ve İstanbul Türkçesinin şiir dili olarak benimsenmesi faaliyetleri bu asra canlılık kazandırmış ve bilhassa Nedim’le (ölm. 1730) gerçekleştirmiştir. Nedim, gazel ve şarkılarında orijinaldir. Divan şiirinin son büyük üstadı Şeyh Galib (1757-1798; Divan, Hüsnü Aşk) bu asrın ikinci yarısında yetişmiştir. Zengin ve geniş hayalleri ile “Sebk-i Hindi” üslubunun en kuvvetli temsilcisidir.

Yüzyılın diğer önemli şairleri arasında Sünbülzade Vehbi (ölm. 1809); Enderunlu Fazıl (ölm. 1810); Koca Ragıb Paşa (ölm. 1762); tarih düşürmede Süruri (ölm. 1813); Fıtnat Hanım (ölm. 1780); hiciv ve mizah yönü kuvvetli Haşmet (ölm. 1761) zikredilebilir.

On sekizinci asrın nesir alanındaki tarihçileri Raşid (ölm. 1735); Silahdar Fındıklı Mehmed Ağa (1658-1727); şuara tezkirecileri Safayi (ölm. 1715), Salim (ölm. 1743); Ramiz ve sadece Mevlevi şairlerinden bahseden Esrar Dede (ölm. 1735); hal tercümesi müellifleri Şeyhi (1667-1732; Şakayık Zeyli’ne yeni bir zeyl ilave etmiştir), kendi zamanına kadar gelen müftü, şeyhülislam ve hattatlarından bahseden Süleyman Sadeddin Efendi (1718-1787; Devhatü’l-Meşayih, Tuhfe-i Hattatin); sefaretname yazarları Yirmisekiz Çelebi Mehmed (ölm. 1732), Ahmed Resmi Efendi (1700-1783); naşirleri Tokatlı Kani (1711-1791), İbrahim Müteferrika (1674- 1745) ve Muhayyelat isimli, eski masal ile Batılı hikaye arasına yazılmış, orijinal eserin sahibi Giritli Aziz Ali Efendi (ölm. 1789) belli başlı isimlerdir.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından sonra Tanzimat hareketleri günlük hayatta olduğu gibi edebi hayatta da büyük değişmelere sebeb oldu. Batılı medeniyetlerin tesiri altında gelişen bu edebiyat cereyanına “Batı Tesirinde Türk Edebiyatı” adı verilir. Ortak İslam kültür ve medeniyeti tesirindeki Klasik Türk Edebiyatı (Divan Edebiyatı) yanında, Batı tesirindeki Türk Edebiyatı da kendi şekil ve muhtevası içinde gelişmiş ve yeni kültür, medeniyet ve lisanları (Fransızca)nın icablarını alıp kullanmıştır. Böylece daha 19. asrın başlarında çözülmeye başlayan Divan Edebiyatı asrın sonlarında yerini yeni cereyan (akım)lara bırakmış ve “klasik” oluş hüviyetini kaybetmiştir.

On dokuzuncu yüzyıl sanatkarları arasında mahallileşme akımının temsilcisi Enderunlu Vasıf (ölm. 1824); üslub nazım tekniği ve mesnevileri ile tanınan Keçecizade İzzet Molla (1785-1829; Mihnet-Keşan, Gülşen-i Aşk); Tanzimat nesir dilinin öncüsü sayılan ve Âdem Kasidesi’yle meşhur Âkif Paşa (1787-1845); dil ve tekniği kuvvetli Şeyhülislam Ârif Hikmet Bey (1786-1859) ve nihayet “Encümen-i Şuara” adıyla bilinen Klasik Türk şiiri geleneğinin son temsilcileri Leskofçalı Galib (1828-1867); Yenişehirli Avni (1826- 1884) ve Hersekli Ârif Hikmet (1840-1903) ve Recaizade Celal zikredilebilir.

