Tıp Nedir

Tıp Nedir ? Tıp Ne demek ?

1-)Cmedıcıne) Fizyolojik
hastalıkların teşhis ve tedavisini amaçlayan bilimdah.


2-)Alm. Medizin (f), Fr. Médecine (f), İng. Medicine. İnsanları hastalıklara karşı korumaya, hastaların acılarını dindirmeye, hastalıklarını iyi etmeye çalışan bilim dalı.

Allahü teala kimi peygamberlere kitap, kimi peygamberlere de suhuf (küçük kitapçık) göndererek, bunları insanlara tebliğ etmelerini istemiştir. Bu kitaplarda insanların dünyada rahat ve huzur içinde yaşamaları, ahirette de ebedi saadete kavuşabilmeleri için çeşitli ilimleri ihtiva eden bilgiler vardı. İşte bu bilgilerden biri de sağlık bilgileri yani tıptır. Çünkü Allahü teala insanın dünyadaki bedenini, hastalanıp ölecek şekilde yaratmıştır.

İlk insan ve ilk peygamber olan hazret-i Âdem’e, Allahü teala tarafından gönderilen on suhuf içinde tıp ve ilaçlar hakkında malumat da vardı (Bkz. Âdem Aleyhisselam). İnsanların sağlıklarına ehemmiyet vermelerini hazret-i Âdem’den son hak din olan İslamiyete kadar bütün insanlara Allahü teala emretmiştir. Mesela İdris aleyhisselama gönderilen otuz kitapçık içinde tıp ve ilaç bilgileri bulunuyordu. Hatta Yunanlıların Hermes dedikleri filozof, İdris aleyhisselamdan sonra yaşamış, bildirdiği sağlık bilgilerini onun kitaplarından almıştır.

Yine Davud aleyhisselam zamanında yaşayan Lokman Hekim tabiplerin piridir. Meşhur batılı hekim Calinos’tan bin sene önce yaşamıştır. Batıda bilinen ilk tıp alimi Hippokrat’tır. M.Ö. 460-377 seneleri arasında yaşayan aynı zamanda filozof olan bu Yunanlı hekim, zamanının büyücülük ve yanlış inançlara dayanan tıp bilgilerine, şimdi doğru olmadığı anlaşılan birçok yeni görüş getirmiştir. Kendi adını taşıyan okulu vardı. Bu tabip, batılılar tarafından şiddetle savunulmuş, tıbbın babası olarak kabul edilmiştir. Maalesef Müslüman ülkeler de bu hataya düşmüşlerdir.

İslamiyetin doğuşuna kadar uzun bir süre tıp ilmi de karanlık devresini yaşadı. Peygamber efendimize tıp ve sağlık hakkında Allahü tealadan gelen vahiyler ve O’ndan nakledilen hadis-i şerifler Müslüman tıp alimlerine ışık oldu. Peygamberimiz tıp bilgisini çeşitli şekillerde medh buyurdu. Mesela “İlim ikidir: Beden bilgisi, din bilgisi.” yani ilimler içinde en lüzumlusu, ruhu koruyan din bilgisi ve bedeni koruyan sıhhat bilgisidir, diyerek her şeyden önce ruhun ve bedenin zindeliğine çalışmak lazım geldiğini emir buyurdu.

İslamiyet, beden bilgisini, din bilgisinden önce öğrenmeyi emrediyor. Çünkü bütün iyilikler bedenin sağlam olmasıyla yapılabilir. Bir hadis-i şerifte; “Ey Allah’ın kulları! Hasta olunca, tedavi ettiriniz! Çünkü Allahü teala hastalık gönderince ilacını da gönderir.” buyruldu. Peygamberimiz, hastaların karantinaya alınmaları, perhiz yapmaları ve temizlenmeleri gibi birçok tedavi yolları göstermiştir. Tıp ilmini öğrenmek ve tedavi yapmak farz-ı kifayedir. Yani bir toplumda mutlaka hekim olması gerekmektedir. Müslümanların yetiştirdiği ilk meşhur hekim Ebu Bekr Muhammed Razi’dir (854-923). İlk defa olarak, o zamana kadar aynı hastalık sanılan kızıl, kızamık ve çiçeğin ayrı ayrı hastalıklar olduğunu keşfetmiştir. Göz ameliyatını fenni usullerle ilk yapan hekimdi. Yüze yakın eseri vardı. Ber-üs-Saa, Kitab-ül-Havi ve diğer kitapları tıp ilmine olan hizmetlerinin şahitleridir. Avrupa’da Razos ismiyle meşhurdur.

