Mukataa Nedir

Mukataa Nedir ? Mukataa Ne demek ?

1-)hazinenin gelir kaynaklarından biri. Devlete ait bir arazi veya varidatın (gelirin) bir bedel mukabilinde kiraya verilmesi veya geçici olarak temlikidir.

İslam devletlerinde mukataa usulü eskiden beri kullanılmakta idi. Osmanlılarda mukataalar, devlete ait gelirlerin tahsili veya bir tekel haline getirilen herhangi bir kuruluşun işletme hakkı veya yeraltı servetlerinden devlet payına düşen kısmı toplamak veya gerektiğinde bu kaynakları işletenlerden çıkardıkları madeni satın alma tekeli kurmak şekillerinde işletilen üretim birimleridir. Devlet, uygun gördüğü her türlü zirai, ticari ve sınai kuruluşu, mukataa konusu edebilirdi. Kara ve deniz gümrükleri, darphaneler, madenler ve şaphaneler buna örnek verilebilir. Gelirleri çoğunlukla devlete ait olmakla birlikte, vakıflara tahsis edilen, ulufe karşılığı veya ocaklık olarak verilebilen veya has olarak tahsis edilebilen mukataalar da vardı. Mukataa gelirlerinde ve bunların toplam bütçe gelirlerine oranlarında bazı dalgalanmalar görülmüştür. Bunların bütçe içerisindeki payı yüzde 24 ile yüzde 37 arasında değişmiştir.

Devlete gelir getiren kaynakları kiralayanlara ise “mültezim” ismi veriliyordu. Mukataanın önemine göre, mültezim, bir şahıs olabileceği gibi, bir ortaklık da olabilmekte veya birkaç mukataa topluca bir mültezime verilebilmekteydi.

Mukataalar genel olarak üç yıllık süreler içindi. Mukataa gelirlerinde fevkalade bir artış olması durumunda, istendiği taktirde, mukataa daha yüksek bedel teklif eden bir başka mültezime verilebilirdi. Böylece devlet, mukataaları için daha karlı bir teklif geldiği zaman, üç yıllık iltizam süresini istediği yerde keserdi. Mültezim parasını peşin ödemişse, kalan dönem için olan miktarı kendisine iade edilirdi. Mukataanın mültezime taksitle verildiği durumlarda hazineye ipotekli sayılırdı. Bu durumda mültezimler tahvil süreleri içinde hiçbir şeylerini satamazlar, başkasına devredemezlerdi. İltizam bedelini zamanında ödemeyen mültezimlerin, gerekirse kefillerinin mallarına el konurdu.

Osmanlılar mukataaları işletmede üç usul kullanırlardı. Bunlar; iltizam, emanet ve 17. yüzyılın sonlarından itibaren malikanedir.

İltizam usulü mukataalar: Osmanlı Devletinde iltizam usulü kuruluş yıllarından itibaren görülmüş ve timar sistemiyle bir bütünü tamamlayan unsur olarak varolmuştur. On altıncı yüzyılın ortalarına doğru iltizam usulü para ekonomisinin gittikçe değer kazanması sonucunda timar sistemini de içine alarak daha yaygın bir duruma geldi. Önceleri ticaret maddelerine konan resimler ve padişah haslarının gelirleri, hasılatı nakit olarak temin etmek amacı ile iltizama verilirken, sonraları bütün dirlik sahipleri tasarrufları altındaki gelir kaynaklarını iltizama vermeye başlamışlardı.

İltizam usulünde; maden ocağı, tuzla, darphane, gümrük, ispençe, dalyan vb. mukataaların yıllık gelirinin asgari değeri, maliye tarafından tesbit edilip, hazine defterlerine kaydedilirdi. Sonra bu mukataaların muayyen bir yıl için temin edebileceği azami kıymeti de düşünülerek, arttırma usulü ile peşin veya kısmen peşin, kısmen taksitle belli bir meblağ karşılığında satılacağı (iltizama verileceği) umumi efkara ilan edilirdi. Bu gelirleri satın almak isteyen kişiler (mültezimler) artırma konusu olan mukataayı; getireceği gelir, sebeb olacağı masraf ve bırakacağı kar hakkındaki yaptığı araştırmaların sonucuna göre, kıymetlendirdikten sonra, devlete yıllık olarak ödemeyi kabul edebilecekleri miktarı ihtiva eden tekliflerini yaparlardı. Hazine ise; öncelikle adil, iyi tanınmış ve iyi bir terbiye ile yetişmiş olanları seçer, bunlar arasından da en yüksek teklifi yapan mültezime, genellikle üç senelik bir devre için o mukataayı vergilendirme hakkını devrederdi. Verilen bu süre içerisinde mültezim, devletin sağladığı mali, idari ve adli kolaylıklardan faydalanarak, kanunların çizdiği sınırlar içinde tam bir müteşebbis gibi hareket eder, arttırmada belirlenen miktarı hazineye ödedikten sonra kalan kısmını kendi şahsi ve meşru karı olarak kazanırdı.

