Sünnet Nedir

Sünnet Nedir ? Sünnet Ne demek ?

1-)Alm. Sunna (f), Fr. Sunna (f), İng. Sunnah. Din bilgilerinde senet, kaynak olan dört delilden biri. Sünnet lügatta yol, kanun, adet manalarına gelir. Dini terim olarak sünnet kelimesinin dinimizde üç manası vardır: Kitab ve sünnet birlikte söylenince, kitap Kur’an-ı kerim, sünnet de hadis-i şerifler demektir. Farz ve sünnet denilince, farz Allahü tealanın emirleri, sünnet ise Peyamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin sünneti, yani emirleri demektir. Sünnet kelimesi yalnız olarak söylenince, İslamiyetin bütün hükümleri demektir. Fıkıh kitapları böyle olduğunu bildiriyor.

“Sünnetimi terk edene, şefaatım haram oldu.” hadis-i şerifinde sünnet demek, İslamiyet yolu demektir. Çünkü mümin kimse, büyük günah işlese de, şefaattan mahrum olmaz. Hadis-i şerifte; “Büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.” buyuruldu.

Peygamber efendimizin yapılmasını övdüğü şeylere kavli sünnet ve hadis devam üzere yaptıklarına da takriri sünnet denir.

Sünnet, dünya ve ahiretin efendisi ve bütün insanların her bakımdan en yükseği ve en iyisi olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellemin yaptığı ve kaçındığı şeylerdir. Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemin yaptığı ve kaçındığı şeyler iki kısımdır:

Birisi, ibadet olarak yaptığı ve kaçındığı şeylerdir. Her Müslümanın bunlara tabi olması lazımdır. Bunlara uymayan şeyler bid’attır. İkincisi, adet olarak, yani bulundukları şehrin ve o memleketteki insanların yapmakta oldukları şeylerdir. Bunları da beğenmeyenin, çirkin diyenin, imanı gider. Fakat, bunları yapmak, mecburi değildir. Bunlara uymayan şey, bid’at değildir. Bunları yapıp yapmamak, memleketlerin ve insanların adetlerine bağlıdır. Mübah kısmındandırlar. Din ile bağlılıkları yoktur. Her memleketin adeti, başka başkadır. Hatta, bir memleketin adeti, zamanla değişir.

İbadetler, yani Müslümanlara yapılması emrolunan şeyler, dört kısımdır: Farz, vacib, sünnet, nafile. Allahü tealanın açık olarak bildirdiği emirlerine “Farz”; açık olmayıp, zannederek anlaşılan emirlerine “vacib”; farz veya vacib olmayıp, Resulullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kendiliğinden emrettiği veya yaptığı ibadetlere “sünnet” denir.

Resulullah efendimizin emrettiği ve kendisinin de yaptığı ibadetler ve işler, birkaç çeşittir. Bunlar da şunlardır:

1. Müekked sünnet: Buna sünnet-i hüda da denir. İslam dininin şiarı olan, yani bu dine mahsus olan kuvvetli sünnetlerdir. Mesela camide itikaf etmek, ezan ve ikamet okumak, sabah namazının sünneti, öğlenin dört rekatlik ilk sünneti, akşam namazının sünneti, yatsı namazının son iki rek’at sünneti, cemaatla namaz kılmak, erkek çocukları sünnet ettirmek, misvak kullanmak böyledir. Peygamberimiz bunları devamlı yapmış, nadiren de terk etmiş ve terk edenlere de birşey dememiştir.

Müekked sünneti özürsüz, devamlı terk etmek mekruh olur, küçük günah olur. Farz ve vacib olan ibadetleri nafile olarak yapmak, müekked sünnetleri yapmaktan daha çok sevaptır.

2. Gayr-i müekked sünnet: Peygamberimizin ara sıra terk ettiği işler ve ibadetlerdir. Mesela ikindi namazının ve yatsı namazının ilk sünnetleri böyledir. Müstehab ve mendub da aynıdır.

3. Zevaid sünnet: Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, ibadet olarak değil de, adet olarak devamlı yaptığı şeylere sünnet-i zevaid denir. Elbiseleri, oturması, kalkması, iyi şeyleri yapmaya sağdan başlaması böyledir. Bunları yapanlara da sevap verilir. Bunlara sevap verilebilmesi için niyet etmek lazım değildir. Niyet edilirse ibadet olurlar. Sevapları çoğalır. Zevaid sünnetleri ve nafile ibadetleri terk etmek mekruh olmaz. Günah değildir. Bununla beraber, adete bağlı şeylerde de Resulullah efendimize tabi olmak, dünyada ve ahirette insana çok şey kazandırır ve çeşitli saadetlere yol açar.

Peygamber efendimizin gösterdiği İslamiyet yolunda bulunabilmek ve O’nun sünneti üzere yaşayabilmek için, önce Ehl-i sünnete uygun iman etmek, sonra haramlardan sakınmak, sonra farzları yapmak, sonra mekruhlardan sakınmak, sonra müekked sünnetleri, daha sonra müstehapları yapmak lazımdır. Bu sırada, önce olanı yapmayanın, sonra olanı yapmasının faydası olmaz ve önce olanı yapabilmek için, sonra olanı terk etmesi caiz ve hatta vacib olur.

Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:

Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehit sevabı vardır.

On şey sünnettir: Bıyığı kısaltmak, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, mazmaza, istinşak, tırnak kesmek, ayak parmaklarını yıkamak, koltuk altını temizlemek, kasıkları temizlemek, su ile istinca (pislikten temizlenmek).

“Ümmetimin arasında fitne, fesat yayıldığı zaman, sünnetime sarılana yüz şehit sevabı vardır.” hadis-i şerifi de “Selef-i salihin, yani ilk iki asırda yaşayan Müslümanların zamanındaki din bilgilerine uyan kimseye yüz şehit sevabı vardır.” demektir.


2-)SÜNNET



Yol, gidiş, tabiat, şeriat, yüz, yüzün görünen yeri, alışılmış yol. Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerinin bütününü ifade eden terim. Çoğulu "sünen"dir.

