Mimarlık Nedir

Mimarlık Nedir ? Mimarlık Ne demek ?

1-)Alm. Beaukunst (f) Architektur (f), Fr. Architecture (m), İng. Architecture. İnşa sanatı. Mimarlıktan maksat, ortaya konan eserde güzellik, sağlamlık ve kullanışlılığı birleştirmektir. Bu unsurlarsa, kültür, iklim ve teknik imkanlara bağlı olduğundan mimarlık sanatı da devirden devire, milletten millete ve iklimden iklime büyük değişiklikler göstermektedir.

Ilıman iklimin hüküm sürdüğü memleketlerde binalar, güneş ışığını en fazla alacak tarzda inşa edilir. Yağışlar daha çok yağmur şeklinde olduğundan çatı eğimleri azdır. Ekvatora daha yakın sıcak iklim bölgelerinde ise, güneş ışığından sakınılır. Pencereler az sayıda ve ufaktır. Avluların üzeri kapatılmıştır. Kar yağışının fazla olduğu ve uzun zaman erimeden kaldığı, kuzey memleketlerinde, çatılar çok eğimli yapılır. Böylece çatı üzerindeki kar miktarı en aşağı seviyede tutulmuş olur.

Başlıca inşaat malzemesi taş, tuğla, ahşap, mermer, maden, kireç ve çimentodur. Her malzemenin fiziki özellikleri başka başkadır. Bu yüzden kullanılan malzemenin cinsine göre, inşaatın şekli ve tatbik edilen usüller de değişiklik gösterir. Çeşitli taş cinsleri, her devirde yaygın olarak kullanılan bir inşaat malzemesidir. En iyi şekil verilebilen taş, kalker (kireç taşı)dir. Mermer de bir kalker türüdür. Granit, çok kullanılan bir başka taş cinsidir. İnşaat malzemesi olarak taş, yüksek basma (sıkıştırma) mukavemetine karşılık nisbeten düşük eğme mukavemetine sahiptir. Bu sebeple taş binalarda kirişler kısa tutulur. Sık ve kalın sütunlara ihtiyaç vardır. Yine eskiden beri yaygın olarak kullanılan ahşap malzemeyse, lifli yapısı sebebiyle yüksek bir eğme mukavemeti gösterir.

Böylece uzun krişli, ince sütunlu binalar inşa etmek mümkün olmaktadır. Gayet sıhhi olan ahşap malzemenin tek mahzuru çabucak yanmasıdır. Fakat buna karşı da çeşitli tedbirler geliştirilmiştir. ABD ve Kuzey Avrupa’da evler hala ahşap olarak yapılmaktadır.

On dokuzuncu yüzyılda, betonun yüksek basma (sıkıştırma), çeliğin ise yüksek eğme mukavemetinden istifade etmek için, betonarme inşa tarzı geliştirildi. Böylece hem geniş, hem de çok yüksek binalar yapma imkanı ortaya çıktı. Beton içine inşaat demiri yerleştirilerek tatbik edilen betonarme inşa tarzı, bugün bütün dünyada yaygın şekilde kullanılmaktadır.

Kil ve çamurun fırında pişirilmesiyle imal edilen ve taş kadar sağlam olmamasına rağmen işlemesi kolay olan tuğlanın ilk defa M.Ö. 6000 yıllarında Mezopotamya’da kullanıldığı bilinmektedir.

Mimari bir eserde tertip tarzı, büyüklük, ölçülerin birbirine nisbeti ve uygunluğu gibi unsurlar sayesinde güzellik sağlanmaya çalışılır. Bu maksatla eserlerin ölçülerinde nisbetlerini esas alan matematikle ilgili formüller kullanılır. Mimarlıkta göz önüne alınması gereken bir husus da kullanışlılıktır. Yani, yapılan eser kullanma gayesine uygun olmalı, bina içinde sirkülasyon (hava akışı) ve akustik (ses yayılma) özellikleri iyi bir şekilde sağlanmalı, çeşitli ihtiyaçlar, imkanlar nisbetinde karşılanmalıdır.

Mimarlık, ihtisas sahalarına göre birkaç şubeye ayrılır:

1. Dini mimarlık (Cami, mescit, kilise mimarlığı).

2. Askeri mimarlık.

3. Sivil mimarlık (Mesken, sınai, ticari içtimai ve siyasi mimarlık).

4. Bahçe mimarlığı (Bahçe tanzimi).

5. Şehir mimarlığı (Şehir imar planlarının hazırlanması, cadde, sokak ve meydanların tanzimi ile uğraşan mimarlık şubesi).

Mimarlık tarihi, insanlık tarihiyle başlar. Yeryüzünde ilk mimari eser Kabe’dir. Kabe’yi ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselam yapmıştır. Oğlu Şit aleyhisselam Kabe’yi ikinci defa taştan inşa etmiştir. Nuh Tufanından sonra, hazret-i İbrahim ve oğlu hazret-i İsmail birlikte yeniden imar ettiler.

Eski Mısır’da mimarlık: Nil Nehrinin çamurunu güneş ışığında kurutarak elde ettikleri tuğlalarla evlerini yapan eski Mısırlılar dinleri icabı, en büyük önemi mabetlerle mezarlara vermişlerdir. Firavunları mumyalayıp içerisinde muhafaza ettikleri dev piramitler o devrin sembolü olmuştur. Bu piramitlerin inşası için büyük iş gücü gerekmiştir. Aynı şey mabetleri için de söylenebilir. Eski Mısırlıların mabetlerinde, kapalı bir avludan geniş bir salona girilir. Bu geniş sahada o kadar çok sütun vardır ki geriye pek az boşluk kalmıştır. Çok az yağmur yağan Mısır’da bu sütunların üzeri de taştan düz bir çatı ile gereksiz yere örtülmüş, içeriye güneş ışığının gelmesi önlenmiştir.

Mezopotamya’da mimarlık: Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı Mezopotamya’da çamurun kurutulmasıyla imal edilen kerpiç veya tuğla, başlıca inşaat malzemesidir. Babil ve Sümerlerde kemerli inşa tarzı gelişmiştir. Âsurluların ise sarayları meşhurdur. Tek katlı olan bu saraylarda odaların çoğunu dar koridorlar teşkil eder. Âsurlular, şehirlerin etrafını da surlarla çevirmişlerdir. Mezopotamya’nın bu eski şehirleri, zamanla toprak altında kalmıştır.