Emanet usulü mukataalar: Devletin iktisadi hayatının istikrarsız olduğu yıllarda zarar ihtimali bulunduğundan, mukataalar için mültezim bulma zorlaştı. Bu durumda Devlet, mukataaları kapatmaktansa emanet yoluyla işletmeyi tercih etti. Çoğu defa böyle durumlarda işletme başına gelen kimseler, emin kalmak şartıyla belli bir meblağın ödenmesini üzerine alırlardı. Böylelikle iltizam yoluyla emanet (emanet ber-vech-i iltizam) adını alan karma bir düzen meydana getirilip, işletme başında bulunan kişi de kendinde memuriyetle özel teşebbüsü birleştirmiş olurdu. Emin sıfatıyla maaşlı bir memur, belli bir meblağı ödemeyi üzerine aldığından, işletmenin kar veya zararından sorumlu bir kişi olarak görünürdü.

Malikane usulü mukataalar: Muhtelif gelir kaynaklarının bir kimseye varidatından hayatı boyunca istifade etmek, lakin satamamak şartıyla verilmesine denilmektedir. On yedinci yüzyılın başlarından itibaren; mültezimlerin, vergi kaynaklarının korunması ile ilgilenmemeleri sonucunda, mukataalar iktisadi bünyeyi tahrib edici bir şekil almıştı. Bu sebeple gelecek yılların mali kaynaklarını yıpranmaktan korumak ve reayanın güvenliğini sağlamak için bazı mukataalar kayd-ı hayat şartıyla iltizama verilmeye başlandı. Bu sistemde mukataa gelirleri bir miktar peşin (muaccele) ve her yıl ödenecek taksitler (müeccele) karşılığında özel kesime satılmaktaydı. Nitekim bu sistemin uygulanması ile reayanın ve toprağın korunması, zirai verimin artması sağlandığı gibi, savaş harcamaları için ek bir finansman imkanı da ortaya çıktı.

1695’ten başlayarak yüz-yüz elli yıllık Osmanlı mali ve iktisadi tarihinin gelir getiren önemli bir kaynağı olarak hayatiyetini sürdüren malikane sistemi, ilk olarak, ömür boyu zirai iltizamların öteden beri geçerli olduğu Mısır’a yakın Suriye, Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde uygulamaya kondu, zamanla yaygınlaştı ve eyaletlere malikane verilmesine kadar genişledi. Nitekim 1746 yılında sırasıyla Adana, Trablusşam eyaletleri, Aydın muhassıllığı (vergi tahsildarlığı), Rakka eyaleti, Kıbrıs ve Mora muhassıllıkları malikane olarak özel şahıslara verilmişti.

Malikane sistemi madenlerden esnaf kethüdalığına, tuzlalardan damga resmine kadar; cizye ve avarız hariç, devletin vergi aldığı bütün faaliyetlere yayılmıştı. Fakat kısa süreli iltizam dönemlerinde, taahhüd ettiği iltizam bedelini karıyla çıkarmaktan başka şey düşünmeyen mültezimin, işletmesiyle ilgilenmesini, üretimi arttırmak ve çeşitli yatırımlar yapmasını sağlamak için uygulamaya konulan mukataa sistemi de istenilen şekilde uygulanamadı. Ömür boyu tasarruf etmek için mukataayı alan malikaneciler, işletmeleri başına gitmeyerek malikanelerini ikinci şahıslara iltizama verme yoluna gittiler. Böylece malikane sisteminde de bir iltizam kademelenmesi ortaya çıktı ve mukataa sistemiyle düzeltilmesi düşünülen aksaklıklar giderilemedi.

