Medrese Nedir

Medrese Nedir ? Medrese Ne demek ?

1-)Alm. Medrese (n), (f.pl.), Fr. Medersa (s) (f.pl.), İng. Medresse (s). İslam ilimlerinin ve fen bilgilerinin öğretildiği yüksek öğrenim müessesesi. Arapça “Derase” kökünden gelen medrese kelimesi; talebenin ders alıp ilim öğrendiği yer manasına yer ismidir. Umumi olarak sıbyan mektebinin (ilkokulun) üstünde eğitim ve öğretim yapan orta ve yüksek tahsil müesseselerine medrese denilmiştir. Medrese tabiri ilk olarak Nişabur havalisinde kurulan eğitim ve öğretim müesseseleri için kullanılmıştır. Bundan önceki devirlerde bu seviyede eğitim ve öğretim müesseseleri varsa da, bunlar için medrese tabiri kullanılmamıştır.

Medreselerin tarihi gelişmesi:

Bi’setten, yani Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk vahy geldikten sonra, İslamiyeti kabul eden ilk müminler, Sahabe-i kiramdan hazret-i Erkam’ın evinde gizlice toplanır ve Peygamber efendimizin rehberliğinde İslamiyeti ve Kur’an-ı kerimi talim edip, gelişmeleri değerlendirirlerdi. İslamiyette mektep ve medresenin bu şekilde doğduğu söylenebilir. İslamiyetin ilk medresesi olmakla şereflenen Dar-ül-Erkam (Erkam’ın evi), şimdi o günleri hatırlatmak üzere aynen muhafaza edilmektedir.

Hicretten sonra, Medine-i münevverede Peygamber efendimiz tarafından İslam Devletinin temelleri atılınca, orada yapılan Mescid-i Nebevi, İslami eğitim ve öğretimin merkezi haline getirildi. Müslümanlar, orada toplanır, İslamiyeti öğrenir, Kur’an-ı kerim talim eder, bir dünya ve ahiret nizamı olarak İslamın muzaffer olması için plan ve programlar hazırlamaya çalışırlardı. Peygamber efendimiz mescidlerinin sofasını bu işe tahsis etmişler ve İslamı, ayet ayet burada kafalara ve gönüllere yerleştirmişlerdir. O zaman Sahabe-i kiramın hem peygamberi, hem imamı, hem de muallimi olan Peygamber efendimizin etrafında, bütün ömrünü ve varlığını bu işe vakfeden, ayrı bir halka teşekkül etti. Peygamberimiz bunlara Eshab-ı Suffa (Mescidin sofasında toplanan dostlar) adını verdi. Bunlar, yetişkin, genç müminlerden ibaretti ve bütün işleri, Sevgili Peygamberimizden öğrendiklerini aynen tesbit etmek, yazmak, yaşamak ve yaymaktı. Selman-ı Farisi, Ebu Hüreyre gibi İslam büyükleri hep burada yetiştiler. Burada eğitim görenlerin türlü masrafları, zengin Müslümanlarca karşılanıyordu. Bu örnek, daha sonra eğitim ve öğretimle ilgili vakıfların kurulmasına başlangıç teşkil etti. Diğer taraftan Medine’de örnek olarak kurulan ve geliştirilen bu eğitim sistemi ve teşkilatı, bundan sonra kurulan cami içi ve dışı eğitim müesseselerine model oldu.

Zamanla Suffa’nın ihtiyaca kafi gelmemesi üzerine Peygamberimiz Medine’nin muhtelif yerlerindeki mescidlerle bunlar dışındaki bazı mahalleri tedris yeri haline getirdi. Medine’de dokuz adet mescidin bu gaye ile kullanıldığı bilinmektedir.

Camilerde başlayan eğitim ve öğretim faaliyetleri, cami dışı müesseseler kurulduktan sonra da devam etti. Ancak küçük çocukların eğitim ve öğretimi, onların cami ve mescidleri temiz tutamayacakları düşüncesiyle, ilk devirden beri, daha çok mabetlerin dışında yürütüldü.

Nitekim Emeviler devrinde, çocuklar için müstakil ve mükellef mektepler açıldığı bilinmektedir. Sekizinci asırda üç bin talebeyi barındıran Belhli Ebü’l Kasım Dehhak’ın mektebi, ilköğretimde önemli bir merhale kabul edilebilir. Bu nevi mekteplere “küttap” veya “mektep” ve öğretmenlerine de “muallim” denirdi. Buralarda yazı tahtası ve silgi kullanılmıştır.

Yetişkinlerin eğitim ve öğretiminin camilerde yürütülmesi, dört halife devrinde aynen devam etti. Belki de yeni teşekkül eden ve henüz tedvin edilmeyen (bir araya toplanmamış olan) kıraat, tefsir, hadis ve fıkıh gibi ilimlerin karakterleri icabı cami dışına taşıma ihtiyacı duyulmamış, hatta cami dışı eğitim ve öğretim müesseselerinin kurulmalarından sonra da yüksek tahsil, camilerde ve onların etrafında teşekkül eden müesseselerde (medrese, darülhadis, darülkurra, darüttıb) yürütülmüştür.

Müslüman Türklerde Medrese: Camilerden ayrı olarak kurulan eğitim müesseselerine; Emeviler devrinde “Mektep”, Abbasiler devrinde “Beytülhikme”, “Beytülilim”, “Darülilim”, Türkler (Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar) döneminde “Medrese” adı verilmiştir.

İslam tarihçilerinin medresenin ilk kurucusu olarak Nizamülmülk üzerinde ittifak ettikleri ileri sürülürse de bundan önce, Nişabur’da Beyhakiye Medresesinin varlığından bahsedilir. Gerçekte Nizamülmülk’ten önce Gazneli Mahmud (M. 999-1030) Gazne’de ve kardeşi Nasır bin Sebüktekin, M. 1033 yılında Nişabur’da medrese yaptırmışlardır. Ancak bunlardan önce de bazı hususi mahiyette medreselerin mevcud olduğu bilinmektedir. Ebu Hatimü’l-Busti (v. 965) kendi kütüphanesini medrese haline getirmiş, yanına da yabancı talebelerin barınacakları bir tesis kurmuştu. Nişabur’da Şafii fakihi En- Nişaburi (v. 960) için medrese yapılmıştı. Diğer taraftan Ebu Aliyyü’l- Hüseyni (v. 1002) din fıkıh kürsüsü, bunlar arasında sayılabilir. “El-Medresetü’l-Ehliyye” denilen hususi medreseleri teşkil eden bu eğitim kurumları, o devirde yaygın olan Şiilik cereyanına karşı Sünniliği müdafaa ve yaymak için kurulmuş müesseselerdi.

İslam dünyasında medrese teşkilatının kuruluş ve gelişmesinde en büyük hisse şüphesiz büyük Selçuklu Türklerine aitti. Gerçekten medreselerin geniş anlamda, devlet eliyle kurulması, tahsilin parasız olması ve medrese teşkilatının en küçük ayrıntılara kadar tesbiti, Selçukluların eseridir. Selçuklular medreseleri, hem ilmin gelişmesini sağlamak, hem ilmiye mensuplarına maaş bağlayarak onları devletin yanında tutmak hususiyle Fatimilerin Şiilik propagandaları ve diğer rafizi telakkilere karşı Sünniliği müdafaa ve yaymak gayesiyle kurmuşlardır.