Yunan ve Roma mimarlığı: Mısır ve Mezopotamya mimarisinin tesiri eski Yunan’da da görülür. Kereste, çamur ve taşın yanısıra mermer de inşaat malzemesi olarak kullanıldı. Mısır’daki düz çatıların yerine az eğimli çatılar yapıldı. Yunan tapınaklarında topluca ibadet edilecek geniş kısımlar yoktur. Tek kişilik küçük hücrelerin yer aldığı bu tapınakların dış kısmında yer alan üstü kapalı avlularda tanrılarına kurban keserlerdi. Eğlenceyi çok seven Yunanlılar birçok açık hava tiyatrosu yapmışlardır. Bu tiyatrolarda daireye benzer şekildeki sahnenin etrafında merdiven basamağı gibi kat kat oturma yerleri çepeçevre inşa edilmiştir.

Romalılar ise, geniş memleketlere hakim olduklarından büyük şehirler kurdular. Bu şehirlere kemerler üzerinden su getirdiler. Roma’nın hamamları da meşhurdur. Bu hamamların zemin ve duvarları mermerle kaplanmıştır. Romalılar bunlardan başka gladyatörlerin mücadelesini seyredip eğlenmek için, Yunanlıların tiyatrolarına benzer yapılar inşa etmişlerdir. Bütün bu inşaatlarda mahalli malzemelerin yanısıra deniz ve karayolları ile uzak memleketlerden de çeşitli malzemeler getirip kullanmışlardır.

İlk Müslümanlarda mimarlık: İslamiyetin gelmesiyle büyük bir medeniyet kuran Araplar, her sahada olduğu gibi mimarlıkta da eşsiz eserler verdiler. Dünyaca tanınmış düşünürlerden Hrischfeld; “Hiçbir millet, Arapların İslamiyeti kabul etmeleriyle medeniyete girmesi derecesinde hızla uygarlaşmamıştır.” demektedir. Müslümanlar, kısa zamanda Hindistan’dan İspanya’ya kadar uzanan, üç kıta üzerine yayılmış geniş toprakları, bu yeni kültürün eserleriyle süsleyip damgalarını vurdular. Bu eserlerini meydana getirirken, o güne kadar çeşitli milletler tarafından kullanılan mimari usullerini en iyi şekilde tatbik ettikleri gibi, daha evvel görülmemiş birçok yeni teknikler geliştirip dünyaya tanıttılar.

Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hicretlerinde, Medine yakınında inşa edilen Kuba Mescidi İslam tarihindeki ilk mesciddir. Medine-i münevvere şehrinde inşa edilen Mescid-i Nebi, elli metre eninde, elli metre boyunda olup, Mescid-i Haram’dan sonra en kıymetli camidir.

Hendek Gazasında, Medine şehri etrafına hendek kazıldı. O zamana kadar Araplar bu usulü bilmiyorlardı.

Hazret-i Osman zamanında memleketin her tarafındaki ticaret yolları üzerinde hanlar, misafirhaneler yapıldı.

Kudüs’teki Kubbet-üs-Sahra Camiiyle 879’da biten Kahire’deki İbn-i Tulun Camii, o devrin mühim eserlerindendir. Kubbet-üs-Sahra’nın duvarları ile kemerleri çini kaplamadır. Ayrıca abanoz ve sedef işçiliği görülmektedir.

Yine aynı devirde Kuzey Afrika’da ribat adı verilen eserler dikkat çekicidir. Tekke olarak kullanılan ribatlar kale görünüşlü olup, dış saldırılarda içindekileri muhafaza ederdi.

Minare, Müslümanlara has olan bir mimari tarzdır. Zira ezanı yüksek yerde okumak sünnettir. Eshab-ı kiramdan Mesleme bin Mahled, Mısır’da valiyken H.58 (M.680) senesinde hazret-i Muaviye’nin emriyle ilk minareyi yaptırdı. (Bkz. Minare)

711 senesinde İspanya’ya geçen Müslümanlar, başşehir Kurtuba’yı tam bir medeni şehre çevirdiler. Burada saraylar, hastaneler, medreseler yaptılar ve bir de büyük üniversite kurdular. Avrupa’da ilk kurulan üniversite budur. Dünya yüzündeki ilk üniversite ise Fas’ın Fez şehrinde bulunan Keyruvan Üniversitesidir. İspanya’da Endülüs İslam Devletini kuran Birinci Abdurrahman, 785 senesinde Kurtuba’da büyük bir cami inşasını başlattı. Bizzat kendisi, bir amele gibi çalıştı. Yapı malzemesi, doğunun birçok yerinden getirildi. (Bkz. Kurtuba Camii)

Endülüs Sultanı Üçüncü Abdurrahman; Kurtuba’dan üç saatlik mesafedeki Vadi-yül-Kebir kenarında Ezzehra isminde pek büyük ve ince sanatlarla dolu bir sarayla mükemmel bahçeler ve büyük bir cami yaptırdı.

Gırnata şehrindeki Elhamra Sarayı da Endülüs Müslümanlarından günümüze gelen eşsiz eserlerdendir.

Büyük Selçuklularda mimarlık: Büyük Selçuklular da hakimiyet kurdukları geniş memleketler üzerinde cami, medrese, türbe, çok maksatlı olarak kullanılan külliyeler, bimarhane(hastane), aşhane ve hamamlar inşa ettiler. Ticaret yolları üzerinde kervansaraylar, darüşşifa adı verilen hastaneler yaptırdılar. Moğol baskını ve yağmalarına karşı şehirlerin etrafını surlarla çevirdiler.

Selçuklu mimarisinde bilhassa türbelerin önemli yeri vardır. “Kümbet” adını verdikleri türbeler, dört köşeli çok köşeli veya yuvarlaktır. İçten kubbeyle, dıştan piramit veya koni biçimli bir külahla örtülü olan bu künbetlerin çoğu iki katlıdır. Alt kat mezar yeri, üst kat ise mescittir.

Anadolu Selçuklularında mimarlık: Selçukluların Anadolu’da kurdukları devlet daha uzun ömürlü olmuş, bu beldeyi Bizans tesirinden kurtarıp bir İslam diyarı haline getirmişlerdir.

Anadolu Selçuklu camilerinin çoğu, çok sütunlu ulu cami tipindedir. Bunların en dikkat çekici olanları Konya ve Niğde’deki Alaeddin camileriyle Divriği ve Malatya’daki ulu camilerdir.

Selçuklu medreselerinin birçoğu günümüze kadar ulaşmıştır. Bilhassa Doğu ve Orta Anadolu’da rastlanan bu birbirinden güzel medreseler, sağlamlıkları, tertip tarzları, süsleriyle hayranlık uyandırmakta, sadece yüksek bir sanat zevkini değil, aynı zamanda ilme verilen önemi de göstermektedir. Medreseler avlulu ve kubbeli olmak üzere iki tiptir.

Selçuklu türbelerinin çoğu taştandır ve çokgen planlıdır. Yuvarlak olanlar da vardır. Çok azı ise kare gövdeli veya eyvanlı türbelerdir. Daha sonraları kare bir alt gövde üzerinde çokgen bir ikinci gövdeden meydana gelen türbe tipi yaygınlaşmıştır.

