Cihad Nedir

Cihad Nedir ? Cihad Ne demek ?

1-)insanların İslamiyeti işitmeleri, Müslüman olmakla şereflenmeleri yani İslamiyeti yaymak, yahut Müslümanların dinine, vatanına, namusuna saldıran düşmanları kovmak için yapılan harp, savaş. Lügatte söz ve fiille bir iş için bütün kuvvetini sarf etmek demektir. Cihad edene “mücahid”, cihaddan sağ olarak dönene “gazi” denir. Ölen şehid olup, ahirette yüksek derecelere kavuşur. Cihad zamana ve şartlara göre değişir. Düşmana karşı silahla olduğu gibi, mal, söz, fikir, gazete, dergi gibi basın-yayın ve daha başka vasıtalarla da yapılır.

Cihad, Kur’an-ı kerimde pekçok ayet-i kerime (Nisa 95; Enfal 72; Tevbe 19, 20, 41; Hac 78; Hucurat 15) ve hadis-i şerifle Müslümanlara emredilmiştir. İlk Müslümanlar (Eshab-ı kiram), bu emirlere uyarak ordular tertib edip Asya, Afrika ve Anadolu’ya seferlere çıktılar. Gittikleri yerlerdeki insanlara İslam dinini tebliğ ettiler. Kabul edenler, bozuk inançlarını bırakarak hak din olan İslamiyete kavuştu. Kabul etmeyenler İslam idaresi altında, cizye vermek suretiyle, emniyet, adalet ve huzur içinde kendi inanç ve ibadetleriyle başbaşa kaldılar ve hayatlarını öyle sürdürdüler. Daha sonra gelen İslam devletleri de İslamiyeti dünyanın dört bir tarafındaki insanlara ulaştırmak, haber vermek; kendilerine ve vatanlarına saldıran Müslüman olmayan kuvvetlere karşı koymak için cihad yapmışlardır. Bunlar arasında bütün Kuzey Afrika’yı baştanbaşa geçtikten sonra atını önüne çıkan Okyanus sularına sürüp; “Ya Rabbi! Eğer önüme bu deniz çıkmasaydı, senin adını daha ötelere götürürdüm!” (Abdurrahman el-Gafıki) diyenler, Malazgirt Ovasında alnını secdeye koyup; “Ya Rabbi! Senin rızan için savaşıyorum, niyetim halistir. Bana yardım et, niyetim halis değilse beni kahret!” (Alparslan Gazi) diyerek yalvaranlar, Haçlı ordularına yaklaşık iki asır yılmadan karşı koyanlar (Selçuklular ve Eyyubiler) ve kendilerini İslamiyeti müdafaa ve yaymakla vazifelendirenler (Osmanlılar) ve daha niceleri çıkmıştır.

İslam dininde cihaddan maksad insanlara iyilik etmektir. Onlara Hak dini haber vererek ahirette ebedi azaptan kurtulmalarını ve ebedi saadetlerini temin etmektir. Yoksa onların canlarına, mallarına, mülklerine, ırz ve namuslarına ve sahib oldukları diğer varlıklarına kasdetmek, göz dikmek değildir. İslam dininde cihada ait hükümlerin hepsinde asıl maksad açıkça ifade edilir. Bu maksadın hasıl olması için lüzumlu hal, şart, vasıta ve öteki hususlar da, ayet-i kerime, hadis-i şerif ve dinin diğer kaynaklarına dayandırılarak teferruatlı olarak izah edilir. Bunların bir kısmı cihadın ehemmiyeti ve kıymeti, bir kısmı da uyulması şart olan hususları beyan eder.

Bu kaynaklarda belirtildiği gibi silahla cihadı hükümet yapar. Milleti sulh zamanında cihada hazırlamak, yetiştirmek hükümetin vazifesidir. Müslümanların cihad yapması, cihad sevabına kavuşması, hükümetin cihad yapmak veya cihada hazırlanmak için yaptığı davete, çağrıya ve kumandanların emirlerine itaat etmesi, askerlik vazifesini yapması demektir. Hükümetin izni ve kumandanının emri olmadan herkesin başkasına saldırması, cihad olmaz. Çapulculuk, eşkıyalık olur. Bu ise İslamiyette büyük günahtır.