Kur'an-ı Kerim'de dört ayette "öncekilerin sünneti" ifadesi "önceki ümmetlerin izlediği yol" veya "önceki ümmetlere uygulanan hüküm" anlamında kullanılmıştır (el-Enfal, 8/38; el-Hicr, 15/13; el-Kehf, 18/55; Fatır, 35/43). İki ayette çoğul olarak kullanılmıştır. Şu ayette şeriat anlamı görülür: "Şüphesiz sizden önce bir çok Şeriatlar gelip geçmiştir" (Âlu İmran, 3/137). Şu ayette de "öncekilerin yolları" anlamında kullanılmıştır: Allah size bilmediklerinizi tam olarak açıklamak, sizi öncekilerin yollarına iletmek ve sizin tevbelerinizi kabul etmek ister" (en-Nisa, 4/26; ayrıca bk. el-İsra, 17/77). Sekiz ayette de Âllah'ın sünneti" ifadesi geçer. Bu, Allah'ın evreni, canlıları ve toplumu yaratırken veya daha sonra yönetirken izlediği yolu, metodu, kanun ve prensipleri ifade eder. Bu prensiplerin değişmeden devam edeceği bildirilir: "Allah'ın öteden beri gelen sünneti (adeti) budur. Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişme bulamazsın" (el-Feth, 48/23; ayrıca bk. Fatır, 35/43; el-Ahzab, 33/62).

Sünnet sözcüğü bir kişiye nisbet edilince, onun iyi veya kötü, sürekli olarak yapa geldiği davranışlarını kapsar, Hz. Peygamber'in şu hadisinde bu iki zıt anlamı bir arada görmek mümkündür: "Güzel bir yol alana onun sevabı ve kıyamete bu yoldan gidenlerin sevabı vardır. Kim de kötü bir yol açarsa, bu yolun sorumluluğu ve kıyamete kadar bu yoldan gidenlerin sorumluluğu ona aittir" (Müslim, İlim, 15; Zekat, 69; İbn Mace, Mukaddime, 14; Darimi, Mukaddime, 44; Ahmed b. Hanbel, IV, 362).

Sünnet, Kur'an-ı Kerim'den sonra ikinci ana kaynaktır. Fıkıh usulünde delil olarak kullanılan sünnet, Hz. Peygamber'den geliş şekline göre; söz, fiil veya tasvip (takrir) olmak üzere üçe ayrılır.

1. Kavli sünnet: Hz. Peygamber'in çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu sözlerdir. Mesela; Âmeller ancak niyetlere göredir ve herkese niyetinin karşılığı vardır. Kim Allah ve Rasulü için hicret etmişse, onun hicreti Allah ve Rasulünedir. Kim elde edeceği bir dünyalık veya evlenmek istediği bir kadın için hicret ederse, onun hicreti de, kendisi için hicret ettiği kimseyedir" (Buhari, Bed'ü'l-Vahy, I; İman, 41; Müslim, İmare, 155).

"Ramazan hilalini görünce orucu tutun, Şevval hilalini görünce orucu yeyin” (Buhari, Savm, II; Müslim, Sıyam, 4,18).

2. Fiili sünnet: Hz. Peygamber'in namaz kılışını ve haccedişini örnek verebiliriz. Allah elçisi; "Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın " (Buhari, Ezan, 18; Edeb, 27; Âhad, I).

"Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alın" (Ahmed b. Hanbel, III, 318, 366) buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber'in savaşlarda yapmış olduğu işler de fiili sünnete girer.

3. Takriri sünnet: Hz. Peygamber'in görüp işittiği bir işe karşı çıkmaması ve onu kabul etmesidir. Çünkü Allah'ın Rasulü bir işin yapıldığını gördüğü veya işittiği halde onu reddetmemiş ve susmuşsa, bu durum onun bu işi tasvip ve kabul ettiği anlamına gelir.

Mesela; Bir gün Hz. Peygamber. kabir başında ağlayan bir kadına rastlar. Ona; "Allah'tan kork ve sabret " der. Kadın Rasulüllah (s.a.s)'ı tanımadan; "Benim başıma gelen, senin başına gelmediği için beni anlayamazsın" diye cevap verir. Daha sonra onun Allah elçisi olduğunu öğrenince de, evine giderek özür diler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Asıl sabır, olayla ilk karşılaşmada gösteren sabırdır" (Buhari Cenaiz, 32). Burada Allah'ın Rasulünün kadının kabir ziyaretine ses çıkarmadığı görülmektedir. Bu, erkekler gibi kadınlar için de kabir ziyaretinin caiz olduğunu gösteren bir takrirdir.

Yine Amr b. el-Âs (r.a), Zatü's-Selasil gazvesi sırasında, çok soğuk bir gecede ihtilam olmuş, su ile yıkanırsa canının tehlikeye düşeceğini anlayınca da teyemmümle topluluğa sabah namazını kıldırdı. Gazve dönüşü durum Hz. Peygamber'e anlatılınca, Amr'a; "Cünüp olduğun halde arkadaşlarına imam oldun öyle mi?" diye sordu. Amr; "Kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir" (en-Nisa, 4/29) ayetini hatırlayarak teyemmüm yaptığını ve namazı kıldırdığını bildirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm etmiş ve susmuştur. İşte bu tebessüm ve susma, su bulunsa bile çok soğuk havada teyemmümle namaz kılınabileceğini gösterir (Zekiyüddin Şa'ban, Usulül-Fıkh, Terc. İbrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990, s. 66).

Sünnetin Hüküm Kaynağı Olduğunu Gösteren Deliller:

Sünnetin, Kur'an-ı Kerim'den sonra, ikinci asli delil olduğunda görüş birliği vardır. Bu yüzden Hz. Peygamber'e nispeti sabit ve sahih olan sünnetin gereğine göre amel etmenin vücubu üzerinde bütün bilginler ittifak etmiştir.

Onlar bu konuda Rasulüllah (s.a.s)'a itaatı emreden, onu sevmenin Cenab-ı Hakkı sevmek olduğunu bildiren, ona karşı gelenlere şiddetli tehditler bildiren ayetlere dayanırlar. Bu ayetlerden bir kaçı şunlardır:

"Âllah'a itaat edin, Rasule itaat edin ve kötülüklerden sakının" (el-Maide, 5/92). "Kim Rasule itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur" (en-Nisa', 4/80). "Peygamber size ne verdiyse onu alın ve size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir" (el-Haşr, 59/7). "Deki: Eğer Allahı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir" (Âlu İmran, 3/31).

