Eshab-I Kehf Nedir

Eshab-I Kehf Nedir ? Eshab-I Kehf Ne demek ?

1-)Îsa aleyhisselamdan sonra, din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda, dinlerini korumak için her şeylerini terk edip, hicret eden ve Efsus (Tarsus)taki mağarada medfun bulunan yedi kişi ile Kıtmir adındaki köpekleri. Kur’an-ı kerimde Kehf suresinde kıssaları uzun bildirilmektedir.

Eshab-ı Kehf denilen imanlı gençler, Efsus yani Tarsus şehri ahalisinden idiler. Bunlardan altısı sarayda vazifeli, hükümdara yakın kimselerdi. Hazret-i Ali’nin rivayetine göre Eshab-ı Kehf’in adedi yedi olup, bunların altısı hükümdarın müşavere heyetinde idi. Onun sağında ve solunda bulunurlardı. Sağındakiler Yemliha, Mekselina ve Mislina idi. Bunlara “Eshab-ı yemin” denmiştir. Hükümdarın solunda bulunanlar ise, Mernuş, Debernuş ve Şazenuş’tur. Bunlara da “Eshab-ı yesar” denmiştir.

Hükümdar o tarihte Roma imparatorlarından Dimityanus veya Dokyanus olup, rezil, zalim bir kimseydi. Putlara tapardı. Sonra tanrılığını ilan etti.Putperestliği kabul etmeyen az sayıdaki mü minleri yakalatıp parçalattıktan sonra şehrin kapılarına astırdı. Hükümdar bir ihbar üzerine saraydaki bu imanlı gençlerin durumlarını öğrendi. Büyük bir öfke ile onları çağırıp tehdid etti. Fakat onlar, iman yolunda sebat gösterip, şirki ve putperestliği kabul etmediler. Üstelik Dokyanus’u imana davet ettiler. Eshab-ı Kehf bu hak sözleri Dokyanus’a sarayda, hazır olan bir topluluk içinde söylediler. Çünkü Dokyanus bunları oradaki topluluk içinde putperestliğe çağırmıştı. Onlar da, saray erkanı içinde büyük bir cesaretle: “Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbi’dir. Fani (yok olucu) şeyler nasıl yaratıcı olabilir.” dediler. Hükümdar onların eski günlerine dönmeleri için zaman tanıdı. Bu da imanlı gençlere Allahü tealanın bir lütfu oldu. Çünkü bu bekleme esnasında birbirleriyle istişare ederek, hicret imkanını elde ettiler. Dinlerini korumak için gerekli hazırlıkları gizlice yapıp, şehre yakın bir dağ cihetine gittiler.Yolda giderken Kefeştetayyuş ismindeki bir çoban onların halini anlayıp iman etti ve yedincileri oldu. Çobanın köpeği Kıtmir de onlara katılıp, arkalarından takib etti. Dağa yaklaştıklarında çobanın gösterdiği bir mağaraya girdiler. Onlar mağarada Allahü tealanın rahmet ve lütfunu dileyerek duada bulundular. Allahü teala bu hususu Kur’an-ı kerimde Kehf suresinin 13. ayet-i kerimesinde mealen şöyle bildirmektedir:

O zaman o genç yiğitler mağaraya sığınmışlardı da: “Ey Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet (dinde hidayet, günahlarımızı da mağfiret et ve helal rızık) düşmanlarından emniyet ver ve işimizden (dinimizi korumak için kafirlerden ayrılıp, mağaraya iltica ettiğimizden dolayı) bizim için muvaffakiyet hazırla (o sayede rüşd ve hidayete ermiş, böylece çok sevaba kavuşmuş olalım).

Diğer taraftan zalim hükümdar Dokyanus, Efsus’a gelip, onları sordu. Kaçtıklarını haber verdiklerinde, babalarını, onların getirilmesine zorladı. Babaları; “Bizim malımızı alıp, dağa doğru gittiler.” dediler Dokyanus adamları ile gidip, o mağarayı bulunca; “Burada ölsünler!” diye mağaranın ağzını kuvvetlice kapattırdı. Dokyanus’un yakınlarından iki mümin, gençlerin isimlerini ve hallerini bir taşa nakşedip, mağaranın duvarına koydular. Bu mağara Betahlus Dağının güney tarafında idi. Güneş doğarken ve batarken oraya vurup, rütubet olmazdı. Allahü teala, meleklerle onları sağ ve sol taraflarına döndürürdü. Köpekleri dirseklerini kapının eşiğine uzatmıştı. Ölü değillerdi. Uyurken de gözleri açıktı. Nefes alırlar; saçları, tırnakları uzardı.

