Müneccim Nedir

Müneccim Nedir ? Müneccim Ne demek ?

1-)Alm. Astrolog, Sterndeuter (m), Fr. Astrologue (m), İng. Astrologer. Yıldız ilmiyle uğraşan, gök cisimlerinden olan yıldızların, ayın, güneşin ve diğer seyyarelerin (gezegenlerin) durumlarından, hareketlerinden çeşitli hükümler çıkararak, bunların hayvanlara, insanlara ve yeryüzündeki hadiselere tesir ettiğine inanan ve soranların durumlarına bakıp, onlar hakkında hüküm veren kimse. Müneccim, Arapçada “yıldız” manasına gelen “necm” (çoğulu nücum) kelimesinden türemiştir. Yıldızlarla uğraşanlara da “müneccim” denmiştir.

İnsanlar, çok eski devirlerden beri yıldızlarla ilgilenmişler, hareketlerini ve çeşitli durumlarını incelemişlerdir. Ayrıca yeryüzündeki olaylara ve canlılara tesir ettiklerine de inanmışlardır. Değişik, inanış sahibi olan Babillilerin, Âsurluların, Keldanilerin ve Eski Mısırlıların bu konudaki çalışmaları kayıtlara geçmiş olup, günümüze ulaşanları vardır. Eski çağlarda İran, Hindistan, Roma, Yunanistan, Fenike, Anadolu ve Babil’de yıldızların hareketlerine, durumlarına bakarak, insanların başına geleceklerle ilgili sonuçlar çıkaran ve gelecek hakkında hüküm verenler, falcılık yapanlar olmuştur. İnsanların tabiat olaylarından etkilenmelerini ve gök cisimlerinin kendilerine ve başlarına gelecek olaylara tesir ettiğine inanmaları, daha çok Allahü teala tarafından gönderilen ilahi dinleri tanımadıkları ve bu sebeple batıl inançlara saplandıkları devirlerde ve böyle topluluklarda olmuştur.

İnsanların yıldızlarla uğraşması sonucunda iki ilim dalı ortaya çıkmıştır. Birincisi ahkam-ı nücum ilmidir ki, bugün buna astroloji denilmektedir. Sadece İlm-i nücum (nücum ilmi) denilen diğerine de hey’et veya astronomi ilmi adı verilmiştir. Eskiden her iki ilimle uğraşanlara “Müneccim” deniliyordu. Bugün ayrı ayrı adlandırılmakta olup, birinciyle uğraşana“Astrolog”, ikincisiyle uğraşana da “Astronom” denilmektedir. Müneccimler, yıldızların doğup batmaları ve diğer durumları ile ilgili hesaplara aşina olup, hallerini kayd ederek takvimlere geçirirlerdi.

Ahkam-ı nücum ilmi, yani astrolojiyle uğraşan müneccimler, gökyüzündeki cisimlerin sebep olduğu olayları ve bilhassa yıldızların çeşitli durumlarını öne sürüp, bunların yeryüzündeki canlılara ve olaylara tesir ettiği iddiasına dayanarak, kafalarına göre haber ve hüküm verirlerdi. Mesela, yıldızların birbirine yaklaşık ve karşı olmak, üçü, altısı veya dördü bir arada bulunmak gibi hallerinden ayrı ayrı hüküm çıkarırlar ve hatta daha da ileriye giderek; “Yeryüzündeki her iş, yıldızların tesiriyle olur, şu yıldız şuraya giderse, bu iş şöyle olur.” gibi falcılığa benzeyen şeyler söylerler ve böyle inanırlardı. Astrolog olan müneccimler her vakit ve zamanın, iyi ve kötü hallerinden ve hangi zamanda işe başlamamak gerektiğinden hangi vakitte işe başlamanın iyi veya zararsız olacağından, her vaktin bazı işlere iyi veya kötü hususi bir bağlantısı olduğundan bahsederek; “Güneşin, bazı burçlarda ve ayın bazı safhalarda bulunması buna sebep olur, yahut ikisi arasındaki bazı durumlar ile olur.” gibi gerçek dışı sözlerle insanları kandırmaya çalışırlardı. Bundan başka gökyüzünde bulunan on iki burçtan her birini belirli bir harf ve belirli bir şekille gösterirler, kendilerine bir şey sorulduğunda reml atarlardı. Yani, soran kimseyle ilgili burcun şekline ve harflerine bakarak burçlarındaki şekillerin delalet ettiği manalara dayanarak, o burçların durumlarına uygun hususi hükümler bildirirlerdi.

