Kabir Nedir

Kabir Nedir ? Kabir Ne demek ?

1-)Alm. Grab (mal) (m), Gabstätte (f), Fr. Tombeau, sépulcre (m), İng. Tomb, grave. Mezar; ölenin toprağa gömüldüğü yer. Derin kazılmış çukur bir yerin adı. Kabir kelimesinin çoğulu “Kubur”dur. Birçok kabrin bulunduğu yere “kabristan” veya “mezarlık” denir.

İnsanlık tarihinde ilk ölen ve toprağa gömülen hazret-i Âdem’in oğullarından Habil’dir. Habil, kardeşi Kabil tarafından öldürülmüştür. Bu ölüyü ne yapacağını bilemeyip şaşıran Kabil, o esnada bir kuşun ölü bir kuşu toprakla örterek gömdüğüne bakarak Habil’i gömmüştür (Bkz. Habil ve Kabil). İlk insan ve ilk peygamber olan hazret-i Âdem vefat edince Allahü tealanın emri üzere melekler yıkayıp kefenlediler. Namazını kılıp defnettikten sonra da; “Ey Âdemoğulları! Siz de ölülerinize böyle yapınız.” diyerek insanlara ölülerine yapılacak muameleyi öğrettiler. Daha sonraları gelen bütün peygamberler, ümmetlerine, ölülerini yıkayıp kefenlemelerini ve namazlarını kılarak uygun hazırlanmış kabirlere defnetmelerini emrettiler.

Zamanla hak dinden ayrılıp bozuk ve sapık yollar tutan kavimler, mabetlerini putlarla doldurdukları gibi kabirleri de değiştirdiler. Mevki sahibi ölülerinin kabirlerini ahiret hakkındaki bozuk ve uydurma inançlarına bağlı olarak yüksek piramitler, yığma tepeler yaparak, kayalara oyarak vs. düzenlediler. Bu kabirlerin içine ölünün yanısıra; hanımı, cariyesi, hizmetçisi, atı, silahları, zinet eşyaları, kap-kacak, yiyecek içecek gibi akıllarına ne gelirse koydular. Ölülerini de, bir insan ölüsüne gösterilmesi gereken hürmetten uzak şekillere sokarak gömdüler. Bu gün de dünyadaki çeşitli milletler, ölülerine kendi inançlarına göre türlü kabirler hazırlamaktadır. Bunlar arasında ölülerini yırtıcı kuşlara yedirenler, yakanlar, suya atanlar, bir köpek leşiymiş gibi gömenlerin yanında her türlü dünya ziyneti ve eşyası ile birlikte gömenler de bulunmaktadır. Buda, Brehmen gibi sapık inanç sahipleri ile hiçbir dine inanmayan komünistler ölülerini toprağa gömmeyip yakmaktadırlar. Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da bazı sapıkların da ölülerini yakıp külünü bir kavanoza doldurdukları ve üstlerine ölenin kimliğini yazdıkları, sonra bu kavanozları raflara dizerek sergiledikleri görülmektedir.

Hıristiyanlar ve tek Allah inancına sahib olan bütün ilahi dinlerde mezarın baş kısmı, ölünün kabire konuş durumuna göre güney tarafa dönüktür. Bölge ve arazinin durumuna göre kıbleye yöneltilme şartı vardır. Bu durum Hıristiyan ve Musevilerde Kudüs’e, Müslümanlarda ise Kabe-i muazzamaya doğrudur.

Hıristiyanlar ve Museviler sahib oldukları kendi batıl inançlarına göre, gösterişli, son derece süslü mermer kabirler yaparlar. Ölülerin baş taraflarına büyük ve süslü, put şeklinde haç yerleştirirler. Musevi ve Hıristiyanların kabirlerinin, ailenin mali ve kültürel durumları seviyesinde süslü, gösterişli olması geleneği bugün de hala mevcuttur. Bütün kabirlerin toprak üstünde kalan bölümleri genellikle mermerle kaplanır. Mermer mezar taşları dikilir. Bu taşların üzerine ölünün doğum ve ölüm yılları ile ismi, yaptığı işleri, kazandığı başarıları, gördüğü vazifeleri kitabeler şeklinde yazılır. Ölünün bağlı olduğu dinin kutsal kitabından da bazı cümleler ile büyük kabul ettikleri kişilerin sözlerinden de yazıldığı vakidir. Buna, özellikle Hıristiyan geleneklerinde daha çok rastlanmaktadır.

İnsanı şerefli bir varlık kabul eden bütün ilahi dinlerde, meyyitin (ölen kimsenin) büyük mezarlıklarda bir kabire defnedilmesi, gömülmesi emredilmiştir. İslam dininde meyyiti, kabir kazıp, kabrin içine defnetmek farz-ı kifayedir. Yani bu işi, hiç olmazsa en az bir Müslümanın yapması lazımdır. Hatta öyle ki, defin için lazım olan Müslüman bulunmazsa, bunu haber alan her Müslümanın definde bulunması farz olur. İslam dininde ölünün yakılması, kesin olarak yasaktır.

İslam dininde kabrin derinliği, insanın göğsüne kadar olur. Adam boyunca olması daha iyidir. Kabir, su girmemesi, koku çıkmaması ve hayvanların açmaması için, derin olur. Uzunluğu meyyitin boyu kadar, genişliği, boyunun yarısı kadardır. Kabrin uzunluğuna istikameti, kıble ciheti ile dik açı yapacak şekilde olmalıdır.

Lahid yapmak sünnettir. Lahid; kabir kazıldıktan sonra, kabrin taban sathından kıble yönüne ve kabir boyunca, içine meyyit sığacak kadar genişlik ve yükseklikte kazılan yerdir. Meyyit, lahid içine, sağ yanı üzere konur. Şak yapılmaz, yani kabir kazıldıktan sonra ortasına çukur açıp, meyyit buraya konmaz. Toprak çürük, nemli ise, erkek meyyit lahdin veya doğruca kabrin içine tabut ile konabilir. Toprak kuru ve sağlam ise, erkeği tabut ile gömmemelidir. Meyyitin altına keçe, hasır gibi şeyler sermek de mekruhtur. Tabut ile gömülünce tabut içine biraz toprak konur. Kadınları, her zaman tabut ile gömmek daha iyidir. Toprağı kazmayıp, ölüyü yeryüzüne, bina içine, mermerler içine koymak dinen uygun değildir. Zaruret olmadıkça, bir kabre iki kişi gömülmez. Başka mezar kazılamazsa, kemikler toplanıp, mezar içinde, toprakla örtülerek, başkası, toprağın öte yanına gömülebilir. Meyyit çürüyüp toprak olunca, bu mezara başkası defnolunabilir veya mezar üzerine tarla ev yapılabilir. Çünkü her meyyit için yeni kabir kazmaya imkan yoktur.

Bir Müslüman gömülürken kabre bir veya iki kişi girip, kıbleye dönüp, kabrin kıble tarafına ve kabre paralel olarak bırakılan meyyiti alıp, kabir içine veya lahid içine, yüzü kıbleye karşı korlar. Koyarken “Bismillah ve billah ve ala millet-i Resulillah” derler. Ezan okumazlar. Meyyitin yüzü, lahdin içine doğru olup, arkasına toprak ve kerpiç konur. Sonra mezarın içi toprakla doldurulur. Ters konmuş meyyiti kıbleye çevirmek için mezar açmak uygun değildir. Çünkü mezarı açmak haramdır. Mezarda unutulan bir malı almak için açılabilir. Ölü mezara konunca kefenin uçları çözülür.