Selçuklular, çeşitli maksatlı binaları bir arada da yapmışlardır. Bir bütün olarak şehirlerin ihtiyacını karşılayan bu eserlere “külliye” denmektedir. Külliyeler, cami, medrese, türbe, bimarhane(hastahane), aşhane ve hamamdan müteşekkildir.

Selçuklu saraylarından zamanımıza ulaşanına rastlanmamıştır. Buna mukabil kervansaraylardan bazıları günümüze kadar gelmiştir. Ticaret kervanlarının konaklamaları ve geceyi geçirmeleri için, büyük ticaret yolları üzerinde, yaya yürüyüşüyle bir günlük mesafe, yani yaklaşık bir merhale 36-40 (kilometre) arayla yapılan kervansaraylar pazar yeri olarak da kullanılırdı. Harp zamanında ise kale vazifesi görürdü. Bu kervansaraylar, hükümdarlar, devlet büyükleri ve zengin Müslümanlar tarafından vakıf olarak yaptırılırdı. Vakfiyelerinde, nasıl çalıştırılacakları ve gelirleri bildirilmekteydi. Buraya gelen fakir yolcular, üç gün için ücretsiz kalabilirdi. Sağlık hizmetleri için hekim ve baytarlar hazır beklerdi. Kervansarayların mimarisi de her ihtiyacı karşılayacak şekildeydi.

Yine Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde yer alan, Selçuklulardan kalan ve “darüşşifa” adı verilen eserler o günün hastaneleridir. Zamanının en güzel mimari eserlerinden olan darüşşifalar, medrese tarzında inşa edilmişlerdi. Darüşşifalar, yalnız başlarına yapılabildiği gibi çoğu zaman bir tıp medresesi, bazan da bir camiyle birlikte görülürlerdi.

Büyük Selçuklularda olduğu gibi Anadolu Selçuklu şehirleri de surlarla çevriliydi. Surların üzerinde ok atmak için mazgallar, kırk elli metrede bir kuleler, önünde ise su ile doldurulabilen bir hendek bulunuyordu. Kuleler kare, dikdörtgen veya nadiren çok köşeliydi. Bu surların içinde yine benzer şekilde bir iç kale yapılırdı. İç kale içerisinde bir cami, evler, su kuyuları, yiyecek ambarları ve surların dışında uzak bir yere açılan bir yeraltı geçidi bulunurdu.

Timuroğulları (Gürganiyye) Devletinde mimarlık: 1030 senesinde Gazne’de vefat eden Sultan Mahmud Gaznevi’nin Hindistan’a yaptığı on iki seferle ve daha sonra gelen Gazneli hükümdarlarının emrinde Kalaç ve diğer Türk boyları bu memlekete yayıldılar ve buralara İslam dinini ve medeniyetini de götürdüler. Beş asır sonra, Emir Timur Gürgan Hanın torunlarından Babür Şah, 1526 senesinde Hindistan’ı alıp büyük bir İslam devleti kurdu. Bu devlet 1858 senesinde İngilizlerin işgaline kadar, 342 sene sürdü. Bu devirde Timuroğulları, ancak Osmanlı Medeniyetiyle mukayese edilebilecek parlak bir medeniyet kurdular.

Babürlüler devrinde yapılan camiler genellikle aynı tarzda inşa edilmişlerdir. Üç yanında giriş kapıları bulunan geniş ve üstü açık bir avlunun kıble tarafında caminin kapalı kısmı yer almaktadır. Bunun üzeri kubbelerle örtülmüştür. Alt kısımlarının daralması özelliğiyle ilk bakışta fark edilen bu kubbeler genel olarak beyaz mermerden yapılmıştır. Bu camilerin, göreni tesiri altına alan bir özelliği de beyaz ve kırmızı renklerin yanyana kullanılmış olmasıdır. Babürlü camilerinin en mükemmeli Asya’nın en büyük camii olan Dehli’deki Şah Cihan Camiidir. 108 m eninde 108 m boyunda, kare şeklinde olan Şah Cihan Camiinin kapalı kısmının eni 67, derinliği 30 metredir. İki minaresinin yüksekliği 43 metredir. Avlusu, sivri kemerli revaklarla çevrilmiştir.

Hind Müslümanları, yaptıkları türbelerle en güzel mimari eserlerini vermişlerdir. Bazı türbelerde dış kubbenin içinde ikinci bir iç kubbe bulunmaktadır. Bu usül daha evvel Timur Hanın Semerkand’daki “Gur-i Mir” isimli türbesinde de başarılı bir şekilde kullanılmıştır. Babürlü mimarisinin şaheseri, Şah Cihan’ın zevcesi Mümtaz Mahal için Agra’da yaptırmış olduğu Tac Mahal’dir. 1.30 m yüksekliğinde, 250x110 m ölçülerinde kürsü denilen ve kırmızı kum taşı döşeli bir saha üzerinde kurulan 6 m yüksekliğinde ve 95x95 metre en ve boyunda, beyaz mermerden bir avlunun ortasında yer alan türbenin kubbesi de 75 m yüksekliğiyle dünyanın en yüksek kubbelerinden biridir. Türbenin köşeleri kesik kare biçimindedir. Yani sekiz kenarlıdır. Türbede, Selçuklu, Timur devri ve Osmanlı mimari özellikleri görülmektedir. Son araştırmalara göre Tac Mahal’i Mimar Sinan’ın talebelerinden olup Hindistan’a giden Osmanlı Mimarı Yusuf’un oğlu Mimar Ahmed’in yaptırdığı sanılmaktadır.

Hindistan’da çok sayıda büyük islam alimi yetişmiştir. Bu alimlerden feyz almak maksadıyla Hindistan ve diğer İslam memleketlerinin her tarafından gelen Müslümanlar için, hükümdarlar ve devlet adamları tarafından çok güzel dergahlar yaptırılmıştır. Bunlardan en önemlisi, İslam alimlerinin gözbebeği olan İmam-ı Rabbani hazretlerinin Serhend’deki dergahıdır. 1624 yılında vefat eden, İmam için, Şah-ı Zeman büyük ve çok sanatlı bir türbe yaptırmıştır. Oğlu Muhammed Ma’sum hazretleri de birkaç yüz metre kuzeyindeki büyük türbededir.

Avrupa’da mimarlık: Roma mimarisinin tesiri altında olan ortaçağ Avrupa mimarisine zamanla yeni unsurlar girmiş, İslam mimarisinin tesirleri de görülmüştür. Bilhassa Endülüs mimarisi, asırlar boyunca, Avrupalılar tarafından taklid edilmiştir.