Anlaşmazlıklarda Hz. Peygamber'in hakem yapılıp, vereceği karara uyulması gerektiği şöyle belirlenir: "Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar" (en-Nisa, 4/65).

Allahın hükmü gibi, Hz. Peygamber'in sünnetinin de bağlayıcı olduğu ve bunlara dayanan bir hükme karşı gelmenin sapıklık sayıldığı şöyle tespit edilir:" Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü'min bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur" (el-Ahzab, 33/36).

Rasulüllah (s.a.s)'in emrine aykırı davranmanın sonuçlarına bir ayette şöyle yer verilir: Bu yüzden onun (Allah Rasulünün) emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok acı bir ozap isabet etmesinden sakınsınlar" (en-Nur, 24/63).

Hz. Peygamber'in hayatında ve vefatından sonra ashab-ı kiram onun sünnetine uymak gerektiğinde birleşmişlerdir. Sahabe, Allah elçisinin emir ve yasaklarına uyuyor, helal dediğini helal, haram dediğini haram olarak kabul ediyordu. Nitekim Muaz b. Cebel (r.a) Yemen'e vali olarak giderken, orada; Allah'ın kitabı ile hüküm vereceğini, bunda bulamazsa Rasulünün sünnetine başvuracağını belirtmiştir. Bunu işiten Hz. Peygamber'in rızasını açıkladığı nakledilir (Tirmizi, Ahkam, 3; Ahmed b. Hanbel, V, 230, 236, 242; Şafıi, el-Ümm, VII, 273). Diğer sahabiler de, herhangi bir mesele hakkında Kur'an'da bir hüküm bulamadıkları zaman Hz. Peygamber'in sünnetine başvuruyordu. Hz. Ebu Bekir, bir olay hakkında bildiği bir hadis yoksa, bunu sahabe topluluğuna arz eder, o konuda bir hadis bilenin olup olmadığını öğrenmeye çalışırdı. Hz. Ömer'in, tabiılerin ve bunları izleyen Tebe-i tabiin'in metodu da böyledir.

Kur'an-ı Kerim'de, Peygamber (s.a.s)'in Allah'tan vahiy alarak konuştuğu belirtilir. "O, kendiliğinden konuşmamaktadır. O'nun konuşması ancak indirilen bir vahiy iledir" (en-Necm, 53/3, 4). "Sana Allah'ın bol nimet ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar, kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar veremezler. Allah sana Kitap ve Hikmeti indirmiş ve bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti büyüktür" (en-Nisa', 4/113).

Diğer yandan Kur'an ayetleri, Hz. Peygamber'e iman edilmesini açıkça bildirir. Şu ayette Allah'a ve Rasulüne imanın yan yana zikredildiği görülür: "Âllah'a ve okuyup yazması olmayan (ümmi) Peygamber'e iman edin; o Peygamber de Allah'a ve O'nun sözlerine iman etmiştir ve ona uyun ki hidayete eresiniz" (el-A'raf, 7/158). Başka bir ayette de şöyle buyurulur: "Âllah ve peygamberine iman eden mü'minler peygamberlerle birlikte bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin almaksızın gitmezler" (en-Nur, 24/62).

Sünnetin Kitab'a Göre Yeri ve Fonksiyonu:

Kitap ve sünnette yer alan hükümler karşılaştırıldıkları zaman şu dört şekil ile karşılaşılır:

1. Sünnet, Kur'an'daki hükmün aynısını getirir, böylece onu destekler ve güçlendirir. Bununla aynı konuda iki delil oluşur. Biri hükmü tespit eden esas delil, diğeri ise teyit edici sünnet delilidir. Örnek: Kur'an'da;" Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Karşılıklı rızaya dayanan ticaret yoluyla olması bunun dışındadır" (en-Nisa, 4/29) buyurulur. Aynı konuda ki şu hadis yukarıdaki ayeti teyit etmektedir:" Müslüman bir kimsenin malı, (başkasına) onun gönül hoşnutluğu olmadıkça helal değildir" (Ahmed b. Hanbel, V, 72).

Aşağıdaki ayette hadis arasında da benzer teyit ilişkisini görmek mümkündür. Âyette; Îşte, Rabbin zulmeden beldelerin halkını yakaladığı zaman böyle yakalar. Çünkü onun yakalaması çok acı ve çetindir" (Hud, 11/102) buyurulur. Şu hadis aynı anlamı destekler: Allah zalime mühlet verir, sonunda onu cezalandırınca da artık iflah olmaz" (Buhari, Tefsirul-Kur'an, 2/5; İbn Mace, Fiten, 22).

2. Sünnet, açıklanmaya muhtaç Kur'an ayetlerine açıklayıcı hükümler getirir:

Sünnet, Kur'an'ın mücmel veya müşkil olan yani kapalı ve anlaşılması güç olan lafızlarını açıklar. Mesela; Namazı kılın, zekatı verin" emrinde namaz ve zekatın neden ibaret olduğu, şartları, miktar ve ifa şekilleri yer almaz. İşte mücmel olan bu terimler sünnet tarafından açıklanır. Yine; "Ramazanda sabahın beyaz ipliği siyah iplikten ayrılıncaya kadar yeyin, için" (el-Bakara, 2/187). Hz. Peygamber buradaki beyaz iplikten sabahın aydınlığının, siyah iplikten gecenin karanlığının kastedildiğini bildirmiştir.

Sünnet, amm (genel anlam ifade eden) lafızların hükmünü tahsis eder. Âyette; Bunların dışında kalanlar size helal kılındı" (en-Nisa, 4/24) buyurulur. Şu hadis, yukarıdaki ayeti tahsis etmiştir; "Kadın, halası, teyzesi, erkek veya kız kardeşinin kızı üzerine nikahlanamaz. Bunu yaparsanız, hısımlık bağlarını koparmış olursunuz” (Buhari, Nikah, 27; Müslim, Nikah, 37, 38).