980’de Buhara civarında Afşar’da doğan İbn-i Sina, asırlarca dünya tıbbını etkileyen hekimdi. Hayatı boyunca çok sayıda hekim yetiştirmiştir. Kanun ve Şifa isimli eserlerinde havanın ve mevsimlerin tesirleri, meskenler, rutubetli ve kuru havalar, gıda maddelerinin özellikleri, içme suları, vücut temizliği, giyim eşyaları hakkında çok değerli bilgiler vermiştir. Hastalıkların mikroplardan geldiğine ilk işaret edendir. “Her hastalığı yapan bir kurttur. Yazık ki bunları görecek bir aletimiz yoktur. Temizlik, bu kurtçuklardan meydana gelen hastalıkların önünü alır. En iyi ve tehlikesiz olanı, kaynatılıp soğutularak içilen sudur.” diyerek, bulaşıcı hastalıkların meydana geliş sebeplerini ve bunlardan korunmayı açıklıyordu.

İbn-i Sina ile aynı asırda yaşayan büyük alim El-Biruni’nin (973-1051) tıp ve eczacılığa dair 1050 senesinde (80 yaşındayken) tamamladığı Kitab-üs-Saydala adlı eseri Avrupa dillerine çevrilmiş ve batının tıp okullarında kaynak kitap olmuştur.

936-1013 yılları arasında Endülüs’te yaşayan Ez-Zehravi (Ebü’l-Kasım Halaf ibni Abbas) o kadar meşhur olmuştu ki Avrupa dillerinde bir düzineden fazla ismi vardır. “Cerrahinin babası” budur. Cerrahi sanatını çok iyi kavramış ve onun çeşitli dallarını büyük bir başarıyla tatbik etmiştir. Pekçok cerrahi alet keşfetmiş ve nasıl kullanıldıklarını en ince noktalarına kadar açıklamıştır. Cerrahi, dahiliye, göz hastalıkları, ortopedi, beslenme, eczacılık (farmakoloji), kısaca tıbbın bütün dallarını ihtiva eden otuz ciltlik bir tıp ansiklopedisi yazmıştır. Et-Tasrif ismini verdiği bu kitap öyle meşhur oldu ki, Avrupa’nın pekçok üniversitesinde 12. asırdan 17. asra kadar, tıp eğitiminde İbn-i Sina’nın Kanun kitabının yerini aldı. Et-Tasrif 1500 sayfaydı. 200 şekil ihtiva ediyordu. Batılıların omurga veremini ve omurga eklemi iltihabını ilk defa tarif ettiğini ileri sürdükleri Patt’tan 700 yıl önce Ebü’l-Kasım ez-Zehravi bu hastalığı tarif ettiği gibi tedavisini de göstermiştir (Bkz. Zehravi). Bunun zamanında yetişen operatör Amr bin Abdurrahman Kirmani Endülüs hastanelerinde en güç ameliyatları yapardı.

Türkistanlı Müslüman tabib Ali bin Ebilhazm (İbn-ün Nefis) (1210-1290) akciğerlerdeki kan deveranını (küçük kan dolaşımı) ilk defa tarif etti ve şemasını çizdi. Avrupalıların bu hususta kaşif diye iddia ettikleri William Harvey ise bundan 300 sene sonra yaşamıştır.

Ortaçağda Avrupa batıl inançlar ve karanlıklar içinde yüzerken Müslümanlar tıp ilminde de zirvedeydiler. Her yeniliğin keşfedicisi oldular. Batılılar İslam üniversitelerine tahsil etmeye gelirlerdi. Batıda akıl hastaları “şeytan tarafından tutulmuş kimseler” olarak canlı canlı yakılırken, Müslümanlar bunların tedavisi için özel hastaneler kurmuşlardı.