Cihada katılmak farz-ı kifayedir. Müslümanların bir kısmı bu farzı yerine getirince diğerlerinden düşer, herkes katılmadıkları için günahkar olmazlar. Düşman, bir İslam beldesine (ülkesine) hücum eder umumi (genel) seferberlik (harp) ilan edilirse, eli silah tutan herkesin savaşa iştirak etmesi farz-ı ayn olur. Cihada beden ile iştirak edemeyenlerin mal ve dua ile iştirak etmeleri lazımdır. Çünkü, dua ordusu gaza ordusunun (savaşan askerlerin) ruhu gibidir, denilmiştir. İlimle, yazı ve her türlü neşriyatla, propagandayla cihad etmek, yani İslamiyeti insanlara duyurmak ise, her zaman yapılır ve kıyamete kadar terk edilmez.

Cihadın cihad olması ve cihad yapanların vadedilen fazilet ve üstünlüklere kavuşabilmesi için yapılan işlerin yalnız Allahü tealanın makbulü olması lazımdır. Bu ise İslamiyetin cihad ile ilgili hüküm ve emirlerine tam uymakla temin edilir. İslam hukuku (fıkıh ve fetva) kitaplarında cihadla ilgili hükümler, cihadın ehemmiyeti ve fazileti geniş olarak bildirilmiştir. Mesela, her türlü işkence, zulüm, kadın ve çocukların, yaşlıların, savaşçı olmayan çiftçi ve köylülerin öldürülmesi, yapılan antlaşmalara aykırı hareket edilmesi yasaklanmıştır. Düşmanla karşılaşınca, önce Müslüman olmaya çağrılmaları, kabul etmezlerse cizye vermelerinin teklif edilmesi, onu da kabul etmezlerse o zaman savaşılması emredilmiştir.

Ayrıca bir de Cihad-ı Ekber (Büyük Cihad) vardır. Peygamber efendimiz bir harpten döndüklerinde; “Küçük cihaddan döndük, cihad-ı ekbere (büyük cihada) geldik.” buyurmuştur. Bu cihad, insanın kendisi yani anasır-ı erbea (dört temel madde) denilen su, ateş, toprak ve havadan meydana gelen bedeninin arzu ve isteklerine uymayıp, İslamiyetin emirlerini yerine getirmek, yasaklarından sakınmak hususundaki gayretine denir. Bu cihad bir ömür boyu sürer. Bu insanın, Müslüman olduktan sonra vücudunda, bedeninde mevcut çeşitli unsurları ve bunlardan doğan şehvet, hırs, kibir, gazap (gadap) gibi hisleri ile bu hislerin değişik tezahürlerini (görünüşlerini) İslamiyete uydurmak ve İslamiyetin hükmü altına sokmak için yapılır.


2-)

İslam'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir. Daha açık bir ifade ile Allah (c.c.) tarafından kullarına verilmiş olan bedeni, mali ve zihni kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. İnsanın maddi-manevi bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk'ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması "cihad"dır.

İslam'da cihad farzdır. Allah Teala bu konuda şöyle buyuruyor: "Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı" (el-Bakara, 2/216). "Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın " (el-Bakara, 2/193). "Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız" (et-Tevbe, 9/29); "Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız. " (et-Tevbe, 9/36). Hz. Peygamber (s.a.s.)'de "Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır" (Ebu Davud, el-Cihad, 33) buyurmuştur.

Yalnız, bu farz bazı hallerde farz-ı ayın; bazı hallerde ise farz-ı kifayedir. Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gayesini gerçekleştirebiliyor, müslümanların yurt, mal, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o taktirde cihad farz-ı kifaye olmuş olur ve diğer müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her müslümanın düşmana karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihad etmesi icab eder.

Cihadın gayesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslam'da savaş, intikam, öldürme yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil: bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslam'a sokmak yoktur. Cihad'dan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslam'ın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla müslüman olabilecekleri onamları hazırlamaktır.