Mutlak lafzı tahsis eder: Âyette şöyle buyurulur:" Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadının ellerini kesin" (el-Maide, 5/38). Burada sağ elin mi sol elin mi kesileceği belirtilmemiştir. İşte sünnet bunu "sağ eli ve bilekten kesme" şeklinde kayıtlamıştır.

3. Sünnet, Kur'an'da yer alan bazı hükümleri nesheder, mesela;" Birinize ölüm gelince, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara münasip şekilde vasiyette bulunmak, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur" (el-Bakara, 2/180). Bu ayetin hükmü; "Varise vasiyet yoktur" (Buhari, Vasaya, 6; Ebu Davud Yasaya, 6) hadisi ile neshedilmiştir.

4. Sünnet, Kur'an'da bulunmayan meseleler hakkında hükümler getirir. Ninenin miras hakkına sahip oluşu, fıtır sadakası ile vitir namazının vacip oluşu, "muhsan" olarak zina edenin recm edilmesi, "akile"nin diyete katılmakla yükümlü tutulması gibi hükümler Kur'an'da olmayan, fakat sünnetle getirilen hükümlerdendir (Z. Şa'ban, a.g.e., s. 85). Yine bir kadını hala veya teyzesi ile bir nikah altında birleştirmenin yasaklanması, azı dişli yırtıcı hayvanların ve pençeli kuşların etlerinin haram kılınması, erkeklere altın takmanın ve ipekli giymenin yasaklanması sünnetle sabit olmuştur. Kur'an'da yalnız süt ana ve süt kardeş için konulan evlenme yasağının kapsamı (en-Nisa, 4/23), "Nesep ile haram olan süt ile de haram olur" hadisi ile (Buhari Şehadat, 7; Müslim, Rada, I) genişletilmiştir.

İmam Şafii (ö. 204/819) er-Risale adlı usule dair eserinde, sünnetin üç türlü olduğuna karşı çıkan bir ilim adamı bilmiyorum, dedikten sonra bu üç hususu şöyle belirtir. 1) Allah Teala bir konu hakkında ayet indirir. Hz. Peygamber de Kur'an'ın bildirdiğini olduğu gibi açıklamıştır. 2) Allah'ın indirdiği mücmel olur ve Allah elçisi bundan Yüce Allah'ın kasdettiği anlamı açıklar. 3) Kitapta yer almayan bir konuda Allah'ın elçisi hüküm koyar. Çünkü bu konuda Cenab-ı Hak kendisine yetki vermiştir. Bazı bilginler, Hz. Peygamber'in koyduğu sünnetin Kur'an'da mutlaka bir aslı olduğunu söylemiştir. Nitekim, namazın aslı Kur'an'la emredilmiş, ayrıntı sünnete bırakılmıştır. Yine alış-veriş ve diğer konularda da sünnetler koydu. Çünkü Allah Teala; " Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin" (en-Nisa, 4/29), Âllah alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır" (el-Bakara, 2/275) buyurmuştur. Hz. Peygamber, namazı açıklaması gibi diğer konuları da Allah Teala adına açıklamıştır. Kimisi de, sünnet, Allah tarafından Rasulünün kalbine atılan hikmettir. Bu şekilde kalbe atılan onun sünneti olmuştur (bk. eş-Şafii, er-Risale, tahkik: Ahmed Muhammed Şakir, Mısır 132C s. 91 vd.).

Sünnetin Rivayet Bakımından Çeşitleri:

Senedinde kopukluk bulunmayan hadisler rivayet bakımından üçe ayrılır. Mütevatir, meşhur ve ahad sünnet.

1. Mütevatir Sünnet

Yalan üzerinde birleşmeleri aklen mümkün olmayacak sayıda bir sahabe topluluğunun Hz. Peygamber'den rivayet ettiği, daha sonra bu topluluktan Tabiün ve Etbau't-Tabiin devirlerinde de aynı özellikteki toplulukların naklettiği haberlere "mütevatir sünnet" denir. Bu üç nesilden sonraki devirlerde yalan üzerinde birleşmenin aklen mümkün olmaması şartı aranmaz. Çünkü sünnet bu dönemden sonra tedvin ve tasnif edilerek yazılı eserlere intikal etmiş, daha önce tek raviler aracılığı ile gelen haberlerin pek çoğu da tevatür ve şöhret derecesinde nakledilmiştir.

Tevatür de Lafzi ve Manevi olmak üzere ikiye ayırılır.

a) Lafzi mütevatir: Lafiz ve anlam birliği içinde nakledilen mütevatir haberdir. Mesela; "Kim bilerek bana yalan söz isnat ederse, cehennemdeki yerini hazırlasın" (Buhari, İlim, 38; Müslim, Zühd, 72) hadisi, tevatür derecesinde kalabalık bir sahabe topluluğunca aynı lafızlarla rivayet edilmiştir.

b) Manevi mütevatir: lafız ve anlam bakımından farklılıklar taşımakla birlikte, bütün ravilerin ortak bir anlamda birleştiği mütevatir haberdir. Dua sırasında ellerin kaldırılması bu çeşit mütevatire örnek gösterilebilir. Çünkü Hz. Peygamber'in dua sırasında ellerini kaldırdığına dair yüz kadar hadis rivayet edilmiştir. Fakat bunlar değişik olaylarla ilgili, değişik şekillerde ve farklı ifadelerle nakledilmiştir. Belki her olay hakkında lafzi tevatür gerçekleşmemiştir, fakat bütün rivayetlerin birleştiği ortak anlam, dua sırasında ellerin kaldırılmış olmasıdır.

Yine İslam bilginleri, Hz. Ömer'den rivayet edilen " Âmeller niyetlere göredir. Herkes niyet ettiği şeyi görecektir” (Buhari, Bedül-Vahy,I; Müslim, İmare, 155) hadisinin anlamı üzerinde görüş birliği içindedir.

Mütevatir sünnetin hükmü, Hz. Peygamber'e nisbetinin kesin oluşudur. Buna göre, mütevatir sünnetle amel etmek farz olup, onu inkar eden dinden çıkar. Bu çeşit hadislerin delaleti zanni olmadıkça, ortaya koyduğu hüküm kesinlik ifade eder. Mütevatir hadisler, delil olma bakımından Kur'an'a yakın kuvvettedir.