Lahdin kabir tarafı, kerpiç dizerek veya hasırla kapatılır. Burasını pişmiş tuğla ile, tahta ile kapatmak mekruhtur. Kerpiç bulunmazsa tahta ile de örtülebilir. Çivi, tuğla gibi fırınlanmış şeyler, zinet eşyasıdır. Bunları kabrin içinde kullanmak mekruhtur. Kabrin üstünü, dışardan tuğla, ağaç ve mermerle örtmek caizdir. Resulullah’ın mübarek lahdi, dokuz tane kerpiç ile kapatılmıştır. Kadınlar kabre tabutsuz konurken, büyük bez ile perde tutulur. Kabri toprakla örtülür. Kabir bir karıştan yüksek olmamalıdır.

Din büyüklerinin kabirlerinin kaybolmaması, ziyaretçilerin bunlara lazım olan edebi göstermeleri ve böylece manevi istifade temini için kabirlerini muhafazaya almak ve türbe yapmakta dinimizde bir mahzur yoktur. Diğer ölülerin de kabirlerini hayvanların ve cahillerin ayakları altında kalmaması için gösteriş ve övünme olmayacak şekilde muhafazaya almak uygun görülmüştür. Müslüman kabristanlarının düzenli, temiz olmaları ve çeşitli ağaç ve çiçekler dikilmesi, asırlardan beri süregelen bir hususiyet olup çok sevaptır. İslam dini, insanın ölüsüne de, dirisine olduğu gibi saygı gösterilmesini emretmektedir. Müslümanların kabirlerine de saygılı olmak, üzerine basmamak, oturmamak ve çirkin şeyleri yapmamak lazımdır.

Kabir hayatı: Kabir hayatı, akıl ile anlaşılabilecek bir şey değildir. Çünkü, ahiret hayatına benzer. Aklın ise bu dünya işlerini anlayabilecek bir kapasitesi vardır. İslamiyette kabir hayatı hakkında özetle şunlar bildirilmektedir:

Kabir, ahiret aleminin başlangıcıdır. Ölümü her canlı tadacaktır. Ölüm, yok olmak değildir. Bir evden bir eve göç etmek gibidir. İnsanoğlunun ebedi (sonsuz) yaşamak arzusu, ancak ahirette gerçekleşecektir. Kur’an-ı kerim’de Cennet veya Cehennem hayatının sonsuz olacağı bildirilmektedir (Bkz. Cennet, Cehennem). Ölen her kişi kıyamette, dünyada yaptıklarından hesaba çekilip Cennete veya Cehenneme gönderilinceye kadar kabirde kalacaktır. Ölünün kabirdeki hali imanına ve ibadetlerine göre olacaktır. Nitekim Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde; “Kabir, Cennet bahçelerinden bir bahçe veyahut Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” buyurdular.

Kabir hayatına inanmak, imanın şartlarından biri olan ahirete inanmanın bir parçasıdır. Kabir hayatı, gaybidir. Yani beş duygu organı ve akıl ile anlaşılamaz. Ancak nakil, doğru haber ile bilinir. Gaybe iman etmek lazımdır. Buna inanmamak kıyamet günü olan ba’s, yani mezardan kalkmaya inanmamaya yol açar. Çünkü ikisi de, Allahü tealanın kudreti ile olmaktadır. Birine inananın, ötekine de inanması akla uygundur.

Kabirde, hem ruha, hem de bedene nimet ve azap vardır. Nimetler ve azaplar, ruha ve cesede birlikte olacaktır. İnsan, diriyken, kabir azabını veya nimetini anlayamıyor ise de, ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ile Muhammed aleyhisselamın ümmetinin önce gelenleri, yani Eshab-ı kiramın hepsi ve bütün Ehl-i sünnet alimleri kabir azabı olacağını haber vermişlerdir. Bu hususta icma, yani sözbirliği hasıl olmuştur. İnsan, aklının kavrayamadığı şeyleri inkar edemez. Çünkü birçok olayları ve eşyanın varlığını, aklı ermeden kabul etmektedir.

Peygamberler, şehitler ve evliyanın, mezarlarında, kabir hayatı denilen, bilmediğimiz bir hayatla diri olduklarını Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler açıkça haber vermektedir. Âl-i İmran suresi 169. ayetinde mealen; “Allah yolunda öldürülenleri (yani şehitleri) ölü sanmayınız! Onlar, Rablerinin yanında diridirler. Rızıklandırılmaktadırlar.” buyruldu. Bu ayet-i kerime, şehitlerin kabirlerinde diri olduklarını bildiriyor. Şehidler, başka Müslümanlar gibidirler. Peygamberler, şehitlerden elbet daha üstündürler. Bütün Peygamberler, şehid olarak ölmüştür. Hadis-i şeriflerde de: “Peygamberleri çürütmesini toprağa haram etmiştir.”, “Mirac gecesinde, Musa’nın (aleyhisselam) kabri yanından geçirildim. Mezarında, ayakta namaz kılıyordu.”, “Kendimi peygamberler arasında gördüm. Musa (aleyhisselam) ayakta namaz kılıyordu. Esmerdi, saçları dağınık ve sarkık değildi. Zat kabilesinden bir yiğit gibiydi.” buyruldu. Bu hadis-i şerifler, peygamberlerin, Rableri yanında diri olduklarını gösteriyor.

Veliler de, Allahü tealanın, keramet olarak ihsan etmesi ile işitir ve görürler (Bkz. Keramet). Allahü teala sevdiği kulları için, adetinin, kanunlarının dışında şeyler yaratır. Peygamberlerin, şehidlerin ve velilerin dışında kafirlerin bile mezarda duyduklarını ve işittiklerini hadis-i şerifler bildirmektedir. Peygamber efendimiz; “Meyyit, ölü mezara konup, mezar başındakiler dağılırken, onların ayak seslerini işitir.” buyurdu.

Kabirde, meyyit kendini ziyarete gelenleri tanır. Bunun için kabirde bulunan meyyitlere selam vermek sünnettir. Bir hadis-i şerifte: “Bir kimse din kardeşinin kabrini ziyarete gider ve mezarı başında oturursa onu tanır ve selamına cevap verir.” buyruldu. Resulullah efendimiz buyurdu ki; “Mezarda olanlara selam vereceğiniz zaman, (Esselamü aleyküm) deyiniz?” Bunun için “Esselamü aleyküm! Ya ehle daril-kavmil mü’minin” denir.

Kabristanda bulunan ölüler, birbirini ziyaret ederler ve buluşurlar. Bunu bildiren hadis-i şeriflerde; “Ölülerinizin kefenlerini güzel (sünnete uygun) yapınız! Onlar, kabirlerinde birbirini ziyaret ederler, övünürler.” ve “Biriniz din kardeşinin cenaze işlerini görürse, kefenini güzel yapsın!Çünkü onlar, kabirleri içinde birbirlerini ziyaret ederler.” buyruldu.

Ölülerin, kabirlerinde birçok iş yaptıkları, Allahü tealanın izni ile onlardan birçok şeyler görüldüğü, Resulullah efendimiz tarafından bildirilmiştir. Vefat eden evliyanın ve şehitlerin, düşmanlarla yapılan harplerde Müslümanlara yardım ettiği çok görülmüştür.