İlm-i nücum, yani astronomi ise dünyamızın da içinde bulunduğu kainatı, yani gezegenleri, güneşi, ayı, yıldızları, kuyruklu yıldızları, akan yıldızları, asteroitleri, galaksileri, konu alan ve bu cisimlerin yapılarını, bulundukları yerleri, hareket kanunlarını, meydana gelişlerini, zamanımıza kadar geçirdikleri değişiklikleri, gelecekte meydana gelebilecek olayları ortaya koymaya çalışan ilimdir. (Bkz. Astronomi)

Yıldızların hareketlerinin, özellikle seyyarelerin ölçülerini, herbirinin hareketleri, burçlara giriş-çıkışlarını tahmin ve tesbit etmek bu ilimle olur. Bu ilmin faydası, yıldızlardan özellikle gezegenlerden her birinin yörüngesini ve burcun durumuna göre yerini bilmektir. Geçişlerini, dönüş istikametlerini, doğuş ve batışlarını, görünen ve görünmeyen hal ve zamanlarını, nerede ve ne zaman olursa olsun bilmektir. Yıldızlar arasında olan kavuşma ve yaklaşmalar, karşı karşıya gelmeler, dörtlü, üçlü ve altılı kümeleşmeler, güneş ve ay tutulmaları ve buna benzer diğer haller, hesap ve delille tayin edilir, önceden bilinir. Bu anlatılan hallerde saat, vakit, mevsimler, yıl, kıble tarafı ve namaz vakitleri bilinir, anlaşılır. Bunlarla, olaylar ve canlılar hakkında hüküm bildirmenin İslam dininde bir kıymeti yoktur. Hatta bazan tam isabet etse ve söylenilenler gerçekleşse bile, tesadüfi kabul edilir.

Allahü teala yeri, gökleri ve içinde bulunan her şeyi insanların istifade etmesi için yaratmıştır. Yaratılan her varlığın bir faydası olup, boş, lüzumsuz değildir. Gökyüzündeki varlıkların yaratılmasında, insanların, bazısını bulabildiği ve çoğunu da henüz anlayamadığı nice hikmetler, faydalar vardır. Allahü teala, insanların bunlara bakıp ibret almasını kendisinin büyüklüğünü düşünmelerini istemektedir. Nitekim Âl-i İmran suresi 190-191. ayetlerinde mealen; “Gerçekten göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün, birbiri ardınca gelişinde, olgun akıl sahipleri için, Allah’ın varlığını, kudret ve azametini gösterir kesin deliller vardır. Onlar (olgun akıl sahipleri) ayakta, otururken ve yatarken (her zaman) Allahü tealayı hatırlarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında, Allah’ın varlığını isbat için iyice düşünürler ve şöyle derler: “Ey Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen lüzumsuz şeyi yaratmaktan münezzehsin (çok uzaksın). Artık bizi Cehennem azabından koru.” buyrulmaktadır.

Bu sebeple İslam alimlerinden çoğu gökyüzünde bulunan güneş, ay, yıldızlar ve diğer gezegenlerin durumlarıyla yakından ilgilenmişler, onlar hakkında çeşitli araştırmalar yapmışlar ve astronomi öğrenmeyi teşvik etmişlerdir. Nitekim İslam alimlerinin büyüklerinden İmam-ı Gazali rahmetullahi aleyh; “Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü tealanın kudretinin büyüklüğünü kavrayamaz.” buyurmuştur. İslam alimlerinin, bugünkü modern astronomi bilgilerinin ortaya konmasında çok büyük hisseleri vardır.

Biruni, Bettani, Endülüslü Zerkali, Bağdatlı İbn-i Heysem, Batruci, Uluğ Bey, Kadızade-i Rumi ve Ali Kuşçu gibi İslam dünyasında yetişen fen alimleri, fevkalade başarılı çalışmalar yapmışlardır.

Ortaçağda, Avrupa’da Galileo, İslam kitaplarından okuyup; “Dünya yuvarlaktır ve batıdan doğuya doğru dönmektedir” dediği zaman Hıristiyan papazları kendisini afaroz edip, yakılmasına karar vermişlerdi. İslam alimleri, yıldızlar ve diğer gök cisimlerinin çeşitli durumlarını tesbit ederek kitaplara geçirmişlerdir. Hatta daha önceki devirlerde, yıldızların insanlara ve olaylara tesir ettiği hususundaki kesin hüküm bildiren eski müneccimlerin (astrologların) iddialarını da incelemişler ve bu hususta birçok ilmi eserler yazmışlardır. Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin yazdığı, Marifetname kitabında, bu hususta geniş bilgi verilmektedir. Müslümanlar, İslamiyeti tanımayan eski müneccimlerin söylediği gibi, yıldızların ve diğer gezegenlerin mutlak surette, kayıtsız şartsız canlılara ve tabiat olaylarına tesir ettiği inancına sahip olmamışlardır.” “Hakiki müessir Allahü tealadır.” demişlerdir. Bununla beraber, gökyüzündeki yıldızların ve diğer gök cisimlerinin, yeryüzünde bulunan canlı ve cansızların çeşitli durumlarına ve tabiat olaylarına tesiri olduğunu, tecrübelerine ve tahminlerine dayanarak söylemişlerdir. Fakat bunun kesin ve kat’i olduğunu iddia etmemişler ve hele hayatta başa gelecek işlerin yıldızların tesiriyle olduğuna hiç inanmamışlardır. Çünkü İslamiyet, insanın kaderini takdir edenin yalnız Allahü teala olduğunu bildirmiştir.