2. Meşhur Sünnet

Meşhur sünnet, Hz. Peygamber'den bir veya iki yahut tevatür sayısına ulaşmamış sayıda sahabi tarafından rivayet edilmişken, Tabiün veya Etbau't-tabün devirlerinde tevatür sayısındaki ravilerce nakledilen sünnettir.

Mütevatir ve meşhur sünnet arasındaki fark şudur; birincide her üç tabaka ravileri tevatür sayısında iken, meşhur sünnette, sahabeden olan raviler tevatür derecesine ulaşmamıştır. Buna göre mütevatir hadisin Hz. Peygamber'e nisbeti kesin iken meşhur hadisin, Hz. Peygamberden rivayet eden sahabiye nisbeti kesin olmakla birlikte, Hz. Peygamber'e nisbeti kesinlik taşımaz.

Meşhur sünnetin hükmü, kesine yakın bir bilgi vermesidir. Bu yüzden mütevatir sünnetle Kur'an'daki bir amm lafzın tahsisi ve mutlak lafzın takyidi mümkün olduğu gibi, meşhur sünnetle de "amm" tahsis ve "mutlak" takyid edilebilir.

Âmm'ın tahsisine örnek: "Âllah çocuklarınızın miras payı için şunu istiyor" (en-Nisa, 4/11) ayetindeki "çocuklarınız (evladüküm)" kelimesi amm olup bütün çocukları kapsamına alır. Hz. Peygamber'in; "Öldüren öldürdüğü kimseye mirasçı olamaz" (Ebu Davud, Diyat, 18; Darimi, Feraiz, 41) şeklindeki meşhur hadis, miras bırakanını öldüren çocukları kapsam dışı bırakmıştır.

Mutlak ifadenin takyidine örnek:

Mirasla ilgili ayette; " (Bütün bu miras payları, ölenin) yapmış olduğu vasiyetin ve borcun ifasından sonradır" (en-Nisa, 4/11) buyurulur. Burada "vasiyet" sözcüğü mutlak olup, malın belli bir parçası ile sınırlandırılmış değildir. Fakat Hz. Peygamber'in, "Üçte bir daha bayırlıdır" (Buhari, Cenaiz, 36; Vesaya, 2, 3; Menakıbul-Ensar, 49; Müslim, Vasiyyet, 5, 7, 8, 10; Ebu Davud, Feraiz, 3; Eyman, 23) şeklindeki meşhur hadisi vasiyet miktarını üçte birle sınırlamıştır.

3. Âhad Sünnet

Bunlar, Hz. Peygamber'den bir, iki veya daha fazla sahabi tarafından rivayet edilen ve meşhur hadisin şartlarını taşımayan hadislerdir. Âhad hadisi bir kişiden yine bir kişi rivayet etmiş olup, bize kadar ulaşan senedindeki kişiler hiçbir zaman tevatür sayısına ulaşmamıştır. Hadis kitaplarında toplanmış bulunan hadislerin çoğu bu kısma ait olup, bunlara tek kişinin haberi anlamında "haber-i vahid" veya birer kişilerin haberi anlamında "ahad haber" denir.

Ahad sünnet kesin bilgi ifade etmez, zanlı bilgi verir. Çünkü bunların Hz. Peygamber'e ulaştığında şüphe vardır. Bu yüzden inançla ilgili konularda ahad habere dayanılmaz. Ancak belirli şartları taşıyan ahad haberler amel konularında delil olarak kabul edilir.

Hanefiler dışındaki bilginlere göre, hadisler mütevatir ve ahad olmak üzere ikiye ayrılır. Onlar meşhur sünneti de "ahad haber" içinde değerlendirirler. Çünkü meşhur sünnetin ilk tabaka ravileri, gerçekte ahad sünnet sayısındadır. Ancak bu görüşte olanlar ahad haberi, kendi içinde "Garib", "Aziz" ve "Müstefiz" olmak üzere üçe ayırmışlardır.

Ahad Hadisle Amel Etmenin Şartları:

Hanefilere göre ahad haberin delil olarak kullanılabilmesi için şu özellikleri taşıması gerekir.

1. Ravinin, naklettiği hadisle kendisinin amel etmesi gerekir. Buna aykırı davranışı veya fetvası belirlenirse, hadis değil, onun amel veya fetvası esas alınır. Çünkü ravi, bu hadisin neshedildiğini gösteren bir delil bilmese, hadise aykırı davranmaz. Aksi halde "adalet" vasfını kaybeder.

İşte bu prensipten hareket edilerek Hanefiler, Ebu Hureyre'nin naklettiği; "Birinizin kabına köpek ağzını soktuğu zaman, onu döksün, sonra biri toprakla olmak üzere yedi kere yıkasın" (Nesai, Taharet, 52; Miyah, 7; ayrıca bk. Buhari, Vüdu, 33; Müslim, Taharet, 89-93; Tirmizi, Taharet, 68) anlamındaki hadisle amel etmemişlerdir. Çünkü ed-Darekutni'nin naklettiğine göre Ebu Hüreyre bu hadise aykırı olarak böyle bir durumda kabı üç kere yıkamakla yetiniyor ve bu yönde fetva veriyordu. Hanefiler onun fetvasını, bu hadisin neshedilmiş bulunduğuna delil saymışlar, yani yedi defa yıkama yerine üç defa yıkama ile yetinmişlerdir.

Başka bir örnek de, Hz. Âişe'den rivayet edilen ve kadının kendi başına evlilik akdi yapamayacağını bildiren şu hadistir: "Velisinin izni olmadan evlenen kadının evliliği batıldır" (Darimi, Nikah, 2). Hz. Âişe bu hadise aykırı olarak kardeşi Abdurrahman Şam'da iken onun kızını evlendirmişti. Abdurrahman yolculuktan dönünce bu evlendirme işinden hoşnut olmadığını ifade etmişse de, nikah akdini iptal yoluna gittiğine dair bir haber nakledilmemiştir.

2. Hadisi rivayet eden ravi, fıkıh bilgisi ve ictihad ehliyeti ile tanınmış bir kimse değilse hadis, kıyasa ve genel şer'i esaslara aykırı olmamalıdır.