Mukataadan hasıl olan gelirler günü gününe tutulur, mukataa katipleri bunları mukataa defterine işlerler, sonra da rüznamçe kalemine teslim ederlerdi. Mukataa defterleri kubbe altında bitişik binada saklanırdı. Bunların muhafazasından sır katibi sorumlu idi. İltizama verilen mukataa beratları üzerine ise, kubbe vezirleri tuğra çekerlerdi.

Mukataa gelirleri 1826 yılında yeniçeri ocağının kaldırılması üzerine, yerine kurulan Âsakir-i Mansure-i Muhammediyye ocağının giderlerine ayrıldı. Tanzimattan sonra 1858 yılında çıkarılan arazi kanunu ile miri arazinin halka tapu karşılığı satılmasıyla, tımar ve zeamet sahipleri, mültezim ve muhassıllar yerine resmi devlet memurları ikame edilerek mukataa sistemi kaldırıldı.


2-)MUKATAA



Kesişmek, birbirinden kesilmek manasına mastar bir kelime; devlete ait bir gelirin bir bedel karşılığında kiralanması, yani geçici olarak temfiki (mülk olarak verilmesi) anlamında bir Fıkıh terimi. İkta'da bu manaya gelir. Çoğulu mukataattır.

Daha geniş bir tarifle mukataa (veya ıkta'); kökeninde, halifeler tarafından, hukuki durumuna göre değişen vergilerini ödemek şartı ile, kimsenin mülkiyetinde bulunmayan toprakların veya kesinleşmiş bir hazine gelirini sağladıktan sonra bir yere ait sadece vergilerin, yahut da sonradan ve bilhassa Selçuklulardan itibaren, belirli yerlere ait devlet gelirlerinin, halife tarafından hizmet ve maaşlarına karşılık olarak, kumandan, asker ve sivil şahıslara terk re tahsisi demektir.

Tariflerden anlaşıldığına göre mukataa, devlet başkanı tarafından arazinin işletilmek ve gereken mükellefiyeti yerine getirilmek üzere temlik edilmesidir.

Her ne kadar bazı kaynaklar İslam'da mukataanın Hz. Ömer veya Hz. Osman döneminde başladığını yazıyorlarsa da, şartlarına uygun olarak ilk mukataa (ıkta) olayları Rasulullah (s.a.s) zamanında gerçekleşmiştir. Bununla ilgili olarak kaynaklarda bir hayli örnek vardır:

"Rasulullah (s.a.s), Vail'e, Hadramut'ta bir parça toprak vermiştir" (Ebu Davud İmara, 86; Tirmizi, Ahkam, 39);

"Rasulullah (s.a.s), Zübeyr'e, atının dört nal koşarak ulaştığı yere kadar ki toprağı verdi (ıkta etti). Zübeyr atını dört nala, duruncaya kadar sürdü. Sonunda kamçısını ileri fırlattı. Rasulullah (s.a.s):

-Ona kamçısının yetiştiği yere kadar olan toprakları veriniz, buyurdu" (Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, Kitabü'l-Emval, s. 348, not, 1);

"Rasulullah (s.a.s), Hz. Ali'ye, Kays kuyusu ile Şecere denilen yeri verdi (Ikta etti)" (Yahya b. Âdem, Kitabü'l-Harac, s. 74);

"Rasulullah (s.a.s), Medine'nin yakınında olan Akik arazisini Bilal b. Haris el-Müzeni'ye verdi" (Kitabü'l-Emval, 348);

"Rasulullah (s.a.s)'in Bahreyn (şimdiki Emirlikler ve Katar) arazisini Ensar'a ıkta etmek istediğini, ancak onlar, aynı miktar arazinin Muhacir kardeşlerine de verilmediği takdirde bunu almak istemediklerini bildirmişlerdir (Buhari, Müsakat,14-15; Ahmed b. Hanbel, III, 111).

Bu hadis-i şeriflerden de anlaşılıyor ki; aynen sonraki tatbikat gibi olmasa bile, toprak verme (mukataa) işinin kökeni, Rasulullah (s.a.s)'in tatbikatına dayanır. Zaten hadis-i şeriflerde "verdi" manasına (e'ata) kelimesi kullanıldığı gibi, (ıkta') tabiri de hassaten kullanılmaktadır. Yani mukataa (ıkta') o devirde terim olarak ta vardır.