İslam devletlerinde ve bilhassa Osmanlılarda, yıldızlarla uğraşan ve kendilerine “müneccim” denilen kimseler, bugünkü astronomi ilminin meşgul olduğu yıldızların doğuşları, batışları bunlara göre düzenlenen vakit tayinleri ve diğer durumlarıyle ilgili hesapları yaparak, bunun sonucunda ortaya çıkan durumları kayd edip zaptetmişlerdir. Bütün bu bilgileri namaz vakitlerini bildirmek için hazırlanan takvimlerde kullanmışlardır. Nitekim şimdi hazırlanan takvimlerde o zaman tesbit ve tayin edilen bu takvim bilgilerinin bir çoğundan faydalanılmaktadır.

Osmanlı saray teşkilatında görevlendirilmiş memurlardan biri de “müneccimbaşı” idi. Müneccimbaşı, ilmiye sınıfından olup, en mühim vazifesi takvim tertibiydi.

Osmanlı sarayındaki müneccimbaşılar, tertip ettikleri takvimleri padişah ve sadrazamlara takdim ederlerdi. Müneccimbaşıların beraberinde talebeleri de bulunurdu. Müneccimbaşıların en meşhuru on yedinci asırda yetişen müneccimbaşı Hüseyin Efendidir. Müneccimbaşılık, Osmanlı Devletinin sonuna kadar devam etti. Daha sonra kurulan rasathane memurlukları, müneccimbaşıların görevlerini üstlendiler.


2-)MÜNECCİM



Yıldızların hareketlerini inceleyerek gelecek hakkında tahminde bulunan kişi; kahin, falcı.

"Necm" yıldız demektir. Yıldızları konu edinen iki uğraşı alanı vardır. Bunlar, Astronomi ve Astrolojidir. Astronomi, gök cisimlerini belli esaslar dahilinde uzay araçlarıyla inceleyen bir ilim dalı olduğu halde; Astroloji, yeryüzündeki bütün olayların gök cisimlerinin etkisi sonucu olduğu kuralına dayanan bir uğraştır (Muammer Dizer, Ali Kuşçu, Kültür Bakanlığı Yayını, 51).

Astronomi takvim yapmak, vakit ve yön tayini, hava tahmini gibi insanların yararına işlerde kullanıldığından faydalı bir ilimdir.

Astroloji ise, yıldızların hareketinden hüküm çıkararak gaipten haber vermek (kahinlik) olduğu için zararlı ve yasak olan bilgilerdendir. Hadiste "Benden sonra ümmetim hakkında en çok korktuğum, idarecilerin zulmü, yıldızlara inanmak ve kaderi inkardır" buyurulmuştur (İmam Gazali, İhya, I, 36).

Yıldızların hareketlerinden hüküm çıkarmaya eskiden "ilm-ü ahkami'n-nücum" veya "ilmü'l-ahkam"; bu işle uğraşana da "ahkami" veya "müneccim" denilirdi. Her ikisinin konusu da yıldızlar olduğu için başlangıçta Astronomi ile Astroloji, "İlmü'n-Nücum" ve "İlm Sınaat en-Nücum" deyimleriyle ifade edilmiştir.

İm-i Nücum(Astroloji)un tarihi çok eskidir. Sümerler aya, güneşe ve yıldızlara taparlardı. Muhtemelen onlar taptıkları bu harikulade varlıkların olaylar üzerindeki etkilerine inanarak bütün hareketlerini takip etmiş ve bazı tahminlerde bulunmuşlardır.

Hz. İbrahim'in peygamber olarak gönderildiği, bölgede yaşayan Keldanlılar da yıldızlara taparlardı. Onlara Sabii denir. Onların yıldızlara bakıp kahinlik yaptıklarına Kur'an işaret etmektedir:

Bir bayram günü, kavmi İbrahim'e kendileriyle beraber bayram yerine gelmesini söylediler. "Bunun üzerine İbrahim yıldızlara şöyle bir baktı. Ben hastayım dedi. O'na arkalarını dönüp gittiler" (es-Saffat, 88-89).

