Hanefi Mezhebı Nedir

Hanefi Mezhebı Nedir ? Hanefi Mezhebı Ne demek ?

1-)HANEFÎ MEZHEBİ



İmam-ı Âzam lakabıyla şöhret bulan Ebu Hanife'ye izafe edilen fıkıh ekolünün adı. Ebu Hanife'nin asıl adı Numan, babasının adı Sabit, dedesinin adı ise Zuta'dır. Zuta, Irak ve İran'ın müslümanların eline geçmesinden sonra müslüman olmuş ve Kufe'ye yerleşmiştir. O ve oğlu Sabit Kufe'de Hz. Ali ile görüşmüştür

Ebu Hanife H. 80 yılında Kufe'de doğdu, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak orada yetişti. Irak ve Hicaz Ebu Hanife'nin yetiştiği dönemde önemli iki ilim merkezi halindeydi. Çünkü Hz. Ömer (ö.23/643) devrinde Fustat (eski Mısır), Kufe ve Basra gibi büyük İslam şehirleri kurulmuş ve bu merkezlere aralarında birçok sahabenin de bulunduğu binlerce müslüman yerleşmişti. Hz. Ömer Kufe'ye fasih Arapça konuşan kabileleri yerleştirmiş ve Abdullah b. Mes'ud (ö. 32/652)'a onlara ilim öğretmesi için göndermiş, "kendisine ihtiyacım olduğu halde Abdullah'ı size göndermeyi tercih ettim" demiştir (İbnü'l-Kayyim, İ'lamü'l-Muvakkin, I, 16, 17, 20).

İbn Mes'ud, Kufe'nin kuruluşundan Hz. Osman'ın halifeliğinin sonlarına kadar Kufelilere Kur'an ve fıkıh öğretmiştir. Bu sayede orası, pekçok kurra, fıkıh ve hadis bilginiyle dolmuştur. Onun talebelerinin dört bin dolaylarında olduğu söylenir. Ayrıca Kufe'de Sa'd b. Ebi Vakkas (ö. 55/675), Huzeyfe İbnü'l-Yeman (ö. 36/656), Selman-ı Farisi (ö. 36/656), Ammar b. Yasir (ö.34/657), Muğire b. Şu'be (ö. 50/670), Ebu Musa-Eş'ar, (ö. 44/664) gibi. seçkin sahabiler de bulunuyordu (en-Neysaburi, Ma'rifetu Ulumi'l-Hadis, nşr. es-Seyyid Muazzam, Kahire 1937, s. 191, 192). Bunlar İbn Mes'ud'a yardımcı oluyorlardı. Hz. Ali Kufe'ye geldiğinde buradaki fakihlerin çokluğuna sevinmiş,

"Allah, İbn Mes'ud'a rahmet etsin, bu şehri ilimle doldurmuş; İbn Mes'ud'un öğrencileri bu şehrin kandilleridir" demiştir (el-Kevseri, Fıkhu Ehli'l-Irak ve Hadisühum, Nasbü'r-Raye mukaddimesi, I, 29, 30).

Mısır'a yerleşen sahabilerin üç yüz dolaylarında olmasına karşılık el-İcli, yalnız Kufe'ye yerleşen sahabilerin bin beş yüz dolaylarında olduğunu, bunlardan yetmiş kadarının Bedir savaşına katıldıklarını söyler.

Kufe'de bu alim sahabelerden feyiz ve ilim alarak ictihad yapabilecek dereceye ulaşan tabiilerden bazıları da şunlardır: Alkame b Kays (ö. 62/681), el-Esved b. Yezid (ö. 75/694), Şurayh b. e1-Haris (ö. 78/697), Mesruk b. el-Ecda' (ö. 63/683), Abdurrahman b. Ebi Leyla (ö. 148/765), İbrahim en-Nehai (ö. 96/714), Âmiru'ş-Şa'bi (ö. 103/721), Said b. Cübeyr (ö. 95/714), Hammad b. Ebi Süleyman (ö. 120/738).