Önce Alparslan’ın, sonra Melikşah’ın veziri olan meşhur Siyasetname adlı kitabın yazarı Nizamülmülk, ilk medresesini Nizamiye Medresesi adı ile Bağdat şehrinde kurdu. Dicle kenarında 1064 yılında temeli atılan medrese, iki sene sonra tamamlanarak 1067’de eğitim ve öğretime açıldı. Medresenin müderrisliğine de ilk olarak zamanın en büyük alimlerinden olan Ebu İshak Şirazi tayin edildi. Bundan sonra İslam dünyasında medrese kurma faaliyetleri hızlanmaya, köylere varıncaya kadar Nizamiye Medreseleri açılmaya başlandı. Türk milletinin bu örnek müesseseleri, küçük farklarla, İslam dünyasının her tarafına birer feyz kaynağı biçiminde yayıldı. Daha sonra Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar da, bu müesseseleri geliştirerek devam ettirdiler. Medreselerde yalnız din ilimleri tahsil edilmezdi. Yerine göre, zamanın hey’et (astronomi), hesap (matematik), hendese (geometri), hikmet, tıp gibi ilimlerine de mühim yer verilirdi.

Selçuklular döneminde Nizamiye Medreseleri adıyla kurulan umumi medreselerin yanında ihtisas eğitimi yapan, medreseler kuruldu. Bunlar hizmet ve gayeleri bakımından; Darülhadis, Darülkurra ve Darüttıb diye üçe ayrılırdı:

1. Darülhadis medreseleri; hadis-i şeriflerin tedris ve tedkikine tahsis edilen medreselerdir. Bu medreselerin ilki, Haleb Atabeklerinden Nureddin Mahmud bin Zengi tarafından Şam’da açılan En-Nuriyye Medresesidir. İkincisi, Musul’da açıldı. Daha sonra pekçok yerde Darülhadis medreseleri açılmıştır. Türkiye Selçukluları veziri Sahib Ata’nın Konya’da açtığı İnce Minare Medresesi ile İlhanlı veziri Şemseddin Cüveyni’nin Sivas’ta açtığı Çifte Minare Medresesi bunlardandır.

2. Darülkurra medreseleri, Kur’an-ı kerim ile alakalı ilimlerin öğretildiği medreselerdir. Çok öncelerde kurulan bu medreseler, Anadolu Selçukluları ve Karamanoğullarında da devam etmiş ve bunlara; Darulhuffaz denmiştir. Bu medreselerden sadece Konya’da Sahib Ata, Ferhuniye, Sa’deddin Ömer, Nasuh Bey, Hacı Yahya Bey, Hoca Selman ve Hacı Şemseddin gibi çeşitli Darulhuffaz medreseleri açılmış ve diğer İslam beldelerinde de yaygınlaştırılmıştır.

3. Darüttıb medreseleri ise, tıb eğitimi ve hasta tedavisinin birlikte yapıldığı medreselerdir. Bunlara; Darüttıb, Darüşşifa, Darussıhha, Darulmerza, Darulafiye, Maristan, Bimaristan gibi adlar verilmiştir. Bilhassa Anadolu’da birçok Darüşşifa kurulmuştur. Selçuklular döneminde: Kayseri’de Gevher Nesibe (1205), Sivas’ta Birinci Keykavus (1217), Divriği’de Turan Melike Hanım (1288); İlhanlılar devrinde: Amasya Darüşşifası (1308) açılmıştır. Silvan’da Bimaristan-ı Faruki ve Mardin’de Artukoğullarından Necmeddin İlgazi’nin (1108 ve 1122) Maristan adlı darüşşifası hizmet veriyordu. Osmanlılar döneminde de darüşşifa yapımına devam edilerek, bilhassa Bursa’da Yıldırım Darüşşifası, İstanbul’da Fatih, Haseki Sultan, Atik Valide, Edirne’de İkinci Bayezid, Manisa’da Valide Sultan darüşşifaları kuruldu. Hele Süleymaniye Tıp Medresesi, başlı başına bir merhale kabul edilmektedir. Bu darüşşifalar aynı zamanda hastahane olarak faaliyet göstermiştir.

Osmanlı medreseleri: Bütün İslam dünyasında olduğu gibi, Osmanlılarda da eğitim ve öğretim umumi ölçüde medreselere dayanmaktadır. Osmanlılarda medreseye gidecek bir talebe, beş altı yaşında sıbyan mekteplerine alınır ve alfabe (elifba), yazı okuma, Kur’an-ı kerim ve “amal-i erbaa” denilen dörtişlem problemleri öğretilirdi. Osmanlılarda sıbyan mektepleri, köylere varıncaya kadar her yere yayılmıştı. On beş ve on altıncı asırlarda sadece İstanbul’da iki bin sıbyan mektebi vardı. Koskoca Osmanlı Devletinde, o geniş sınırları içinde düşünecek olursak, ülkedeki sıbyan mekteplerinin yüz binleri bulacağı kolaylıkla tahmin edilebilir. On altıncı asırda Osmanlı ülkesinin pekçok kısmını gezen bir Fransız seyyahı, her köyde mektebe rastlamış ve ilk tahsilin Osmanlılarda garp (batı) memleketleriyle mukayese edilemeyecek derecede çok ileri olduğunu hayretle görmüştür. Buralara cami ve mescidlerde yapılan ilköğretim ve eğitim faaliyetleri de ilave edilirse, Osmanlılarda yaygın bir eğitim ve öğretimin varlığı anlaşılır.

Osmanlı maarif teşkilatında yüksek seviyede eğitim ve öğretimi gerçekleştiren müesseseler, şüphesiz medreselerdi. Osmanlı medreseleri sıbyan mekteplerine dayalı orta ve yüksek öğretim kurumlarıydı. Tapu ve evkaf kayıtlarına göre, orta ve yüksek öğretim yapan medrese sayısı binden fazlaydı. İstanbul’da: Süleymaniye, Fatih, Ayasofya, Şehzade, Haseki, Eyüp, İkinci Bayezid, Mihrimah Sultan, Yavuz Selim, Atik Ali Paşa, Cafer Ağa, Yahya Efendi, Zeyrek, Vefa, Valide-i Cedid Üç Baş Medreseleri; Edirne’de: Selimiye, Üç Şerefeli medreseleri; Bursa’da: Muradiye, Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed medreseleri; Şam’da: Süleyman Han Medresesi; Bosna’da: Hüsrev Bey Medresesi; Amasya’da: Hüsamiye, İkinci Bayezid medreseleri; Manisa’da: Muradiye ve Hatuniye medreseleri; Trabzon’da: Hatuniye Medresesi; Mekke’de: Sultan Süleyman Han Medresesi; İznik’te: Orhan Gazi Medresesi; Diyarbakır’da: Mesudiye Medresesi; Konya’da: Nalıncı, Karatay ve Sahip Ata Medresesi; Halep’te: Hüsrev Paşa Medresesi; Üsküp’te: İshak Paşa Medresesi; Ankara’da: Safiyye ve Ak Medrese ile memleketin daha birçok şehrinde çeşitli medreseler vardı.

Osmanlı medreselerinde teşkilatlanma: Osmanlı medreseleri, teşkilatlanmada kendinden önceki İslam medreselerinde olduğu gibi, gaye ve gördüğü hizmetler bakımından birbirinden farklı özellikler göstermiş olsalar bile, esasta umumi ve ihtisas medreseleri olarak ikiye ayrılır.

Umumi Medreseler: Umumi olarak kadı, müderris ve müftü yetiştirmek maksadıyla kurulmuşlardır. Kendi aralarında; Yirmili, Otuzlu, Kırklı, Ellili, Altmışlı ve Altmış Üstü medreseleri olarak isimlendirilmişlerdir.