Çeşitli tesirler altında Avrupa’da zaman içinde gotik, rönesans, barok ve rokoko gibi mimari tarzları görüldü. Bu umumi uslupların yanında her memlekete has bazı mahalli unsurlar da yer aldı. On ikinci asırda İtalya’da gotik uslubu doğdu. Bu uslupta yuvarlak kemerlerin yerini sivri kemerler aldı. İnce payandalar üzerine yüksek kubbeler oturtuldu. On beşinci asırda bu tarz mimari terk edildi. Yeniden yuvarlak kemerlere ve sütunlara dönüldü. Rönesans devrinde görülen klasik usluba dönüş cereyanı bütün Avrupa’ya yayıldı. On altıncı asırda doğan barok uslubu da klasik mimari tarza dayandı. Fakat barok devrine ait çeşitli mimari unsurlar daha değişik kompozisyonlarda verildi. (Bkz. Barok)

Barok uslubunun tesirleri yurdumuzda da görülmüştür. Lale Devrinde Üçüncü Ahmed Handan itibaren mimarlarımız bu usluba kendi anlayışları içinde yer verdiler.

Avrupa mimarisi, kültür farkı sebebiyle İslam mimarisiyle karşılaştırılamaz. İslam mimarisindeki özel unsurlar, Avrupa’da görülemez. Fransızların meşhur Versay Sarayında bir hamamın bulunmayışı bunun en güzel misalidir.

Osmanlılarda mimarlık: Türk tarihinde belirli bir yeri olan, büyük ve heybetli eserleri meydana getiren Osmanlı Türklerinin insanlık sanat tarihinde mühim yer tutan sanat eserlerinin toplamıdır. Osmanlı mimarisi basit, kullanışlı, abidevi ve az tezyinatlı olmasıyla dikkat çeker. İnce, zarif, vakur ve heybetlidir. Tamamen abidevi şaheserler olan camilerin çevreleri, külliye tabir edilen birçok sosyal müesseseyle çevrilmiştir. Fevkalade imarcı bir devlet olan Osmanlılar zamanında, kendine ait olmayan eserler bile ihtimamla korunmuştur. Îmar teşvik edilmiş, imar görmeyen Osmanlı toprağı kalmamıştır. Mütevazi mahalle zenginleri bile bir mescit yaptıramadığı takdirde, bir çeşme yaptırmış veya bir mektep tamir ettirmiştir.

Osmanlı mimarları büyük görgü ve tecrübe kazanarak her medeniyete ait abideleri, teknik ve sanat bakımından inceleyerek yetişirlerdi. Plan ve maket üzerinde çalışırlar, hazırladıkları plan ve maketlere göre eserlerini inşaya başlarlardı. Padişahlar önce mimarların hazırladıkları maketleri görürlerdi. Ayrıca abidenin nakışları da önce kağıda yapılır, sonra son şekli verilirdi. Küçük inşaatlar için de resim ve planlar çizilirdi. Mimar, yaptığı binanın muhasebesiyle meşgul olmaz, bu iş için o binaya nazır veya bina emini denilen bir maliyeci, yapı küçükse bir katip tayin edilirdi.

Hassa mimarları, şehirde nizama aykırı olan inşaata izin vermemekle, eğer yapılmışsa yıktırmakla da vazifeliydiler. Başlıca yasak bölgeler İstanbul surlarının içe ve dışa doğru 5’er arşın (3 metre) yakını, cami ve mescitlere 5 arşından fazla yaklaşmış binalarla caddeleri daraltacak inşaatlardı. Bütün yasaklara ve kontrollere rağmen, zaman zaman yapılan binalar derhal yıktırılırdı. Şehir kaldırımlarını inşa ve tamir ettirmekle de vazifeli olan hassa mimarları, kaldırımcılara yaptırdıkları kaldırımlar bozulursa, üç yıl içinde bedava onartırlardı.

Taşrada da devletten maaş alan hassa mimarları vardı. Eyaletlerde beylerbeyilerin emrinde bayındırlık müdürü vazifesi yapan mimarlar, bulundukları yerlerdeki devlet inşaatından; hususi inşaatın nizamına uygun olmasından, usta ve işçilerin durumlarından ve eserlerin işe yarar halde tutulmasından mesuldüler. Hassa mimarlarının tasvip etmediği hiçbir kimse hususi mimarlık yapamazdı.

Hassa sermimarlığı 1831’e kadar devam etti. Bu tarihte Sultan İkinci Mahmud Han tarafından Ebniye-i Hassa müdüriyeti kuruldu. 1836’da Meclis-i Umur-i Nafia, 1839’da Umur-i Ticaret ve Nafia Nezareti, yani Bayındırlık Bakanlığı kuruldu. Ebniye-i Hassa Müdüriyeti de bu nezarete bağlandı. Böylece Hassa Mimarları Ocağının sönmesiyle, Hasbahçe Mektebi de sona erdi. Mektepten yetişen kaliteli mimarlar azaldı. Askeri mekteplerdeki mühendislere mimarlık verildi. Mimarlığın ve mimari eserlerin yok olmakta olduğunu gören büyük devlet adamı Sultan İkinci Abdülhamid Han, 1881’de bugünkü Güzel Sanatlar Akademisi demek olan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisini mimari bölümüyle birlikte kurdu.

1299 yılında devlet haline gelen Osmanlılar, mimari eserlerini en evvel ilk başşehirlerinden olan Bursa’da ortaya koydular.

Daha çok Selçuklu mimarisinin izlerini taşıyan ve Orhan Gazi zamanında Bursa’da; Orhan Gazinin kardeşi Alaeddin Bey tarafından yaptırılan Alaeddin Camii, Orhan Bey Camii, Edebali’nin kardeşinin oğlu tarafından yaptırılan Ahi Hasan Mescidi, Murad-ı Hüdavendigar zamanında yaptırılan Hüdavendigar Camii, Şehadet Camii, Hayreddin Paşa Camii, Nilüfer Hatun Camii, İzzeddin Camii ve Kara Ali Camiiyle Yıldırım Bayezid zamanında yapılan Yıldırım Camii, Ali Paşa Camii, Demirtaş Camii, Ertuğrul Camii, Molla Fenari Camii, Gazi Timurtaş Mescidi, Somuncubaba Camii ve 20 kubbeli, ortasında on altı köşeli büyük bir şadırvan bulunan, minberi ceviz ağacından, oyma duvarları, en güzel yazı motifleriyle süslü Ulu Cami bunların belli başlılarındandır.

Çelebi Sultan Mehmed devrinde yapılan camilerse; Şaheser Camii ismiyle de anılan, nefis İznik çinileriyle süslü, çinilerindeki hakim renk yeşil olduğu için bu adı alan Yeşil Camiyle Çelebi Sultan Mehmed’in kızları Selçuk ve Hafsa hatunlar tarafından yaptırılan Selçuk Hatun Camii ve Bedreddin Camiidir.