Kabirde, ölüye azap yapıldığı hakkında, Kur’an-ı kerimde Mü’min suresi 46. ayetinde mealen; “Firavuna ve adamlarına her sabah ve akşam gidecekleri Cehennem ateşi gösterilir.” buyruldu. Hadis-i şerifte de: “Eğer gizli tutabilseydiniz, kabir azabını, benim işittiğim gibi, size de işittirmesi için dua ederdim.” buyruldu. Bir kimse, Resulullah’ın yanında, “Topraktan birinin çıktığını gördüm. Bir adam buna sopa ile vurarak yerde kaybolduğunu, böylece toprağa girip çıktığını gördüm.” dedi. Resulullah efendimiz bunu işitince; “O gördüğün Ebu Cehil’dir. Kıyamete kadar azab çeker.” buyurdu. Bu ve bunun gibi haberler, Peygamberler ve evliyalar gibi, herkesin de kabirdekileri görebileceğini bildirmektedirler. Evliyanın görmesi hiç inkar edilemez. Allahü tealanın kudreti ile görmektedirler.

Kabir hayatını ve oradaki nimetleri ve azapları bildiren sağlam ve vesikalı haberler, İhlas A.Ş. tarafından Türkçe olarak yayınlanan “Kur’an-ı kerimde Kıyamet ve Âhiret” kitabının “Müslümana Nasihat” bölümünde geniş olarak bildirilmektedir.

Kabir suali: Ölü, kabire konulunca, bilinmeyen bir hayatla dirilecek, rahat veya azap görecektir. Nimet ve azaptan önce, “Münker ve Nekir” adındaki iki meleğin, bilinmeyen korkunç insan şeklinde mezara gelip sual soracaklarını hadis-i şerifler açıkça bildirmekdedir (Bkz. Münker ve Nekir), Kabir suali, bazı iman bilgilerinden veya tamamından olacaktır.

Meşhur olan kabir sualleri şunlardır: Rabbin kim? Dinin hangi dindir? Kimin ümmetindensin? Kitabın nedir? Kıblen neresidir? Îtikatta ve amelde mezhebin nedir? Bu suallere imanı doğru olan, Ehl-i sünnet itikadında olan müminler güzel, doğru cevaplar verecektir. (Bkz. Ehl-i Sünnet)

Güzel cevap verenlerin kabri genişleyecek, Cennetten bir pencere açılacaktır. Sabah ve akşam Cennetteki yerlerini görüp, melekler tarafından iyilikler yapılacak, müjdeler verilecektir. İyi cevap veremezse, demir tokmaklarla öyle vurulacak ki, bağırmasını insandan ve cinden başka her mahluk işitecektir. Kabir o kadar daralır ki, kemiklerini birbirine geçirecek gibi sıkar. Cehennem’den bir delik açılır. Sabah ve akşam Cehennem’deki yerini görüp, mezardan mahşere kadar acı azaplar çeker. Bir hadis-i şerifte buyruldu ki:

Kul öldüğü vakit, siyah renkli, yeşil gözlü iki melek kendisine gelir. (Suratlarına bakılamayacak kadar korkunç olduklarından) birine Nekir diğerine Münker denir. Ölüye:

“Bu peygamber hakkında ne dersin?” diye sorarlar. Şayet mümin idiyse:

“O, Allah’ın kulu ve Resulüdür; “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulüh” der. Onlar: “Senin böyle diyeceğini biliyorduk.” derler. Sonra mezarı enine boyuna yetmiş arşın genişletilir ve nurlandırılır. Sonra kendisine: “Uyu.” denir. O; “Bırakın da gideyim durumu aile efradıma anlatayım.” der. Fakat kendisine müsade edilmez. “En yakın adamının ancak kendisini uyandırabileceği bir güveyinin uykuya yatması gibi yat, uyu.” denir ve kıyamete kadar yatar.

Şayet münafık ise, meleklerin sorularına; “İnsanlar bir şeyler derlerdi ve ben de söylerdim, fakat şimdi bilmiyorum.” der. Melekler; “Zaten biz senin böyle diyeceğini biliyorduk.” derler. Sonra mezarına; “Bunu sıkıştır.” denir. Mezar onu, kemikleri birbirine geçinceye kadar sıkar ve dirilinceye kadar kabrinde azab çeker.”

Bu halleri, Resulullah’ın ve Eshabının yolunda bulunan Ehl-i sünnet alimleri sözbirliğiyle söylemişlerdir.

Yakılan, suya atılan veya başka bir şekilde muamele edilen her ölü için de kabir hayatı, suali, azabı veya rahatlığı vardır. Bunlar, sadece bir kabir kazılıp içine konulan ölülere yapılır, böyle olmayanlara yapılmaz sanmamalıdır. Ölen insanların başlarına gelenler, Allahü tealanın kudreti içindedir. Her ölü, öldükten sonra başa gelenlerden olan kabir hayatını yaşar. Nitekim dünyada da insanların aklının almadığı, güçlerinin yetmediği, hesaplarına uymayan birçok hadise cereyan etmektedir. Anlaşılsın anlaşılmasın, bu dünyada olup biten her şeye dünya hayatı denilmektedir.

Kabir ziyareti: Meyyit, kabrinde bilmediğimiz bir hayatla diridir. Müslümanların kabrini ziyaret etmek, Peygamberimizin de yaptığı ve Müslümanlara tavsiye ettiği mühim sünnetlerden biridir. Hadis-i şerifte; “Kabirleri ziyaret ediniz! Kabir ziyareti, ölümü hatırlatır.” ve “Kabir ziyaretini size yasaklamıştım. Şimdiden sonra ziyaret edebilirsiniz. Böylece ibret alır, gafletten uyanırsınız.” buyruldu.

Ölümü hatırlamak ve ölüden ibret almak için, kabir ziyaret etmek ve peygamberlerin, salihlerin, velilerin kabirlerinden bereketlenmek, dinimizde çok sevap verileceği bildirilen ibadetlerdendir.


2-)KABİR



Mezar, ölen kimsenin toprağa gömüldüğü yer. Çoğulu "kubur" dur.

İnsan, ruh ve bedenden meydana gelen bir canlıdır. Ruhun yaratılışı bedenden öncedir. Buna göre insan hayatının devreleri dörde ayrılabilir. Birincisi, yaratıldığı zamandan bedene ruh üfleninceye kadar ruh devresi.

Kur'an-ı Kerim'de ruhların topluca yaratılmasından sonra Cenab-ı Hakk'ın ilk uyarı ve tebliği şöyle ifade edilir: "Hani Rabbin, Âdemoğullarından, onların sulhlerinden zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefislerine şahit tutmuş; ben sizin Rabbiniz değil miyim? demişti. Onlar da; evet rabbimizsin, şahit olduk, demişlerdi. İşte bu şahitlendirme, kıyamet günü; bizim bundan haberimiz yoktu dememeniz içindi" (el-A'raf, 7/172). İkinci safha, dünya hayatıdır. Doğumla başlar, ölümle sona erer. Dünya hayatının amacı, kimin nasıl fiil ve hareketlerde bulunacağını denemek, sonuçları tesbit etmektir (bk. el-Mülk, 67/2, el-Bakara, 2/155). Üçüncü safha, kabir hayatı olup, ölümle başlar, kıyamet gününe kadar devam eder. Dördüncü safha ise, kıyametin kopmasıyla sonsuza kadar sürecek olan ahiret hayatıdır.

Kabir hayatı, bir bakıma ahiretin giriş kapısı ve başlangıcı sayılır. Ölen kimse, ister kabre defnedilsin, yırtıcı hayvanlarca parçalansın; ister ateşte yanıp külleri savrulsun ya da denizde kaybolsun, onun için kabir hayatı başlamış olur. Münker ve Nekir melekleri kabir sorgulamasını yapar. Rabbini, peygamberini ve dini sorar. Bu sorgudan sadece peygamberler ve çocuklar muaftır.