İslam'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez. İslam bütün dünyanın saadet ve refahını düşünür. Bütün insanlığa, kendisinin beşeri sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün alemşumül bir din olduğunu göstermek ister. Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için müslümanların bütün güçlerini seferber eder. İşte bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya, büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşru bütün yollara başvurma gayretine cihad denir. Yeryüzünde zorbalar, batılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları kötülüklerine karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir. Bu bakımdan cihadın İslam'da önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber'e, hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, "İman ve Allah yolunda cihad'dır." (Tecrid-i Sarih Tercümesi, VII, 445), buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihadla varlığını sürdüreceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca Allah yolunda savaşanları, gazilik ve şehitlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok ayet ve hadis vardır.

Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş vuku bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz. " (Buhari, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebu Davud, Cihad, 89) buyurmuştur. Müslümanlar savaş anında Allah'a güvenir ve Allah'ın kendileriyle beraber olduğunu bilirler. Onun şu buyruğunu hiç akıllarından çıkarmazlar. "Ey peygamber; sana da sana tabi olan müminlere de Allah yeter. " (el-Enfal, 8/64)

İslamiyet'e göre cihad, bize harp açanlara (el-Bakara, 2/190) verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara (et-Tevbe, 9/12-13), Allah'a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı (et-Tevbe, 9/29), yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hakim kılmak (el-Bakara 2/19) gayesi ile meşru kılınmıştır.

Müslümanlar savaş için düşman memleketine girip bir şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce onları İslam'a davet ederler. Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar. Şayet İslam'ı kabul etmezlerse İslam devletine cizye vergisi vermesini isterler. Verirlerse mal ve can güvenliğini elde ederler. Bunu da kabul etmezlerse geriye savaşmak kalır.

Bu durumda cihad için şu şartlar gerekir:

a- Düşman, İslam'a girmeleri için yapılan çağrıyı yahut cizye vermeyi reddetmiş olmalıdır..

b- Müslümanlarla düşman arasında herhangi bir anlaşma sözkonusu olmamaktır.

c- Müslümanlarda cihad için gerekli askeri güç siyasi otorite bulunmalıdır.

Bütün bu hususlar bir araya geldiğinde cihadın farziyeti gerçekleşir. O zaman düşmanla yapılacak savaşta şehirler yakılabilir, insanlar öldürülebilir ve düşmanın savaş gücü her şekilde zayıflatılmaya çalışılır. Yalnız kadın, çocuk, kötürüm, yaşlı ve körler öldürülmez. Barış, İslam devleti için uygun olduğu zaman yapılabilir. Düşmana hiç bir şekilde silah vb. savunma vasıtası satılamaz. Bir müslüman topluluğu kafirlere eman verirse, bunlarla, yeryüzünde fesat çıkarma ve İslam'a saldırma durumu hariç, savaşılmaz. Cihad, bizzat sıcak bir savaş olacağı gibi normal şartlarda mal, dil ve kalple de yapılabilir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: Müminler Allah ve Rasulüne iman ederler, sonra da şüpheye düşmezler. Hak yolunda malları ve canları ile cihad ederler. İşte sadakat sahibi kimseler bunlardır" (el-Hucurat, 49/15)

Hz. Peygamber (s.a.s.) ise: "Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz" Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havarilere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele eden mümindir kalbi ile mücahede eden mümindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur" (Müslim, İman 20); "Şüphesiz ki mümin kılıcı ve dili ile cihad eder" (İbn Hanbel, VI, 387), buyurmuşlardır.

İslamiyet'in ilk devrelerinde müminlere İslam düşmanlarına karşı yumuşak davranmaları, eziyetlerine katlanmaları müdafaa kasdıyla da olsa karşılık vermemeleri; sadece öğüt vererek İslam'a davet yolunu takip etmeleri emredilmiştir. Bir ayet-i kerimede, "Siz, şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoş görün. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir" (el-Bakara, 2/109) buyurulmuştur. Çünkü o zaman müslümanlar sayı ve imkan bakımından son derece zayıftı. Düşmana karşı koyacak güçleri yoktu. Müslümanların adedi ve kuvveti biraz daha çoğalınca kendilerine ve akidelerine karşı direnenlerle savaşmalarına izin verildi. Müslümanlar büsbütün güçlenip düşmanları mağlup edecek seviyeye gelince de cihad müsaadesi verildi. " Artık saldırıya uğrayan müminlere zulme uğratıldıkları için cihad etme izni verildi... " (el-Hacc, 22/39). Bu izin Medine döneminde olmuştur.