İşte Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (ö.150/767) böyle bir ilim ortamında yetişti. Ebu Hanife'nin fıkhı, kendisinden on sekiz yıl ders aldığı Hammad b. Ebi Süleyman vasıtasıyla, İbrahim en-Nehai, Alkame ve Esved yoluyla, Abdullah b. Mes'ud, Hz. Ali ve Hz. Ömer gibi sahabe bilginlerine dayanır. Hz. Ömer'in Irak ekolüne etkisi tbn Mes'ud vasıtasıyla olmuştur. Hz. Ali ise kaza ve fetvalarıyla Iraklılara önderlik yapmıştır.

Kufe aynı dönemlerde hadis malzemesi bakımından da zengindi. Müctehidlerin kullandığı ibadet, muamelat ve ukubatla ilgili hüküm hadislerinin sayısı sınırlı olduğu için, bu konularda Hicaz'ın hadis malzemesi bütün şehirlerin bilginlerince biliniyordu. Çünkü onlar hacc dolayısıyla sık sık Mekke ve Medine'yi ziyaret ediyorlardı. Aralarında kırktan fazla hacc ve umre yapan vardı. Sadece Ebu Hanife elli beş kere haccetmişti. İmam Buhari'nin (ö. 256/869) hocalarında Affan b. Müslim el-Ensari el-Basri'nin (ö. 220/835) şu sözü Irak yöresinin hadis bakımında ne kadar zengin olduğunu göstermeye yeterlidir: "Kufe'ye gelip dört ay oturduk. İsteseydik yüz bin hadis yazardık; ancak elli bin hadis yazdık. Biz yalnız herkesin kabul ettiği hadisleri aldık. Çok hadis yazmamıza Şerik b. Abdillah (ö. 177/793) engel oldu. Kufe'de Arapça'sı bozuk ve hadis rivayetinde gevşeklik gösteren kimseye rastlamadık" (el-Kevseri, a.g.e.,I, 35, 36).

Affan hakkında, İbnü'l Medini;

"Hadisteki bir harfte şüphesi olsa o hadisi almazdı"; Ebu Hatim ise; "imamdır, sikadır." demiştir. Böyle titiz bir hadisçi kufe yöresinde dört ayda Ahmed b. Hanbel'in (ö. 241/855) Müsned'indekinden daha çok hadis toplayabilmiştir.

Ebu Hanife Kufe'de önce Kur'an-ı hıfzetti. Sarf, nahiv, şür ve edebiyat öğrendi. Kufe, Basra ve bütün Irak'ın en önde gelen üstadlarından hadis dinledi ve fıkıh meselelerini öğrendi. Doğuştan mantık, zeka, hafıza gücü ve çalışkanlığı ile ilim sahipleri arasında temayüz etti. Onun ilme yönelmesinde Âmiru'ş-Şa'bi'nin etkisi olmuştur. Numan, hacc seyahati sırasında, bizzat sahabelerden hadis dinlemiş olan Ata b. Ebi Rabah (ö. 115/733) ve İbn Ömer'in mevlası Nafi' (ö. 117/735) gibi tabiilerden bazıları ile temas etmiş ve onlardan da hadis dinlemiştir.