Buna göre, kıyasa aykırı düşen hadis dört halife gibi, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Ömer gibi hem hadis rivayeti ve hem de fıkıhtaki ve ictihattaki ehliyeti ile tanınmış biri ise hadis kabul edilir ve onunla amel edilir. Fakat Enes b. Malik ve Bilal gibi yalnız hadis rivayeti ile tanınan, ictihada ehliyeti bulunmayan birisi ise, bu hadis kabul edilmez.

Bu nitelik, hadislerin "mana rivayeti" usulünün yaygın olması yüzünden öngörülmüştür. Fakih olan ravi, bir kelime yerine hadiste başka bir kelime kullansa, hadisin aynı anlamı koruduğunu söylemek mümkün olur. Aynı esası, fakih olmayan ravi için söylemek güçtür. Özellikle; ortada kıyasa ve genel şer'i esaslara aykırı düşen bir rivayet varsa, bu ravinin yanılma ihtimali güç kazanır.

Hanefiler bu esastan hareketle "musarrat" hadisi ile amel etmemişlerdir. Ebu Hüreyre, Hz. Peygamberden şunu nakletmiştir: "Develerin ve koyunların memelerini sütlü göstermek için şişirmeyin. Birisi böyle bir hayvanı satın almış olur ve sütünü de sağmış bulunursa iki şeyden birisini seçebilir: Ya hayvanı bu hali ile kabul eder, veya hayvanı iade eder ve ayrıca bir sa'da hurma verir" (Müslim, Büyü, 11; Ebu Davud Büyü, 46).

Bu hadisi Ebu Hüreyre rivayet etmiştir, Ebu Hüreyre ictihad ehliyeti ile tanınmamıştır. Hadisin taşıdığı hüküm İslam'ın genel prensipleri ile çelişmektedir. Çünkü istihlak edilen bir şeyin tazmini misli mallarda misliyle, kıyemi mallarda kıymetiyle olur. Hadiste bildirilen süt karşılığı bir sa' (2,179 kg) hurma, sütün ne misli ve ne de kıymetidir. Diğer yandan bu hadis "el-Haracu bıd-dıman " (Ebu Davud Büyü', 71; Tirmizi, Büyü', 53) diye ifade eden "nefi (yarar) ve hasarın dengelenmesi" ilkesi ile de çelişmektedir. Buna göre, bir şeyin tazmin sorumluluğu kime aitse o şeyin semereleri de ona aittir. Şu halde, sağdığı süt, bir bedel ödemesine gerek olmaksızın alıcıya aittir. Çünkü, hayvanı teslim aldıktan sonra, ona gelecek zararı da üstlenmiş bulunmaktadır. Durum böyle olunca, alıcının süt karşılığı bir sa' hurma vermekle yükümlü tutulması bu prensiple de çelişmektedir.

3. Âhad haber sık sık tekerrür eden ve her yükümlünün bilmesi gereken olaylar hakkında olmamalıdır. Usul ilminde bu duruma "umumi belva" denir. Burada olayın tevatür veya şöhret yoluyla nakfi için gerekli şartlar oluşmuştur. Buna rağmen haberin tek ravi yoluyla gelmesi, onun Hz. Peygamber'e nisbetinin sağlam olmadığını gösterir.

Bu esastan hareketle, Hanefi mezhebi bilginleri Abdullah b. Ömer'den rivayet edilen; "Hz. Peygamber rukuya giderken ve başını rukudan kaldırırken ellerini kaldırırdı" (Buhari, Ezan, 83-86) anlamındaki hadis ile amel etmemişlerdir. Çünkü bu durumda ellerin kaldırılması, çok sık vuku bulan ve herkesin hükmünü bilmeye muhtaç olduğu bir olaydır. Eğer bu konuda varid olan hadis sahih olsaydı, bunu çok sayıda başka ravilerin de nakletmesi gerekirdi.

Hz. Peygamber'in namazda Fatiha Süresi'ni okurken besmeleyi de yüksek sesle okuduğunu bildiren ahad haber (Tirmizi, Salat, 67) de aynı prensip gereği kabul edilmemiştir. Çünkü bu haber sağlam olsaydı, çok sayıda ravi tarafından nakledilirdi. Olayın çok tekrarlanması bunu gerektirir. Senedinde Kopukluk Bulunan Hadisler: Senedinde kesinti bulunan hadis sened bakımından Hz. Peygamber'e ulaşmayan hadistir. Buna "Mürsel" veya "Münkatı"' hadis denir. Sahabe atlanıp, tabiinden birisinin Hz. Peygamberden işitmiş gibi hadis rivayet etmesi gibi.

Ebu Hanife ve İmam Malik, mürsel hadisi kayıtsız şartsız kabul ederler. Onlar yalnız mürsel hadisi rivayet eden ravinin güvenilir olup olmamasına bakarlar.

İmam Şafii mürsel hadisi, bunu rivayet eden tabii, Medineli Said b. el-Müseyyeb ve Iraklı Hasan el-Basri gibi meşhur ve bir çok sahabi ile görüşen bir tabii ise kabul eder. Ancak Şafii bunun için ayrıca mürsel hadisin şu dört şeyden biriyle desteklenmesini şart koşar.

l. Mürsel hadisi, senedinde kesinti olmayan ve anlamı aynı olan başka bir hadis desteklemelidir.

2. Mürsel hadisi, ilim adamlarının kabul ettiği başka bir mürsel hadis desteklemelidir.

3. Mürsel hadis, bazı sahabi sözüne uygun düşmelidir.

4. İlim ehli, mürsel hadisi kabul edip çoğu onunla fetva vermiş olmalıdır.

Şafii'ye göre, mürsel hadis, senedi kesintisiz olan bir hadisle çatışırsa bu sonuncusu tercih edilir (Muhammed Ebu Zehra, Usulül-Fıkh, Darul-Fıkhıl-Arabi tab'ı,1377/1958 y.y., s. 111, 112).

Malikilerin Âhad Haberi Delil Kabul Etmesi:

İmam Malik, senedi sahih olan haber-i vahidle amel etme konusunda, sadece bu hadisin Medinelilerin ameline uygun düşmesini şart koşar.