Ortaçağlarda Anadolu’ya yerleşmiş Selçuklular da insan sağlığına büyük kıymet verdiler. Bunların Konya, Kayseri, Sivas, Amasya gibi Anadolu şehirlerinde darüşşifalar açtıkları ve diğer devletlerden yüzyıllarca evvel askeri hastanelere sahip oldukları, tababet eğitim ve öğretimine büyük önem verdikleri zamanımıza kadar gelen belgelerden anlaşılmaktadır. Hastanelerin başında, zamanın en maruf (bilinen) hekimleri bulunur ve bunlar, hastaların başı ucunda tıp eğitimiyle birçok tabib yetiştirirlerdi. Hastahanelere her türlü hasta yatırılırdı. Hastahanelerin yanında “Tabhane” denilen imarethaneler bulunur, taburcu olanlar nekahat devrelerini burada geçirirlerdi. Daha Sultan Melik Şah zamanında alet, çadır, malzeme ve personeli iki yüz deve ile taşınan gezici hastahanelerin mevcut olduğu ve bu hastahanelerin, ordu gerisinde bir menzilden diğerine gitmek suretiyle orduya destek sağladıkları, hasta ve yaralıları tedavi ettikleri bilinmektedir. Bunların başında 1206 yılında İkinci Kılıç Aslan’ın kızı Gevher Nesibe’nin vefatı üzerine, kardeşi Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılan Gevher Nesibe Tıp Külliyesi gelmektedir ki, o zaman, dünyada bir eşi daha yoktu.

Osmanlılar zamanında, Selçuklular döneminde yapılanlara ilave edilen hastanede (darüşşifa, şifahane) tıp öğretimine devam edildi. Çağında ün kazanan bazı hekim yazarların kitapları da bu öğrenime yardımcı oldu.

Sultan Birinci Murad ve Yıldırım Bayezid Han dönemlerinde (1350-1402) yaşayan Murad bin İshak tarafından Havassü’l-Edviye (Tedaviye Yarayan Hassalar) adında bir kitap hazırlandı. Yine bu dönemde Hızır Paşa adıyla meşhur Celaleddin Hızır büyük bir hekim olarak tanındı. Celaleddin Hızır’ın tıpla ilgili eserlerinin başında gelen Şifaül-Eskam Devaü’l-Âlam (Elemlerin Devası ve Kötülerin Şifası) zamanının Arapça yazılmış önemli bir eseriydi. On dördüncü yüzyılda yaşayan Şeyh Cemaleddin Aksarayi, Şerh-i Mucizü’l-Kanun (Kanundaki Güç Konuların Açıklaması) adlı bir eserle İbn-i Sina’nın Kanun’unu şerh (izah) etti. Bu dönemin diğer bir alimi de aynı zamanda ünlü bir Türk şairi olan Ahmedi’dir. Asıl adı Taceddin İbrahim olan Ahmedi, Tervihü’l-Ervah (Ruhları Ferahlandırma) adlı bir eser yazmıştı.

On beşinci yüzyılın başında Sultan Yıldırım Bayezid tarafından Bursa daruttıbbı (tıp fakültesi) açıldı. Bu dönemin sonlarına doğru Sultan İkinci Murad zamanında yetişmiş bir tıp bilgini de Mukbilzade Mümin’dir. Fatih Sultan Mehmed Han devrinde İstanbul’un fethinden sonraOsmanlı hekimliği büyük bir gelişme göstermiş, 1470 yılında Fatih semtindeki Fatih Camii etrafında 16 medrese, imaret, hamam, misafirhane ve kalenderhane gibi sosyal tesislerle birlikte darüşşifalar açılmıştır. Bursa darüşşifasından yetişmiş hekimler, bu teşkilat içine alınarak eğitim ve öğretim yeni metodla hazırlanmış, hasta üzerinde uygulama eğitimi göz önünde tutulmuştur. Bunun yanında ordu ve kalelerin de sıhhi teşkilatı çok mükemmeldi. Önemli olanlarında cerrahlar bulunurdu. Bu devrin tıp bilginleri Muhammed bin Hamza, Akşemseddin, Sabuncuoğlu Şerafeddin, Ali bin Elhac İlyas, Altıncızade ve diğer bazı hekimlerdir.

İkinci Bayezid Han ve Yavuz Sultan Selim devirlerine ait bilgiler az ve yetersizdir. Kanuni Sultan Süleyman ise, Fatih Külliyesini örnek alarak, Süleymaniye Camii yanında günümüze kadar gelen yeni bir külliye ve darüşşifa açtırmıştır. Bu devirde tıp ilmi çok teşvik görmüş, batı devletlerinden çok ileri bir safhada gelişme göstermiştir. Batılılar tarafından bulunduğu hatalı olarak zan ve iddia edilen Müslümanlara ait keşiflerin önemli olanlarından bazılarını şöyle özetleyebiliriz:

1. Suyun kaldırma gücünü ilk defa hesap edip gemi yapan Nuh aleyhisselamdır. Arşimed değildir.

2. Dünyanın döndüğünü ilk defa söleyen ve dünyanın yarı çapını ölçen Galile (v.1642) değil, El-Biruni (v.1051)dir.

3. Küçük kan dolaşımını ilk defa tarif eden William Harvey (v.1657) değil İbn-i Nefis(v.1288)tir.

4. Mikrobu ilk keşfeden Pastör (v.1895) değil, bundan 400 yıl önce yaşayan Fatih’in hocası Akşemseddin hazretleri (v.1459)dir.