Nesir alanında tıp ve tarih yazarı Şanizade Ataullah (1711-1826) lügatlarıyla tanınan Mütercim Âsım (1755-1819; Arapça-Türkçe Kamus Tercümesi ve Farsça-Türkçe Burhan-ı Kati’); antolojik mahiyette eser müellifi Mehmed Emin (Silahdarzade Tezkiresi) ve son tezkireci Fatin (Hatimetü’l-Eş’ar) hatırlanan ilk isimlerdir.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından sonra Batılı eğitimi görmüş “Aydın Kesimi Türk Edebiyatı” temsilcileri, klasik-gelenekçi edebiyat ve kültürümüzle bağlarını kopardılar ve hatta cephe alarak “Klasik Türk Edebiyatını” Batı ölçüleriyle tenkid ettiler. Namık Kemal, Divan Edebiyatını “realiteyle ilgisiz, sun’i ve boş” sayar (1866; Tasvir-i Efkar’da makale). Ziya Paşa, Şiir ve İnşa makalesinde Divan Edebiyatını milli olmamakla suçlar; ancak bir süre sonra yazdığı Harabat isimli Divan şiiri antolojisiyle Divan şiirini över. Tanzimatçılarda bu “ikilikli tavır” şekil ve muhtevada devam etmiştir. Daha ileri zamanlarda aruz-hece tartışması, milli edebiyat akımının ortaya çıkması ve dilde sadeleşme hareketleri Klasik Türk Şiiri (Divan Şiiri)ni maddi sahada artık kullanılmaz hale getirmiştir. Ancak, “klasik”in sonralara kalıcılığı, tesir güzelliği ve çarpıcılığı 20. asır Türk edebiyatının büyük şairlerini zaman zaman cezbetmiştir. Divan şiirinin tür ve nazım şekillerini çok başarılı kullanmasından dolayı, Yahya Kemal’i (ölm. 1958) Klasik Türk şiirinin son temsilcisi sayanlar olmuştur.

Edebi Türler

Divan Edebiyatında tür ve nazım şekli hep birbiriyle karıştırılmıştır. Tür denilince, yazılan manzumenin veya nesrin hangi konuda yazıldığı anlaşılmalıdır. Yani tür, “konu”dur, “mevzu”dur. Şekil ise şiirin dış yapısına hakim olan fiziki hususiyetlerdir.

Klasik Türk Edebiyatı (Divan Edebiyatı)nda kullanılan dini tasavvufi ve ahlaki nazım eserlerinin türlerini şöyle sıralayabiliriz:

Tevhid, münacat, nat (kaside şeklinde); mevlid, hilye, tercüme ve tefsirler, yüz ve kırk hadis tercümeleri, siyerler, Muhammediye, maktel, mev’ize, Esmaül-Hüsna şerhleri, kaside-i bürde tercümeleri ve fıkıh, kelam akaid, tecvid.

Bunlardan başka, münferit hikayeler, dini, tasavvufi, ahlaki ve “name” başlığı altında toplanan değişik konulu, mesnevi nazım şekliyle yazılmış eser ve türler de şunlardır:

Gazavatname, surname, sakiname, maarifname, kıyafetname, siyasetname, sefaretname, sergüzeştname, nasihatname, pendname, miracname (miraciye) menakıbname; münazara tarzında rind ü zahid, beng ü bade, beng ü çağır, gül ü mül, bahar ü şifa; bir şehrin güzelliğini tasvir eden şehrengizler, makam sahibi şahısları anlatan tarifatlar (tarifnameler); çeşitli konularda (aşk, dini, tarihi, hayali vb.) yazılmış Leyla vü Mecnun, Hüsrev ü Şirin, Yusuf ü Zeliha, Hüsn ü Aşk, Cemşid ü Hurşid, Süheyl ü Nevbehar, Vamık u Azra, Can u Canan; beş mesnevinin bir araya gelmesi ile meydana gelen hamseler.

Kaside nazım şekliyle yazılan diğer türler: Hicviye, mersiye, hezl (tenzil; mizah, güldürmece tarzında).

Divan Edebiyatında nesir eser türlerinin başlıcaları da şunlardır:

Münşeat (resmi yazılar ve mektuplardan toplanmış eserler; Münşeatü’s-Selatin, Feridun Beyin, 16. asır gibi), tarihler, vak’anüvis tarihler, nesir hamseler, tezkireler (çeşitli meslek sahiplerinin hayatlarını ve eserlerini anlatır; tezkiretü’l-evliya, tezkiretü’l-meşayih, tezkiretü’ş-şuara, tezkiretü’l- hattatin gibi), dini ve tasavvufi nesir eser türleri de manzum türlerle müşterektir: Tazarruname (Sinan Paşanın), tefsirler, şerhler, siyerler, evliya menkıbeleri, evliya tezkireleri, peygamberler kıssaları, makteller.

Ahlaki nesir türleri: Kelile ve Dimne Tercümesi (Kul Mes’ud’un), Kabusname Tercümesi (Mercimek Ahmed’in), Ahlak-ı Alai (Kınalızade Ali’nin).

Seyahatname türleri: Seyahatname (Evliya Çelebi’nin), Sefaretname (Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin) gibi.

İlmi nesir türleri: Konuları çeşitli olup Cihannüma (Katib Çelebi’nin) bir örnek verilebilir.

