Irk Ve Irkçılık Nedir

Irk Ve Irkçılık Nedir ? Irk Ve Irkçılık Ne demek ?

1-)IRK VE IRKÇILIK



Belli bir ırkın doğal üstünlüğünü
savunan teori ve görüş. Kalıtım yoluyla geçen fiziki
özelliklerle kişilik, zeka ve kültür özellikleri arasında
bir sebeb-sonuç bağlantısı bulunduğu inancından
kaynaklanır. Tarih boyunca üstün sayılan ırkların
diğer ırklar üzerinde egemenlik kurma ve sömürme girişimlerinde
meşrulaştırıcı bir gerekçe olarak kullanıldı.
Toplumlar arasındaki birlik ve dayanışmayı yok etmesi,
zulüm ve sömürüye neden olması yüzünden İslam tarafından
kesin biçimde yasaklandı.

Irkçılık, insanlık tarihi içinde uzun
bir geçmişe sahiptir. Eski Yunan, Roma, Mısır
toplumlarında egemen uluslar kendilerinin doğal
üstünlüklerine inanırlar, kendilerinden olmayan ulusları
ikinci sınıf insan, dolayısıyla köle ve hizmetçi
olmak üzere yaratılmış topluluklar olarak
değerlendirirlerdi. İsrailoğulları gibi kimi
toplumlarda ise ırkçılık dini bir nitelik
kazanmıştı. Kendilerinin seçilmiş ulus
olduklarına inanan israiloğulları, İslam'ın
tebliğ edildiği dönemde, sırf kendi uluslarından
olmadığı için Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamberliğini
kabul etmemişlerdi .

Uzun geçmişine rağmen ırkçılık
sosyal bir teori olarak ondokuzuncu yüzyıl da sistemleşti. Irkçılığın
altın çağı kabul edilen bu yüzyılda kendisi ırkçı
olmamakla birlikte Charles Darwin'in biyolojik evrim kuramı, sözde
bilimsel ırkçılığın gelişmesine temel
oluşturdu. Sosyal Darwincilik insan soyunun zaman içinde çeşitli
evrim aşamalarından geçtiğini, Avrupalı beyaz
ırkın insanın toplumsal evriminin en üst aşamasını
temsil ettiğini savundu. Gobineau, beyaz ırkın üstünlüğünü,
beyazlar içinde de ari ırkın en yüksek medeniyet seviyesine
ulaştığını öne sürdü. Gobineau'nun
izleyicilerinden İngiliz asıllı Houston Stevvart
Chamberlain, Almanya'da uzun boylu, açık tenli ve uzun kafalı Tötonların
üstün ırk olduğunu, Yahudilerin fiziksel olarak Tötonlardan
kolayca ayırt edilmeseler de manevi açıdan olanlardan geri
olduklarını savundu.

Gobineau ve Chamberlain'in görüşleri, başta
Nietzche olmak üzere Max Weber, Werner Sombart gibi düşünürlerce
beslenerek Almanya'da Nazi ırkçılığının
temelini oluşturdu. Adolf Hitler siyaset felsefesinin ırkçılık
yönünü "bilimsel" temellerini bu düşünürlerden aldı.
Nazi ırkçılığı bütün çelişki ve
tutarsızlıklarına rağmen Almanları
birleştirmekte, yenilmez olduklarına inandırmakta, ekonomik
sömürüyü ve köle emeğini meşrulaştırmakta,
halkı savaşa yöneltmekte başlıca etken oldu ve
Nazizmin Alman halkı üzerinde kurduğu egemenliğinin temel
öğesini meydana getirdi.