Allahü teala, kemal-i kudretiyle ceset ve elbiselerini değiştirmedi. Uzun müddet uyuduktan sonra onları uyandırdı.

Eshab-ı Kehf’in mağaradaki uyku müddeti Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir:

Bunun üzerine biz, nice yıllar mağarada onların kulaklarına (harici şeyleri işitmelerine mani perde) vurduk. (Nice yıllar tam bir sükun içinde uyuttuk). (Kehf suresi: 11)

Onlar mağalarında üç yüz sene eğleştiler. (Buna) dokuz (yıl) daha kattılar. (Kehf suresi: 25)

Cenab-ı Hak bu uzun uykudan sonra Eshab-ı Kehf’i uyandırınca, onlar henüz yattıkları günde bulunduklarını sandılar. Eshab-ı Kehf’in uykudan kalkmaları, birbirleriyle konuşmaları ve içlerinden birini şehre göndermeleri Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir:

Biz, onları (uyuttuğumuz gibi, kudretimizle ceset ve elbiseleri bu uzun zamanda değişmeksizin) uyandırdık ki, hallerini bilsinler. (Birbiriyle soruşup hallerini ve Allahü tealanın kendilerine ne yaptığını öğrensinler de cenab-ı Hakk’ın kudretine olan yakinleri, imanları artsın. Öldükten sonra dirilmenin ne olduğunu ve bunun bir örneğini görsünler. Allahü tealanın kendilerine olan nimetlerine şükretsinler.) Onlardan birisi (Mekselina) dedi ki: “Ne kadar zaman (yatıp) eğleştiniz!” (Zira onların mağaraya girmeleri güneş doğarken idi. Uyanmaları guruba yakın olmakla cevapta bazıları) “Bir gün, yahut günden bir mikdar uykuda kaldık.” dediler. (Tekrar uzamış kıllarına, tırnaklarına bakıp) birbirlerine; “Ne kadar eğlendiğimizi Rabbimiz daha iyi bilendir. Şimdi siz birinizi bu gümüş para ile şehre (Tarsus’a) gönderin de baksın, onun hangi yiyeceği temizse (daha helal, daha güzel, daha bol, daha ucuz ise) ondan bir rızık getirsin. Çok nazik hareket etsin. Sizi hiçbir kimseye sakın hissettirmesin.” dediler. (Kehf suresi: 19)

Bunlar şehre gidip yiyecek getirecek kimsenin (Yemliha’nın) elbise değiştirerek halini kimseye bildirmeden gidip gelmesini uygun gördüler.

Bunların en olgunu ve akıllıları olan Yemliha, bu vasiyetleri kabul edip şehre geldiğinde çok değişmiş bir başka alem buldu. Hayret etti. İçi burkuldu. Nihayet ekmekçi dükkanına girdi. O parayı yani Dokyanus zamanında, onun adına olan sikkeyi ekmekçiye verince, ekmekçi bu adamın hazine bulduğunu sandı ve hemen elden ele göstererek polise vardı. Yemliha’yı tutup, “Bulduğun hazineyi ver.” diye tehdid ettiler. Yemliha dedi ki: “Ben hazine bulmadım. Dün bu altını evden aldım. Bugün çarşıya getirdim.”

Babasının ismini sordular. Söyledi. “Burada o isimde kimse yoktur.” deyip, yalan söylüyorsun dediler. Çok sıkıldı. “Beni Dokyanus’a götürün, o benim işimi bilir.” Bu sözünü de alaya alıp; “Dokyanus öleli üç yüz seneye yakın oldu. Sen bize hikaye mi anlatıyorsun?” dediler.

Velhasıl padişahları olan Salih Melik Tendrus’a götürdüler. Bu padişah mümin idi. Vaktindeki insanların çoğu, cesetlerin haşrını inkar ederdi. Padişah onlara bu hususta ne kadar nasihat ettiyse, fayda vermezdi.