Ehl-i Sünnet inancına göre, kafirlere ve bazı günahkar müminlere kabir azabı vardır. Kabir, iman ve salih amel sahipleri için Cennet bahçelerinden bir bahçe; kafirler için de Cehennem çukurlarından bir çukurdur. Kabir hayatının, azap şeklinin mahiyeti hakkında, alimler ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir. Azabın ruha, bedene veya her ikisine birlikte yapılması, sonucu değiştirmez. Çünkü salih amel sahibi insanlar kabirde güzel bir hayat yaşarken, kafirler, büyük bir sıkıntı ve ızdırap içinde bulunacaklardır (Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi, terc Şerafeddin Gölcük, İstanbul 1980, s. 235, 237: es-Sabuni, Matüridi Akaidi, terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s. 185; Taftazani, Şerhu'l-Akaid, s. 251; Tirmizi, Kıyame, 26; Müslim, İman, 34; Ebu Davud, Taharet, 26; Münavi, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, III, 29).

Kabirdeki ölü cennetlik (said) bir kimse ise, onun ruhu Cennet'e gider, eğer günahkar ve cehennemlik (şaki) ise, Cehennem'in yanına gider. Bir kısım ruhlar da berzah'ta bulunurlar ki, burası ne Cennet ne de Cehennem'dir.

Bazı alimlere göre, saidlerin ruhu Cennette olmakla birlikte kabirleriyle olan bağlantıları kesilmez. Bu irtibat özellikle cum'a gecesi ve gündüzü ile cumartesi gecesi güneş doğuncaya kadar, pek canlı bir şekilde devam eder. Saidlerin ruhları dünya haberlerini izleme imkanı bulabilirler Vefat edip yeni gelenlere dünyadan haber sorarlar. Kendilerini ziyarete gelenlerin selamını duyarlar, hatta izin verilirse, selama karşılık vermeleri de mümkündür (ez-Zebidi, Tecrid-i Sarih, Terc. Kamil Miras, Ankara 1985, IV, 504, 505)

Kabirlerin hazırlanışı:

Kabir hazırlanırken şu hususlara dikkat edilmelidir Kabir, bir adam boyu veya göğüs hizasına kadar kazılır. Ölüyü daha iyi koruyacağı düşüncesiyle kabir daha derin açılabilir. Toprak sert ise kabrin kıble tarafına bir lahd (oyuk) açılır. Eğer lahd açılmakla toprak göçecek kadar yumuşak olursa o zaman kabrin ortasında ölünün sığacağı kadar bir yer açılır ve oraya defnedilir.

İslam müctehidleri ve fakihleri, kabirlerin kireç ve benzeri ile yapılmasının, kendi toprağına ilave edilerek yükseltilmesinin, üzerine kubbeli bina yapılmasının, taşına övücü veya kadere sitem edici kelimeler yazılmasının caiz olmadığı konusunda görüşbirliği içindedir. Buna karşılık kabrin, yerden bir-iki karış yükselmesi, şeklinin deve hörgücü gibi olması, kerpiçle yapılması, kabrin baş tarafına bir taş konulması ne ölünün isminin yazılmasında bir sakınca görülmemiştir. Ancak kabrin üstüne mescit gibi bina inşa edilerek buranın mabed edinilmesi hadisle yasaklanmıştır.

Hz. Âişe (r.a), Resulullah (s.a.s)'ın son hastalığında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah, Yahudi ve Hristiyanlara lanet etsin, Onlar, peygamberlerinin kabrini mabed haline getirdiler." Hz. Âişe diyor ki: "Eğer bundan korkulmasaydı, Hz. Peygamberin kabri dışarıdan belli olacak şekilde yapılacaktı" (Buhari, Cenaiz, 916). Peygamberin ve Hz. Âişe'nin ifadelerinden; kabrin dış şekli üzerinde titizlikle durulmasının ve bazı yasaklar konmasının sebebinin tevhit inancını korumak ve insanların şirke düşmelerini önlemek olduğu anlaşılmaktadır.

Diğer yandan İslam dini, israfı yasaklamıştır. israf, malın lüzumsuz yere ve ölçüsüz harcanması, sarfedilmesi demektir. Aç, çıplak, ilaçsız, tahsilsiz. eşsiz, işsiz, muhtaç müslümanlara yardım etmek yerine, büyük masraflarla heybetli, süslü ve masraflı kabirlerin bina edilmesi israf sınırları içine girebilir.

Cenaze için namaz kılındıktan sonra cemaatle birlikte yaya veya ihtiyaç olunca araç vasıtasıyla kabristana gidilir. Derince ve uygun boyda açılan kabre cenazeyi gömmek farz-ı kifayedir. Cenazeyi taşıyanlar gibi kabre indirenlerin de; "Bismillah ve ala milleti Resulullah" demeleri müstehabtır.

Ölü, kabirde yüzü kıbleye gelmek şartıyla sağ yanı üzerine yatırılır. Sonra kefenin düğümleri çözülür. Kabrin tahtası dizildikten sonra kürekle veya elle üzerine toprak atılır. Kabrin üstünü biraz yükseltmek menduptur. Toprak pekişsin diye kabrin üzerine su serpilebilir.

Kabir azabı.

Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir. İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek, kendisine gelerek; "Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir: Dinin nedir?" diye sorarlar. İman ve güzel amel sahipleri bu gibi sorulara doğru cevap verirler. Bu gibi ölülere cennet kapıları açılır ve Cennet kendilerine gösterilir. Kafir veya münafık olanlar ise bu sorulara doğru cevap veremezler. Onlara da Cehennem kapıları açılır, oradaki azap kendilerine gösterilir. Müminler nimet içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu yaşarken, kafir ve münafıklar ise kabirde azap göreceklerdir (bk. ez-Zebidi, Tecridi Sarih, terc. Kamil Miras, Ankara 1985, IV 496 vd.).

Kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren birtakım ayet ve hadisler vardır. Bir ayet-i kerimede; "Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun" (el-Mümin, 40/46) buyurulur. Buna göre kıyamet kopmadan önce de yani kabirde de azap vardır. Peygamber efendimiz; "Allah, iman edenlere bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder" (İbrahim, 14/17) ayetinin kabir nimeti hakkında indiğini açıklamıştır (Buhari, Tefsir, sure: 14).

Kabir azabı ile ilgili hadis kitaplarında pek çok hadis-i şerif zikredilmektedir.

Bunlardan bir kaçı şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur" (Buhari Cenaiz, 82; Müslim, İman, 34; Ebu Davud, Taharet, 26) buyurmuşlardır.

Hz. Peygamber diğer bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur" (Tirmizi, kıyamet, 26).

Başka bir hadiste de şöyle buyurur: "Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" O da şöyle cevap verir. "O, Allah'ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve elçisidir. Bunun üzerine melekler; Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik", derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: " Yat ve uyu " derler. O da; "Aileme gidin de durumu haber verin" der. Melekler ona; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi mahşer gününe kadar sen uyumana devam et" derler. Eğer ölü münafık olursa, melekler şöyle der: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" Münafık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum. Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk" derler. Daha sonra yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder" (Tirmizi Cenaiz 70).

Kur'an'da şehitlerin kabir hayatıyla ilgili olarak şöyle buyurulur: "Allah yolunda öldürenleri, sakın ölüler sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Rableri katından rızıklandırılmaktadırlar" (Âlu İmran, 3/169), "Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Bilakis onlar dirildirler. Fakat siz farkında değilsiniz." (el-Bakara, 2/154).