Nazizmden farklı biçimde de olsa, Avrupa uluslarının
sömürgecilik hareketlerinde haksız ve insanlık
dışı eylemleri meşrulaştırmakta ırkçı
görüşler başlıca etken oldu. İspanyollar Amerika'ya
geldiklerinde Yerlilere karşı izledikleri yayılmacı ve
saldırgan politikalarını, Yerlilerin İspanyollardan
farklı oldukları, kendileriyle aynı anlamda insan bile
sayılamayacaklarını öne süren ırkçı teorilere
dayandırdılar, topraklarını ellerinden
aldıkları Yerlilere insan gibi davranmanın
gerekmediğini öne sürdüler. Thomas Carlyle, James A. Froude,
Charles Kingsley ve özellikle Rudyard Kipling'in yazılarında
ısrarla işlenen "beyaz adamın misyonu" düşüncesi
de sömürgecilik döneminde ırkçılığı
meşrulaştırıcı ve sömürgeciliği yüceltici
bir işlev gördü. Bu düşünceye göre beyaz Avrupalı
öteki ırklara medeniyet götürüyor, dolayısıyla
insanlığa hizmet ediyordu. Başta İngiliz, Fransız
ve Portekizliler olmak üzere Avrupalı tüm sömürgeciler Asya'da,
Afrika'da, Hindistan ve Uzak Doğuda sömürgeleştirme
faaliyetlerini bu sözde "medenileştirme" görevlerine
dayandırıyorlardı. ABD'de ise ırkçılık
önceleri katliam ölçüsünde Yerlilere, daha sonra da Siyahlara
yöneldi. Günümüzde ırkçılıktan belli ölçüde bir
uzaklaşma eğiliminden söz edilse de başta ABD olmak üzere
tam Avrupa ülkelerinde varlığını sürdürmekte;
özellikle ırk ayırımının yasal olarak sürdüğü
Güney Afrika ile İsrail'de en katı ve acımasız biçimiyle
egemenliğini yürütmektedir.

İslam, zulüm ve sömürüye yol açan tüm
inanç ve düşünceler gibi ırkçılığı da
yasaklamıştır. Kur'an ırkların aynı kökten
geldiklerini ifade ederek, üstünlük iddialarının
temelsizliğini ortaya koymuştur. Tüm insanlar ve uluslar Hz.
Adem (a.s) ile eşi Havva'dan yaratılmıştır.
İnsan toplumunun ırklara, kabilelere ayrılması da
onların tanışmaları ve yardımlaşmaları
amacına bağlıdır. Zulüm ve sömürüye neden olacak
kalıtımsal bir üstünlük söz konusu değildir.
İnsanların ve toplumların iyilik ve üstünlükleri yalnızca
inançlarına, yaşama biçimlerine bağlıdır,
Allah'ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma
konusundaki titizliklerinden kaynaklanır (el-Hucurat, 49/13).

İslam'a göre ırk öğesi insanlara
doğal bir üstünlük sağlamadığı gibi medeni
bir toplumun oluşmasında da temel etken değildir. Medeni
bir toplum, hayvanlar gibi iç güdüleriyle birlikte yaşayan
insanlardan değil, özgür iradeleriyle seçtikleri inanç ve
idealler çevresinde toplanan insanlardan oluşur. Bu nedenle İslam
toplumu İslam'ı bir din, bir hayat düzen ve biçimi olarak
benimseyen insanların oluşturduğu toplumdur. Belirleyici
tek etkenin inanç olduğu bu toplumun oluşmasında
başka hiçbir maddi ya da manevi etkenin katkısı yoktur.
Aynı akide çevresinde birleşen insanlar, kan bağları
olmasa da kardeştirler (el-Hucurat, 49/10). Buna karşılık,
aynı inancın paylaşılmaması durumunda, baba
oğul arasında bile bir yakınlıktan söz edilemez.
İman etmediği için babasının çağrısına
uymayan Hz. Nuh'un oğlu onun ailesinden sayılamaz (Hud, l l/46).
Aynı inancı paylaşan müminler küfrü tercih etmeleri
durumunda ne babalarını, ne de kardeşlerini veli
edinebilirler (et- Tevbe, 9/23). Hiçbir mümin, babası, oğlu,
kardeşi ya da diğer bir yakını da olsa, Allah'a ve
Peygamberine düşman olan kimseye sevgi besleyemez (el-Mücadele.
58/22).