Sultan İkinci Murad Han zamanında da; Muradiye, Abdal ve Zeyniler camileri yaptırılmıştır.

Aynı zamanda türbeler şehri de olan Bursa’da ilk altı Osmanlı padişahının ve yakınlarının türbe ve kabirleri yer almaktadır. Bir mimari eser olarak ortaya çıkan ve İstanbul’un fethine kadar yapılan türbelerse şunlardır: Osman Gazi Türbesi, Orhan Gazi Türbesi, Murad-ı Hüdavendigar Türbesi, Yıldırım Türbesi, Çelebi Sultan Mehmed Türbesi de denilen Yeşil Türbe, Sultan İkinci Murad Türbesi, Süleyman Çelebi Türbesi, Hadice Sultan Türbesi. Her biri birer sanat eseri olan türbelerde çeşitli mimari uslub ve motiflere yer verilmiştir. Bu türbeler daha çok Orta Asya ve Selçuklu sanatı izlerini taşırlar.

İstanbul’un fethinden önceki devirde; Lala Şahin Medresesi, Hüdavendigar Medresesi, Çelebi Sultan Mehmed’in Yeşil Medresesi gibi ortada bir avlu, bunun üç tarafı revak, kıble tarafı yüksek kubbeli dershanelerden meydana gelen medreseler de yaptırılmıştır. Orhan Gazi ve Murad-ı Hüdavendigar zamanlarında Bursa’da bugünkü ordu evinin bulunduğu yerde bir saray yaptırılmıştır. Çelebi Sultan Mehmed Han zamanında İpek Hanı, Murad-ı Hüdavendigar zamanında Kapan Hanı, Orhan Gazi zamanında Emir Hanı gibi hanlar ve kervansaraylar yaptırılmıştır.

İstanbul’un fethinden önceki devirde, Osmanlı Devletinin ikinci başşehri olan Edirne’de de pekçok mimari eserler meydana getirildi. Sultan İkinci Murad Han tarafından yaptırılan Üç Şerefeli Cami, Bursa Orhan Camii örnek alınarak yapılan Muradiye Camii, Çelebi Sultan Mehmed zamanında yaptırılan Eski Cami bu eserlerden bazılarıdır. Sultan İkinci Bayezid tarafından mimar Hayreddin’e yaptırılan İkinci Bayezid Camii, Beylerbeyi Camii ve Edirne’nin en eski camii olan ve Yıldırım Bayezid Han tarafından yaptırılan Yıldırım Camiidir. Gazi Mihal Bey ve Ayşe Kadın camileri de bu devirde yapılmıştır.

Birinci Murad Han tarafından 1414’te Eski Cami yanında yaptırılan bedesten, 1420’de yaptırılan Gazi Mihal Köprüsü, 1435’te İkinci Murad Han tarafından yaptırılan Darülhadis Medresesi, Tahtakale Hamamı, 1440’ta yaptırılan Topkapı (Alaca) Hamamı, Yıldırım Bayezid Han tarafından yaptırılan Saray Hamamı, bu devre ait mimari eserlerden bazılarıdır.

Osmanlı Devletinin kuruluşundan istanbul’un fethine kadar olan, kuruluş dönemi mimarisinde, Osmanlı mimarisinin bazı temel özellikleri ortaya çıkmıştır. Cami mimarisinde uygulanan değişik plan kuruluşları bu dönemin ana özelliğidir. Bu dönemde inşa edilen camiler: Tabhaneli camiler, tek kubbeli camiler ve çok kubbeli camiler olarak üç bölüm halinde ortaya çıkmıştır. Dini ve sosyal bir yapı olan tabhaneli (misafirhaneli) camiler, yapı ekseni üzerinde kıble yönünde uzanan, umumiyetle üzerleri birer kubbe ile örtülü geniş bir kemerle birbirine açılan, arka arkaya iki büyük mekan ve iki yanda yapı eksenine paralel sayıları değişen yan odalardan meydana gelmiştir. Girişteki birinci kısım umumiyetle, şadırvanlı ve üstü aydınlık fenerli kubbeyle kapalıdır. İkinci kısım ise, cami kısmıdır. Tabhaneli camiler Osmanlı Devletinin ilk zamanlarında yaygın olarak yapılmıştır.

Tek kubbeli camilerdeyse; ön kısımda kare planlı kubbe örtülü kısım, geride ise üç bölümlü bir son cemaat vardır. Mermer ve çini işlemeciliğinin de bulunduğu bu camilerin minareleri sırlı tuğla ve çinilerle kaplıdır.

Çok kubbeli camilerdeyse; mekan eşit bölümlere ayrılmış, her bölüm bir kubbeyle örtülmüştür. Yapı ekseni üzerindeki her bölüm, aydınlık fenerli bir kubbe veya bir şadırvanla avlu geleneğini yaşatmıştır.

Bu devirde yapılan medreselerse, umumi olarak dikdörtgen planlı olup, girişin karşısındaki kenara bitişen kubbeli ve camekanlı olan erkekler bölümü, dört eyvanlı ve dört köşe mekanlı; kadınlar bölümü ise, camekan dışında küçük bir ılıklık ve iki hacimli bir sıcaklık bölümünden meydana gelmiştir. Ticari maksatlı olarak inşa edilen avlulu şehirler hanları; kare planlı, iki katlı, alt katı mal ve eşyanın depolandığı revaklı penceresiz mekan, üst katı revakların tekrarlandığı pencereli ve ocaklı odalar halinde inşa edilmiştir. Yapı ekseni üzerinde giriş kanadının karşısında yapıya bitişik enine dikdörtgen planlı ahır yer almıştır.

Alış-verişlerin yapıldığı bedestenler ise, umumi olarak altı ayak üzerine yerleştirilmiş on dört kubbeli dört kapılı olarak inşa edilmiştir. Dışta mahzenli dükkanları olan bu yapılarda umumiyetle altmış dükkan ve bu sayıya yakın da mahzen yapılmıştır.

Bu dönemde yapılan türbeler ise sekizgen planlıdır. Yüksek kasnak, yapıya iki kademeli bir görünüş verir. Yapının yüzleri çinilerle veya çeşitli motiflerle kaplıdır. Kapı kanatları ve pencere kapakları Türk ağaç sanatının önemli eserleri arasında yer alır. Bu dönemde inşa edilen külliyeler; cami, medrese, mektep, imaret, şifahane, türbe, hamam ve hanları içine almıştır. Bu yapılar belli bir eksen düzeni olmadan, dağınık olarak kurulmuşlar, inşaatta arazinin özellikleri, yüksek ve alçakta kalan alanlar değiştirilmeden kullanılmıştır. Cami ve medrese yapıları birbirine yakın olarak yerleştirilirken, hamam ve han yapıları bunların uzağına inşa edilmiştir. Bu dönemdeki mimari eserlerde çini, önemli bir süsleme unsuru olarak kullanılmıştır. Geometrik süsleme örnekleriyle, sülüs ve kufi yazı motiflerinde yer aldığı süsleme örnekleri, umumi olarak nebati motiflerden meydana gelmiştir.