İhtisas medresesi ise, doğrudan doğruya ayrıca ihtisası gerektiren din ilimlerinden birini, yahut da fen ilimlerinden birini hedef alan ve o ilmin tahsiline mahsus metodla öğretim faaliyetinde bulunan medreselerdir. İhtisas medreseleri de kendi aralarında üç gruba ayrılırdı:

1. Darülhadisler: Özellikle Muhammed (aleyhisselamın) söz, fiil ve takrirlerinden meydana gelen hadislerin tahsil edildiği yerdir. Osmanlılarda Darülhadis, ilk defa Birinci Murad devrinde Çandarlı Hayreddin Paşa tarafından İznik’te ve İkinci Murad tarafından Edirne’de yaptırılmıştır. Bunları takiben sonraki asırlarda çeşitli Darülhadisler tesis edilmiştir. Kurulan Darülhadisler içerisinde en önemlisi, İstanbul’daki Süleymaniye Darülhadisiydi. Osmanlı Darülhadislerinde ders kitabı olarak hadis’ten; Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim ve Meşarik gibi eserlerle bunların şerhleri ve Usul-i Hadise dair eserler okutulurdu. Öğretim üyelerine de hadisle meşgul olduklarından dolayı “muhaddis” veya “müderris” denirdi. Buralarda talebe olabilmek için umumi medreseleri tamamlamak gerekirdi.

2. Tıp medreseleri (Darüşşifalar): Bunlardan dahiliye, göz ve diş doktoruyla eczacılar yetişirdi. Tedrisatta ders kitabı olarak Osmanlı devri tabiplerince yazılmış eserler okutulurdu. Eğitim ve öğretim tatbikatlı olarak yapılırdı. Osmanlılarda tıp medreseleri, Bursa, İstanbul, Edirne ve Manisa’da kurulmuştu. İçlerinde en önemlisi, İstanbul’da kurulan ve müstakil olup, tıp tarihinde önemli bir merhale kabul edilen Süleymaniye Tıp Medresesidir.

3. Darülkurralar: Bu medreselerden cami görevlileri yetişirdi. Sıbyan mektebini bitiren bir öğrenci önce aşağı seviyede bir darülkurraya alınır, burayı bitirince yüksek seviyedeki darülkurralara devam ederdi. Buralarda ilm-i kıraat ve ilm-i meharici’l-huruf (tecvit ilmi ve hafızlık) öğretilirdi. Buradan diploma alanlar; hafız, hatip, imam ve müezzin olurdu. Bu medreselerde; ilm-i kıraattan Ebu Muhammed Şatıbi’nin Şatıbi diye şöhret bulan Kaside-i Lamiye’si ve Cezeri’nin ona yazdığı Fethü’l-Vahid adlı şerhi okutulurdu. Evliya Çelebi’nin beyanına göre, Osmanlılarda ilk darülkurrayı Yıldırım Bayezid Bursa’da açmıştır. İstanbul’da ise bütün selatin camilerin yanında birer darülkurra bulunurdu. Bunlardan en önemlisi de Süleymaniye Darülkurrası idi. Darülkurralarda okunan dersler, tekrar suretiyle ve camilerde tatbikatlı yapılırdı.

Osmanlılarda yüksek ihtisas yapılan Mütehassisin medreseleri de vardı. Bir tanesi İstanbul’da Yavuz Selim Camii yanındaydı.

Osmanlı medreselerinde okunan dersler ve kitaplar: Bazı otobiyografilerden ve Fatih Kanunnamesi’nden tesbit edilebildiğine göre on beş ve on altıncı asır Osmanlı medreselerinde şu temel ilimler ve eserler okutuluyordu:

Yirmili Medreseler (Haşiye-i Tecrid medreseleri): Bu medreselerde ders kitabı olarak Kelam’dan Haşiye-i Tecrid’in okutulmasından dolayı bu ismi almıştır. Bunların tahsil müddeti iki yıldır. Okunan ders ve kitaplar: Belagat dersinden Mutavvel; Kelam’dan: Haşiye-i Tecrid; Fıkıh’tan: Şerh-i Feraiz. Bu eserlerden Mutavvel ve Şerh-i Feraiz’i tamamıyla; Haşiye-i Tecrid’i, başından Umur-i Amme bölümüne kadar okuturlardı. Ancak talebelerin bu ilim ve kitapları anlayabilmeleri için Sarftan, Emsile, Bina, Maksud, İzzi, Merah; Nahv’den Avamil, İzhar, Kafiye gibi gramer kitaplarını; Şerh-i Şemsiyye, Şerh-i Tevali, Şerh-i Metali, Şerh-i İsaguci gibi mantık kitaplarını ve usul-i fıkha ait Telvih gibi eserlerin tamamı veya bir kısmı okutuluyordu.

Otuzlu Medreseler (Miftah Medreseleri): Bu medreselerde, Belagattan Şerh-i Miftah’ın okutulmasından dolayı bu ismi almıştır. Bunların tahsil müddeti, önceleri iki seneyken sonradan bir seneden daha aza düşürülmüştür. Bu medreselerde okutulan ders kitapları: Fıkıh’tan: Tenkih ve Tavzih; Belagat’tan: Şerh-i Miftah; Kelam’dan: Haşiye-i Tecrid; Hadis’ten: Mesabih kitaplarıydı. Bu eserlerden Haşiye-i Tecrid’i, Umur-i Amme’den Vücud ve İmkan bahsine kadar; Sadr-us-Şeria’yı, Kitab-ı Buyu’a kadar; Şerh-i Miftah’ı, Mebahis-i İcab ve İtnab’a kadar ve Mesabih’i iki kere okuturlardı.

Kırklı Medreseler: Bunların tahsil müddeti iki üç yıl arasında değişirdi. Sonradan bu müddet azaltıldı. Bu medreselerde okutulan ders ve kitaplar: Belagat’tan; Miftahu’l-Ulum; Usul-i Fıkıh’tan; Tavzih (Teftezani); Fıkıh’tan; Sadru’ş-Şeria, Meşarik; Hadis’ten; Mesabih (Begavi) okutulurdu. Bunlardan başka başlangıçta; Meani’den Şerh-i Miftah; ortasında Kelam’dan Şerh-i Mevakıf ve yüksek derecesinde Fıkıhtan Hidaye ile İbn-i Hacib’in Nahve ait El-Kafiye fi’n-Nahv adlı eseri okutulurdu. Bu eserlerden Hadis’ten Mesabih’i başından Kitab-ı Büyu’a kadar; Kelam’dan Şerh-i Mevakıf’ın, Vücud ve İmkan bahsinden İraz bahsine kadar; Fıkıh’tan Sadru’ş-Şeria’nın bir kısmı ve Şerh-i Miftah’ın bazı yerleri okutulurdu.

Ellili Medreseler: Bu medreseler Hariç ve Dahil medreseler olarak ikiye ayrılmaktadırlar. Hariç Medreseleri: Bunlarda okutulan ders ve kitaplar Fıkıh’tan, Hidaye; Kelam’dan, Şerh-i Mevakıf; Hadis’ten, Mesabih (Begavi) okutuluyordu. Dahil Medreseleri: Bu medreselerde tahsil müddeti önceleri bir yılken sonra altı aya indirildi. Tedrisatta okutulan ders ve kitaplar: Fıkıh’tan, Hidaye; Usul-i Fıkıh’tan, Telvih; Hadis’ten, Buhari; Tefsirden, Keşşaf ve Beydavi okutuluyordu. Bu eserlerden Buhari’nin birinci cildi; Hidaye’nin “Kitab-ı Zekat’tan, Kitab-ı Hacc’a kadar olan bölümü ve Telvih baştan Taksim-i Evvel’e kadar okutuluyordu.

Sahn-ı Seman Medreseleri: Önceleri tahsil müddeti bir seneyken sonradan altı aya indirilen bu medreselerde şu ders kitapları okutuldu. Fıkıhtan, Hidaye; Usul-i Fıkıh’tan, Telvih ve Şerh-i Adud; Hadis’ten; Sahih-i Buhari; Tefsir’den, Keşşaf ve Beydavi okutuluyordu. Bu eserlerden Sahih-i Buhari’yi baştan sonuna kadar; Hidaye’nin Kitab-ı Nikah bölümünden, Kitab-ı Büyu’a kadar olan kısmını ve Telvih’in Taksim-i Evvel’inden Mebahis-i Ahkam’a kadar; Kadı Beydavi Tefsiri’nden de başta Bakara Suresi olmak üzere belli sureler okutuluyordu.