Mukataa, Hulefayı Raşidin devrinde gelişerek devam etti.

Nitekim, "Hz. Ebu Bekir (r.a) (Medine'nin üç mil kuzeyindeki) Curf'dan, (Medine'nin yakınındaki) Kanat'a kadar olan araziyi ıkta' etti" (Yahya h. Âdem, Kitabü'l-Harac, s.73);

"Hz. Ömer, Ebu Musa'ya mektup yazarak, Ebu Abdullah'ın, atlarını yaymak için, Dicle kenarındaki bir araziyi istediğini bana binaen bu araziyi tetkik etmesini, şayet bu araziyi cizye alınan ve cizye suyuyla sulanan bir yer değilse, o araziyi ona vermesini istedi" (Yahya b. Âdem, Kitabü'l-Harac, s. 73);

"Hz. Osman, Rasulullah (s.a.s)'in ashabından beş kişiye; Zübeyr'e, Sa'd'a, İbni Mes'ud'a, Üsame b. Zeyd'e ve Habbab b. Eret'e toprak verdi."

Hadisin ravisi Musa b. Talha diyor ki; "Bu beş kişiden İbni Mes'ud'la Habbab benim iki komşum idiler" (Kitabü'l-Emval, s. 353).

İmam Ebu Yusuf, Kitabü'l-Harac isimli eserinde yine Musa b. Talha'dan naklettiği rivayetinde bu beş kişiye mukataa olarak verilen arazilerin yerini şöyle belirtir:

"Osman b. Affan, Abdullah b. Mes'ud'a en-Nehreyn'i, Ammar b. Yasir'e (Küfe köylerinden) İstinya'yı, Habbab'a Saneba (denilen kasaba)yı, Sa'd b. Malik'e Hürmüzan köyünü ikta olarak verdi. Bunların hepsi komşu idiler. Abdullah b. Mes'ud'la Sa'd b. Malik arazilerini üçte bir ve dörtte birle ortakçıya verirlerdi" (Ebu Yusuf, Kitabü'l-Harac terc., s. 106).

Bütün bu haberlerden anlaşıldığına göre Rasulüllah (s.a.s) bir çok kimselere ikta yoluyla arazi verdi. Ondan sonra gelen halifeler de aynı şeyi yaptılar. Rasulullah (s.a.s), eğer yapılan bu tasarrufta İslam'a ısındırma ve toprağı imar etme gibi faydalar varsa, böyle yapmakta yarar gördü. Halifeler de aynı şekilde düşündüler. Kendilerine arazi tahsisinde İslam için bir fayda, düşman için bir zarar gördükleri kimselere iktalar yaptılar, yani beylik arazilerden tahsis ettiler. Onlar en hayırlı gördüklerini yaptılar. Eğer böyle düşünmemiş olsalardı, onu yapmazlardı. Bir müslümanın veya bir zimminin hakkım başkalarına vermezlerdi. Nitekim Rasulullah (s.a.s):

"Bir arazinin, haksız olarak bir karışını alan kimseyi, Allah, o arazi boynuna takılmış olarak, yedi kat yerin dibine batırır" buyurmaktadır (Ebu Yusuf, Kitabü'l-Harac, s. 107).

Bunun içindir ki Hz. Ömer, Şam ve Irak arazileri fethedilince, bu arazilerin kendilerine paylaştırılmasını isteyen gazilere şöyle dedi:

"Müslümanlardan, sizden sonra gelecek olanlar ne olacak? Onlar arazilerin ahalisiyle beraber taksim edilmiş olduklarını, babalardan oğullara miras olarak intikal ettiğini, bu şekilde kendilerinin her şeyden mahrum edildiklerini görecekler. Bu istek doğru bir görüşe dayanmıyor."

Irak'ı fethettiği zaman, fatih kumandan Sa'd b. Ebi Vakkas'a yazdığı mektubda şu emri verdi:

"Arazi ve nehirleri işleyicilerine bırak ki, onlar bütün müslümanların gelirlerine dahil olsunlar. Çünkü, eğer sen onları, yani arazi ve nehirleri halen orada bulunanlara taksim edersen, onlardan sonra geleceklere bir şey kalmaz" (Ebu Yusuf Kitabü'l-Harac, s. 56-57).