Kabir azabının yalnız ruha mı, yoksa bedene mi, yahut da her ikisine mi yapılacağı konusu bilginler arasında tartışmalıdır. Bu azabın hem ruha, hem de bedene yapılacağı görüşü tercihe şayandır. ancak azabın niteliği hakkında fazla bilgi yoktur. Ruhun gerçeği üzerinde de görüş ayrılıkları vardır. Bir görüşe göre ruh latif (ince, şeffaf, nüfuz kabiliyeti olan) bir cisimdir. Yaş ağaca suyun nüfuzu gibi bedene nüfuz etmiştir. Allah, ruh cesette kaldığı sürece hayatı devam ettirmeyi adet kılmıştır. Ruh cesetten çıkınca ölüm hayatı ortadan kaldırır. Başka bir görüşe göre de, ruh ceset için güneşin ışıkları gibidir. Mutasavvıflar bu görüşü benimsemişlerdir. Ehl-i Sünnete mensup bir topluluk, gülsuyunun güle sirayet ettiği gibi, ruhun da bedene sirayet eden bir cevher olduğunu söylemişlerdir (Aliyyu'l-Kari, Fıkh-ı Ekber Şerhi, terc. Y. Vehbi Yavuz, İstanbul 1979, s. 259). Ayette şöyle buyurulur: "De ki ruh, Rabbimin bildiği bir iştir. Size bu konuda pek az bilgi verilmiştir" (İsra, 17/85).

Ebu Hanife'ye göre, peygamberler, çocuklar ve şehitler kabir sorusu ile karşılaşmazlar. Ancak Ebu Hanife kafirlerin çocuklarına kabirde soru sorulması, Cennete girmeleri ve onlarla ilgili benzeri bazı soruları cevapsız bırakmıştır (Alliyü'l-Kari, a.g.e, s. 252-253).

Kabristan

Ölülerin toprağa verildiği ve "mezarlık" da denen saha.

İslam dini, hayatında olduğu gibi ölümünde de insana gereken değeri vermiş ve saygıyı göstermiş, öldüğü andan itibaren ona yapılacak muameleyi de belirlemiştir.

Toprağa defnedilen insanın en uzun süre bulunacağı yer kabristandır. Bu sebeple İslam dini, kabristanın düzenli ve tertipli yapılmasını, temiz tutulmasını ve yeşillendirilmesini, hayatta bulunan insanların ölülere karşı bir vefa borcu olarak görür. Buna rağmen dinimiz öncelikle ölünün cesedine değil hatırasına değer verir. Bu konuda Hz. Peygamber "Ölülerinizi hayırla yad ediniz" (Tirmizi, Cenaiz, 34) buyurur.

Müslümanlara ait kabristan son derece sade, tabii ve mütevazi olmalı; mezar yapımında da basit ve ucuz malzeme kullanılmalıdır. Camide Allah'ın huzurunda-kariyer ve sosyal durumları ne olursa olsun-aynı safi paylaşan müslümanların mezarlarının da görünüş itibariyle birbirine yakın olması İslam'ın ruhuna daha uygundur.

Kabristana cenaze ile birlikte veya daha sonra ölüyü yadetmek için çelenk getirerek kabrin üzerine konulması, bid'at olup, gayri müslimlere benzemek amacıyla yapıldığı takdirde ilgilileri manevi sorumlulukla karşı karşıya getireceği açıktır.

Nakl-i kubur:

Kabirleri başka yere nakletmek, önemli bir sebep bulunmadıkça caiz görülmemiştir. Bir kabristan ne kadar eski olursa olsun, artık kendisine ihtiyaç kalmamış olsa bile yine bunun kabristan olarak korunması asıldır. Burasının satılarak veya üzerine binalar yapılarak, ölü kemiklerinin başka bir kabristana nakli, ölülerin hakkını çiğnemek olarak değerlendirilmiştir. Çünkü İslam'da, ölülerin hakları dirilerin hakları kadar koruma altına alınmıştır.

Ancak su basması, yol geçmesi veya düşman tarafında kalması gibi nedenlerle kabristanı başka yere nakletmek caizdir.

Cenaze, kabre konulup üzerine toprak atıldıktan sonra, artık cemaatın elinden çıkmış, yüce Allah'a teslim edilmiş sayılır. Artık zaruret bulunmadıkça kabrin açılmaması gerekir. Cenazenin gasbedilmiş yere veya gasbedilmiş bir elbise ile gömülmesi veya bu yere başkasının sonra şuf'a yoluyla malik olması, zaruret hallerine örnek verilebilir. Bu takdirde, arazi veya elbise sahibinin isteği üzerine kabir açılır. Elbise alınınca kabir kapatılır, ya da cenaze bu mülkten başka yere nakledilir. Bu yapılmadığı takdirde mülk sahibi toprağı düzelterek ekim yapabilir. Elbise sahibi de isterse elbisenin kıymetini alabilir.

Bir ölünün cesedi tamamen toprak kesilip kemikleri de kalmamış olmadıkça kabri açılarak yerine başkası defnedilemez. Ancak cenazeyi defin için başka bir yer kalmamışsa bu taktirde kemikleri toplanır, kendisiyle, yeni gömülecek olan ölü arasına toprak vb. şeyler engel olarak doldurulur ve kabir kapatılır.

Zaruret bulunmadıkça iki ve daha fazla cenaze bir kabre gömülmez. Zaruret olursa, aralarına toprak gibi bir engel konularak toplu mezar kullanımı caiz olur. Nitekim Uhud şehitleri için uygulama böyle olmuştur. Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Uhud savaşında şehit düşen babam, başka bir şehit olan Amr İbnü'l-Cümuh ile birlikte bir kabre gömülmüştü. Babamı bu şekilde başkası ile bir kabirde bırakmaya gönlüm razı olmadı. Altı ay sonra kabri açtım. Babamı, kulağından başka, hemen hemen kabre koyduğum gündeki gibi taze bir halde buldum; çıkardım ve başka bir kabre yalnız başına gömdüm ".

İslam ülkesinde bulunan zimmilerin (hristiyan ve yahudiler) kabirleri de, müslüman kabirleri gibi koruma altındadır. Onlara hayatlarında eziyet edilmesi haram olduğu gibi, ölümlerinden sonra da kemiklerinin kırılması, kabirlerinin dümdüz edilmesi yasaklanmıştır. Ancak, müslümanların yeni ele geçirdikleri bir yerde, ihtiyaç görülürse, düşmana ait kabirleri açmak, kemiklerini kaldırıp, burasını müslüman kabristanlığı veya mescid yapmak gibi başka bir amaçla kullanmak mümkün ve caizdir (İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar, İstanbul 1984, II 233-246; el-Feteva'l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980 I, 165-167; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İstanbul 1985, s. 259-267).

Kabir Ziyareti

Genel olarak kabirleri ziyaret etmek erkekler için müstehab olup, kadınlar için caizdir. Salih kimselerin, anne, baba ve yakın akrabanın kabirlerini ziyaret etmek mendup sayılmıştır. Kadınların kabirleri ziyaret etmesi, bağırıp çağırma, saçını başını yolma ve kabirlere aşırı saygı gibi bir fitne korkusu olmadığı zaman mümkün ve caizdir. Çünkü Hz. Peygamber, çocuğunun kabri başında ağlamakta olan bir kadına sabır tavsiye etmiş, onu ziyaretten alıkoymamıştır (Buhari, Cenaiz, 7, Ahkam, ll; Müslim, Cenaiz, 15). Diğer yandan Hz. Âişe'nin de kardeşi Abdurrahman b. Ebi Bekr'in kabrini ziyaret ettiği nakledilir (Tirmizi, Cenaiz, 61).