Hocası Hammad'ın vefatında Ebu Hanife kırk yaşlarında idi. Onun vefatıyla boşalan kürsüsünde ders vermeye başladı. Ebu Hanife'nin ders ve fetva vermedeki usulü, rivayet ve ananecilerin sema' (dinleme) usulünden farklıdır. Onun ders halkasında iki türlü müzakerenin oluştuğu anlaşılıyor a) Talebeleri için verdiği düzenli fıkıh dersleri. b) Dışarıdan ve halk tarafından cevabı istenilen sorular (istifta). Hanefi mezhebi istişare esasına dayandırılmıştır. Ebu Hanife meseleleri tek tek ortaya atar, öğrencilerini dinler, kendi görüşünü söyler ve onlarla konuyu bir ay hatta daha fazla süreyle münakaşa ederdi. Meselenin incelenmesinde hazırlığı olan ve ictihad derecesinde bulunanlar da düşünce ve ictihadlarını söyledikten sonra, bu mesele hakkında müzakere bitmiş sayılır ve sıra Ebu Hanife'ye gelirdi. O, meseleyi yeniden izah ve tasvir ettikten, kendi delillerini ve ictihadını ortaya koyduktan, gerekli düzeltmeler yapılıp cevaplar verildikten sonra, alınan karar çoğu defa delillerden tecrit edilerek son derece veciz cümlelerle, bizat kendisi tarafından imla ettirildi. Bu imla vecizeleri daha sonra fıkıh kaideleri haline gelmiştir (Hatib, Tarihu Bağdad XI, 307 vd.; el-Kevseri a.g.e., I, 36 vd.). Ebu Hanife'nin bu ilim halkalarında İslam'ın bütün hükümleri yani ibadat, muamelat ve ukubata ait emir ve yasaklarını yeni baştan gözden geçirilerek incelenmiştir. Konularına göre tasnif edilip tedvin edilen bu hüküm ve meseleleri Zahiru'r-Rivaye adıyla kaleme alan Muhammed b. Hasen eş-Şeybani'dir. (ö.189/805). eş-Şeybani daha küçük yaşta iken Ebu Hanife'nin ilim meclislerinde hazır bulunmaya başlamış; eğitimini daha sonra Ebu Yusuf'un yanında tamamlamıştır. Ebu Hanife, öğrencileri için şöyle demiştir: "İçlerinizde otuz altı tane yetişkin olanı var, onlardan yirmisekizi kadılık, altısı müftilik, ikisi de hem başkadılık ve hem de fetva makamına layıktırlar (el-Bezzazi, Menakıb, II, 125). Bunlar da Ebu Yusuf ve Züfer'dir"

Zahiru'r-Rivaye kitapları altı tane olup, daha sonraki bilginlere tevatür yoluyla nakledilmiştir. Bunlar; " el-Asl (veya el-Mebsut)", "el-Camiu's-Sağir", " el-Camiu'l-Kebir" " es-Siyeru's-Sağir", "es-siyeru'l-Kebir" ve "ez-Ziyadat" adlarını alırlar. Hanefi mezhebinin temellerini oluşturduğu için bunlara "Mesail-i usul"de denilmiştir. Zahiru'r-Rivaye'de Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'in görüşleri toplanır. Devrin özelliği olarak Ebu Hanife fıkıh meselelerini talebelerine imla ettirmiş olmalıdır. Bu altı kitap metinlerinde kendisine isnad edelin meselelerin ona ait olduğunda şüphe yoktur. Hatta meselelerin ifadesinde veciz metinlere bile Ebu Hanife'nin sözü ve uslubu olarak bakılabilir.

Zahiru'r-Rivaye kitapları Hakim eş-Şehid Ebu Fazl Muhammed el-Mervezi (ö. 334/945) tarafından kısaltılarak bir araya getirilmiş ve eser el-Kafr adını almıştır. Kendi devrinde bu eser Hanefi mezhebinin görüşlerini, meselelerini öğrenmek isteyene yeterli görülmüştür. el-Kafı, bir buçuk asır kadar sonra Şemsü'l-Eimme es-Serahsi (ö. 490/1097) tarafından şerhedilmiş ve el-Mebsut isimli bu eser otuz cilt halinde basılmıştır.

Ebu Hanife'nin kendisine isnad olunan ve günümüze ulaşan kitapları dah çok akaid ve kelam konularına aittir. el-Fıkhu'l-Ekber, Kitabü'l-Âlim ve'l-Müteallim, Kitabü'r-Risale, beş tane el-Haşiyye kitabı, el-Kasidetü'n-Nu'maniyye, Ma'rifetü'l-Mezahib, Müsnedü'l-İmam Ebi Hanife (Bunların rivayet, nüsha ve şerhleri için bk., Brockelmann, Galş Fuad Sezgin, Gas; Halim Sabit Şibay, " Ebu Hanife ", İA, IV, 26, 27).