Hz. Ömer buna rağmen Irak'tan on sınıf araziyi seçerek devlete maletti. Bu arazilerden ravi Abdullah b. Hürre'nin hatırladıkları şunlar:

a) Harpte öldürülen düşmanların arazisi

b) Kaçan düşmanların arazisi

c) Kisra'ya ait olan araziler

d) Kisra'nın yakınlarına ait olan araziler

e) Su çıkan yerlerin kenarlarında bulunan araziler

f) Atların yayılması için ayrılan otlaklar

Hz. Ömer bu arazileri taksim etmedi, elde tuttu. Bu arazileri dilediği kimselere çiftlik olarak tahsis eder, haracını alırdı (Ebu Yusuf, Kitabü'l-Harac, s. 101).

Buna göre İslam'da arazinin mukataa'ya verilmesinde şu üç prensibe uyulmuştur.

1- Kendisine toprak verilen kimse, üç sene içerisinde bu toprağı işlemez, olduğu gibi bırakırsa, kendisine tanınan hak düşer. İmam Ebu Yusuf bu kaideyi teyid babında şu olayı nakleder:

İbn Ebi Nüceyh'in, Amr b. Şuayb ve babası yoluyla bana rivayet ettiğine göre, Rasulullah (s.a.s), Müzeyne (veya Cüheyne) kabilesinden bazı kimselere beylik araziden verdi, fakat onlar bu araziyi imar etmediler. Sonra başka kimseler gelip bu araziyi imar ettiler. Bunun üzerine Müzeyneliler (veya Cüheyneliler) o kimseler hakkında Hz. Ömer katında davacı oldular. Hz. Ömer şöyle dedi:

- Eğer bu arazinin tahsisi benim tarafımdan veya Ebu Bekir tarafından yapılmış oysaydı, onu geri alırdım. Lakin Rasulullah tarafından ikta edilmiştir (onu bozamam).

Sonra şöyle devam etti:

- Her kim elindeki araziyi üç sene boş bırakıp işlemezse, sonra başka kimseler gelip o araziyi imar ederlerse, imar edenler bu arazide daha fazla hak sahibi olurlar (Kitabü'l-Harac, ter., s. 105).

2- Devlet tarafından verilen toprağa sahip olanlar, bunu layıkıyla işlemezlerse, durum yeniden gözden geçirilir. Bu kaideyi destekler mahiyette Ebu Ubeyd, Kitabü'l-Emvalde, Yahya b. Âdem de Kitabü'l-Haracda şu haberi rivayet ediyorlar:

el-Haris b. Bilal b. el-Haris el-Müzeni babasından şöyle naklediyor: Rasulullah (s.a.s), Bilal'e (Medine'nin yakınındaki) bütün Akik arazisini vermişti. Hz. Ömer halifeliği zamanında Bilal'e;

- "Rasulullah (s.a.s) sana bu araziyi halkın işlemesine engel olasın diye değil, işleyesin diye verdi. İşleyebildiğin kadarını al, gerisini iade et" dedi.

3- Devlet, fertlere ancak boş ve sahipsiz toprakları verebilir. Bir kimseden mülkiyeti alarak başkasına vermek salahiyeti veya bu asırda olduğu gibi, toprağın gerçek sahiplerinin başına, onlara karşı mülkiyet haklarını dilediği gibi kullanan ve onları yarıcı, ortakçı durumuna sokan bir toprak ağası musallat etme hakkı yoktur.

4- Hükümet edenler ancak toplumun yararında hizmeti geçenlere veya şu anda böyle bir hizmet görmekte olanlara veyahut kendilerine toprak verilmesinde her hangi bir yönden toplumun menfaati bulunan kimselere toprak verilebilir. Malikler tarafından kötü yol arkadaşlarına veya zalim ve fasık hükümdarlar tarafından toplum menfaatine hizmet edenlere de olsa verilen ihsan ve topraklar hiç bir şekilde, İslam hukukunca meşru ihsanlar sayılmazlar (Ebü'l-A'la el-Mevdudi, İslamda toprak mülkiyeti, ter. M. Yaşar Şahin, İstanbul 1972).