Hz. Peygamber, henüz kader inancının kökleşmediği ve cahiliye alışkanlıklarının devam ettiği dönemde kabir ziyaretini bir ara yasaklamış, ancak bunu daha sonra serbest bırakmıştır. Hadiste şöyle buyrulur:

"Size kabir ziyaretini yasaklamıştım. Artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz" (Müslim, Cenaiz, - 106, Edahi, 37; Ebu Davud, Cenaiz 77, Eşribe, 7; Tirmizi, Cenaiz, 7;Nesai, Cenaiz, 100; İbn Mace, Cenaiz, 47; Ahmed b. Hanbel, I, 147, 452, III, 38, 63, 237, 250, V, 35, 355, 357). Hz. Peygamber'in kabirleri çok ziyaret eden kadınlara lanet ettiğini bildiren hadisler (Tirmizi, Salat, 21; Cenaiz, 61; Nesai, Cenaiz, 104; İbn Mace, Cenaiz, 49), ziyaret yasağı olan döneme aittir. Tirmizi bunu açıkça ifade etmiştir (Tirmizi, Cenaiz, 60). Hz. Âişe ve İbn Abdilberr bu görüştedir.

Hanefilerin sağlam görüşüne göre, saç baş yolma, ağlamayı tazeleme gibi aşırılıklar olmamak şartıyla kadının kabir ziyareti caiz görülmüştür. Çünkü hadislerde yer alan ruhsat, kadınları da kapsamına almaktadır (Tirmizi, Cenaiz 60, 61; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar, İstanbul 1984, II, 242).

Kabir ziyaretinin, tarihi akış içinde, ölülerden yardım istemek, hatta tapılmak için de yapıldığı görülmektedir.

İslam'ın başlangıcında Hz. Peygamberin kabir ziyaretlerini yasaklamasının sebebi bu idi. Yahudi ve Hristiyanlar, aziz saydıkları kimselerin kabirlerini ibadet yeri edinmişlerdi. Cahiliyye devrinde kabirlere secde ediliyor, putlara tapılıyordu. Putperestlik, büyük tanınan kimselerin heykellerine saygı ve ta'zim ile başlamış, neticede bu saygı putlara ibadete dönüşmüştü. İslam Dininin gayesi tevhid akidesini (Allah'ı yegane halık ve müessir tanıyıp yalnızca ona ibadet etmeyi) kalblere yerleştirmekti. Önceleri Hz. Peygamber (s.a.s) bu sebeple tehlikeli gördüğü kabir ziyaretini yasaklamıştı. Fakat tevhid inancı gönüllere iyice yerleşip müslümanlar tarafından gayet iyi anlaşıldıktan sonra, kabir ziyaretine izin verilmiştir.

Çünkü kabir ziyaretinde, hem hayattakiler, hem de ölüler için faydalar vardır. Resulullah (s.a.s) Mekke seferi sırasında annesi Amine'nin kabrini ziyaret ederek ağlamış, etrafındakileri de ağlatmış ve müslümanların kabirleri ziyaretine de izin verilmişti (İbn Mace, Cenaiz 48; Nesaf, Cenaiz; 101;Müslim, Cenaiz, 36; Ebu Davud, Cenaiz, 77). Bu izin hatta ziyareti teşvik konusu meşhur rivayetlerle sabittir (İbn Mace, Cenaiz, 47; Tirmizi, Cenaiz, 60).

Kabir Ziyaretinin Faydaları

a) İnsana ölümü ve ahireti hatırlatır ve ahireti için ibret almayı sağlar (Müslim, Cenaiz, 108; Tirmizi, Cenaiz, 59; İbn Mace, Cenaiz, 47-48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 145).

b) İnsanı zühd ve takvaya yöneltir. Aşırı dünya hırsını ve haram işlemeyi engeller. Kişiyi iyilik yapmaya yöneltir (İbn Mace, Cenaiz, 47).

c) Salih kişilerin kabirlerini, özellikle Hz. Peygamber'in kabrini ziyaret, ruhlara ferahlık sağlar ve yüce duyguların oluşmasına yardım eder. Hz. Peygamber'in ve Allah'ın veli kullarının kabirlerini ziyaret için yolculuğa çıkmak menduptur. Bir hadis-i şerifte; "Kim, beni öldükten sonra ziyaret ederse, sanki hayatımda iken ziyaret etmiş gibi olur" buyurulmuştur. (Mansur Ali Nasif, et- Tac, el-Camiu'l-Usul, II, 190).

d) Ziyaret; insanın geçmişi, dini kültürü ve tarihi ile bağlarının güçlenmesine yardımcı olur.

Ziyaretin Ölüye Faydası

a) Özellikle anne, baba diğer akraba ve dostların kabirleri, ruhları için Allah'a dua ve istiğfar etmek amacıyla ziyaret edilir. Ölüler adına yapılan hayır ve hasenatın sevabının onlara ulaşacağı sahih hadis ve icma delili ile sabittir. Ölüler ziyaret edilirken, onların ruhları için Allah'a dua edilir, Kur'an okunur, yapılan iyiliklerin sevabı bağışlanır. Kabre ağaç dikmek sevabtır. Dikilen ağaç ve bitkinin ölünün ruhundan azabın hafifletilmesine sebep olacağına dair hadisler vardır. Hristiyanların yaptığı gibi kabre çelenk götürmek mekruhtur.

Dua ve istiğfarın ölülerin ruhları için faydalı olacağına şu ayet-i kerime de delalet eder: "Ey Rabbimiz, bizi ve iman ile bizden önce geçmiş olanları yarlığa. İman etmiş olanlar için kalbimizde bir kin bırakma" (el-Haşr, 59/10). Bu konuda varid olan pek çok hadis vardır (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 53B VI, 252; İbn Mace, Edeb,

b) Ölünün dirileri işitmesi. Kabir ziyareti sırasında konuşulanları kabirdeki kişinin duyduğu ve verilen selamı aldığı hadislerle sabittir.

Abdullah b. Ömer (r.a)'den nakledildiğine göre Hz. Peygamber Bedir gazvesinden sonra yerde yatan Kureyş büyüklerinin cesetlerine karşı: "Rabbinizin va'dettiği azabın doğru olduğunu anladınız mı?" diye seslenmişti. Hz. Ömer'in: "Ey Allah'ın Resulu! Bu duygusuz cesetlere mi hitap ediyorsunuz?" demesi üzerine, Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Siz bunlardan daha fazla işitici değilsiniz. Fakat bunlar cevap veremezler" buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, II, 121). Bu konuda Hz. Aişe'den, ölülerin işitmesi yerine, Resulullah'ın; "Gerçeği ölünce şimdi daha iyi anlarlar. Nitekim Cenab-ı Hak'da: "Habibim sen, sözünü ölülere duyuramazsın " hadisi nakledilmiştir. Ancak çoğunluk İslam bilginleri bu konuda Hz. Âişe'ye muhalefet etmişler, başka rivayetlere uygun düştüğü için yukarıda zikrettiğimiz Abdullah b. Ömer'in hadisini esas almışlardır (bk. ez-Zebidi, Tecrid-i Sarih Terc. Kamil Miras, Ankara 1985, IV, 580).

Ziyaretin Âdabı

Ziyaretçi mezarlığa varınca yüzünü mezarlara döndürerek Peygamberimizin dediği gibi şöyle selam verir: "Ey müminler ve müslümanlar diyarının ahalisi, sizlere selam olsun. İnşaallah, biz de sizlere katılacağız. Allah'tan bize ve size af yet dilerim" (Müslim, Cenaiz, 104; İbn Mace, Cenaiz, 36).