İstanbul’un fethinden sonra cihan devleti olan Osmanlılar; diğer sahaların yanında, mimarlıkta da üstün eserler verdiler. Üç kıtaya yayılan ve pek çoğu bugün de yaşamakta olan bu abide eserler hala Osmanlı medeniyetinin ihtişamını aksettirmektedir.

İstanbul’u feth etmekle dünya tarihinde yeni bir çağ açan Fatih Sultan Mehmed Han, derhal İstanbul’un imarına başladı. Ayasofya’yı kiliseden camiye çevirip ilk Cuma namazını kıldı. Sahabe-i kiramdan Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari’nin (radıyallahü anh) kabri üzerine türbe ve yanına Eyyub Sultan Camiini yaptırdı. Daha sonra Mimar Atik Sinan ile Mimar Ayas’a da Fatih Camiini ve külliyesini inşa ettirdi. Fatih külliyesinde; kütüphane, 16 medrese, imaret, kervansaray, tabhane, darüşşifa ve hamam bulunuyordu. Yedikule Camii, Kireç İskelesi Camii, Şehremini Camii ve Rumeli Hisarı, Eski Saray (Bugünkü Üniversite merkez binasının yeri), Topkapı Sarayı, üstü kubbe ve kemerle örtülü olan Kapalı Çarşı, Fatih Sultan Mehmed Han devrinde yaptırılan mimari eserlerden bazılarıdır. Fatih Sultan Mehmed Han zamanında birçok kütüphane, medrese, imaret, hamam, çarşı ve kervansaray gibi mimari eserler de yaptırıldı. Edirne, Bursa, Amasya, Trabzon ve diğer merkezlerde de mimari eserler meydana getirildi.

Bu devirde camiler ve çeşitli hayır binaları şeklinde gelişen mimari eserler, şehirlerin merkezi ve hakim noktalarına yapıldı. Bu eserlerde zarif, sade, fakat süzülmüş bir zevk mahsulü olan çini, mermer, tahta veya sıva üzerinde nakış gibi tezyinat ile bedii değerlerin bir bütün olarak düşünüldüğü görülür. Selatin Camii tabir edilen ve padişahlar tarafından yaptırılan camilerde bu bütünlük daha iyi göze çarpar.

Sultan İkinci Bayezid Han zamanında yetişen Mimar Hayreddin ise, Edirne ve İstanbul’da Bayezid Külliyelerini yaptı. Edirne’nin büyük camilerinden olan İkinci Bayezid Camiinin yedi bölümden meydana gelen külliyesindeki Darüşşifada akıl hastaları; su sesi, psikolojik telkin, meşguliyet ve ilaçla tedavi edilirdi. Sultan ikinci Bayezid Han zamanında Bursa’da, İstanbul’daki Fatih Camiinin küçük bir benzeri olan Emir Sultan ve Üftade Camilerine benzer camiler yaptırıldı. Amasya’daki Sultan Bayezid Camiinin kapısı, mihrabı ve minberi üzerindeki yazıların sanat değeri çok kıymetlidir. Külliye halinde yaptırılan caminin etrafında, kütüphane, bedesten, medrese, darülkurra, imarethane, fırın gibi sosyal tesisler yer almaktaydı.

Yavuz Sultan Selim Han devrinde yetişen ve Acem Ali diye bilinen Mimar Alaeddin Ali Bey tek kubbesiyle İstanbul’daki Sultan Selim Camiini yaparak Osmanlı mimarisine bir azamet ve vekar getirdi. Sekiz senelik kısa bir saltanat dönemi olan Yavuz Sultan Selim Han, doğu seferleriyle meşgul olmasına rağmen imar faaliyetlerinde de bulundu.

İstanbul’un fethinden, Mimar Sinan’ın mimarbaşı olarak vazife aldığı 1535 yılına kadar uzanan dönem, Osmanlı mimarisinin gelişme dönemidir. Bu dönemde camilerden başka; medrese, hamam, ticari yapı, türbe, saray, kale ve köprüler yeni üslublarla inşa edildi. Kurulan külliyelerle şehircilik alanında yeni görüşler ve değerler ortaya kondu.

Bu dönemde merkezi kubbeli camilerin yanında, tabhaneli (misafirhaneli) camiler, tabhaneli cami özelliği gösteren camiler, tek kubbeli, çok kubbeli ve çatı örtülü camiler inşa edildi.

İstanbul’un fethinden Mimar Sinan dönemine kadar inşa edilen medreseler, plhan kuruluşları ile daha öncekilerin tekrarıdırlar. Yaygın olarak inşa edilen geniş U planlı üç kanatlı medreseler ve avluları ile dikdörtgen bir plan kuruluşu gösteren medreseler de umumi olarak, kesme taş duvarlarla inşa edilmişlerdir.

Bu dönemde, İstanbul’da Fatih Camiinin dış avlusunu doğudan ve batıdan çevreleyen Semaniye Medreseleri dörder yapı olarak aynı eksen üzerinde sıralanmışlar, revaklı avluları ile dikdörtgen planlı yapılar olarak inşa edilmişlerdir.

İstanbul’un fethinden Mimar Sinan’a kadar gelen dönemde inşa edilen şehir hanları ve bedestenlerde de daha önceki mimari özelliklere yer verilmiştir. İki katlı, kare veya dikdörtgen planlı, revaklı avlulu şehir hanları ve dışta dükkanlı bedestenler aynı esaslarla ancak belirli bir gelişmeyle inşa edilmişlerdir. Şehir hanlarının üst kat revakları kubbelidir. Avlu ortasında ayaklar ve kemerler üzerinde yükselen, altında, şadırvan bulunan mescit yer almıştır. Ahırların bulunduğu ikinci bir avlu da mevcuttur.

Bu dönemde inşa edilen türbelerse, sekizgen planlı olup, altta düz atkılı, üstte hafif sivri kemerli pencereleriyle dikkat çekerler.

Ayrı bölümler halinde incelenen tabhaneler, imaretler, darüşşifalar ve kervansaraylar, külliyelere bağlı yapılar olarak belirli plan kuruluşlarıyla inşa edilmişlerdir. Birçok külliyede bu yapılara mektepler de ilave edilmiştir. Mahalle mescitleri, darülhadis, darülkurra yapıları ve tekkeler de bu dönemde inşa edilen yapılardır. Köprüler ve kaleler kendi mimari özelliklerini korumuşlar; saraylarsa, belirli bir geleneğe bağlı olarak inşa edilmişlerdir. Çeşme ve sebiller de cadde, sokak ve meydanlara yerleştirilmiştir.