5- Harpten önce, mukataa suretiyle bir arazinin mülkiyet hakkını ferde vermek, temlikte bulunmak sahih, hukuken muteber olduktan sonra, fethin mahiyetine bakılır; sulh yoluyla araziler alınmışsa o zaman arazi şahsa ait olur, sulh anlaşmasından hariç tutmak gerekir. Fetih silah zoruyla olmuşsa, arazi verilen kimse verilen araziye; mal bağışlanan kimse de bağışlanan mala hak sahibi olurlar (el-Maverdi, el-Ahkamu's-Sultaniyye, ter. Ali Şafak, İstanbul 1976, s. 217).

Kaynaklardan elde ettiğimiz bilgilere göre, mukataa usulüyle verilen toprakların sahipleri, devlete, arazinin kıymet ve münbitliği derecesine, sulanma tarzına, öşür veya harac arazisi olduğuna göre değişen bir vergi vermekle mükelleftiler. Dolayısıyla bu, İslamiyetin menfaatine, memleketin imarına hizmet etmek ve düşmana zarar vermek gibi bir hizmeti görüyordu.

Rasulullah (s.a.s) devrinde ilk tatbikatları başlayan mukataa yoluyla arazinin şahıslara verilmesinde takib edilen gaye hep bu olmuştur. Büyük Selçuklulara gelinceye kadar; Hulefa-i Raşidin, Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde iktalar yarı askeri hüviyet kazanmışlardır. Yani toprak, verilirken daha çok hem şahıslara gelir sağlanmış, hem de Beytü'l-Mal'e kira bedeli ödenmek suretiyle, devletin gelirini garanti altına almak gayesi güdülmüştür. Maverdi'nin haraci ve öşri topraklara ait vergilerin maaş veya hizmet karşılığında ikta edilmesine dair verdiği bilgi, bu devirde iktaların askeri özellik kazanmaya başladığının da bir delilidir. Maverdi de temlik manası taşıyan mukataaların, imar edilmiş yerlerden değil, ancak mevat (sahipsiz, ölü) araziden veya fetihten önce düşman topraklarından yapılabileceğini, bunun şart ve şekillerini izah eder.

İslam ordularının Araplardan meydana geldiği ilk devrin şartlarına uygun olarak kurulan bu mukataalar, Abbasiler döneminde askerlik hizmeti Araplardan Türklerin eline geçince, artık ikta vasfını büyük ölçüde kaybetti.

Fatımilerde de mukataaların askeri özelliği zayıftır. Fatımilerde ve Büveyhilerde mukataalar askeri ve sivil hizmet karşılığı olarak değil, beytü'lmale bir kira bedeli ödenmek suretiyle verilmekte, devlet bununla gelirini garanti altına almak yolunu tutmakta idi.

Memluklerde ise mukataalar, daha çok askeri özelliğe sahipti.

Selçukluların ilk devirlerinde mukataaların askeri özelliği yoktu. İlk ikta olayı 458 Hicri (1066 Miladi) yılında Muhammed Alp Arslan'ın Melikşah'ı veliahd tayin ettiği zaman meydana gelmiştir.

Kaynaklar büyük Selçuklular döneminde, İslam'ın özüne uygun ve askeri özelliğe sahip, yani askerlere ikta etme özelliği taşıyan sistemin kurucusu olarak Büyük Selçuklu veziri Nizamü'l-Mülk'ü gösterirler.

Kaynakların ifadesine göre, eskiden mal toplayıp askere sarfetmek adeti yok ve kimsenin ikta'ı da yok iken, Nizamü'l-Mülk memleketin harap olduğunu ve vergi toplanmadığını görünce, araziyi herkesin derecesine göre, mesela bir veya birden fazla köy vermek suretiyle askerlere ikta etti. Bunda kendisine arazi verilenler, kendi menfaatleri dolayısıyla, mukataalarına itina göstereceklerinden, araziler daha fazla mamur hale gelmiş ve istihsal (rekolte) artmıştır.

Nizamü'l-Mülk'ün ünlü Siyasetname isimli eseri, bu konuyu detaylı olarak incelemektedir.