Hz. Peygamber (s.a.s)'de cahili bir adet olan
ırkçılığı sık sık gündeme getirerek
eleştirmiş ve yasaklamıştır. Veda haccı
sırasında, Veda Hutbesi olarak bilinen ünlü konuşmasında
Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba, beyaz renklinin
siyaha, siyah renklinin beyaza bir üstünlüğü olmadığını,
üstünlüğün yalnızca takva ile olduğunu ilan
etmiştir. Mekke'nin fethinde, Kabe'yi tavaf ettikten sonra
yaptığı konuşmada Hz. Peygamber (s.a.s) aynı gerçeği
şöyle dile getirmiştir: "Sizden cahiliyye ayıplarını
ve büyüklenmesini gideren Allah'a hamd olsun. Ey insanlar, tüm insanlar
iki gruba ayrılırlar. Bir grup iyilik yapan, iyi olan ve kötülükten
sakınanlardır ki bunlar Allah nazarında değerli olan
kimselerdir. ikinci grup ise günahkar ve isyankar olanlardır ki
bunlar da Allah nazarında değersiz olanlardır. Yoksa
insanların hepsi Adem'in çocuklarıdır; Allah Adem'i de
topraktan yaratmıştır." Irk üstünlüğü düşüncesinin
temelsizliği başka bir hadiste de şöyle ortaya konur
"Hepiniz Adem'in oğullarısınız, Adem de topraktan
yaratılmıştır. İnsanlar babaları ve dedeleri
ile övünmekten vazgeçsinler. Çünkü onlar Allah nazarında küçük
bir karıncadan daha değersizdirler" (Tirmizi Tefsir sure,
49).

Hz. Peygamber (s.a.s) insanların aynı kökten
geldiklerini ve üstünlüğün yalnız takva ile ölçülebileceğini
belirtmekle yetinmeyerek Allah'ın insanları ırklarına
göre değerlendirmeyeceğini de ısrarla vurgular. Bir
hadislerinde "Allah kıyamet günü sizin soyunuzdan-sopunuzdan
sormayacaktır. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız
kötülüklerden en çok sakınanınızdır."
buyurmuştur. Aynı anlam diğer bir hadiste de şöyle
dile getirilir: "Allah sizin mallarınıza ve
şekillerinize bakmaz; fakat O sizin kalblerinize ve amellerinize
bakar (Müslim, Birr, 33; İbn Mace, Zühd, 9). Bütün bu gerçek ve
uyarılar karşısında ırkçılık
davası güden kişinin müslümanlık iddiasının
bir anlamı yoktur. Hz. Peygamber (s.a.s), "ırkçılık
davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık
üzerine savaşa girişen de bizden değildir". (Müslim,
İmare, 53, 54, 57) buyurarak böyle bir kişinin yerini tesbit
etmiştir.

İslam, getirdiği evrensel kardeşlik
ilkesi ile Cahiliyye döneminde şiddetle hüküm süren ırkçılık
adetini ezip yok etti. Kendilerini soylu ve üstün gören Mekke
aristokratlarının zulüm ve baskılarına rağmen
İslam, Romalı Süheyb, Habeşli Bilal ve İranlı
Selman gibi aşağılanan insanların çabalarıyla
başarıya ulaşarak evrensel bir toplum oluşturdu. Ne
yazık ki Emeviler döneminde İslam egemenliğinin yerini
alan saltanatla birlikte birçok cahiliye adeti gibi ırkçılık
da yeniden canlandı. Arap olmayan müslümanlar tümden mevali sayılıyor,
Kureyş dışındaki Araplar bile küçümseniyordu.
Emevilerin sürdürdüğü ırkçı politika kısa zamanda
Arap olmayan müslümanlar arasında da ırkçı
eğilimlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Özellikle
Farslar ve Türkler arasında başlayan bu eğilim giderek
Şuubiye olarak anılan ırkçı, ulusalcı
hareketlere dönüştü. Emevilerin yıkılmasında
önemli bir etken olan Şuubiye hareketi Abbasiler döneminde etkisini
yitirmekle birlikte bütünüyle yok olmadı.

Irkçılık eğilimleri İslam dünyasında
ondokuzuncu yüzyılın sonlarında yeniden canlanmaya
başladı. Batılı devletlerin Osmanlı Devletinin
parçalama planlarının bir parçası olarak
canlandırmaya çalıştıkları bu düşünce,
İttihad ve Terakki yönetiminin benimsediği ırkçı
politikaların da etkisiyle ayrılıkçı hareketleri
besledi. Osmanlı Devletinin parçalanmasından sonra oluşan
birçok yeni devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti de ırkçılıktan
önemli ölçüde etkilendi. Yeni devletin özellikle dil ve kültür
politikalarında etkili olan ırkçı eğilimler zamanla Türkçülük,
Turancılık adıyla bilinen bağımsız bir
politik hareket haline geldi. Bu hareket çeşitli parti ve örgütler
içinde varlığını günümüzde de sürdürmektedir.