Bu dönemde meydana getirilen eserler, renkli sır tekniği ve sır altına boyama tekniğindeki çinilerle süslenmiştir. Ağaç işleme sanatı gelişmesini sürdürmüş, oyma süslemeli sedef, bağa ve fildişi kakma yüzeylerle yeni görünüşler gelmiştir.

Osmanlı Devletinin, sınırlarının en geniş hudutlara dayandığı, maddi ve manevi bütün sahalarda zirveye ulaştığı Kanuni Sultan Süleyman Hanın, 1535’ten sonraki döneminde, medeniyet alemine kazandırdığı eserlerle Müslüman-Türkün dehasını ortaya koyan büyük dahi Mimar Sinan yetişmiştir. Mimar Sinan kendisinden önce gelişen Osmanlı mimarisini erişebileceği en son noktaya çıkarttı.

Devletin sınırlarının uzandığı her yerde; Kırım, Macaristan, Budin, Yunanistan, Tırhala, Bulgaristan, Sofya, Şam ve Halep’te, Mekke-i mükerreme ile Mescid-i Haram’da pekçok kıymetli eserler ortaya koydu. Camiler, mescitler, medreseler, türbeler, su yolları, kemerler, köprüler, hanlar, hamamlar, kervansaray ve saraylar inşa etti.

Mimar Sinan vücuda getirdiği eserlerinin çoğunu padişahlar, vezirler, paşalar, ilmiye mensupları ve hanım sultanların siparişi üzerine yaptı. Kanuni Sultan Süleyman, oğlu Şehzade Mehmed’in genç yaşta vefat etmesi üzerine, çıraklık dönemi eseri olarak bilinen Şehzade Camii ve külliyesini yaptırdı. Mimar Sinan, Kanuni Sultan Süleyman’ın siparişiyle kalfalık eseri olarak Süleymaniye Camii ve 18 ayrı binadan meydana gelen Süleymaniye külliyesini, Mekke-i mükerremede medrese, Şam’da cami ve imaret, Çorlu’da medrese ve imaret, Kefe’de hamam inşa etmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın zevcesi Haseki Hurrem Sultanın siparişiyle bugünkü Haseki külliyesini yaptı. Bu külliyede; cami, medrese, imaret, darüşşifa, mektep ve şadırvan yer almıştır.

Sultan İkinci Selim Hanın isteği üzerine ustalık dönemi eseri olan Edirne Selimiye Camiini ve külliyesini yaptı. Mimarlık tarihinin en muhteşem eserlerinden biri olanEdirne Selimiye Camiinden başka, Konya’nın Karapınar kazasında bir cami ve hamam, Topkapı Sarayındaki mutfak ve kiler mahzenlerini, Sultan İkinci Selim Hanın Ayasofya haziresindeki türbesini de Mimar Sinan yaptı.

Sultan Üçüncü Murad Hanın padişahlığının ilk on yılında da başmimar olarak vazife gören Mimar Sinan, Padişahın emriyle Manisa’da bir külliye inşa etti. Muradiye Camiinin planını çizdi, fakat yaşı bir hayli ilerlediğinden yerine hassa mimarlarından Mahmud Ağayı gönderdi. İnşaatı bu zat başlattıysa da, vefatı üzerine yerine tayin edilen Mehmed adlı başka bir mimar tarafından tamamlandı. (Bkz. Mimar Sinan)

On yedinci asır başlarından itibaren, klasik Osmanlı mimarisi, Mimar Sinan mektebinden ayrılmaya başladı. Bu farklılıklar Sultanahmed Camiinde kendisini gösterdi. On sekizinci yüzyılda ise, Mimar Sinan tarzındaki sadelikten uzaklaşıp, Selçuk ve İran mimarilerinde olduğu gibi, devrin zevkine göre gül, lale, kase içinde yemişler yapılmak suretiyle süslü bir şekle yer verildi. Topkapı Sarayı Bab-ı Hümayun karşısındaki Sultan Üçüncü Ahmed Çeşmesi ve sebili ile Azapkapı ve Bereketzade çeşmeleri, Tophane’de ve Üsküdar İskele Meydanındaki çeşmeler bu asırdaki yeni tarz Osmanlı mimarisinin önde gelen eserleridir.

On sekizinci asırda başlayan garblılaşma hareketleri neticesinde Osmanlı mimarisinde de garba yöneliş başgösterdi. Bu asır ortalarından itibaren Avrupa’daki Barok mimarisine ait eserler, Osmanlı mimarisinde de görülmeye başladı. Fakat Osmanlı mimarları tamamen Avrupalıları taklit etmeyip milli bünyeden de ilaveler yaptılar.

Barok mimari tarzına göre yapılan ve 1756’da açılan Nuru Osmaniye Camii, 1763’te Sultan Üçüncü Mustafa Han tarafından inşa ettirilen Laleli Camii, Üsküdar’daki Ayazma Camii, Sultan Birinci Abdülhamid Han tarafından yaptırılan Beylerbeyi Camii bu yeni uslubun özelliğini taşır. Evvelce Birinci Abdülhamid imaretinin köşesinde iken, oraya Vakıf Hanının yapılması üzerine Soğukçeşme’de Gülhane Parkı kapısının karşısına yapılmış olan sebil ve çeşme, Aydın’daki Cihanoğlu, Yozgat’daki Çapanoğlu Camii ile Gülşehir Kara Vezir Camii de Barok usulünde yapılan eserlerdendir.

On dokuzuncu yüzyılın başında Sultan Üçüncü Selim Han tarafından Nizam-ı Cedid askeri için Üsküdar’da Selimiye Kışlası ve Camii yaptırıldı. Selimiye’nin önemi en başta subay lojmanlarından meydana gelen bir sitesi, hamamı, dükkanları, sıbyan mektebi, kütüphanesi ve matbaasıyla birlikte yapılmış olmasındadır. Bu yüzyılda dini yapıların yanında, askeri ve sivil yapılarda da önemli bir artış kaydedilmiştir. Kışlalar, hastahaneler, saraylar ve zarif köşkler inşa edilmiştir. Sultan Üçüncü Selim’in kız kardeşi HadiceSultanın Defterdarburnu’nda inşa ettirdiği saray, on dokuzuncu yüzyıl başında meydana getirilen eserlerdendir.

On dokuzuncu yüzyılda; Gümüşsuyu Kışlası ve Silahhanesi, Mecidiye Kışlası (Taşkışla), Taksim Topçu Nümune Alayı Kışlası; köy ve mahallelerde sıbyan (ibtidai); kasabalarda, rüşdiye; büyük kasabalarda idadi; vilayet merkezlerinde sultani mektepleri ve darülfünunla harbiye veya kuleli gibi askeri okullar yapıldı. Sultan Abdülhamid Hanın annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan 1843’te Yenibahçe’de Bezm-i Âlem Guraba-i Müslimin Hastahanesini yaptırdı.