Mukataa sistemi Nizamü'l-Mülk'ün gayretiyle Büyük Selçuklu imparatorluğunda yerleştikten sonra, imparatorluktan doğan atabeyliklerle diğer küçük devletlerde de ufak değişiklik ve tekamüllerle uygulanmıştır. Harzemlilerdeki mukataa rejimi ve Anadolu Selçuklularındaki mahkeme kayıtlarıyla tescil edilen mukataa sistemi, bunun en güzel örneklerindendir. Mukataa sistemi Anadolu Selçuklularından Osmanlılara tımar adı altında intikal ederken, Musul atabeyleri dolayısıyla Mısır'a geçmiş, kuruluşundaki gibi de Fatımi mukataasının tadili şeklinde Eyyübi ve Memluk devletlerinde Selçuklardaki önemini kazanmıştır. Selçuklu mukataa sistemi Güriler kanalıyla Hindistan'a da geçmiştir.

Mukataalarla ilgili önemli hususların neler olduğunu tarihi kaynaklardan ve özel yazılmış eserlerden öğreniyoruz. Nizamü'l-Mülk'ün Siyasetname'sinde, hikayelerle zenginleştirilerek ve akıcılık kazandırılarak anlatıldığına göre Büyük Selçuklu mukataalarında, mukataa sahiplerinin reaya üzerinde, kanuni vergileri iyilikle tahsil etmekten başka hakları yoktur. Halk hür olup kendi şahısları, aileleri, çocukları ve malları zulüm ve tecavüzden korunmuş ve koruma altındadır. Her hangi bir baskı olduğu takdirde, divana şikayet hakları vardır. Kaidelere riayet etmeyenlerin mukataaları ellerinden alınır. Sistemin iyi çalışması için zaman zaman müfettişler gönderilir.

Selçuklular ve onlardan sonraki İslam devletleri, irsiyeti mukataa sisteminde de tatbik ettiler. Ancak hizmetin devamını da şart koştular. Yalnız normal mülkiyette geçerli olan hibe, vakıf ve satış gibi haklara müsaade etmediler.

Sultana karşı isyan eden veya her ne şekilde olursa olsun, onun güvenini kaybeden, ona ve onun temsil ettiği devlete hizmet etmeyen mukataa üzerindeki hakkını kaybetmiştir.

Mukataasını iyi idare edemeyen ve zulüm yapanlar da aynı akıbete uğramışlardır.

Osmanlılar zamanında mukataalar; Mukataat-ı Miriyye ve Malikane olarak iki kısma ayrılmıştır. Mukataat-ı Miriyye seneden seneye iltizama, Malikane ise kayd-ı hayat şartıyla ilgililere verilmiştir. Miri mukataalar çeşitliydi; pirinç, balık, tuz ve madenlerle ilgili mukataalar bu kabildendi. Tanzimattan sonra bu usul tarihe karışmıştır.

Mukataa sisteminin devlet ve halk bakımından meydana getirdiği ahenk ve memleketin imarında oynadığı rol, siyasi istikrar ile paralel yürümüştür.

Siyasi istikrarsızlık ve mücadeleler nisbetinde, mukataa sistemi ve onunla birlikte memleketle halkta sarsıntı geçirmiştir. Mesela, Moğollar girdikleri yerlerde mukataa sistemini büyük ölçüde yok etmişlerdir.

Tarihi incelemeler Anadolu'da Moğolların gelişinden sonra yer yer görülen isyanların ve anarşinin, toprak ve dirliğini kaybeden mukataa sahiplerinden ileri geldiğini göstermektedir.

Mukataa sistemi yukarıda da belirtildiği gibi Tanzimat fermanından sonra tarih sahnesinden silinmiştir (Nizamü'l-Mülk, Siyaset-Name, ter. Prof. Dr. M. Altay Köymen, Ankara 1982; Ebu's-Suud Efendi, Budin Kanunnamesi, ter. Sadık Albayrak, Ömer Lütfi Barkan, Türkiye'de Toprak Meselesi, İstanbul 1980; Mukataa).

İsmail KAYA


3-)Kesim.


4-)Osmanlı İmparatorluğu'da iltizam yöntemine göre kiralanan kaynaklara verilen ad.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
An Arabic word for headquarters or administrative center; 'Arafat was holed up in the mukataa of his West Bank compound'.

Sizde içinde Mukataa kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Mukataa kelimesi anlamı 151 defa okunmuştur. [239241] Mukataa kelime anlamı, Mukataa nedir, Mukataa ne demek, Mukataa sözlük anlamı

Paylaş