Ahmet ÖZALP


2-)

Belli bir ırkın doğal üstünlüğünü savunan teori ve görüş. Kalıtım yoluyla geçen fiziki özelliklerle kişilik, zeka ve kültür özellikleri arasında bir sebeb-sonuç bağlantısı bulunduğu inancından kaynaklanır. Tarih boyunca üstün sayılan ırkların diğer ırklar üzerinde egemenlik kurma ve sömürme girişimlerinde meşrulaştırıcı bir gerekçe olarak kullanıldı. Toplumlar arasındaki birlik ve dayanışmayı yok etmesi, zulüm ve sömürüye neden olması yüzünden Islam tarafından kesin biçimde yasaklandı.

Irkçılık, insanlık tarihi içinde uzun bir geçmişe sahiptir. Eski Yunan, Roma, Mısır toplumlarında egemen uluslar kendilerinin doğal üstünlüklerine inanırlar, kendilerinden olmayan ulusları ikinci sınıf insan, dolayısıyla köle ve hizmetçi olmak üzere yaratılmış topluluklar olarak değerlendirirlerdi. Israiloğulları gibi kimi toplumlarda ise ırkçılık dini bir nitelik kazanmıştı. Kendilerinin seçilmiş ulus olduklarına inanan israiloğulları, İslam'ın tebliğ edildiği dönemde, sırf kendi uluslarından olmadığı için Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamberliğini kabul etmemişlerdi .

Uzun geçmişine rağmen ırkçılık sosyal bir teori olarak ondokuzuncu yüzyıl da sistemleşti. Irkçılığın altın çağı kabul edilen bu yüzyılda kendisi ırkçı olmamakla birlikte Charles Darwin'in biyolojik evrim kuramı, sözde bilimsel ırkçılığın gelişmesine temel oluşturdu. Sosyal Darwincilik insan soyunun zaman içinde çeşitli evrim aşamalarından geçtiğini, Avrupalı beyaz ırkın insanın toplumsal evriminin en üst aşamasını temsil ettiğini savundu. Gobineau, beyaz ırkın üstünlüğünü, beyazlar içinde de ari ırkın en yüksek medeniyet seviyesine ulaştığını öne sürdü. Gobineau'nun izleyicilerinden Ingiliz asıllı Houston Stevvart Chamberlain, Almanya'da uzun boylu, açık tenli ve uzun kafalı Tötonların üstün ırk olduğunu, Yahudilerin fiziksel olarak Tötonlardan kolayca ayırt edilmeseler de manevi açıdan olanlardan geri olduklarını savundu.

Gobineau ve Chamberlain'in görüşleri, başta Nietzche olmak üzere Max Weber, Werner Sombart gibi düşünürlerce beslenerek Almanya'da Nazı ırkçılığının temelini oluşturdu. Adolf Hitler siyaset felsefeşinin ırkçılık yönünü "bilimsel" temellerini bu düşünürlerden aldı. Nazı ırkçılığı bütün çelişki ve tutarsızlıklarına rağmen Almanları birleştirmekte, yenilmez olduklarına inandırmakta, ekonomik sömürüyü ve köle emeğini meşrulaştırmakta, halkı savaşa yöneltmekte başlıca etken oldu ve Nazızmin Alman halkı üzerinde kurduğu egemenliğinin temel öğesini meydana getirdi.