Altmışlı Medreseler: Bu medreselerin tahsil müddeti bir senedir. Fıkıhtan, Hidaye ve Şerh-i Feraiz; Kelam’dan; Şerh-i Mevakıf; Hadisten, Buhari; Tefsir’den, Keşşaf; Usul-i Fıkıh’tan, Telvih okutulan belli başlı eserlerdir. Bunlardan: Buhari’nin üçte birini; Hidaye’nin, Kitab-ı Büyu’dan Kitab-ı Şufaya kadar olan kısmını; Telvih’ten Mebahis-i Ahkam kısmından sonuna kadar olan bölümünü; başından Tashih bahsine kadar Şerh-i Feraiz’i ve Şerh-i Mevakıf’ın tamamı okutulurdu. Altmış üstü medreselerde durum altmışlı medreseler gibiydi.

Medreselerde fen eğitimi: Osmanlı medreselerinde yüksek din bilgileri yanında zamanın yüksek fen bilgileri de öğretiliyordu. Fen bilgilerinden şu kitaplar okutuluyordu: Hendese (Geometri)den: Allame Şemseddin Semerkandi’nin Eşkalü’t-Te’sis isimli geometri prensipleri ve üçgenlerin hususiyetlerini anlatan eseri; Aritmetik ve Cebir’den, Yine aynı müellefin Muhtasar fi’l-Hisab isimli eseri; Hesap’tan, Bağdatlı İmadüddin bin Abdullah tarafından yazılan Risale-i Bahaiye (El-Fevaidü’l-Behaiye) adı ile anılan meşhur hesap kitabı; yine Hesaptan meşhur alim Ali Kuşçu’nun Risale-i Muhammediye adlı eseri; Hey’et (Astronomi)ten, Cagmini’nin (Çaymini adıyla meşhurdur), El-Mülahhas isimli eseri ile şerhleri ve Ali Kuşçu’nun Arapça Risale-i Fethiyesi okutulurdu. Ayrıca Kadızade-i Rumi’nin o devrin meşhur fen kitaplarına yazdığı şerhler okutulurdu. Kadızade-i Rumi, Hocası Gıyasüddin’in eserine şerh olarak yazdığı Risale fi İstihraci’l-Ceyb Derece Vahide isimli kitabında, bir derecelik yay sinüsünün hesabını yapmıştır. Osmanlı medreselerinde bu fen derslerinin yanında ayrıca coğrafya, tarih ve İlm-i Hikmet de okutulurdu. Osmanlılarda tıbba dair ilk eser 1390’da İshak bin Murat tarafından Edviye-i Müfrede adıyla Türkçe yazılmıştır. Bundan sonra 1397’de Ahmed-i Dai’nin Kitab-ı Tıb eseri ile aynı tarihlerde Ahmedi’nin Müntehabat-ı Şifa isimli eseri, Sinoplu Mü’min bin Mukbil’in Kitab-ı Tıbb’ı, Davud-i Antaki’nin Tezkire-i Antaki’si ve Emir Çelebi’nin Enmuzecet-üt-Tıb isimli eseri yazılmıştır. Bu eserler, Osmanlı medreselerinde okutulmuş, ayrıca tercüme eserlerden de istifade edilmiştir.

Medreselerdeki eğitim tarzı: Medreseler, umumiyetle, bir dershane ve etrafında yeteri kadar talebe odalarından meydana gelirdi. Yaptıranın isteği ve mali gücüne göre, bunların dışında imaret, kütüphane, hamam vs. ilave edilirdi. Her medresenin bir vakfiyesi bulunurdu ve bu kurum tarafından yazdırılırdı. Vakfiyede medresenin çalışma şekli ile vazifelilerin yevmiyeleri ve medresenin masrafını karşılamak için yapılar vakıflar gösterilirdi.

Medreselerde, bütün talebenin ortak ders yapabileceği umumi ve büyük bir dersane onun etrafında dizili olarak her talebe için ayrı bir oda vardı. Müderrisler, umumi mevzuları ortadaki büyük dersanede işler, daha sonra, her talebe kendi hücresine çekilir ve müderrisi ile başbaşa kendi sahasında çalışırdı. Medresede ders veren öğretim görevlisine “müderris” denirdi. Müderrisler, imtihanla seçilirdi. Müderrisin derslerini tekrarlayıp izah eden müderris yardımcılarına “müzakereci” veya “muid” denirdi. Medresede ders gören talebelere de tahsillerine göre değişik olarak, “danişmend”, “fakih”, “mülazım”, “suhte” ve “talebe” denirdi. Medreseden imtihanla mezun olan her talebeye verilen diplomaya “icazetname” denirdi. İcazetnamede, medresede okunan derslerin ve müderrislerin adları yazılırdı. Henüz muidliğe (müderris yardımcılığına) kadar çıkamamış talebenin de bir hocanın dersini bitirdikten sonra, diğer bir hocaya devam edebilmesi için mutlaka elinde “temessük” yani o dersi başarı ile bitirdiğine dair bir belgenin bulunması şarttı.

Medreselerde tatbik edilen eğitim ve öğretim prensipleri: İçinde bulundukları zaman ve mekan bakımından değerlendirildiğinde medreselerin Osmanlı Devletinin yükseliş devrinde dünyanın en mükemmel talim ve terbiye müesseseleri olduğu görülür. Yine aynı devirde Osmanlı Devleti her bakımdan dünyanın en büyük ve en mükemmel devletidir. O devirde Osmanlı Devletine bu mükemmelliği kazandıran unsur, hiç şüphesiz medreselerdir. Bunun da sebebi; medreselerin, bir mana ve madde bütünlüğü içinde idrak ettiği insana, din ve dünya ilimlerini, hassas bir denge içinde kazandırmasıdır.

İnsanı dünyaperest olmadan dünyanın fatihi ve sahibi yapmak için, Osmanlı Devletinin temel taşı olan din ve devlet adamlarını en mükemmel şekilde yetiştirmeyi sağlayan medreselerdi. Medreseler, bütün dünyaya örnek teşkil eden din ve devlet adamlarını yetiştirirken, şimdi, modern pedagojinin kabul ettiği, Dalton Planı ve Vinetka Sistemi adıyla uygulamaya koyduğu ferdi kabiliyete göre ferdi öğretim yapmayı hedef alan plan ve programları benimseyen bir metod geliştirmiş, bütün medreselerde bu metod tatbik edilmiştir. Bu metoda göre medreseler, bugün modern pedagojinin de tavsiye ettiği bir tarzda sınıf geçme yerine dersten geçme yolunu seçmiş, mezuniyeti yıllara değil, kabiliyet ve çalışkanlığa bağlamıştı. Bu bakımdan medreselerde okuma süresi hoca ve talebenin gayretine bağlı olarak uzayıp kısalırdı.

Zeki ve çalışkan bir öğrenci tahsilini çabuk tamamlayıp kısa zamanda mezun olabilirdi. Ancak devlet memuru olabilmesi için belli bir yaş aranırdı. Medreselerde umumi derslerin yapıldığı sınıflarda talebe sayısı yirmiyi geçmezdi. Bu durum, derslerin sık sık tekrarlarla ve karşılıklı soru sorulup cevap verilme imkanını sağlar ve en iyi şekilde öğrenmeye imkan hazırlardı. Bu husus günümüzde de çok önemli kabul edilir. Bugün Amerikan okullarında talebe sayısı yirmiyi geçmez. Medreselerde, günde beş saat, haftada dört gün ders yapılırdı. Dersler sabah namazından sonra başlar, öğleye kadar devam ederdi. Öğleden sonra talebe serbest bırakılırdı. Haftanın Salı, Perşembe ve Cuma günleri tatil yapılırdı. Fatih Kanunnamesi’ne göre, medreselerin denetimi mahalli müftülüklere bırakılmıştı. Bu durum, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin mahalli ihtiyaç ve şartlara göre organize edilmesine faydalı olmakta, halkın eğitim ve öğretim faaliyetlerine ilgi duymasına, medreselere mali katkılarda bulunmalarına yardım etmekteydi.