Örnek: Rivayete göre Hz. Peygamber; "Namazdan çıkmak istediğinde biri sağ tarafına, diğeri sol tarafına olmak üzere "es-Selamü aleyküm ve rahmetullah" diyerek selam verirdi" (Zeylai, Nasbur-Raye, I, 430-433). Fakat İmam Malik Medine uygulamasına dayanarak bir selamla yetinmiş ve bu hadisle amel etmemiştir. Çünkü Medineliler sadece bir selam vermekle yetiniyorlardı.

İmam Malik Medinelilerin amelini meşhur hadis derecesinde kabul etmiştir. Ona göre, Medinelilerin ameli Hz. Peygamber'e ulaşıncaya kadar bin kişinin bin kişiden rivayeti kuvvetindedir:

Şafii ve Ahmed b. Hanbel de, sahih hadisin şartlarını taşıyan haber-i vahidi delil olarak kabul ederler (bk. Ebu Zehra, a.g.e., s. 114,115 vd.; Zekiyüddin Şa'ban, a.g.e., s. 79 vd.).

Hz. Peygamber'in Fiilleri: Rasulüllah (s.a.s)'ın fiilleri üçe ayrılır:

1. Hz. Peygamber'in bir beşer, bir insan olarak yaptığı fiillerdir. Yeme, içme, giyinme, uyuma, yatıp kalkma gibi. Bu fiiller genel olarak ümmeti bağlamaz. Çünkü bunlar Allah elçisinden bir peygamber sıfatıyla değil bir insan olması sıfatıyla meydana gelmiştir.

Bununla birlikte, ashab-ı kiramdan, Allah elçisini bu gibi fiillerinde de izleyenler vardı. Abdullah b. Ömer bunlardandır.

Hz. Peygamber'in ticaret, ziraat, savaş tedbirleri, hastalık tedavisi gibi dünyevi işlerde kendi görgü ve tecrübesine dayanarak yaptığı davranışlar da bu kısma girer. Çünkü bunlar şahsi tecrübeyle ilgilidir. Buna şu olayı örnek verebiliriz: Hz. Peygamber, Medinelilerin hurmaları aşıladıklarını görünce, aşılamamalarını bildirdi. Ancak ertesi yıl iyi ürün alınmadığını görünce; hurma bahçesi sahiplerine "Siz dünyanıza ait işleri daha iyi bilirsiniz" (Müslim, Fezail, 141; bk. İbn Mace, Rühün, 15) buyurdu.

Bedir Savaşı sırasında da savaş tecrübesine dayalı şöyle bir olay yaşanmıştı. Hz. Peygamber, orduyu bir yere konaklatmak istedi. Hubab b. Münzir bu yerleştirmenin vahye mi, yoksa savaş taktiğine mi dayandığını sordu. Allah elçisinin, bunun bir savaş taktiği olduğunu söyleyince, Hubab b. Münzir bu konaklama yerinin uygun olmadığını söyledi ve daha uygun yeri göstererek, gerekçelerini açıkladı. Bunun üzerine, ordu Hubab'ın belirlediği yere yerleştirildi (Kettani, et-Teratibü'l-İdariyye, Beyrut (t.y), II, 384).

2. Hz. Peygamber'in sırf kendisine mahsus olduğu şer'i bir delille belirtilmiş olan fiilleri. Gece teheccüd namazı kılması (el-Müzzemmil, 73/1-4; el-İsra, 17/79). Ramazan'da "visal orucu" tutması, dörtten fazla kadınla evlenmesi buna örnek olarak zikredilebilir. Diğer müslümanlar, Hz. Peygamber'in bu fiillerini kıyas yoluyla delil olarak alamazlar. Çünkü bunların Hz. Peygamber'e ait oluşunda şer'i deliller vardır.

3. Hz. Peygamber'in teşrii nitelikli fiilleri. Namaz kılışı, oruç tutuşu, haccedişi, ziraat ortaklığı kuruşu, borç alıp vermesi gibi. Bu tür fiilleri sünnet olup bunlara uymak gerekir. Bu fiilleri de ikiye ayırmak mümkündür.

a. Kur'an'ın mücmellerini açıklamak için yaptığı fiiller. Bunlar Kur'an'ın tamamlayıcısı sayılırlar ve hangi mücmeli açıklamışlarsa onun hükmünü alırlar. Mücmel * ifadenin hükmü vacibse; onu açıklayan sünnetin hükmü de vacib, mücmelin hükmü mendupsa, açıklayıcı sünnetin hükmü de mendup olur.

b. Hz. Peygamber'in bağımsız olarak ve bir işin mübah oluşunu göstermek üzere yaptığı fiiller. Bu çeşit fiillerin vücub, nedb veya mübahlık gibi şer'i niteliği bilinir. Bunlara ümmetin de uyması gerekir ve fiil yukarıdaki hükümlerden birisine uyar. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz Allah'ın Rasulünde, sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için mükemmel bir örnek vardır" (el-Ahzab, 33/21).

Sonuç olarak sünnet, Kur'an'dan sonra ikinci asıl kaynak olup, İslam'ın pek çok hükmü ve belki İslami müessese ve esasların bütünlüğü sünnetle tamamlanmıştır.

Hamdi DÖNDÜREN


3-)

Kelime anlamı, izlenen tutum, tavır ve yol demektir. Tek başına "Peygamberlerin sünneti" dendiği zaman, Peygamberin takındığı tavır ve hayat biçimi, yani tümüyle Islam anlaşılır. Farz ve vacib olmayan anlamında kullanıldığı zaman; Allah'ın ya da Elçisinin emri olmakla beraber, kesinkes istenmediğini gösteren başka deliller bulunan, ya da Peygamberimizin zaman zaman terkettiği halde, çoğunlukla yaptığı ibadet ve davranışları demektir. Kur'an olmayan anlamında kullanıldığında ise Peygamberimizin sözleri, eylemleri yani fiilleri ve kendisi yapmadığı halde olumlu karşıladığı davranışlar akla gelir. Peygamberimizin çoğu zaman yaptıkları ve farz olmadığını bildirdigi halde, ısrarla yapılmasını istedikleri şeyler, kuvvetli, yani "müekkede" sünnet, çoğu zaman terk ettikleri ise, az kuvvetli, yani "gayr-i müekkede" sünnet olur. Mesela, misvakla ağız temizliği, namazları cemaatle kılma, sabah, ögle ve akşam namazlarının sünnetleri kuvvetli sünnetlerdir. Ikindi ve yatsı namazlarının sünnetleri ise az kuvvetli sünnetlerdir. Sünnetleri yapan, fazlalık sevap kazanır ve Kıyamet gününde Peygamberimizin şefaatına daha büyük ihtimalle kavuşur. Özürsüz terkedenler ise günahkar olmasalar bile, asık bir çehreyle karşılanırlar. Sünnetler; gazetelerde çıkan süreli kuponlar yanında yayınlanan, yedek kuponlar gibidirler. Birçok faydaları yanında, farz ibadetlerin eksik yanlarını da tamamlamış olurlar. Ancak farz borcu olanlar, kıldıkları sünnetleri onların yerine sayamazlar. Ilk anlamı ile sünneti inkar eden ve Allah Resulü'nün yolundan başka yol tutan ve mesela, biz filancanın yolundan başka yol tanımıyoruz diyenlerin, Islam alimleri,.kafir olacaklarını söylerler.