Hz. Âişe'nin rivayetinde anlam aynı olduğu halde ifade biraz farklıdır. Tirmizi'nin İbn Abbas'tan rivayetinde Resulullah bir defasında Medine mezarlığına uğradı ve onlardan tarafa dönerek şöyle dedi:

"Ey kabirler ahalisi, size selam olsun! Allah bizi ve sizi mağfiret eylesin. Sizler, bizden önce gittiniz, biz de sizin ardınızdan (geleceğiz)" (Tirmizi, Cenaiz, 58, 59). Kişi, tanıdığı bir kimseye kabrinin başından geçerken selam verirse, ölü selamını alır ve onu tanır. Tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçerken selam verirse, ölü, selamını alır (Gazzali, İhyau Ulumi'd-din, IV, Ziyaretü'l-Kubur bahsi).

Kabir ziyareti sırasında mezarda namaz kılınmaz. Kabirler asla mescid edinilmez. Kabre karşı da namaz kılmak mekruhtur. Kabirlere mum dikmek ve yakmak caiz değildir (Müslim, Cenaiz, 98; Ebu Davud, Salat, 24; Tirmizi, Salat, 236).

Boş yere para harcandığı için, ya da kabirlere tazim için buralarda mum yakılmasını Hz. Peygamber yasaklamıştır. Kabrin üzerine oturmak ve mezarları çiğnemek mekruhtur (Müslim, Cenaiz, 33; Tirmizi, Cenaiz, 56).

Kabirde ziyaretle bağdaşmayan edep dışı ve boş söz söylemekten, kibirlenip çalım satarak yürümekten sakınmak ve mütevazı bir durumda bulunmak gerekir (Nesai, Cenaiz, 100; Tirmizi, Cenaiz, 46). Kabirlere, küçük ve büyük abdest bozmaktan sakınmak gerekir. (Nesai, Cenaiz, 100; ibn Mace, Cenaiz, 46). Kabristanın yaş ot ve ağaçlarını kesmek mekruhtur. Kabir yanında kurban kesmek Allah için kesilse bile mekruhtur. Hele ölünün rızasını kazanmak ve yardımım elde etmek için kesilmesi kesinlikle haramdır. Bunun şirk olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü kurban kesmek ibadettir; ibadet ise yalnız Allah'a mahsustur. Kabirler Kabe tavaf edilir gibi dolaşılıp tavaf edilmez. Ölülerden yardım istemek ve bunun için mezar taslarına bez, mendil ve paçavra bağlamak kişiye yarar sağlamaz. Bazı kabir ve türbelerin hastalıklara şifalı geldiğine inanmak ve bunların taş, toprak ve ağaçlarını kutsal saymak İslam'ın tevhit inancı ile bağdaşmaz.

Diri veya ölü olsun salih kimseleri Allah'tan bir şey istemek için aracı kılmaya "tevessül"* denilir. Kabirde kişinin başkasına bizzat bir fayda vermeye veya bir zararı gidermeye gücü yetmez. ibn Teymiyye ve taraftarlarına göre Allah'tan bir şey isterken peygamber bile oka salih kulları aracı kılmak haram, hatta şirktir. Çoğunluk İslam alimlerine göre ise Allah'tan bir şey isterken salih zatları aracı ve esile kılmak ve bunun için onların kabirlerini ziyaret etmek caizdir. Mesela "Hz Muhammed hakkı için, onun hürmetine, ya Rabbi onunla sana dua ediyorum, şu isteğimi yerine getir" demek duaların kabulüne vesile olur. Hanefi ve Malikilere göre kabir ziyaretini cuma ve bunun iki yanındaki perşembe ve cumartesi günleri yapmak daha faziletlidir. Şafiiler, perşembe gününün ikindi vaktinden başlamak üzere cumartesi sabahına kadar ziyaretin daha uygun olacağını söylemişlerdir. Hanbeliler, ziyaret için belli bir gün tahsis etmenin doğru olmadığını belirtmişlerdir. Sonuç olarak cuma günü ziyaret daha faziletli ise de diğer günlerde ziyaret de mümkün ve caizdir (Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkh ale'l-Mezahibi'l-Erbea, I, 540).

Kabirlerden Kalkış

Kur'an, kıyametin kopmasından sonra Sur'a ikinci defa üfürülme ile bütün canlı yaratıkların hesap için tekrar diriltileceklerini ifade eder. O kadar ki, öldükten sonra dirilmenin anlatılmadığı çok az sure bulunabilir. Pek çok surede bu konuyu açıklayan örnekler getirilerek, akıllara gelebilecek tereddütleri ortadan kaldırır.

Kabirlerden kalkış dediğimiz tekrar dirilme inancı, kişilerin ve toplumun ıslahında çok önemli bir ilke olduğu için Kur'an-ı Kerim bu konuya önemle eğilir. Gerçekten de öldükten sonra tekrar dirilmenin gerçekleşeceğini bilen insan, hayır ve iyilik yapmaya, işlediği kötülükleri en aza indirmeye çalışır. Fakat yeniden dirilişe inanmayan kimse topluma ve kendisine her zaman zarar verebilir.

Öldükten sonra tekrar diriliş hem beden hem de ruh ile olacaktır Bu konuya açıklık getiren bir ayette: "Ayetlerimizi inkar ile kafir olanlar (var ya) onları muhakkak ki ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı tadıp durmaları için, onları başka derilerle yenileyip değiştireceğiz. Şüphesiz ki Allah mutlak galiptir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir" (en-Nisa, 4/56), buyurulur.

Kur'an-ı Kerim, öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkar eden kimselere karşı, yeniden dirilişin aklen mümkün olduğunu ve muhakkak meydana geleceğini açıklamak için bir kaç yol izlemiştir.

Yeniden dirilmeyi, ilk yaratmaya kıyaslamıştır. Bu konuda bize şöyle buyurur: "O, kendi yaratılışını unutarak bize bir misal getirdi. "Bu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?" dedi. De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı hakkıyla bilendir" (Yasin, 36/78-79)

Zor bir şeyi yaratmaya gücü yetenin, kolay bir şeyi yaratması elbette mümkündür. Göklerin ve yerin yaratılması, insanın yaratılmasından daha zordur. Bunu yapabilen, insanı da öldükten sonra diriltebilir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Bütün varlıkları yoktan var eden ve sonra da tekrar diriltecek olan O'dur. Bu, O'na pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar O'nundur" (er-Rum, 30/27). "Biz ilk yaratmadan aciz mi kaldık? Hayır, onlar yeniden yaratılmaktan şüphe ediyorlar" (Kaf, 50/15)

Kupkuru ve ölü bir durumda olan yeri, bitkilerle canlandıran, insanı da diriltebilir Ayetlerde şöyle buyurulur:

"...Sen yeryüzünü kupkuru ve ölü görürsün. Fakat biz onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman, o harekete gelir, kabarır; her güzel çiftten nice bitki bitirir. Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. Şüphesiz hakkıyla kadirdir. O şüphesiz her şeye hakkıyla kadirdir. O saat elbette gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur. Doğrusu Allah, kabirlerde olan kimseleri de diriltip kaldıracaktır" (el-Hacc, 22/5-7)

Bir şeyi zıddına çevirmeğe gücü yeten, onu benzerine çevirebilir. Allah, ağaçlarda bol miktarda bulunan suya rağmen, nasıl ondan ateş çıkartıyorsa, öylece insanları da tekrar yaratabilir. Bu konuyla ilgili ayetlerde şöyle buyurulur: "O Allah ki, size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da, simdi siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratılmaya gücü yetmez mi? elbette buna gücü yeter. O herşeyi yaratandır her şeyi bilendir" (Yasin, 36/80-81).