Medreseler bundan asırlar önce, eğitim ve öğretimi, bir sınıf ve zümre imtiyazı olmaktan çıkarmak ve toplumda sosyal adaleti, fertler arasında fırsat ve imkan eşitliğini sağlamak için, parasız tedrisat yaparlardı. Talebenin ve öğretim elemanlarının masraflarını zenginler ve çok defa bu maksatla kurulmuş vakıflar karşılardı. Böylece eğitim ve öğretimin finansmanı işinde devletin yükü, mümkün mertebe hafif tutulurdu.

Medreseler, sadece din ve dünya ilimlerini öğretmekle kalmamış, ruh ve beden terbiyesini birlikte yürütmüşlerdir. Bu sebeple medreselerde yüzme, güreş, koşu, ok atma, cirit oyunu, ata binme gibi sporlara da yer verilmiştir. Bunlardan başka yine; hüsn-i hat, tezyinat, hitabet ve kitabet olmak üzere çeşitli bedii (estetik) faaliyetlere medreselerde mühim yer verilmiştir. Bizim kültür ve medeniyet tarihimizde şerefli birer yer tutan hattatlar, nakkaşlar, mimarlar, hatipler vs. hep medreselerden yetişmişlerdir.

Medreseler, devlet eliyle kurulduğu gibi, şahıslar tarafından da kurulabilirdi. Bu bakımdan memleketimizde padişahların, sadrazamların, vezirlerin ve diğer devlet adamlarının yanında, ilim adamlarının zengin ve orta halli Müslümanların da kurduğu pekçok medrese vardı. Bu durum, günümüz devlet okulları ile özel okulların kuruluş şekline model olmuştur.

Medreselerde yüksek zeka ve kabiliyete ehemmiyet verilirdi. Bilhassa, Osmanlılar zamanında, devlet hizmetleri için kurulan “Enderun-i Hümayun” müessesesi, bu konuda tipik bir örnektir. Enderun-i Hümayun’a önceleri devşirme çocukları alınırken, daha sonra İstanbul ve Anadolu’dan Müslüman çocukları da alındı. Buraya alınan çocuklar ister devşirme, ister Müslüman çocukları olsun, hepsi çeşitli tetkik ve müşahadelerden geçirilerek seçilirdi. Bu çocuklar, Enderun’a sekiz ila on beş yaşlarında alınır, seçkin hocalar elinde ders görürlerdi. Bunlara önce sağlam bir İslam terbiyesi verilir. Sonra başta Türkçe olmak üzere Arapça ve Farsça ile çeşitli spor, sanat ve askerlik bilgileri öğretilirdi. Tahsil süreleri yedi-sekiz yıl sürerdi. Osmanlılarda ilk Enderun Mektebi, Murad-ı Hüdavendigar tarafından Edirne’de açtırılmıştı. Daha sonra Fatih zamanında Fatih Kanunnamesi ile Enderun Mektepleri tam bir teşkilata kavuşturuldu. Bilhassa ilk kuruluş ve Osmanlı Devletinin yükselme devrinde bu mektepler önemli vazife gördüler ve Osmanlı devlet idaresine altmış Sadrazam, üç Şeyhülislam, yirmi beş Kaptan Paşa yetiştirdiler. Bu okullarda ders olarak; tefsir, hadis, fıkıh (Hanefi fıkhı), feraiz, şiir ve inşa, astronomi, geometri, hesap, coğrafya, ilm-i kelam, mantık, meani, bedii ve beyan ile hikmet dersleri okutulurdu.

Yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı Terman test konusundaki araştırmalarında, Enderun Mektebine alınan talebelerle ilgili olarak, “Zeka ölçmek, test usulünü kullanmak, dünyada ilk defa Osmanlılarda, Enderuna seçilen talebelerde uygulanmıştır” demektedir.

Osmanlı medreselerinin son zamanları ve kaldırılmaları: İslam aleminde, medreselerde okutulan yüksek din ve fen bilgileri sayesinde Müslümanlar, ilim ve medeniyette çok ileri gitmişlerdir. Avrupalılar ise aksine, ilim ve medeniyette geri kalmışlardı. Bilhassa Osmanlılar zamanında ordularımız, Viyana kapılarına dayanmıştı. Bu durum karşısında Avrupa, Müslümanlar tarafından fethedilme endişesine kapılmıştı. Avrupa’nın Müslümanlarca fethedilmesi onlara göre, Hıristiyanlığın yok edilmesi demekti. Bu endişe sebebiyledir ki, Avrupalılar (Hıristiyan alemi), başta papalık olmak üzere hepsi, aralarında gizlice anlaşarak, Osmanlı Devletini her ne pahasına olursa olsun mutlaka yıkma kararı almışlardı. Bu karar sonrası Avrupalılar, Osmanlı Devletine karşı yıllar boyu süren harpler açmışlar, onu yıkmağa uğraşmışlardır. Fakat Osmanlı Devleti, başlangıçta sağlam temeller üzerine kurulduğu ve medreseler vasıtasıyla din ve fen alimleri yetiştirdiği, medreselerin bir kolu olan Enderun mektepleriyle de, sağlam karakterli devlet adamı, disiplinli kumandan ve vatansever askeri erkan yetiştirmede Avrupalılardan çok üstün olduğu için harplerle yıpranmış olsa bile, yıkılmıyordu. Avrupalılar, Osmanlı Devleti yıkılmadığı müddetçe, kendilerini tehdit altında kalmağa mahkum hissediyorlardı. Tehlikeyi bertaraf etmek için Avrupalılar, senelerce uğraştıkları halde harp gücü ile yıkamadıkları Osmanlı Devletini fesat ve hile ile yıkabileceklerini anladılar.

Birgün İstanbul’da bulunan İngiliz elçisi, gece yarısı İngiltere’ye gizli bir şifre çekti. Elçi şifresinde; “Buldum, buldum Osmanlıları zaferden zafere ulaştıran sebebi vebunları durdurmanın, Osmanlı Devletini yıkmanın çaresini buldum!” diyor ve bulduğu çareleri şöyle anlatıyordu: “Osmanlılar harpte aldıkları esirlere hiç kötülük yapmıyor, onlara kardeş gibi davranıyorlar. Hangi milletten hangi dinden olursa olsun küçük çocukların zekalarını ölçüyorlar. Keskin zekalı çocuklar seçilerek, saraydaki (Enderun) denilen mekteplerde, değerli öğretmenler tarafından okutuluyor. İslam bilgileri, İslam ahlakı, fen, kültür dersleri verilerek, kuvvetli, başarılı bir Müslüman olarak yetiştiriliyorlar. Osmanlı ordularını zaferden zafere ulaştıran değerli kumandanlar, Sokullular ve Köprülüler gibi seçkin siyaset ve idare adamları, hep böyle yetiştirilen keskin zekalı çocuklardı. Osmanlı akınlarını durdurmak ve böylece Osmanlı Devletini yıkmak için, onların açtığı bu Enderun mekteplerini ve bunların kolları olan medreseleri yıkmak, Osmanlıları fende ve diğer ilimlerde geri bırakmak lazımdır.”