Yemliha, başından geçenleri o padişaha anlatınca, padişah; oğlu, eşrafı ve yakın adamlarıyla birlikte, mağaraya geldiler. Yemliha varıp arkadaşlarına haber verdi. Padişah dahi yetişip, önceki halleri üzerine yazılan taşı getirip okudular. İsimleri ve halleri anlaşıldı. Onlara selam verip cevap aldı. Hepsinin boynuna sarılıp, veda ederken, tekrar eskisi gibi uykuya vardılar.

Resulullah efendimiz zamanında, hazret-i Ebu Bekr ve hazret-i Ali, Eshab-ı Kehf’e gittiler. O zaman Eshab-ı Kehf uykudan uyanıp onları gördüler. Resulullah’a iman ettiklerini bildirdiler ve selam gönderip dua istediler.

Eshab-ı Kehf, hazret-i Mehdi zamanında yine uykudan kalkıp, onun yanına gidip askeri olacaklar ve yardım edeceklerdir. Köpekleri Kıtmir dahi Cennet’e girecektir.

Peygamber efendimiz Eshab-ı Kehf hakkındaki hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: Eshab-ı Kehf, (hazret-i) Mehdi’nin yardımcıları olacaktır ve Îsa (aleyhisselam) bunun zamanında gökten inecektir.



ESHÂB-I KİRÂM; Peygamberimizin arkadaşları. Kadın veya erkek, çocuk veya büyük bir Müslüman, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi çok az da olsa bir kere görürse, kör olan, bir kere konuşursa ve iman ile vefat ederse buna “Sahib” veya “Sahabi” denir. Birkaç tanesine “Eshab” veya “Sahabe” yahud “Sahb” denir. Peygamberimizi, kafir iken görüp de, Resulullah’ın vefatından sonra imana gelen veya Müslüman iken, sonra mürted olan (Müslümanlıktan çıkan) sahabi değildir. Sahabi olduktan sonra mürted olup, Resulullah’ın vefatından sonra, tekrar imana gelen, sahabi olur. Peygamber efendimiz cin sınıfına da peygamber olduğu için, cin de sahabi olur.

Eshab-ı kiram, dini hükümler hususunda en muteber otoritedir. Çünkü Kur’an-ı kerimi, Peygamberimizden öğrenip, kendilerinden sonrakilere öğretmişler ve açıklamışlardır. Peygamberimizin yaptıkları ve söyledikleri hakkında bilgiler, bunların bizzat görerek ve duyarak naklettikleri şeylere dayanır. İşte bunların bütün olarak naklettikleri hükümler, hadis-i şeriflerin temelini teşkil etmiştir. İslamiyette İcma-ı ümmet, yani alimlerin sözbirliği, ancak Eshabın zamanında tam ve mükemmel bir şekilde gerçekleşmiştir. Ayrıca Eshabın herbiri, dinde sözü senet, vesika olan müctehid alimlerdendir. Sonra gelen müctehidlerden üstündür.

Ehl-i sünnet alimleri, Eshab-ı kiramın üstünlük sırasını üçe ayırmıştır:

1. Muhacirler: Mekke şehri alınmadan önce, Mekke’den veya başka yerlerden, vatanlarını, yakınlarını terk ederek, Medine şehrine hicret edenlerdir. Bunlar, Resulullah’ın yanına iman ile gelmiş veya gelince iman etmişlerdir. Amr bin Âs hazretleri bunlardandır. (Bkz. Muhacir)

2. Ensar: Medine şehrinde veya bu şehre yakın yerlerde ve Evs, Hazrec adındaki iki Arap kabilesinde bulunan Müslümanlara Ensar denir. Çünkü Peygamber efendimize ve Medinelilere her türlü yardımda ve fedakarlıkta bulunacaklarına söz vermişler ve sözlerinde durmuşlardır. (Bkz. Ensar)

3. Diğer Eshab-ı kiram: Mekke şehri alındığı zaman ve daha sonra Mekke’de veya başka yerlerde imana gelenlerdir. Bunlara Muhacir ve Ensar denmez. Yalnız sahabi denir. Eshab-ı kiramın en üstünleri, Resulullah’ın dört halifesidir. Bunlardan sonra en üstünleri Aşere-i Mübeşşereden (Bkz. Aşere-i Mübeşşere), yani Cennet ile müjdelenmiş olan on kişiden, geri kalan altısı, (Talha, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebi Vakkas, Said bin Zeyd, Ebu Ubeyde bin Cerrah) ve hazret-i Hasan ile hazret-i Hüseyin’dir. Bunlardan sonra en üstünleri ilk Müslüman olan kırk kişidir. Bunlardan sonra en üstün Bedr Gazasında bulunan üç yüz on üç sahabidir. Bunlardan sonra üstün olan Uhud Gazasında bulunan yedi yüz kahramandır. Bunlardan sonra üstün olan, hicretin altıncı senesinde, ağaç altında Resulullah’a: “Ölmek var, dönmek yok!” diye söz veren bin dört yüz kişidir. Bu sözleşmeye “Biat-ı Rıdvan” denir. (Bkz. Biat-ı Rıdvan)