Ebu Yusuf ve İmam Muhammed, mezhebin teşekkülünde etkili olmuş büyük Hanefi müctehidleridir. Ebu Yusuf, mal, vergi ve devlet hukukuna dair Kitabü'l-Harac adlı eserini yazmış, hanefi meıhebinin devlet ricali ve kitleler arasında yayılmasına katkıda bulunmuştur. Abbasi halifesi Harun er-Reşid zamanında "kadıu'l-kudat (baş kadı)" olmuş, böylece mezhebin icra ve kazada uygulanması yolunu açmıştır.

es-Serahsi'nin, el-Mebsut'undan sonra Hanefi fıkhını açıklayan ve geliştiren te'lifler devam etmiştir. el-Kasani'nin (ö. 587/1191) Bedayiu's-Sanayi' fi Tertibi'ş-Şerayi' adlı eseri son derece sistemli ve değerli bir eserdir. Daha sonraki önemli te'lif ve şerhlerden bazıları da şunlardı. el-Merginani'nin (ö. 593/1197) el-Hidvye adlı eseri. Bunun başlıca şehrleri İbnü'l-Hümam'ın (ö. 861/1457) Fethu'l-Kadir, es Siğnakı'nin (te'lif: 700/1300) en-Nihaye, el-Baberti'nin (ö. 786/1384) el-İnaye ve el-Kurlani'nin (ö. VIII/XIV. asır) el-Kifaye adlı eserleridir. en-Nesefi'nin (ö. 710/1310) Kenzü'd-Dekaik'i sonraki önemli te'liflerden olup, yine aynı müelif tarafından, el-Nafı adıyla şerhedilmiştir. Diğer önemli şerhleri; ez-Zeylai'nin (ö. 743/1342) Tebyinü'l-Hakaik'i ile İbn Nüceym el-Mısri'nin (ö. 970/1562) el-Bahru'r-Raik adlı eserlerdir. Osmanlılar döneminde yazılan en önemli eserler şunlardır: Molla Hürsev'in (ö. 885/1480) ed-Dürer'i ve buna Vankuli (ö. 1000/1591) ile başkaları tarafından yazılan şerhler, el-Halebi'nin (ö. 956/1549) el-Mülteka'l-Ebhur'u ile bunun Şeyhzade (ö.1078/1667) tarafından te'lif edilen Mecmau'l-Enhur adlı şerhi. Timurtaşi'nin (ö.1004/1595) Tenviru'l-Ebsar'ı ile el-Haskefi'nin (ö. 1088/1677) ed-Dürrü'l-Muhtar'ına yazılan şerh ve İbn Âbidin (ö. 1252/ 1836) tarafından yazılan Reddü'l-Muhtar ale'd-Dürri'l-Muhtar adlı büyük şerh de önemli eserlerdendir. Yine Tanzimat devrinde Ahmed Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından 1869-1876 yılları arasında hazırlanan 1851 maddelik Mecelle medeni hukuk alanında meydana getirilmiş önemli bir çalışmadır. Mecelle, şahıs, aile ve miras münasebetlerine ve ayni haklara ait birçok önemli konuları fıkıh ve fetva kitaplarına bırakmıştır. Mecelle'nin şerhleri arasında; Ali Haydar Efendi'nin (ö.1355/1936) Düraru'l-Hukkam adlı Türkçe şerhi ile Mes'ud Efendi'nin (ö. 1310/1893) Arapça Mir'at-ı Mecelle'si zikredilebilir. 1875 M. tarihinde Mısır adliye nazın Muhammed Kadri paşa tarafından tedvin edilen el-Ahkamü'ş-Şer'iyye ile 1917 tarihli Osmanlı Hukuk Âile Kararnamesi diğer kanun mecelleleridir.