5. Omurga tüberkülozunu ve artriti Pott değil, bundan 700 yıl önce Ebü’l-Kasım (v.1013) tarif etmiştir.

6. Özgül ağırlığı ölçen piknometreyi ilk defa El-Biruni (v.1051) keşfetmiştir.

Çiçek hastalığına karşı aşıyı bulanlar, Müslüman Türklerdir. Türklerden bunu öğrenen Jenner, ancak 1796’da bu aşıyı Avrupa’ya götürdü ve haksız olarak “çiçek aşısını bulan bilgin” ünvanını aldı. Halbuki tam bir ilimsizlik diyarı olan o zamanki Avrupa’da insanlar hastalıktan kırılıyordu. Fransa Kralı Onbeşinci Louis 1774’te çiçekten öldü. Avrupa uzun zaman veba ve kolera salgınlarına uğradı. Birinci Napolyon 1798’de Akka Kalesini muhasara ettiği zaman, ordusunda veba zuhur etmiş ve hastalığa karşı çaresiz kalınca, düşmanı olan Müslüman Türklerden yardım dilenmek zorunda kalmıştı. O zamanki bir Fransız eserinde şöyle yazmaktadır:

“Türkler ricamızı kabul ederek hekimlerini yolladılar. Bunlar tertemiz giyinmiş, nur yüzlü kimselerdi. Evvela dua ettiler ve sonra ellerini bol su ve sabunla uzun uzadıya yıkadılar. Hastalarda zuhur eden hıyarcıkları neşterle yardılar. İçindeki sıvıyı akıttılar ve yaraları tertemiz yıkadılar. Sonra hastaları ayrı ayrı yerlere koydular ve sağlamların mümkün olduğu kadar onlara yaklaşmamasını tembih ettiler. Hastaların elbiselerini yaktılar ve onlara yeni elbiseler giydirdiler. En nihayet tekrar ellerini yıkadılar ve hastaların bulunduğu yerde öd ağacı yakarak ve tekrar dua ederek bizden hiçbir ücret veya hediye kabul etmeden yanımızdan ayrıldılar.”

Demek oluyor ki, iki asır evveline kadar garplılar hastalıklara karşı tamamen çaresizdi. Ancak okuyarak ve tecrübeler yaparak bugün tıp ilmini öğrendiler. Müslümanların tıp ilmindeki bu üstünlük ve önderliği, İslamiyeti yaşadıkları sürece devam etti. On dokuzuncu asırda ordudaki yenileştirme hareketine paralel olarak 1827 yılının 14 Martında Şehzadebaşı’nda Tulumbacılar Konağında bir tıphane açıldı. Orduya bilgili hekim yetiştirmek ve Avrupa’daki tıp ilerlemelerine kısa zamanda ulaşabilmek için, Avrupa’dan mütehassıslar getirilmesine karar verildi. Bu gayeyle Viyana elçiliği aracılığıyla, yapacağı teşkilatta ve hareketlerinde serbest olmak şartıyla Prof. Bernard getirildi (1837). Bu tarihten sonra tıp dersleri Fransızca olarak okutuldu. 1867 yılında Askeri Tıbbiye-i Şahane’nin başına Marko Paşa getirildi. Bu tarihe kadar Fransızca olarak yapılmakta olan dersler Türkçeleştirildi.

Avrupa’da ise, 19. asrın sonlarından itibaren tıp dalında hızlı bir ilerleme olmuş; Pastör, Behring ve Koch gibi bilginler bakteriyolojiyi kuran keşifleriyle bu bilgilerini patolojide tatbike başlamışlardı. Bir taraftan hastalıkların bulaşma yolları öğrenilmiş, diğer taraftan bunlardan kurtulma çareleri de kolaylaşmış, aşı ve serumların keşfiyle kuvvetli savaş silahları kazanılmış, cerrahiye; asepsi ve antisepsi sokulmuştu.