Nazızmden farklı biçimde de olsa, Avrupa uluslarının sömürgecilik hareketlerinde haksız ve insanlık dışı eylemleri meşrulaştırmakta ırkçı görüşler başlıca etken oldu. Ispanyollar Amerika'ya geldiklerinde Yerlilere karşı izledikleri yayılmacı ve saldırgan politikalarını, Yerlilerin Ispanyollardan farklı oldukları, kendileriyle aynı anlamda insan bile sayılamayacaklarını öne süren ırkçı teorilere dayandırdılar, topraklarını ellerinden aldıkları Yerlilere insan gibi davranmanın gerekmedığını öne sürdüler. Thomas Carlyle, James A. Froude, Charles Kingsley ve özellikle Rudyard Kipling'in yazılarında ısrarla işlenen "beyaz adamın misyonu" düşüncesi de sömürgecilik döneminde ırkçılığı meşrulaştırıcı ve sömürgeciliği yüceltici bir işlev gördü. Bu düşünceye göre beyaz Avrupalı öteki ırklara medeniyet götürüyor, dolayısıyla insanlığa hizmet ediyordu. Başta Ingiliz, Fransız ve Portekızliler olmak üzere Avrupalı tüm sömürgeciler Asya'da, Afrika'da, Hindistan ve Uzak Doğuda sömürgeleştirme faaliyetlerini bu sözde "medenileştirme" görevlerine dayandırıyorlardı. ABD'de ise ırkçılık önceleri katliam ölçüsünde Yerlilere, daha sonra da Siyahlara yöneldi. Günümüzde ırkçılıktan belli ölçüde bir uzaklaşma eğiliminden söz edilse de başta ABD olmak üzere tam Avrupa ülkelerinde varlığını sürdürmekte; özellikle ırk ayırımının yasal olarak sürdüğü Güney Afrika ile Israil'de en katıve acımasız biçimiyle egemenliğini yürütmektedir.

Islam, zulüm ve sömürüye yol açan tüm inanç ve düşünceler gibi ırkçılığı da yasaklamıştır. Kur'an ırkların aynı kökten geldiklerini ifade ederek, üstünlük iddialarının temelsizliğini ortaya koymuştur. Tüm insanlar ve uluslar Hz. Adem (a.s) ile eşi Havva'dan yaratılmıştır. Insan toplumunun ırklara, kabilelere ayrılması da onların tanışmaları ve yardımlaşmaları amacına bağlıdır. Zulüm ve sömürüye neden olacak kalıtımsal bir üstünlük söz konusu değildir. Insanların ve toplumların iyilik ve üstünlükleri yalnızca inançlarına, yaşama biçimlerine bağlıdır, Allah'ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma konusundaki titizliklerinden kaynaklanır (el-Hucurat, 49/13).

Islam'a göre ırk öğesi insanlara doğal bir üstünlük sağlamadığı gibi medeni bir toplumun oluşmasında da temel etken değildir. Medeni bir toplum, hayvanlar gibi iç güdüleriyle birlikte yaşayan insanlardan değil, özgür iradeleriyle seçtikleri inanç ve idealler çevresinde toplanan insanlardan oluşur. Bu nedenle Islam toplumu Islam'ı bir din, bir hayat düzen ve biçimi olarak benimseyen insanların oluşturduğu toplumdur. Belirleyici tek etkenin inanç olduğu bu toplumun oluşmasında başka hiçbir maddi ya da manevi etkenin katkısı yoktur. Aynı akide çevresinde birleşen insanlar, kan bağları olmasa da kardeştirler (el-Hucurat, 49/10). Buna karşılık, aynı inancın paylaşılmaması durumunda, baba oğul arasında bile bir yakınlıktan söz edilemez. Iman etmediği için babasının çağrısına uymayan Hz. Nuh'un oğlu onun ailesinden sayılamaz (Hud, l l/46). Aynı inancı paylaşan müminler küfrü tercih etmeleri durumunda ne babalarını, ne de kardeşlerini veli edinebilirler (et- Tevbe, 9/23). Hiçbir mümin, babası, oğlu, kardeşi ya da diğer bir yakını da olsa, Allah'a ve Peygamberine düşman olan kimseye sevgi besleyemez (el-Mücadele. 58/22).

Hz. Peygamber (s.a.s)'de cahili bir adet olan ırkçılığı sık sık gündeme getirerek eleştirmiş ve yasaklamıştır. Veda haccı sırasında, Veda Hutbesi olarak bilinen ünlü konuşmasında Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba, beyaz renklının siyaha, siyah renklının beyaza bir üstünlüğü olmadığını, üstünlüğün yalnızca takva ile olduğunu ilan etmiştir. Mekke'nin fethinde, Kabe'yi tavaf ettikten sonra yaptığı konuşmada Hz. Peygamber (s.a.s) aynı gerçeği şöyle dile getirmiştir: "Sizden cahiliyye ayıplarını ve büyüklenmesini gideren Allah'a hamd olsun. Ey insanlar, tüm insanlar iki gruba ayrılırlar. Bir grup iyilik yapan, iyi olan ve kötülükten sakınanlardır ki bunlar Allah nazarında değerli olan kimselerdir. ikinci grup ise günahkar ve isyankar olanlardır ki bunlar da Allah nazarında değersiz olanlardır. Yoksa insanların hepsi Adem'in çocuklarıdır; Allah Adem'i de topraktan yaratmıştır." Irk üstünlüğü düşünceşinin temelsizliği başka bir hadiste de şöyle ortaya konur "Hepiniz Adem'in oğullarısınız, Adem de topraktan yaratılmıştır. Insanlar babaları ve dedeleri ile övünmekten vazgeçsinler. Çünkü onlar Allah nazarında küçük bir karıncadan daha değersizdirler" (Tirmizi Tefsir sure, 49).