Eshab-ı kiramın adedi: Mekke fethinde on bin, Tebük Gazasında yetmiş bin, Veda Haccında doksan bin ve Resulullah vefat ettiği zaman yeryüzünde yüz yirmi dört binden fazla sahabi vardı. Bu konuda başka rivayetler de vardır.

Eshab-ı kiramdan en son vefat edenler şunlardır: Ebdullah bin Evfa, 705 (H.86) senesinde Kufe’de vefat etti. Abdullah bin Yesr, 706 (H.88) senesinde Şam’da, Sehl bin Sa’d, 709 (H.91) senesinde 100 yaşında Medine’de, Enes bin Malik 711 (H.93) senesinde Basra’da, Ebu’t Tufeyl Âmir bin Vasile, 718 (H.100) senesinde Mekke’de vefat ettiler.

Peygamberimizin vefatından sonra, Dört Halife devrinde de Eshab-ı kiram, İslam dinini yaymak, cihad etmek hususunda sözlerine sadık kaldılar. Sözlerinden dönmediler. Hepsi ittifak halinde, yerlerini, yurtlarını terk ile Arabistan’dan çıkıp, her tarafa yayıldılar. Gidenlerin çoğu, geri dönmeyip, gittikleri yerlerde ölünceye kadar cihad etti ve İslam dinini yaydı. Böylece az vakitte çok memleket alındı. Fethedilen yerlerde İslamiyet hızla yayıldı.

Eshab-ı kiramın hepsi adildir. İslamiyeti bildirmekte hepsi ortaktır.Kur’an-ı kerimi onlar topladı. Hadis-i şerifleri Peygamberimizden onlar nakletti.

Eshab-ı kiramın, İslam dinine yaptığı hizmetlerini, örnek yaşayışlarını, faziletlerini, hepsinin isimlerini ve hal tercümelerini yazan birçok eser telif edilmiş, yayınlanmıştır. Bunlardan İbn-i Sa’d’ın, Tabakat-ül-Kübra’sı, İbn-i Abdilberr’in El-İstiab’ı, İbn-i Esir’in, Üsüd-ül-Gabe’si, İbn-i Hacer-i Askalani’nin El-İsabe’si, Türkçe olarak İhlas A.Ş.tarafından yayınlanan “Eshab-ı Kiram” kitabı çok kıymetlidirler. Arapça ve Farsça çok eser yazılmıştır.

Peygamberlerden ve meleklerin üstünlerinden sonra, bütün yaratılmışların en üstünü, Eshab-ı kiramdır. Herbirinin ismini hürmetle, saygı ile söylemelidir. Birinin adı söylenince “radıyallahü anh=Allah ondan razı olsun” denir. İkisi için “radıyallahü anhüma=Allahü teala o ikisinden razı olsun” Birkaçı veya hepsi söylenince “rıdvanullahi teala aleyhim ecmain” veya kısaca “radıyallahü anhüm=Allah onların hepsinden razı olsun” denir. Eshab-ı kiramın herbiri, bu ümmetin hepsinden üstündür. Muhammed aleyhisselamın peygamber olduğuna inanan herkese, yani her Müslümana, hangi ırktan, hangi memleketten olursa olsun, Muhammed aleyhisselamın ümmeti denir. Şu anda Müslümanlar O’nun ümmetidir. Eshab-ı kiram Şam’ı fethettikleri, şehre girdikleri zaman, Hıristiyanlar bunları görünce, güzel hallerine şaştılar ve bunlar Îsa aleyhisselamın Eshabı olan Havarilerden daha üstündür diyerek yemin ettiler. Düşmanın da şahid olduğu bu üstünlük, gerçeğin, hakikatin kendisidir.