Kur'an-ı Kerim'de ikinci defa Sur'a üfürülme ile meydana gelecek gelişmeler şöyle açıklanır:

Sur'a ilk defa üfürüldüğünde kıyamet kopacaktır. Yani bu ilk üfürülmeyle, dünya hayatı sona erecek, Allah'ın istisna ettiği varlıkların dışında bütün canlılar ölecektir. Bu konuda ayet-i kerimede şöyle buyurulur: "Sur'a üfürülünce, Allah'ın dilediğinden başka, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi çarpılıp cansız yere düşer" (ez-Zümer, 39/68).

İsrafil (a.s)'ın Sur'a ikinci defa üfürmesiyle, insanlar kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru akın akın koşacaklardır. Bu konuyla ilgili olarak iki ayeti hatırlatmak yeterlidir. "Sur'a üfürülmüştür. Bir de görürsün ki, onlar kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru koşup gidiyorlar" (Yasin, 36/51). "Sonra ona (Sur'a bir daha üfürülecektir. O anda görürsün ki ölüler dirilip, ayakta bakınıp duruyorlar" (ez-Zümer, 39/68).

İsrafil (a.s)'ın Sur'a iki kez üfürmesi arasında geçecek süre kesin olarak bilinmemektedir. Çünkü Ebu Hüreyre (r.a)'den rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s) "Sur'a iki defa üfürülme olayı arasında kırk (zaman) vardır" buyurmuşlardır. Orada bulunanlar, hadisi nakleden Ebu Hureyre'ye "Ey Ebu Hureyre; kırk gün mü?" diye sormuşlar; "Bilmiyorum" cevabını alınca, "Kırk ay mı?" demişler; yine: "Bilmiyorum" karşılığını alınca, "Kırk yıl mı?" diye sormuşlar. Bu soruya da Ebu Hureyre "Bilmiyorum" cevabını vermiştir (Müslim, Fiten, 28; Ebu Davud, Sünne, 22).

Kur'an-ı Kerim'de ölülerin diriltilmesi ile ilgili olarak Cenab-ı Hak'la ile İbrahim arasında geçen konuşma ibretlidir.

Rivayete göre Hz. İbrahim (a.s)'ın "Ey Rabbim ölüleri nasıl diriltiyorsun? Bana göster," sorusunu sormasının sebebi şu idi: Bir gün Hz. İbrahim (a.s) deniz kenarında bir insan ölüsü görür. Dalga, ölünün üzerini açtığı zaman, hemen denizdeki yaratıklar ölüye saldırır, kopardıkları parçanın bir kısmı denize düşer ve diğer kısmını yerler. Dalga çekilince kara ve hava hayvanları saldırır. Kara hayvanları kopardıklarının bir kısmını yer, bir kısmını da havada boşluğa bırakırlardı. Bunu gören Hz. İbrahim (a.s) merak eder. Bu parçaların nasıl ayrı ayrı yerlerden toplanıp bir araya getirileceğini görmek ister. İşte bu konuyla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şu ayeti buluyoruz:

"Bir vakit de İbrahim: Rabbim, ölüleri nasıl diriltirsin? Bana göster, demişti. Allah ona; inanmadın mı? buyurmuştu. O da; hayır, inandım. Fakat kalbim yatışsın diye (arzuluyorum) demişti. (Allah) dedi ki: "Dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra parçalayıp her parçasını bu dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah, her şeye üstün ve yegane hikmet sahibidir" (el-Bakara, 2/260).

Cenab-ı Hak kabirden kalkış ve mahşer meydanında toplanıp hesap verme işinin gerçekleşeceğini şöyle ifade buyurur: "Ey Rabbimiz; şüphesiz sen, geleceğinde şüphe olmayan bu günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz ki Allah va'dinden dönmez derler" (el-Bakara, 2/9). Hz. Peygamber, ölümünden sonra insanın her şeyinin çürüyüp yok olacağını, ancak acbü'zzeneb denilen "kuyruk sokumu kemiği"nin bundan müstesna olduğunu bildirmiş, kıyamet koptuktan sonra ikinci yaratılışın bu çürümeyen kemikten derlenip toparlanacağını belirtmiştir (Buharı, Tefsiru Sure, 39/3, 78/1; Müslim, Fiten, 14 t-143; Ebu Davud, Sünne, 22; Nesai, Cenaiz, 117; İbn Mace, Zühd, 32; Malik, Muvatta, Cenaiz, 49; Ahmed b. Hanbel, II, 322, 428, 499, III, 28).

Acbü'z-zeneb'le ilgili hadislerde tasvir edilen ikinci yaratılış, başka bir deyimle kabirlerden kalkış, insanın ana rahmindeki oluşumuna benzemektedir. Nitekim tıp ilminin verilerine göre, sperm ana rahmine düştüğü zaman, ilk oluşum sırasında ana rahmi ile insan embriyonu arasında birleştirici bir sap bulunur. Başlangıçta cenin bu sap üzerinde büyür. İşte bu sap, insan embriyonunun kuyruk sokumuna tekabül eden bölgesi ile bağlantılıdır. Sonuç olarak hadis-i şeriflerde acbü'z-zeneb veya acmü'z-zeneb diye ifade edilen unsurun ölümsüzlüğünü ve yeniden dirilişin çekirdeğini teşkil edeceğini düşünmek mümkündür. Allah ve Resulunun haber verdiği bazı konuların nasıl gerçekleşeceğini bugün için pozitif, ilimlerin tam olarak açıklayamaması, sonucu değiştirmez. Çünkü yaratıcı ve O'nun adına konuşan elçisi bir şeyi söylemişse onun doğruluğuna inanmak gerekir. Nitekim, yeni bilimsel araştırmalar İslam'ın daha önceki asırlarda açıklanamayan tabiatla ilgili pek çok konularını günümüzde gün ışığına çıkarmıştır.

Muhiddin BAĞÇECİ

Mefail HIZLI


3-)Mezar, sin
Örnek:Ve serin serviler altında kalan kabrinde / Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter. Y. K. Beyatlı


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Late-Fifteenth- and early-sixteenth-century Indian poet, was considered one of the great mystical poets in the tradition of Sufism.
İngilizcesi İngilizce
Tomb.
İngilizcesi İngilizce
Grave.
İngilizcesi İngilizce
Tomb sin.
İngilizcesi İngilizce
Gömüt.
İngilizcesi İngilizce
Mezar.
İngilizcesi İngilizce
An Indian mystic and poet , Kabir is revered by both Muslims and Hindus His poetry, beautiful and powerful, addresses God as both the all-pervading spirit in all and transcending all, and as the soul's eternal beloved known only by pure love One book of his work is The Kabir Book by Robert Bly We have it, and like it; but it has received mixed reviews by others.
İngilizcesi İngilizce
Poet-Saint of northern India, who lived in the 15th century A D aud who, in his devotional songs, dwelt on the essential oneness of the Godhead and the harmony between Hinduism and Islam.

  • : Kabir azabı denilen bölümleri hadisler ışığında resmetmeye çalıştık ama bire bir yapmak zor.
  • Yargı harekete geçti, fethi Kabir yapıldı.

Sizde içinde Kabir kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Kabir kelimesi anlamı 1137 defa okunmuştur. [238017] Kabir kelime anlamı, Kabir nedir, Kabir ne demek, Kabir sözlük anlamı

Paylaş