Keldanlılar yıldızlara inandığı için, Hz. İbrahim onların anlayacağı şekilde yıldızlara bakarak hasta olduğunu söyledi. Onların gayr-i meşru törenlerine katılmamak için bunu bir mazeret olarak ileri sürdü.

Ptolemaios (Batlamyus) sistemi esas alınarak düzenlenmiş klasik Astroloji'ye göre müneccimler semayı on iki burca ayırmışlardır: Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık... O zaman bilinen yedi gezegen olan Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn'ü uğurlu-uğursuz diye sınıflandırmışlar; birbirlerine olan uzaklığına ve burçlardaki seyrine göre bir takım hükümler çıkarmışlardır. Uğurlu ve uğursuz olmalarına göre gezeğenlerin durumu şöyledir:

Satürn: en uğursuz (nahs-ı ekber)

Jüpiter: en uğurlu (sa'd-i ekber)

Mars: uğursuz (nahs-i esgar)

Güneş: en parlak (neyyir-i a'zam)

Venüs: uğurlu (sa'd-i esgar)

Merkür: karışık (mümtezic).

Ay: parlak (neyyir-i esgar) (İbrahim Hakkı, Marifetname, 115).

Allah'ın emrine boyun eğerek, görevlerini yerine getiren, O'nu tesbih eden (el-İsra: 17/44) varlıklara uğurluluk veya uğursuzluk isnad etmek İslam'a aykırıdır. Bir iş yapma ve tesir gücüne sahip olmayan varlıklara güç ve tesir isnad etmek de inanç açısından sakıncalıdır.

Yıldızların insan ve olaylar üzerinde etkisi olduğu, Güneş ve Ay'ın özelliklerine kıyas edilerek ileri sürülmüştür. Bu konuda İbrahim Hakkı şöyle demektedir: "Ey aziz! Ehl-i Hikmet demişlerdir ki, Hak Teala'nın takdiri ile ecram-ı ulviye (gök cisimleri)nin, mertebe ve derecelerine göre ecsam-ı süfliye (yer cisimleri) de çeşitli tesirleri vardır. En kuvvetli tesir Güneşin harareti ile yaptığı tesirdir. Ay'ın bu tesirinin daha çok rutubeti ile olduğu bulunmuştur. Alemi yaratan Allah Teala Kamer'e kendi kudreti ile birçok özellikler bahşetmiştir" (Marifetname, 146).

Gerçek müessir (etki eden)'in Allah olduğunu kabul etmekle beraber, yıldızların da alemde mutasarrıf olduğu görüşünü benimseyen İbrahim Hakkı'nın eski Yunan bilgini Ptolemaios'tan etkilenen bu görüşü, kendisinden yaklaşık dört asır önce yaşayan İbn Haldun (Ö. 1406) tarafından tenkid edilmiştir. İbn Haldun, Ptolemaios'un "yıldızların da Güneş ve Ay gibi varlıklar ve onların tabiatları üzerinde etkisi olduğu" görüşünü tenkid ederek; "Filozofların bu usul ile isbatları da zandan ibarettir. Yakin ifade etmez ve tanrısal kaza, yani kader ve takdir kabilinden bir tesir olmayıp ancak meydana gelecek olan nesnenin tabii sebeplerindendir. Tanrısal olan kaza ve hüküm ise her şeyden önce gelir" (Mukaddime, Çev. Z.K. Ugon, III, 115) demektedir.

Şer'i bazı delillerle de yıldızlardan hüküm çıkarmanın batıl olduğunu açıklayan İbn Haldun şöyle diyor: "Bu bilgi, halkın iman ve inancını bozduğu için sosyal bir hayat yaşayan insan toplulukları için de zararlıdır. Bazan bir tesadüf eseri olarak astronomiye dayanarak verilen hükümler doğru çıkıyor ise de bu hükümler bir inceleme ve araştırma sonunda verilen hükümler değildir. Kandırıldıklarından dolayı bu bilginin düşkünü olan bilgisiz kimseler ise, bazı olaylarda bir tesadüf eseri olarak hükümlerinin doğru çıkmasından diğer hükümlerinin de doğru olacağı zannına kapılırlar. Halbuki bu doğru değildir. Çünkü bu, varlıkların vücut ve sebebini Yaratandan başkasına isnad etmek demektir. Bundan başka, düşmanlarına saldırmak üzere devletler uğurlu saat bekleyerek fırsatı kaçırdıkları sıralarda, fırsat bekleyen düşmanlarının onların üzerine saldırdıkları ve onlara galip geldikleri olmuştur. Biz bu hallerden bir çoğunu gözümüzle gördük. Bu bilgiye inanarak onun hükümlerine göre iş görmek, din ve devlet için zararlı olduğundan sosyal hayat yaşayan bütün insan topluluklarında bu bilgi yasak edilmelidir"(Mukaddime, III, 119).