Sahabenin fazilet ve üstünlüğü ile ilgili ayet-i kerimelerde mealen buyruluyor ki:

Siz ümmetlerin hayırlısısınız. (Âl-i İmran suresi: 110)

Önce Müslüman olanlardan, Muhacirlerin ve Ensarın önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allahü teala razıdır ve bunlar da Allahü tealadan razıdırlar. Allahü teala bunlar için, Cennetler hazırladı. Bu Cennetlerin altından nehirler akmaktadır. Bunlar Cennetlerde sonsuz olarak kalacaklardır. (Tevbe suresi: 100)

Muhammed (aleyhisselam) Allahü tealanın Peygamberidir. Ve O’nunla birlikte bulunanların (yani Eshab-ı kiramın) hepsi kafirlere karşı şiddetlidirler. Fakat birbirine karşı merhametlidirler. Bunları çok zaman rükuda ve secdede görürsünüz. Herkese (dünya ve ahirette) her iyiliği, üstünlüğü, Allahü tealadan isterler. Rıdvanı (yani Allahü tealanın kendilerini beğenmesini) da isterler. Çok secde ettikleri yüzlerinden belli olur. Onların halleri, şerefleri böylece Tevrat’ta (ve İncil’de) bildirilmiştir. İncilde de bildirildiği gibi, onlar, ekine benzer. İnce bir filiz yerden çıkıp kalınlaştığı, yükseldiği gibi, az ve kuvvetsiz oldukları halde, az zamanda etrafa yayıldılar. Her tarafı iman nuru ile doldurdular. Herkes filizin halini görüp, az zamanda nasıl büyüdü diyerek şaşırdıkları gibi, hal ve şanları dünyaya yayılıp görenler hayret etti ve kafirler kızdılar. (Fetih suresi: 29)

Eshab-ı kiram hakkındaki bazı hadis-i şerifler:

Eshabıma sövmeyiniz! Eshabımdan sonra gelenlerden bir kimse dağ kadar altın sadaka verse, Eshabımdan birinin bir avuç arpa vererek kazandığı sevaba veya yarısına kavuşamaz.

Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz.

Eshabıma düşmanlık etmekten sakınınız. Allah’dan korkunuz! Onları seven beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten, beni incitmiş olur. Beni inciten de, elbette Allahü tealayı incitir.

Ümmetimin en iyisi benim bulunduğum zamanda olanlardır. Onlardan sonra en iyisi onlardan sonra gelenlerdir. Onlardan sonra da en iyisi daha sonra gelenlerdir.

Beni gören ve beni görenleri gören bir Müslümanı Cehennem ateşi yakmaz.

Bu ayet-i kerime ve hadis-i şerifler, Eshab-ı kiramın üstünlük ve faziletini açıkça göstermektedir.


2-)Allahü teala Kur'an-ı kerimde mealen buyuruyor ki:

(Ey Habibim! Şimdi biz) sana o Eshab-ı Kehf'in haberini (ibretli kıssasını) doğru olarak anlatalım. Onlar, Rablerine (Allahü tealaya) iman eden genç yiğitlerdi. Biz onların hidayet (iman ve basiretlerini) ve sebatlarını artırmıştık. (Kehf suresi: 13)

Eshab-ı Kehf, Mehdi'nin yardımcıları olacaktır ve Îsa (aleyhisselam) bunun zamanında gökten inecektir. (Hadis-i şerif-Alamet-ül-Mehdi)

Eshab-ı kiramı sevmek, onlara bağlı olmak, insanlar içinden beğenilmiş, süzülüp ayrılmış olan bu çok kıymetli tabakanın hayat tarzlarına imrenip onlar gibi olmaya özenmek, Allahü tealanın en büyük nimetidir. (Eyyub bin Sıddık)

Eshab-ı kiramın herbirini büyük ve üstün bilmek, hepsine iyi gözle bakmak, herbirinin adil ve salih (iyi) olduğuna inanmak lazımdır. Hiç birine dil uzatmamak, lanet etmemek, düşmanlık etmemek ve bir kısmını sevmek için başka sahabilere düşman olmaktan sakınmak lazımdır. (Tahir-i Buhari)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Sizde içinde Eshab-I Kehf kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Eshab-I Kehf kelimesi anlamı 33 defa okunmuştur. [237251] Eshab-I Kehf kelime anlamı, Eshab-I Kehf nedir, Eshab-I Kehf ne demek, Eshab-I Kehf sözlük anlamı

Paylaş