Hz. Peygamber (s.a.s) insanların aynı kökten geldiklerini ve üstünlüğün yalnız takva ile ölçülebileceğini belirtmekle yetinmeyerek Allah'ın insanları ırklarına göre değerlendirmeyeceğini de ısrarla vurgular. Bir hadislerinde "Allah kıyamet günü sizin soyunuzdan-sopunuzdan sormayacaktır. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız kötülüklerden en çok sakınanınızdır." buyurmuştur. Aynı anlam diğer bir hadiste de şöyle dile getirilir: "Allah sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz; fakat O sizin kalblerinize ve amellerinize bakar (Müslim, Birr, 33; Ibn Mace, Zühd, 9). Bütün bu gerçek ve uyarılar karşısında ırkçılık davası güden kişinin müslümanlık iddiasının bir anlamı yoktur. Hz. Peygamber (s.a.s), "ırkçılık davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girişen de bizden değildir". (Müslim, Imare, 53, 54, 57) buyurarak böyle bir kişinin yerini tesbit etmiştir.

Islam, getirdiği evrensel kardeşlik ilkesi ile Cahiliyye döneminde şiddetle hüküm süren ırkçılık adetini ezip yok etti. Kendilerini soylu ve üstün gören Mekke aristokratlarının zulüm ve baskılarına rağmen Islam, Romalı Süheyb, Habeşli Bilal ve Iranlı Selman gibi aşağılanan insanların çabalarıyla başarıya ulaşarak evrensel bir toplum oluşturdu. Ne yazık ki Emeviler döneminde Islam egemenliğinin yerini alan saltanatla birlikte birçok cahiliye adeti gibi ırkçılık da yeniden canlandı. Arap olmayan müslümanlar tümden mevali sayılıyor, Kureyş dışındaki Araplar bile küçümseniyordu. Emevilerin sürdürdüğü ırkçı politika kısa zamanda Arap olmayan müslümanlar arasında da ırkçı eğilimlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Özellikle Farslar ve Türkler arasında başlayan bu eğilim giderek Şuubiye olarak anılan ırkçı, ulusalcı hareketlere dönüştü. Emevilerin yıkılmasında önemli bir etken olan Şuubiye hareketi Abbasıler döneminde etkisini yitirmekle birlikte bütünüyle yok olmadı.

Irkçılık eğilimleri Islam dünyasında ondokuzuncu yüzyılın sonlarında yeniden canlanmaya başladı. Batılı devletlerin Osmanlı Devletinin parçalama planlarının bir parçası olarak canlandırmaya çalıştıkları bu düşünce, Ittihad ve Terakki yönetiminin benimsediği ırkçı politikaların da etkisiyle ayrılıkçı hareketleri besledi. Osmanlı Devletinin parçalanmasından sonra oluşan birçok yeni devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti de ırkçılıktan önemli ölçüde etkilendi. Yeni devletin özellikle dil ve kültür politikalarında etkili olan ırkçı eğilimler zamanla Türkçülük, Turancılık adıyla bilinen bağımsız bir politik hareket haline geldi. Bu hareket çeşitli parti ve örgütler içinde varlığını günümüzde de sürdürmektedir.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?

Bu kelime Dini bir Terimidir.

Sizde içinde Irk Ve Irkçılık kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Irk Ve Irkçılık kelimesi anlamı 25 defa okunmuştur. [243002] Irk Ve Irkçılık kelime anlamı, Irk Ve Irkçılık nedir, Irk Ve Irkçılık ne demek, Irk Ve Irkçılık sözlük anlamı

Paylaş