Hanefi mezhebinin özelliklerine gelince bizzak Ebu Hanife ictihad ederken takip ettiği usulü şu şekilde açıklamıştır: "Allah'ın kitabındakini alır kabul ederim. Onda bulamazsam Rasulullah'ın mutemed alimlerce malum, meşhur sünnetiyle amel ederim. Onda da bulamazsam ashab-ı kiramdah dilediğim kimsenin re'yini alırım. Fakat iş, İbrahim en-Nehai, eş-Şa'bi, el-Hasenü'l-Basri ve Ata'ya gelince, ben de onlar gibi ictihad ederim" (el-Mekki, Menakıb, I, 74-78; ez-Zehebi, Menakıb, s. 20-21). Ebu Hanife fıkhı; "kişinin leh ve aleyhte olanı, yani iyi ve kötüyü tanımak" diye tanımlar ve meselelerin hükümlerini kitap, sünnet, icma ve kıyas delillerinden birisine bağlar. Herhangi fıkhi bir mesele önce Kur'an ayetleri ile karşılaştırılır. Âyetin İbare, işare, iktiza veya delaletinde bir şey varsa ona bağlı olarak çözülürdü. Kur'an'da bir çözüm bulunmazsa, sünnete başvurulur. Ancak Hanefilerin sünnetin Hz. Peygamber'e dayanmasını tayin hususunda özel metotları vardır. Bu usule göre, her an'ane bir sünnet olmayabilir. Mütevatir ve meşhur hadisler dışında kalan haber-i vahid ve mürsel hadisler özel incelemeye tabi tutulur.

Ebu Hanife haber-i vahidi (tek ravinin rivayet ettiği hadis), ravinin güvenilir (sika), fakih ve adaletli olması; rivayet ettiği şeye aykırı bir amelde bulunmaması şartıyla kabul eder. Mesela Ebu Hüreyre'nin (ö. 58/677) rivayet ettiği; "Birinizin kabına köpek batarsa, birisi temiz toprakla olmak üzere, onu yedi defa yıkasın" (Buhari, Vüdu', 33; Müslim, Taharet, 89, 91, 92, 93) hadisini Ebu Hanife kabul etmez. Çünkü Ebu Hüreyre bu hadisle amel etmez ve böyle bir kabı üç kere yıkamakla yetinirdi. Bu durum hadisi rivayet bakımından zayıflatmakta, hatta, Ebu Hüreyre'ye isnadını bile şüpheli bir duruma sokmaktadır. Ebu Hanife'nin ahad haberleri kabulde esas aldığı prensipleri şöylece özetlemek mümkündür:

a) Ahad haber, İslam hukukunun kaynakları tek tek incelendikten sonra elde edilecek ortak esaslara göre değerlendirilir. Eğer ahad haber bu esaslarla çatışırsa, iki delilden daha kuvvetli olanı alınır; çatışan tek ravili haber terkedilerek sözkonusu esasa dayanılır ve böyle bir haber "şaz" sayılır.

b) Âhad haber Kur'an'ın genel ifadesine (amm'e) veya Kur'an'da bulunan bir lafza (zahir anlama) aykırı düşerse, haber terkedilerek Kitap'la amel edilir. Burada da iki delilden daha kuvvetli olanı tercih vardır. Çünkü Kur'an'ın sübutu kat'idir. Ebu Hanife'ye göre, delalet bakımından Kur'an'ın zahirleri ve genel ifadeleri kesindir. Haber, Kur'an'ın amm ve zahirine aykırı olmaksızın, onun mücmel'ini beyan ederse, bu haber kabul edilir. Bu, ahad haberler Kur'an'da olmayan bir hükmü ona ilave anlamına gelmez.

c) Âhad haberin meşhur sünnetle çatışması halinde, kuvvetli olan meşhur sünnet esas alınır.

d) Âhad haber, kendisi gibi tek ravili bir haberle çelişirse, ravisi daha bilgili ve fakih olan tercih edilir.

d) İki haberden birisinde, senet veya metin bakımından fazlalık varsa, ihtiyat yönü düşünülerek bıi fazlalık kabul edilmez.

e) Âhad haberle, kaçınılması imkansız olan "umumi belva", yanı sık sık vuku bulduğu için herkesin yapmak zorunda kaldığı hususlarda amel edilmez. Bu gibi durumlarda haberin mütevatir veya meşhur olması gerekir.