Müneccimlik, Osmanlıların son zamanına kadar sarayda bir memurluk olarak devam etmiştir. Reisü'l-Etibba (Hekimbaşı)nın teklifiyle Padişah tarafından atanan Müneccimbaşı ilmi gayesi bu ayetlerle belirlendiğine göre, onların hareketlerinden birtakım hükümler çıkararak gelecekten haber vermenin İslam öncesi batıl inançlardan intikal etmiş hurafeler olduğu anlaşılmaktadır.

İslam'a göre gibi ve geleceği Allah'tan başka kimse bilmez (el-En'am, 6/59). Kader gizli tutulmuştur. Gelecekten haber vermek (kahinlik) ve falcılık haramdır:

"Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) fal ve Şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz" (Maide, 5/90).

"Ârraf veya kahine gelerek onun söylediğini tasdik eden, Muhammed (s.a.s.)'e indirileni inkar etmiş olur. "

"İlm-i Nücum öğrenen kimse, sihirden bir bölüm öğrenmiş olur" (et-Tergib ve't-Terhib: IV, 441-442).

Müneccimlik (falcılık) yasak olduğu halde, tarih boyunca insanın gaybı bilme ve başına geleceği öğrenme merakını istismar ederek bunu kendilerine kazanç yolu yapanlar eksik olmamıştır. Bu konuda "Yıldızname" adıyla kitaplar yazılmıştır. Günümüzde de Astroloji, Batıda özellikle Amerika'da yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunun sosyo-psikolojik sebepleri üzerinde ayrıca durmak gerekir.

Halit ÜNAL


3-)Müneccimlere, kahinlere, falcılara inanmamalı, bilinmiyen şeyleri bunlara sormamalıdır. Bunları gaybleri (geleceği) bilir sanmamalıdır. Uğursuzluğa inanmamalı, te'sir eder sanmamalıdır. (İsmail Hakkı Bursevi)

Gaybden (gelecekten) verdiği haber konusunda kahini tasdik etmek küfürdür, imanı giderir.Kahin; gelecek zamanda ortaya çıkacak hadiseleri haber veren, sırları bildiğini ve gayb alemine ait bilgilere vakıf olduğunu iddia eden kişidir. Arablarda, olacak işleri bildiklerini iddia eden kahinler vardı. Benim gördüğüm cinler var, onlar bana tabi olur, hizmetimde bulunur, bana haber getirirler diye iddia ederlerdi. Diğer bazıları ise, bana verilen bir anlayış sayesinde hadiseleri ve işleri bilir ve kavrarım diye iddia ederlerdi. Yıldızların hareketlerine bakarak ileride meydana gelecek hadiseler hakkında bilgi sahibi olduğunu iddia eden müneccim de kahin hükmünde olur, yani gaybden verdiği haber konusunda müneccimi tasdik etmek küfr olur. (Teftazani)

2. İlm-i nücum yani astronomi ilmiyle uğraşan kimse. Astronom.

Yer küresinin ömrünü, yaratıldığı günden kıyamete kadar olan zamanı; eski müneccimler, seyyare (gezegen) yıldızlarının adedince bin sene yani yedi bin sene demişlerdir. Zira onlar gezegen adedini yedi biliyordu. Tarihlerin çoğunda yazılı bulunan ve bazı din kitablarına da geçmiş olan yedi bin sene buradan gelmektedir. Böyle söylemek zan ve faraziyye (teori)den ibarettir. (Abdülhakim Arvasi)

Ramazan hilalinin tesbitinde müneccimlerin sözüne itibar edilmez. (İbn-i Âbidin, İbn-i Vehban)


4-)Yıldızların durum ve hareketlerinden anlam çıkaran kimse, yıldız falcısı, astrolog.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Astrologer.
İngilizcesi İngilizce
Astrologer astrolog.

  • Aptal değildim, Müneccim olmama da gerek yoktu, Genç Parti yüzde 7.

Sizde içinde Müneccim kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Müneccim kelimesi anlamı 227 defa okunmuştur. [239324] Müneccim kelime anlamı, Müneccim nedir, Müneccim ne demek, Müneccim sözlük anlamı

Paylaş