İngiliz elçisinin müjde olarak gizlice bildirdiği bu görüş ve planları, Tanzimata yakın Osmanlıların Avrupa’ya tahsil maksadıyla göndermiş oldukları bazı kimselerin orada okurken kendi şahsiyetlerini ve milli hislerini unutacak kadar Avrupa kültürü tesiri altında kalmaları ve daha sonraki yıllarda Avrupa devletlerinin himaye ve baskısı ile Osmanlı Devletinin kilit noktalarına yerleştirilmeleriyle gerçekleşme imkanı bulmuştur. Jöntürk adı verilen bu kimseler, bulundukları makamlarından istifade ederek, Avrupa devletlerinin de kendilerini desteklemesiyle medreselerden, önce, fen bilgilerini, bunun arkasından da yüksek din bilgilerini kaldırttılar (Bkz. Jön Türkler). Bu durum, medreselerin fonksiyonunu kaybetmesine sebep oldu, aynı zamanda Osmanlıların ilim ve fende Avrupa’dan geri kalmasına ve Osmanlı Devletinin yıkılmasına zemin hazırladı. Medreseler 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat (Eğitimde eşitlik) kanunuyla tamamen kaldırıldı.


2-)MEDRESE



Ders okutulan yer; İslam dünyasında
yaygın öğretim kuruluşu.

Arapça "de.ra.se" fiilinden gelen "medrese"
ve "müderris" kelimeleri birbirleri ile yakından ilgilidir.
Öğrenciler için ders okumaya mahsus yer demek olan medreselerde,
ders veren hocalara da müderris adı verilmektedir.

İslam, eğitim ve öğretim faaliyetleri
üzerinde önemle durur. Bu dinin kitabı olan Kur'an, ilk ayeti ile
okumayı emreder. Bu Kitabın gönderildiği Peygamber de
ümmetine bu yolda gerekli talimatı vermiştir. Kur'an bu
sünnetin bu konudaki emirlerini göz önünde bulunduran müslümanlar,
daha İslam'ın ilk yıllarından itibaren öğrenmek
için bütün imkanlarını seferber ettiler. Başlangıçta
bu imkanlar, daha ziyade dini alanda kullanılıyordu. Zira bu
bilgilerin bir kısmı günlük, bir kısmı haftalık,
bir kısmı da senelik ibadetler için gerekliydi. Çünkü,
bunlar bilinmeden ibadet yapılamazdı. Bununla beraber, ibadetler
için gerekli olan bilgiler sadece dini bilgiler değildir.
İslam'ın Kur'an ve Sünnet çerçevesi içinde teşekkül
eden ve Kur'an ilimleri diye niteleyebileceğimiz ilimlerin
yanısıra bunlara yardımcı olan sosyal ve sayısal
bilgilere de ihtiyaç vardır. Namaz ve oruç için basitte olsa bir
astronomi bilgisine; Hacca gitmek için coğrafya bilgisine; Zekat
vermek veya miras taksim etmek için de matematik bilgisine sahip olmak
gerekir. Bütün ihtiyaçlar, zamanla, müslümanların
değişik branşlardaki ilimlerle uğraşmalarına
sebep oldu. Nihayet, bazı hadislerin, genel anlamda ilmi teşvik
etmeleri, müslümanların asırlar boyu her türden ilmi
faaliyette bulunmaları sonucunu doğurdu.

H. 459 (M.1066-1067) senesi, İslam eğitim
tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Zira bu yılda,
Selçuklu veziri Nizamülmülk (ö. 485/1092)'ün inşa ettirdiği
medreseler manzumesinin en önemlisi ve bu bakımdan belki de ilki
Bağdad'da açıldı. Devlet tarafından maddi-manevi
yardım gören ve saray tarafından himaye edilen Nizamiye
medreselerinin, gerek teşkilat ve gerekse öğretim
bakımından o çağın diğer eğitim
kuruluşlarından çok üstün oldukları bir gerçektir.
Nizamiyelerin ders programında İslami ilimlerin yanısıra
diğer ilimlere de yer veriliyordu. Tıp, astronomi, matematik,
felsefe ve tarih gibi ilimler de burada tahsil ediliyordu.

Medreselerin gelir kaynaklarını teşkil
eden vakıflar, Selçuklular zamanında kurulan bu müesseselerin
işlemesini sağlayan başlıca faktörlerdir. Medrese vakıfları,
bu dönem için büyük bir yenilik sayılmaktadır. Zaten
Nizamiye medreselerinin orijinalliği de buradan ileri geliyordu.
Devamlı bir gelir kaynağına sahip olan medreseler,
yalnız ilmi ve idari muhtariyete değil, aynı zamanda mali
muhtariyete de sahip bulunuyorlardı. Böylece bu medreseler, yüksek
eğitime tahsis edilmiş bağımsız binasıyla,
medresenin emrinde yardımcı bir müessese olan kütüphanesiyle,
aldıkları maaşlarla geçim kaygısından uzak
olarak kendilerini mesleklerine veren öğretim üye ve yardımcılarıyla,
aldıkları burs ve kaldıkları yurtlarla kendilerini
ilme verme imkanını bulan öğrencileri ile yalnız o dönemde
değil, hatta bugünün şartları içinde dahi ileri düzeyde
ilim yapan müesseseler sayılabilirler (Naci Ma'ruf, Ulemau'n
Nizamiyat ve Medarisu'l-Maşrıkil İslami, Bağdat
1973, s. 12-13).

İslam dünyasında, medreselerin
kuruluşundan önce de eğitim ve öğretim faaliyetleri devam
ediyordu. Fakat bu faaliyetler, belirli ve özel bir yerde değil;
mescit, küttab ve bilginlerin evleri, kitapçı dükkanları
vs. gibi değişik ve farklı yerlerde oluyordu. Bu
bakımdan, İslam dünyasındaki eğitim ve öğretim
faaliyetlerini medrese öncesi ve medrese dönemi olmak üzere iki safhaya
ayırmak gerekir.

25 Muharrem 447 (26 Nisan 1055) tarihinde Selçukluların
Irak'ı ele geçirip, Bağdad'a girişleri, Ehl-i Sünnet'in,
Şiilere galibiyetinin başlangıcı olarak kabul edilir.
Zira bu tarihten itibaren halk arasında, Şiiliği yaymak için
gerek Fatımilerin (909-1171) gerekse Büveyhilerin (932-1062)
gösterdiği faaliyet sahaları kapanacaktı. Selçuklular,
sapıklık ve din dışı kabul ettikleri faaliyetlere
karşı, halkın zihnine hür düşünceyi yerleştirebilmek
için, bir karşı faaliyete girişmekten başka çare
olmadığını anladılar. Gerçekten, Fatımiler
tarafından Mısır'da kurulan "Daru'l-ilm"ler,
felsefi rumuzlarla ifade edilen batıni tevillerinin propagandasını
yapabilmek için ulum el-evail (eskilerin ilimleri) den faydalanmaya
önem veriyorlardı. Çok geçmeden bunların örnekleri
İskenderiye, Halep, Kudüs, Trablusşam gibi yerlerde de açılmaya
başlandı. Bu müesseseler kısa bir müddet sonra sadece bir
propaganda merkezi haline dönüştü.

Mutezile kelamı ve Yunan felsefesinden istifade
ile Sünni akideyi bulandırmakla meşgul olmaya
başladılar. İşte bu sebeple, İslam dünyasının
doğusunda, camilerden ayrı olarak öğretim yapmak,
talebinin maddi sıkıntıya düşmeden
barınmasını sağlamak ve Şii dailerinin
(propagandist) propagandasına karşı halka gerçek bilgiyi
vermek gayesiyle medrese adı ile bilinen müesseseler kuruldu. Bu
müesseselerde halka gerçek din ve prensipleri öğretilecek,
doğru ile yanlış arasındaki fark
anlatılacaktı. Bu hedef gözönünde bulundurularak bir
müessesenin kurulması düşünülüyordu. Nihayet, Sultan
Alparslan ve oğlu Melikşah'a vezirlik yapmış bulunan
Nizamülmülk'ün gayreti semeresini verdi. Zekeriya Kazvini'ye göre bir
gün Alparslan, Nizamülmülk ile Nişabur'da, caminin
kapısında üstü başı perişan gençleri
görünce, bunların kim olduklarını ve niçin bu durumda
bulunduklarını sormuş. Vezir de ona "bunlar, dünya
zevki bulunmayan ilim talibleridir" cevabını vermiş.
Bunun üzerine sultan, bunlara bir yurt inşa edilmesini ve maaş
bağlanmasını emretmiş. Demek oluyor ki ilk nizamiye
medresesi, Nişabur'da inşa edilmiştir. Bununla beraber
Nizamiyelerin en meşhuru, eğitim ve öğretim kadrosu ile
birlikte, diğer çalışanlara da vakıflar
vasıtasiyle meccani tahsil ve geçim sağlayan ilk teşkilatlı
medresesi, Alparslan zamanında kurulmuştu. 457 (1064)
yılında Dicle kenarında temeli atılıp
inşasına başlanan ve 100 bin dinar harcanarak, iki sene
sonra tamamlanan medresede tedrisata başlandı. Bu medresenin müderrisliğine
Ebu İshak Şirazi el-Firuzabadi getirildi (Naci Maruf,
a.g.e., s. 19; Fethiye Nebravi, Tarih en-Nuzum vel-Hadara el-İslamiyye,
Kahire 1981, s. 209).