f) Yine Ebu Hanife ahad haberlerin, seleften hiç kimse tarafından tenkid ve ta'n'a uğramaması; ravinin onu işittiği andan rivayet ettiği ana kadar ezberinde tutması, haberi kimden aldığını hatırlamaması halinde, yazısına güvenmemesi; şüpheli hallerde uygulanmayan had cezalarında değişik rivayetler bulunursa, ihtiyat yönünün tercih edilmesi; başka haberlerle desteklenene ahad haberlerin alınması gibi prensipler geliştirmiştir (M. Zahid el-Kevseri, a.g.e., I, 27, 28) Aynı Müellif; Te'nibü'l-Hatib,1361 Kahire, s. 152-154).

Mürsel hadisler için de bazı şartlar öngörülmüştür. Senedi Hz. Peygamber'e ulaşmayan ve senedinde kopukluk bulunan hadise mürsel veya munkatı' hadis denir. Şafiiler mürsel için birtakım kabul şartları öne sürerken; Ebu Hanife ve İmam Malik mürsel hadisi kayıtsız-şartsız kabul eder. Yalnız hadisi rivayet eden ravinin sika olmasını yeterli görürler. Diğer yandan mürsel hadis, kendisinden daha kuvvetli olan bir delille çatışmamalıdır. İslam'ın ilk devirlerinde mürsel hadislerle amel edilmiştir. Hatta İbn Cerir et-Taberi (ö. 310/922), "mürsel haberi mutlak olarak reddetmek hicri ikinci yüzyılın başında ortaya çıkan bir bid'attır" demiştir. Buhari ve Müslim gibi muteber hadisçiler eserlerinde mürsel hadislere yer vermişler, bunları delil olarak zikretmişlerdir (Buhari, Ezan, 95; Ebu Zehra, Usulü'l-Fıkh, s. 111).

Ebu Hanife'nın az hadis bildiğini, hadise gereken önemi vermediğini veya hadislere muhalefet ettiğini, ya da zayıf hadisleri aldığını öne sürenler, mezhep imamlarının hadisleri kabul için ileri sürdükleri şartları tetkik etmeyen kimselerdir. Fitne ve yalanın yaygın olduğu bir devirde, Hz. Peygamber şöyle buyurdu, diyerek hadis nakleden herkesin rivayet ettiği hadisi kabul edenler, Hanefilerin hadislere muhalefet ettiğini sanırlar. Halbuki onlar, kitap, sünnet ve sahabilerin hükümleri gibi nass'ların kaynaklarını araştırmada son derece titizlik göstermişler; nass'a dayanan ve kabule layık görülen, birbirine benzer meseleleri çıkardıkları temel prensibe dayandırarak bir kaide altında toplamışlardır. Tarafsız alimlerin incelemesini göre, Ebu Hanife'nin ictihad şurasında kendisine yardımcı olan hadis hafızlarının bulunduğu ve ictihadlarında bizzat üstadlarından öğrendiği dört bin kadar hadis kullandığı açığa çıkmıştır. Onun bazı hadisleri reddetmesi, hadisin sıhhati için ileri sürdüğü şartlara bu hadislerin uymaması yüzündendir. Ebu Hanife sahih hadisi reddetmek bir yana, mürsel ve zayıf hadisleri bile kıyasa tercih etmiştir (İbn Hazm, el-İhkam fi Usüli'l-Ahkam, Nşr. A.M. Şakir Mısır (t.y.), s. 929; el-Kevseri, Te'nib, s. 152; Mekki, Menakıb, II, 96).

Ebu Hanife ictihadlarında kıyas ve istihsana çok yer vermiştir. Kıyas; hakkında Kur'an ve sünnette hüküm bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illet dolayısıyla, hakkında nass bulunan meselenin hükmüne bağlamak demektir. Aslında daha önce sahabe devrinden müctehid imamlar devrine kadar kıyasa başvurulmuştu. Ebu Hanife'nin yaptığı, kıyası kaideleştirmek, çok kullanmak ve henüz meydana gelmemiş hadiselere de uygulamaktan ibarettir (İbnü'l-Kayyim, İ'lamü'l-Muvakkıin, l, 77, 227).