Nazım Şekilleri

Nazım şekli; bir manzumenin şekil yönünden, dış yapısı bakımından incelenmesidir. Muhteva (konu, mevzu, nesre çevirme, açıklama, edebi sanatlar) bu incelemenin dışında bırakılır. Bir şiirin nazım şekli yönünden incelenmesinde sırayla şu hususlara uyulur:

1) Nazım şekli (mesnevi, koşma gibi), 2) Nazım birimi (beyit, dörtlük), 3) Kafiye dizilişi (AA,BA, CA; aaba, ccca), 4) Kafiye çeşidi (-ar- tam kafiye, -lar gibi rediftir.), 5) Vezni (aruz veya hece oluşuna göre).

Türk, İran ve Arap edebiyatlarında müşterek olan nazım şekillerinde nazım birimi beyittir. Nazım şekilleri beyitlere göre kurulur. Başlıca nazım şekilleri şunlardır:

Kaside, gazel, mesnevi, rubai, tuyuğ, kıt’a müstezad, şarkı, musammatlar (murabba, muhammes, müseddes gibi), tardiyye, terkib-i bend ve tecri’-i bend gibi. (Bkz. Nazım Şekilleri)

Vezin

Divan şiirinde vezin aruzdur. Arap şiirinin vezni olan aruz; İranlılar yoluyla bize geçmiştir. Uzun (kapalı) ve kısa (açık) hece esasına dayalı cüzlerin yanyana kullanılmasıyla meydana gelen kalıplara aruz kalıpları denir.

Divan şiirinin ilk devrinde aruzun Türkçeye uygulanmasında aruz kusurları olan imale ve zihaflar fazla yer almıştır. Bu zamanda daha ziyade hece ölçüsüne yakınlık gösteren vezinler kullanılmıştır.

Klasik Türk şiirinde en çok kullanılan aruz kalıpları; recez, remel, seri’, hafif, muzari, müctes, mütekarib’dir. (Bkz. Aruz)

Dil ve Üslub

Divan Edebiyatının dili, 15. yüzyıla kadar Arap ve Acem dillerinin tesirinden uzak kalmış, bu asırla birlikte Arapça ve Farsça kelimeler Türkçeye önemli miktarda girmiş ve kullanılmıştır. Sonraları şiir ve nesirde kullanılan bu kelimelerin belagat kaidelerine bağlı bir edebi sanat anlayışı içinde kullanılmasıyla üslubun esası meydana getirilmiştir. Üsluba tesir eden başlıca edebi sanatlar şunlardır:

Cinas, tenasüb, mecaz, mecaz-ı mürsel, telmih, tevriye, hüsn-i ta’lil, tecahül-i arif, mübalağa, teşbih, istiare, teşhis ve intak, telmih, tezat, seci’, aks, rücu’ vs. (Bkz. Edebi Sanatlar)

Klasik Türk Edebiyatında rastgele benzetme ve hayal kullanılmaz. Şairler, insanın iç ve dış dünyasındaki güzelliklerini ve tabiatı belli bir benzetme ve tasavvurla çizerler. Şiirin özünü, çekirdeğini, esasını mazmunlar teşkil eder. Mazmun, “beyitlerdeki gizli mana” demektir. Mazmun, değişmez kalıp halinde vardır, hükümdür; bütün mesele, mazmundaki gizli manayı, hükmü çözmektir. Bu sebeple her şair, kendine has üslubu (aklı, malzemesi) ile bir mazmunu (hükmü) sanatlı biçimde ortaya koymaya çalışır. Bir bakıma yaradılışın sırrını, maddeye bakarak çözmeye uğraşır. Mazmunu “çözmek” demek “maddeye bakıp manayı anlamak” demektir. Mesela; yanak ve yüz, şekli ve rengi göz önünde tutularak sabah, güneş, mum, gül, ateş, ayna, ay suretindedir; saç kokusu, rengi ve şekli ile misk, anber, ud, sünbül, ejder, zincir, perişan, kafir, kemend, bulut, tuzak ve dar ağacıdır. Şarab ilahi aşktır. Saki, vahdet şarabını sunan pirdir. Bu mazmunlar Divan Şiirinde kalıplaşmıştır. Tamamen mecazi manaya bürünmüşlerdir. (Bkz. Ebedi Türler)


2-)Xiii-Xix. yüzyıllar arasında dil, konu, işleniş bakımından Arap, Fars etkisi altında gelişmiş Türk edebiyatı.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Sizde içinde Divan Edebiyatı kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Divan Edebiyatı kelimesi anlamı 76 defa okunmuştur. [237003] Divan Edebiyatı kelime anlamı, Divan Edebiyatı nedir, Divan Edebiyatı ne demek, Divan Edebiyatı sözlük anlamı

Paylaş