İslam dünyasında, Nizamülmülk'ten önce
de medrese adı ile devamlı olmayan bazı müesseseler açılmıştı.
Fakat bunların hiç birisi uzun ömürlü olmamıştı.
Ama Nizamülmülkün gayret ve heyecanı medrese için yeni bir gelişme
devrinin başlangıcı olmuştur. Bu yüzden olsa gerek
ki, İslam dünyasında ilk defa medreselerin Nizamülmülk ve
dolayısıyle Selçuklular tarafından kurulduğu görüşü
yaygınlık kazanmıştır. Gerçekten, medreselerin
geniş anlamda devlet eliyle kurulması, öğrenim
masraflarının devlete ait olması ve medrese teşkilatının
en küçük ayrıntılarına kadar tesbiti, Selçukluların
eseridir. Selçuklular, kurdukları medreseleri, hem ilmin
gelişmesini sağlamak, hem ilmiye mensuplarına maaş
bağlayarak onları devletin yanında tutmak, hem de
Fatımilerin Şiilik propagandalarıyla diğer
Rafızi telakkilere karşı Sünniliğin müdafaası
gayesiyle tesis etmişlerdir. Nizamülmülk zamanında
Bağdad'dan sonra Belh, Nişabur, İsfahan, Rey, Herat, Basra,
Merv, Musul, Âmil ve Ceziretu İbnü Ömer gibi yerlerde de
medreseler açıldı (Naci Maruf, a.g.e., s. 12). Hatta bir
rivayete göre Horasan'ın her şehrinde "Nizamiye"
adı ile medreseler açılmıştı. Ancak bu
medreselerin bir çoğu Bağdad Nizamiyesi'nin ilk kademeleri (Musıla)
seviyesinde idiler. Büyük Selçuklulardan sonra medrese tesisi, bütün
bir İslam dünyasında gelenek haline geldi. Teşkilat ve işleyiş
bakımından nizamiyeler örnek alınarak köylere varıncaya
kadar her yerde medreseler açıldı. Nizamiyelerin açtığı
bu yoldan sonra, Abbasi halifelerinin de kendi memleketlerinde medreseler
açtıkları ve vakıflarla bunları destekledikleri
bilinmektedir. Nitekim Abbasi halifesi el-Mustansır Billah (ö.
640/1242)`ın tesis ettiği muhtelif medreseler arasında
Mustansıriyye Medresesi, o zamana kadar eşine rastlanamayan bir
şekilde bina edilmişti. Suyuti'nin ifadesine göre Dicle
nehrinin doğrusunda kurulan bu medreseden daha güzeli yeryüzünde
inşa edilmemişti. Vakıflarının çokluğu ve görevlerine
verilen maaş bakımından da yegane idi. (Suyuti,
Tarihu'l-Hulefa, s. 461). Büyük Selçuklulardan sonra medrese kurma
faaliyetleri devam etti. Onların geliştirdiği sistem her
yerde uygulanmaya başladı. Gerek doğu, gerekse batı
(Mağrib ve Endülüs)'da medreseler yaygınlaşmaya
başladı. Beylikler dönemi Anadolu sahasını bu genel
kaidenin dışında tutmamız mümkün değildir. Bu bölgede
de birçok medresenin kurulduğunu kaynaklardan öğreniyoruz.
Nitekim, gerek yapı ve gerekse teşkilat bakımından Büyük
Selçuklu medreselerini örnek aldıkları anlaşılan
Anadolu Selçukluları ile Anadolu'nun muhtelif yerlerinde hakim olan
Türkmen beyleri, Anadolu'da daha sonra Osmanlı medreselerine mahrec
olarak medreseler kurmuşlardır. Bu medreselerin en eskisi,
Konya'da II. Kılıç Arslan (1156-1192) zamanında
yapılmış olan ve İpekçi diye meşhur olan
Şemseddin Ebu Said Altun Aba Medresesidir. Bundan başka yine
Konya'da Şerif Mes'ud Medresesi, Sırçalı Medrese, Karatay
Medresesi, Kayseri'de Sahibiye Medresesi, Sivas'ta Gök Medrese, Tokat'ta
Gök Medrese, Kırşehir'de Cacabey Medresesi, Konya Aksaray'da Tacu'l-Vezir
Medresesi, Malatya'da Ulucami Medresesi, Afyon'da Kale, Antalya'da İmaret,
Ata Bey, Karatay Medreseleri vs.

Medreselerdeki öğretim metodu, fazla
teferruatlı değildir. Medrese eyvanlarında (dershane) yapılan
derslerin tedris usulünde zaman içinde değişiklikler
olmuştur. Başlangıçta ve bilhassa Kur'an-ı ilimler söz
konusu olduğu zaman ezbercilik sistemi geçerli idi. Fakat zamanla bu
sistem, yerini yazma ve not almaya bıraktı. Dersler, çoğu
zaman sabah namazından hemen sonra başlardı. Derse bir
kişinin Kur'an okumasından ve Hz. Peygambere salat ile
selamdan sonra başlanırdı. Tedris usulünde, hoca ile
talebenin karşılıklı soru sorma usulünün, yani aktif
metodun önemi bilindiğinden bu yola baş vuruluyordu. Nitekim,
Eyyubi ve Memlukler döneminde Mısır'daki eğitimi tahlil
eden Abdülgani Mahmud Abdul-Âti, "muid"in vazifelerinden
bahsederken, onun hocaya bir seferden fazla soru soran talebenin,
anlayamadığı konuları ve sorularını açıklayıp
cevaplandırdığını söyler. Böylece hoca
(müderris)dan başka, talebe ile daha yakından ilgilenen ve bir
çeşit asistan olarak kabul edebileceğimiz muid'in, talebe ile
daha rahat konuştuğunu belirtir.

Osmanlılarda ise, Fatih Sultan Mehmed devrinde
medrese öğretimi belli bir kanuna bağlandı. Dersler
kahvaltıdan sonra başlar ve öğlen namazına kadar sürerdi.
Öğleden sonra öğrenci kütüphane veya camide mütalaada
bulunurdu. Salı günü hafta tatili olarak kabul ediliyordu.

İslam dünyasında genel eğitim ve öğretime
tahsis edilen medreseler yanında Daru'l-Hadis, Daru't-Tıb, Daru'l-Kurra
gibi isimler alan ve özel branşlarda öğretim faaliyetlerinde
bulunan medreseler de vardır.

Osmanlı Dönemi Medreseleri:

Daha önce de belirtildiği gibi, İslam
ülkelerindeki ilmi hayatın gelişmesinde XI. asrın müstesna
bir yeri vardır. Bu asırdan itibaren medreseler, halkın dini
ve kültürel anlayış bakımından yetişmesinde
faal bir rol oynamaya başladılar. Osmanlılar döneminde ise
medreseler hem program, hem de mimari sahada büyük bir gelişme gösterdiler.
Bu bakımdan, şehirlerin fiziki gelişmesinde de
medreselerin önemli bir yeri olduğu söylenebilir.