Kıyas uygun düşmeyen yerde Ebu Hanife istihsan yapardı. Ebu'l-Hasen el-Kerhi (ö. 340/951) İstihsanı şöyle tarif eder: "Müctehidin daha kuvvetli gördüğü bir husustan dolayı, bir meselede benzerlerin hükmünden başka bir hükme başvurmasıdır" (Ebu Zehra, a.g.e., s. 262). İmam Malik; "İstihsan ilmin onda dokuzudur" derken; İmam Şafii, istihsanı şer'i bir delil saymamı ve onu " Bir kimsenin keyfine göre bir şeyi beğenmesi, hoş ve güzel bulmasıdır"sözleriyle reddetmiştir. Hatta o, el-Ümm adlı eserinde, "Kitabü İbtali'l-İstihsan" başlıklı bir bölüm ayırarak, istihsana hücum etmiştir (bk. el-Ümm, VII,267-277). İbn Hazm'a göre istihsan; "Nefsin arzuladığı ve beğendiği şekilde hükmetmektir" (İbn Hazm el-İhkam, s. 22; İbn Hazm İbtalü'l-Kıyas, s. 5-6)

Ancak hiçbir İslam hukukçusu, bu arada Hanefiler istihsanı bu şekilde anlamamışlardır. Aksi görüşte olanlar yanlış anladıkları için tenkitte bulunmuşlardır. Kıyası kabul edenler arasında Hanefilerin kastettiği anlamda istihsan yapmayan yoktur. Şafiilerin istihsanın aleyhinde öne sürdükleri deliller, doğru bulunursa, bu onların benimsediği kıyası da geçersiz kılar (M. Ebu Zehra, Usulü'l-Fıkh, s. 270 vd.)

el-Kevseri'nin, Ebu Bekir er-Razi'den (ö. 370/980) nakline göre, istihsan iki alanda cereyan eder. a) İctihad ve re'yimize bırakılmış miktarların miktar ve tespitinde re'yimizi kullanmak. Mehir, nafaka, tazminat bedeli, yasak ava karşılık kesilecek hayvanın takdirlerinde olduğu gibi. b) Daha kuvvetli bir delilden dolayı kıyası terketmek. es-Serahsi (ö. 490/ 1097) bunu şöyle açıklar: "Gerçekte istihsan iki kıyastan ibaret olup, birisi açık (celi) ve etkisi zayıftır. Buna "kıyas" adı verilir. Ötekisi kapalı (hafi) ve etkisi kuvvetlidir. Buna da "İstihsan" adı verilir, yani "kıyas-ı müstahsen" denilir. Bunlarda tercih, tesire göre olup, açıklık ve kapalılık sebebiyle değildir" (es-Serahsi, el-Mebsut, X, 145; el-Kevseri a.g.e., I, 24-27).

Yukarıdaki kıyasa şu örneği verebiliriz: Kurt vb. yırtıcı hayvanların etleri haram olduğu gibi, içtikleri suyun artığı da haramdır. Aynı şekilde yırtıcı kuşların da hem etleri, hem de artıkları haramdır. Bu zahir (açık) kıyasın bir sonucudur. İstihsana göre ise, hafi (gizli) kıyas yoluna gidilerek, başka bir sonuca ulaşılır. Şöyle ki; yırtıcı hayvanların artıkları salyaları karıştığı için pistir, çünkü salyaları onların pis olan etlerinden meydana gelmektedir. Yırtıcı kuşlar ise, suyu gagalarıyla içtikleri için artıkları salyalarıyla temas etmez. Gagaları de kemik olduğu için artıkta herhangi bir eser bırakmaz. Buna göre, istihsanen yırtıcı kuşların artığı olan su pislenmez, ancak ihtiyat bakımından böyle bir suya mekruh denilir.