4-)1. Peygamber efendimizin mübarek sözleri, işleri ve görüp de mani olmadığı şeyler.

Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehid sevabı vardır. (Hadis-i şerif-Hadika)

On şey sünnettir: Bıyığı kısaltmak, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, nazmaza (ağıza su alma), iştinşak (buruna su çekme), tırnak kesmek, ayak parmaklarını yıkamak, koltuk altını temizlemek, kasıkları temizlemek, su ile istinca (önden ve arkadan necaset, pislik çıkan yerleri temizlemek). (Hadis-i şerif-Tebyin-ül-Hakayık)

2. Din bilgilerinde senet, kaynak olan dört temel delilden biri. Hadis-i şerifler.

Edille-i şer'iyye, din bilgilerinin elde edildiği kaynaklar dörttür: Kitab (Kur'an-ı kerim), sünnet, icma-ı ümmet (bir asırda bulunan, Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerden mana çıkarabilen müctehid denilen derin alimlerin, dini bir işin hükmünde birleşmeleri, aynı sözü söylemeleri veya aynı işi yapmaları), ve kıyas-ı fukaha (hükmü, manası nasstan yani Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriften açıkça anlaşılamayan bir şeyin hükmünü, hükmü bilinen ve bu şeye benzeyen başka bir şeyin hükmünden anlamak)dır. (İbn-i Âbidin)

Sünnet, Kur'an-ı kerimi tefsir etmekte, açıklamaktadır. Mezheb imamları (Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli), sünneti açıklamışlardır. Din alimleri de, mezheb imamlarının sözlerini açıklamışlardır. Kıyamete kadar da böyle olacaktır. Sünnet olmasaydı; sular ve taharet (temizlik) bahislerini, namazların kaç rek'at olduklarını, rüku ve secdede okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, orucun, haccın farzlarını ve nikah, hukuk bilgilerini, hiçbir alim, Kur'an-ı kerimde bulamaz ve öğrenemezdi. (İmam-ı Şa'rani)

Sünnetimi terk edene, şefaatim haram oldu. (Hadis-i şerif-Şerh-i Hadis-i Erbain)

İslam dini garib olarak başladı. Son zamanlarda da garib olacaktır. Bu garib insanlara müjdeler olsun! Bunlar insanların bozduğu sünnetimi düzeltirler. (Hadis-i şerif-Mektubat)

Sünneti en iyi bilen, imam olur. (Kuduri)

Peygamber efendimizin gösterdiği İslamiyet yolunda bulunabilmek ve O'nun sünneti üzere yaşayabilmek için; önce doğru iman etmek, sonra haramlardan sakınmak, sonra farzları yapmak, sonra mekruhlardan sakınmak, daha sonra müstehabları yapmak lazımdır. (İmam-ı Rabbani)

Allahü tealaya götüren en emin yol; bütün iş, hareket ve ibadetlerde Peygamber efendimizin sünnetine tabi olmaktır. (Ebu Ali Cürcani)


5-)(The Tradıtıon) 1. Yol, gidiş, hayatın akışı.

2. Son
peygamber Hz. Muharnmed'in İslamın hayata aktarılması programı çerçevesinde,
bizzat yaşamak, sözlü olarak belirt­mek, yapılmasını onaylamak veya yapılmasına
engel olmamak suretiyle Müslümanlara tavsiye ettiği davranış, söz ve eylemle­rin
tümü.

3. İslam
hukukuna göre, Hz. Peygamber'İn yapmış ya da tavsiye etmiş olmasından
kaynaklanan mükelleften bir şey yapmasını isteyen hüküm. Bkz. farz, vacip,
müştehap, Mubah, Mekruh, Mendup, Haram.


6-)Erkek çocukta, erkeklik organının ucundaki derinin çepeçevre kesilmesi.


7-)Düğünü.


8-)Hz. Muhammed'in Müslümanlarca uyulması gerekli sayılan davranışları ve herhangi bir konuda söylemiş olduğu söz.


9-)Sünnet düğünü.


10-)Genellikle erkek çocuklara, seyrek olarak da kızlara (Doğu Afrika, Arabistan vb.) uygulanan ve Arap, İbrani halklarında, Avustralya'da, Afrika ve Amerika'nın birçok bölgelerinde erkek cinsel örgeninin ucundaki kabuğu kesme (circumcicion) ya da siyeğin alt tarafını yarma (subincision) işlemi.


11-)1. iyi ahlak, iyi tabiat. 2. hz. muhammed'in sözleri, işleri ve tasvipleri.


12-)Kanun, yol, adet.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Circumcision.
İngilizcesi İngilizce
Mitzvah.
İngilizcesi İngilizce
The Sunna (the sayings and doings of Mohammed , which form a basis.
Fransızcası Fransızca
Circoncision

  • Almanya'da'Sünnete'yasal güvence Almanya'da yaşayan Yahudi ve Müslüman ailelerin çocuklarını yasal olarak Sünnet ettirebilmesi için hazırlanan yeni yasal düzenleme kabul edildi.

Sizde içinde Sünnet kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Sünnet kelimesi anlamı 1265 defa okunmuştur. [240299] Sünnet kelime anlamı, Sünnet nedir, Sünnet ne demek, Sünnet sözlük anlamı

Paylaş