Bizdeyse düşmanlarımızın türlü oyunlarıyla medreselerden din ve fen dersleri kaldırılmakla beraber tıp eğitimi, hedefinden saptırılmış ve hiç bir gelişme gösteremez hale gelmiştir. Bernard’ın kurduğu dispilinden ve ana prensiplerinden eser kalmamıştı. Nihayet 1897’de İkinci Abdülhamid Han zamanında tıp okullarının ıslahı ve klinik hastanesi tesis edilmesi için Avrupa’dan bir heyet getirildi. Bütün malzemesi 1334 Osmanlı altını karşılığında Almanya’dan temin edilerek Sarayburnu’ndaki Askeri Rüştiye binası bir klinik haline getirildi ve bu müessesenin başına da kurucusu olan Prof. Dr. Rieder verildi. Padişahın yaş günü olan 30 Aralık 1898 gününde 150 yataklı Gülhane Tababet-i Askeriye Tatbikat Mektebi ve Seririyatı olarak açıldı. Artık burada, Tıbbiye-i Şahane’den mezun olan asker hekimleri, asker hekimliğini ön planda tutan bir senelik staja tabi tutuluyor, bilgi ve görgülerinin artırılması yanında modern bir hastanenin idare edilmesi öğretiliyor ve ayrıca orduya hastabakıcı yetiştiriliyordu.

Tıp ilminin gelişmesinde insan sağlığı yönünden en mühim adım 19. asırda atıldı. Birçok hastalıkların sebebi olan mikroplar ve Kuduz aşısı bulundu. Bu çalışmaları Joseph Lister’in sterilizasyon üzerindeki çalışmaları takip etti. Bu başarı, ameliyatların ve anestezinin kolayca tatbikine yol açtı.

Yirminci asırda da tıp ilmi sürekli gelişme gösterdi; vitaminler, hormonlar ve birçok hastalıkların sebepleri bulundu. İlaçlar konusunda da büyük adımlar atıldı. Yeni yeni antibiyotikler keşfedildi. Birçok hastalığın teşhisinde çok işe yarayan radyolojik ve nükleer tetkik metodları geliştirildi. Laser ışınları tıbbın hizmetine sokuldu. Kanser teşhis ve tedavisi konusunda önemli adımlar atıldı. Günümüzde de tıptaki gelişmeler hiç durmamakta ve son hızla ilerlemektedir.

Tıp ilminin birçok dalı vardır. Bunlar: Genetik, Anatomi, Fizyoloji, Epidemiyoloji, Hijyen, Patoloji, Farmakoloji, Cerrahi branşlar (Genel cerrahi, Nöroşirurji, Kalp ve damar cerrahisi), Ortopedi ve travmatoloji, Dahili branşlar (Kardiyoloji, Gastroenteroloji, Göğüs hastalıkları, Nefroloji, Hematoloji, Endokrinoloji, Allerjik hastalıklar), Göz hastalıkları, Kulak, Burun, Boğaz, Cildiye, Fizik tedavi ve Rehabilitasyon, Psikiyatri, Nöroloji, JinekolojiObstetrik, Çocuk hastalıkları, İntaniye, Radyoloji ve Radyoterapi.


3-)Hastalıkları iyileştirmek, hafifletmek veya önlemek amacıyla başvurulan teknik ve bilimsel çalışmaların tümü, hekimlik, tababet
Örnek:İlk önceleri tıp literatürüne dair bazı Fransızca kitaplar da getiriyordum. R. N. Güntekin


4-)(Bak: Tıbb)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Type, sort, style, cut, specimen, guy, person, bugger, Johnny, customer, tip, bakhshish, baksheesh, cast, codger, cuss, ilk, Job, norm, number, perk, perquisite, pourboire, vintage.

  •          Batı Şeria'da Filistin yönetimine ait Ramallah Hastanesi'ne götürülecek olan Arafat'ın naaşından adli Tıp araştırmasında kullanılacak örneklerin alınacağı belirtildi.
  • TANAKA'YA ZİYARET Konseyin önerisi çerçevesinde Aichi eyaletinde bulunan Okazaki'de kadın üniversitesi, Sapporo'da Tıp üniversitesi ve Akita'da sanat üniversitesi açılacaktı.

Sizde içinde Tıp kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Tıp kelimesi anlamı 32 defa okunmuştur. [250335] Tıp kelime anlamı, Tıp nedir, Tıp ne demek, Tıp sözlük anlamı

Paylaş