Bazan şer'i bir delille çatışan kıyas terkedilerek istihsan yoluna gidilir. Kıyasa göre, unutarak yiyip içen kimsenin orucu bozulur, fakat bu kimsenin orucunu bozulmayacağına dair Hz. Peygamber'den rivayet edilen bir hadis (Buhari, Savm, 26; Müslim, Sıyam,171) sebebiyle kıyas terkedilmiştir. Yine namazda kahkaha ile gülenin, kıyasa göre yalnız namazının bozulması gerekirken, hadisle abdestinin de bozulacağı bildirilmiştir. (Zeylai, Nasbu'r-Raye, I, 47). İstisna' (sanatkara bir iş ısmarlama) akdinde, akde konu olan şey, akid sırasında mevcut olmadığı için kıyasa göre akdin batıl olması gerekirken, her devirde bu türlü akitle muamele yapılageldiğinden, onun sıhhati üzerinde icma' veya örf teşekkül etmiş ve bu yüzden kıyas terkedilmiştir. Bazan zaruret yüzünden kıyas terkedilerek istihsan yapılır. Mesela; kadının bütün vücudu mahremdir. Fakat, hastalık halinde doktorun onun bazı uzuvlarına bakması caiz olur. Burada, "zaruretler haram olan şeyleri mübah kılar" kaidesi uygulanır. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, Hanefilerin uyguladığı istihsan ya nass'a, ya kıyasa, ya icma'a yahut da zarurete dayanmaktadır. Bu temele dayanan istihsanı, başka kavramlar altında da olsa Şafiilerin de kabul etmesi gerekir. Şafii'nin itirazları belki, sadece örf sebebiyle istihsan çeşidini içine alabilir. Çünkü örfün hüküm istinbatı için bir temel teşkil edip etmemesi bu iki mezhep arasında ihtilaflıdır (bk. eş-Şafii, el-Ümm, VII, 267 vd.; el-Kevseri, a.g.e., I, 23-27; es-Serahsi, el-Mebsut, X, 145; es-Serahsi, el-Usul, II, 201; Ebu Zehra, Usulü'l-Fıkh, s. 263-273).

Hanefi mezhebi Irak'ta doğmuş ve Abbasiler devrinde ülkenin başlıca fıkıh mezhebi olmuştur. Mezhep özellikle doğuya doğru yayılarak Horasan ve Maveraunnehir'de en büyük gelişmesini göstermiştir. Birçok ünlü Hanefi hukukçu bu ülkelere mensuptur. Mağrib'te Hanefiler V. yüzyıla kadar Malikilerle beraber bulunuyorlardı. Sicilya'da ise hakim durumda idiler. Abbasilerden sonra Hanefi mezhebinde bir gerileme görülmüşse de, Osmanlı devletinin kurulmasıyla yeniden gelişme olmuş; Osmanlı sınırları içinde, halkı başka bir mezhebe bağlı olan yerlere bile, İstanbul'dan Hanefi mezhebine salik hakimlerin gönderilmesi, mezhebe buralarda resmilik kazandırmıştır (Mısır ve Tunus'ta olduğu gibi). Günümüzde Afganistan, Pakistan, Türkistan, Buhara, Semerkand gibi Orta Asya ülkelerinde hanefilik hakimdir. Bugün Türkiye ve Balkan Türkleri", Arnavutluk, Bosna-Hersek, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya müslümanları genel olarak Halefidirler. Hicaz, Suriye Yemen'in, Aden bölgesindeki müslümanların bir kısmı da Hanefidir (Ebu Zehra, Ebu Hanife, terc. O, Keskioğlu, İst. 1966, s. 473 vd.).

Hamdi DÖNDÜREN


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?

Bu kelime Dini bir Terimidir.

Sizde içinde Hanefi Mezhebı kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Hanefi Mezhebı kelimesi anlamı 8 defa okunmuştur. [241939] Hanefi Mezhebı kelime anlamı, Hanefi Mezhebı nedir, Hanefi Mezhebı ne demek, Hanefi Mezhebı sözlük anlamı

Paylaş