Osmanlılar, medrese eğitimine,
dolayısıyle ilme ve bu sahanın adamlarına büyük
ölçüde değer vermişler; tahsil ve eğitim konusunda
karşılaşabilecekleri sıkıntıları,
zamanının imkanları nisbetinde ortadan kaldırmaya
çalışmışlardır. Bu devlette ilmiye
sınıfı mensublarına büyük bir itibar gösterildiği
için İran, Turan, Horasan, Dağıstan, Hindistan, Buhara,
Halep, Şam, Mısır ve Karaman'dan birçok alim
İstanbul'a akın etmişti (Tayyarzade Ahmet Ata, Tarih-i
Ata, İstanbul 1293, I, 213).

Osmanlılar, medrese eğitimini vakıflar
sayesinde devam ettirme yoluna baş vurdular. Fatih Sultan Mehmed'in,
İstanbul'u feth eder etmez "Sahn-ı Seman"
medreselerini tesis ettirmesi ve bunlar için geniş vakıflarda
bulunmasından sonra (bu konuda geniş bilgi için bk. Fatih
Mehmed II Vakfiyeleri, Ankara 1938, s. 51-55) devlet merkezi olduğu
gibi ilim merkezi haline de gelen İstanbul'da, padişahlar
başta olmak üzere sultanlar, vezirler, ilim adamları ve
bazı saray mensupları tarafından pek çok medrese inşa
olundu. Yalnız Mimar Sinan'ın baş mimarlığı
sırasında İstanbul'da yapılan medreselerin
sayısı, altı tanesi Süleymaniye Medreseleri olmak üzere,
elli beşi bulmaktadır. XVII. asrın son çeyreği
başında İstanbul'daki medrese sayısının yüz
yirmi altıya ulaştığı görülmektedir (Mübahat
S. Kütükoğlu, 1969'da Faal İstanbul Medreseleri, İstanbul
1977, s. 5-6).

İslam eğitim tarihi içinde müstesna bir
yeri bulunan Osmanlı medreseleri, yüksek öğretimi gerçekleştiren
müesseselerdi. Osmanlı döneminin ilk medresesi, Orhan Gazi tarafından
731 (1330) tarihinde İznik'te açılmıştı (Âşıkpaşazade,
Tevarih-ı Âl-i Osman, İstanbul 1332, s. 42). Bu şehir bir
ilim merkezi olarak önemini XV. yüzyılda da korumuş ve bu yüzden
kendisine "alimler yuvası" sıfatı
verilmişti.

Osmanlı medreselerinde "Ulum-ı
aliye" denilen kelam, belagat, mantık, lügat, nahiv,
matematik, astronomi, felsefe, tarih, tıb ve coğrafya gibi
ilimlerin yanında bir de "Ulum-ı 'aliye" denilen
Kur'an ilimleri, hadis ve fıkıh gibi ilimler okutulurdu.

İstanbul'da Sahn-ı Seman ve Tetimmeler yapıldıktan
sonra, Osmanlı Devleti sınırları içindeki medreseler
de yeni bir teşkilat ve nizama tabi tutuldu. Buna göre aşağıdan
yukarıya doğru her derecede hangi ders ve kitapların ne
ölçüde okutulduklarını kesin olarak tesbit etmek pek mümkün
görülmemekte ise de, bazı vakfiye, kanunname ve biyografi
kitapları sayesinde bunu tesbit etmek kolaylaşmaktadır.
Osmanlı medreselerini isim olarak aşağıdan
yukarıya doğru şöyle sıralayabiliriz:

1. Haşiye-i Tecrid

2. Miftah

3. Kırklı

4. Ellili

a) Haric

b) Dahil

5. Sahn-ı Seman

6. Altmışlı.

Osmanlı medreselerinde, müderrislerin günlük
olarak aldıkları ücret, medreselerin derecelerini gösterir.
Mesela müderrisin yevmiyesi yirmi veya yirmi beş akça olan
medreselere "Haşiye-i Tecrid" dendiği gibi yirmili
medrese de denmektedir.

lk defa tedris (eğitim) hayatına
başlayacak olan bir öğrenci, muhtasarat denilen dersleri gördükten
sonra "Haşiye-i Tecrid" medresesine devam eder. Orada
muvaffak olursa müderristen bir belge (icazetname) almak suretiyle bir
yukarı derecedeki "Mitfah" medresesine devam eder. Oradan
da kırklı; Hariç ve Dahil medreselerinin derslerini
gördükten sonra Sahn-ı Seman'a girerek danişmend olur (Bu
konuda geniş bilgi için bk. Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet,
İstanbul 132C I,13B Uzunçarşılı, İlmiye, s.
11-12; Kazıcı, Eğitim Tarihi, s. 92-93).

Başlangıçta çok güzel işleyen medrese
sistem ve kanunu, daha sonra bilhassa XVI. asrın son çeyreğinden
itibaren yavaş yavaş durgunluk safhasına girdi ve
arkasından da bazı sebeplerden dolayı bozulmaya
başladı. Bunun önünü almak için zaman zaman ıslahat
hareketlerine baş vurulmuştu. Fakat esas ıslahat,
Padişah Sultan Mehmed Reşad (1909-1918) devrinde Şeyhül-İslam
Ürgüplü Mustafa Hayri Efendinin şeyhülislamlığı
sırasında ve dört sene süren çalışmalar sonunda
yapıldı.

Ziya KAZICI


3-)İnsanlığın bugün sahib olduğu ilim ve teknik seviyedeki en büyük pay, İslam memleketlerinde kurulan medreselerde yetişen müslüman alimlerindir. (İslam Tarihi Ansiklopedisi)

Din ilimlerinden başka, hey'et (astronomi), hesab (matematik), hendese (geometri), hikmet, tıb gibi ilim dallarına da mühim yer veren medreseler; din ve dünya ilimlerini, birlikte yürütürdü. İnsanı dünyanın esiri yapmadan, dünyanın fatihi ve sahibi yapmak maksadıyla, devletin temel taşı olan din ve devlet adamlarını en mükemmel şekilde yetiştirmeyi sağlardı. (İslam Tarihi Ansiklopedisi)

İmam-ı Rabbani, zamanının fen bilgilerinde en mütehassıs idi. Bir mektubunda; "Oğlum Muhammed, bu günlerde Şerh-i mevakıf kitabını tamamladı. Yunan felsefecilerinin hatalarını anladı" buyuruyor. Bu kitab, İslam medreselerinin yüksek kısmında son zamanlara kadar okutulan bir fen kitabıdır. (M. Sıddik Gümüş)


4-)İslam ülkelerinde, genellikle İslam dini kurallarına uygun bilimlerin okutulduğu yer
Örnek:Geceleri de ya bir cami ya da bir medrese köşesinde kıvrılır yatarmış. Y. K. Karaosmanoğlu


5-)Fakülte.


6-)İslam ülkelerinde, görenekçi yöntemlerle yürütülen öğretim kurumu.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Moslem theological school.
İngilizcesi İngilizce
Madrasah.

  • Medrese ziyaretinde çevrede toplanan gençler Erdoğan’a tezahüratta bulundu.
  • 30 saatleri arasında Fatih'te Molla Fenari Mahallesi Kalpakçılar ve Nuru Osmaniye caddeleri Mahmutpaşa, Kürkçüler Çarsısı, Kürkçüler Kapısı, Hüseyinağa Cami, Bileyciler, Medrese Sokak ve civarına, 08.

Sizde içinde Medrese kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Medrese kelimesi anlamı 105 defa okunmuştur. [239063] Medrese kelime anlamı, Medrese nedir, Medrese ne demek, Medrese sözlük anlamı

Paylaş