1843’te Yıldız Parkı girişinde Mecidiye Camii, 1853’te Dolmabahçe Camii, aynı yıl Ortaköy Camii, 1870’de Pertevniyal Valide Sultan Camii yapıldı. Eskiye nisbetle daha küçük planda yapılan camilerde tek kubbeli ve kare planlı ibadet yerinin yanında, Cuma selamlığı ve bunun gerektirdiği kalabalık maiyyet için hünkar mahfeli ayrı bir bölüm olarak ilave edildi.

On dokuzuncu yüzyılda yapılan saraylar, Osmanlı mimarisinin son yapılarıdır. Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı, Cemile ve Münire Sultan sarayları, Göksu Kasrı, Beylerbeyi Sarayı, Çırağan Sarayı, Kalender Kasrı gibi sarayların büyük kısmı Boğaziçi kıyılarında inşa edilmiştir. Ihlamur köşkleri, Çağlayan (Kağıthane) Kasrı, Alemdağ Köşkü gibi yapılar ise, sayfiye ve mesire yerlerinde yazlık olarak yapılmıştır.

Osmanlı Devletinin son yıllarında tamamen Avrupai tarzı benimseyen Osmanlı mimarisinde bazı resmi devlet binaları vücuda getirildi. Haydar Paşa Garı ve İstanbul’daki Büyük Postahane bu dönemde inşa edildi. Bu asırda ortaya çıkan betonarme inşa tarzı mimarlıkta yeni bir çığır açtı. Bu sebeple fazla katlı binalar yapılmaya başlandı.

Böylece kendinden önceki İslam ve Türk mimarisini sentez yaparak gelişen, kendine has uslub ve planlar ortaya koyarak zirveye ulaşan Osmanlı mimarisi, on sekizinci ve on dokuzuncu asırlarda Avrupa mimarisinin tesirinde kalarak, kendi uslubundan uzaklaşmış, tamamen Avrupaileşerek Osmanlı Devletinin yıkılışıyla son bulmuştur.

Hind mimarisi: Çeşitli din ve ırkların yerleştiği Hindistan için genel bir mimari tarzından bahsetmek çok güçtür. Bununla beraber iki hususiyet yaygın olarak görülmektedir. Birincisi, ahşap mimarinin kuvvetli tesiridir. Öyle ki, taş malzeme bile kullanılsa ahşap mimari tarzı tatbik edilir. İkincisi, mabedlerin çok süslü yapılmasıdır. Hem kerpiç, hem de tuğlanın kullanıldığı Hindistan’da yontma taştan yapılan duvarlar harçsız inşa edilir, taşlar birbirine iyice intibak ettirilirdi. Hind mimarisinde sütunların yük taşıma vazifesi yoktur. Gelenek olarak yapılırlar. Hind mimarisinin tesirlerine, bütünGüneydoğu Asya’da rastlanmaktadır.

Çin ve Japon mimarisi: Çin ve Japonya’da kullanılan başlıca inşaat malzemesi ahşaptır. Başka malzeme kullanımı çok az olduğu için, on altıncı asrın başlarına kadar Çin ve Japon mimarisinde fazlaca bir değişiklik görülmez. Ahşap mimaride çok ileri gidilen Çin ve Japonya’da duvarların inşa tarzı da dikkat çekicidir. Daha ziyade tuğla ile inşa edilen duvarlar çift yapılmıştır. Bu çift duvarlar iç bölmelerle birbirine bağlıdır. Çin’de bu usul, on sekizinci asrın sonlarında terk edilmiştir.

Çin’de bugüne ulaşan en mühim mimari eser Çin Seddi’dir. Türk ve Moğol akınlarını önlemek maksadıyle yapılan bu sed M.Ö. 3. asırda inşa edilmiştir. 5000 km uzunluğunda 5-10 metre yüksekliğindedir.

Günümüzde mimarlık: Geçen asırda ortaya çıkan betonarme inşa tarzı mimarlıkta yeni bir çığır açtı. Bu yolla yüzden fazla katlı binalar yapılabildi. Hem teknik, imkanların hem de sanayinin bu derece gelişmesiyle şehirleşme hızının büyük ölçüde artması, içinde birçok ailenin barındığı apartmanların yapımına yol açtı.

Günümüzde mimarlığın diğer bir hususiyeti de el işçiliğinin azalması ve fabrikasyon malzemesinin gittikçe daha fazla kullanılmasıdır. Hatta, bütünüyle prefabrik evlerin yapılışı bununla ilgilidir.

Son asırda batıda çeşitli mimari akımlar doğdu. Bunlardan, günümüz mimarlığı üzerinde en tesirli olanlardan birisi, Fransız Le Corbusier’in (1887-1965) öncülük ettiği cereyandır. Le Corbusier, yapının güzelliğinin görevini eksiksiz yapmasında olduğunu savundu ve bu görüşü doğrultusunda çeşitli eserler verdi. Le Corbusier, yurdumuza da gelmiş ve İzmir için şehir planı hazırlamıştır.

AmerikalıFrank Lloyd Wright (1869-1959) ise, bir yapının, çevresiyle uyum sağlamasını ön plana aldı. Arsada bulunan bir su akıntısını olduğu gibi muhafaza eden Wright, yapıyı bu suyun ve kayaların etrafına yerleştirdi.

Günümüz mimarlığında binaların içinde hava şartlarının en uygun şekilde sağlanması yolunda büyük ilerlemeler kaydedildi. Bu maksatla kurulan merkezi sistemler otomatik şekilde kontrol edilerek, sıcaklık, basınç ve nem gibi değerler istenen seviyeler arasında tutulmaya başlandı.


2-)Mimar olma durumu, mimarın işi ve mesleği.


3-)Belirli ölçü ve kurallara göre yapılar yapma sanatı, mimari.


4-)Yapı sanatı.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Architecture.
İngilizcesi İngilizce
Architectonics.
İngilizcesi İngilizce
Being an architect.
Latincesi Latince
Architectura

  • Görgü tanıkları, hükümet kontrolündeki bölgede bulunan üniversite kampusunda yurtlar ve Mimarlık fakültesi bölgesini hedef alan saldırı sırasında en az iki patlama sesi duyduklarını kaydettiler.
  • Tompazi Mimarlık bürosu tarafından yapılan projeye göre binaya demir iskelet giydirilerek yalıtımı yapılacak.

Sizde içinde Mimarlık kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Mimarlık kelimesi anlamı 27 defa okunmuştur. [250666] Mimarlık kelime anlamı, Mimarlık nedir, Mimarlık ne demek, Mimarlık sözlük anlamı

Paylaş