Ayrıca Allah Teala'nın " Allah uğrunda gereği gibi cihad edin" (el-Hacc, 22/79), buyruğuyla, müslümanların nasıl davranması gerektiği belirlenmiştir. " Müminler ancak Allah'a ve Peygamberine iman eden, sonra şüpheye düşmeyen; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır. " (el Hucurat, 49/15) ayetinden de cihadın mal ve canla yapılacağını öğreniyoruz. Cihad konusundaki diğer ayet ve hadisler de göz önüne alındığında, cihadın başlıca şu çeşitlere ayrıldığını görürüz:

1- Nefs'e Karşı Cihad Şüphesiz en güç cihad, insanın nefsiyle ve nefsinin arzularına karşı yaptığı cihaddır. Müslüman, gerçek cihadı nefsine karşı verir. Nefsine karşı cihadı kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak için kendisinde güç ve cesaret bulamaz. Hz. Peygamber Tebük seferinden dönüşte ashabına şöyle buyurmuştu: " Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" (Aduni, Keşfu'l-Hafa', I, 425). Bu hadisinde Hz. Peygamber, en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini "küçük cihad" olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi "büyük cihad" olarak nitelendirmektedir. " Hakiki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir" (Tirmizi, Cihad, 2) hadisi de aynı manayı ifade etmektedir.

Aynı mealde başka hadis-i şerifler de vardır. Bütün bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve manasız, hatta gayr-ı meşru istekleri ile mücadele etmesinin cihad olarak değerlendirildiğini göstermektedir.

2- İlim İle Cihad

Cihad'ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılan cihaddır. Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir. Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir.

Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri silah gücü ile temin etmek mümkün değildir. Onun için şöyle buyurulmuştur:

"Ey Muhammed! İnsanları Rabbi'nin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış. Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir. " (en-Nahl 16/125).

Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan İslamiyette, bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır. Bu usule "Kur'an ile cihad" da denilir. En güzel mücadele şekli Kur'an'ın mücadele şeklidir. Bunun için Cenab-ı Hak:

"Sen kafirlere uyma, uyanlara karşı Kur'an ile büyük bir cihadla cihad et" (el-Furkan, 25/52) buyurmuştur. Ayet-i kerimede Kur'an ile cihadın "büyük cihad" olarak belirtilmesi, Kur'an'ın ilim ile cihad konusuna ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Hak ve hakikatı, en tehlikeli zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden olduğu gibi söylemek de bir çeşit cihaddır. Rasulullah (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır. " (İbn Mace, Fiten, 4011)

3- Mal İle Cihad

Mal ile cihad, Allah Teala'nın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin yine Allah (c.c.) yolunda harcanması demektir.

Bilindiği gibi dünyada her iş para ile yapılmaktadır. Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır. Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür. Müslümanların, İslam'ın yücelmesi hakkın muzaffer olması için her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda feda etmeleri mal ile cihaddır.

Hz. Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri ashabı kiramı harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farızasını eda edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasulullah'a vermişlerdir. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'de de pek çok ayeti kerime vardır. Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:

"İman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden, (mücahidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin vekilidir. " (el-Enfal, 8/72).

"...Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın. Bilseniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır. " (et-Tevbe, 9/41).

"Allah, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. " (en-Nisa, 4/95).

4- Savaşarak Cihad Yapmak

Cihad, müslümanlara farıdır. Her müslümanın nefsi ile, ilim ve malı ile sürekli cihad yapması, böylece dinin korunması, Hakk'ın galip kılınması için çalışması gerekir. Bazen "İ'lay-ı kelimetullah" yani Allah adının yüceltilmesi dinin korunup yayılması içinde elde silah düşmanla savaşmak icab edebilir. Bu en büyük cihaddır ve müslümanlara farzdır. Hatta cihad denildiği zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa girmektir.

Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:

"Sizinle savaşanlarla; Allah yolunda siz de savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın." (el-Bakara, 2/190)

Bu ilahi emir Allah yolunda, İslam uğrunda savaşmanın ve İslam yurdunu düşmana karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadis-i şeriflerinde; ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve makam elde etmek için yapılan savaşın cihad olmadığını, cihadın, Allah (c.c.)'ın adının yüceltilmesi (İ'lay-ı kelimetullah) için yapılan savaş olduğunu haber vermiştir.

Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir. Cenab-ı Hak bu değişmez gerçeği aşağıdaki ayet-i kerimede bize haber vermiştir:

"Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir Şey, hakkınızda hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda kötü olabilir. Bunları Allah bilir, siz bilemezsiniz. " (el-Bakara, 2/216).

"Savaşan, ancak kendi öz canı için savaşmış olur. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir. " (el-Ankebut, 29/6).

İslam dini müslümanlara şerefli bir hayat yaşatmayı hedef edinmiştir. Bu sebeple bu dinin emrettiği savaş, savunma savaşı, zalimlerden mazlumları kurtarma savaşı, her yere adalet götürme savaşı ve müslümanların haysiyetini koruma savaşıdır. Kur'an-ı Kerim'de:

"Kendilerine karşı savaş ilan olunduğunda zulme uğrayanlara cihad etmeleri için izin verildi. Hak Teala onlara yardıma hakkıyla Kadirdir." (el-Hac, 22/39) buyurulup meşru savunma savaşına izin verilirken her an savaşa hazır olmak da emredilmiştir.

Savaşın önemini ısrarla belirten İslam dini ve onun yüce kitabı, barışın da gereğine işaret etmekte, barış teklifi düşmandan geldiği takdirde taviz vermeden teklifin yerine getirilmesini istemektedir:

" Eğer onlar barış isterlerse sen de onu kabul et. Allah'a güven ve dayan."

"Her şeyi işiten, herşeyi hakkıyla gören O'dur. Onlar seni aldatmak isterlerse, şunu kesin olarak bil ki, Allah sana yeter. Seni,yardımlarıyla ve müminlerle destekleyen O'dur." (el-Enfal, 8/63).

İslam, müslümanlara yapılan tecavüzlerin hiç birinin karşılıksız bırakılmamasını istemektedir:

"O halde, size karşı tecavüz edenlere siz de aynıyla mukabele edin. " (el-Bakara, 2/194).

Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar müslümanların cihada devam etmelerini isteyen İslam, savaş hukukunu da en güzel şekilde tanzim etmiştir. Allah Teala'nın:

" Andlaşma yaptığınızda Allah'ın ahdini (andlaşma hükümlerini) yerine getirin." (en-Nahl, 16/91)

"Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez." (el-Bakara, 2/190) buyurması; Peygamber Efendimiz'in cephe gerisinde bulunan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarının öldürülmemesini, savaşçılara işkence edilmemesini çapulculuk yapılmamasını istemesi, İslam savaş hukukunun temel kuralları olmuştur.

Dinimizin müslümanlara farz kıldığı cihadın fazileti ve bu emri yerine getirenlerin Allah katında ulaşacakları yücelikler Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber verilmektedir:

"Allah Teala, Cennet'e karşılık müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar. Savaş meydanında şehit ve gazi olurlar. Allah'ın bu öyle bir vadidir ki, Tevrat'ta da, İncil'de de, Kur'an'da da sabittir. Kim Allah'tan daha çok vadini yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur." (et-Tevbe, 9/111)

"Ey mü'minler! Sizi çetin bir azabdan kurtaracak bir ticaret yolu göstereyim mi? O da şudur: Allah'a ve Rasulüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşırsınız. Bir bilseniz bu iş sizin için ne kadar hayırlıdır. Bu takdirde Allah sizin günahlarınızı mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki hoş konutlara koyar. İşte büyük kurtuluş budur." (es-Saf, 6/10-12). Cihadın fazileti hakkında Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurur:

"Rasulullah'a: "-hangi iş daha hayırlıdır?" diye soruldu. " Allah'a ve Peygamberine iman etmektir. " dedi.

"-Sonra hangisi faziletlidir, denildi: Allah yolunda cihaddır" cevabım verdi sonra "hangisidir?" sorusuna karşı da: "-Makbul olan hac'dır, " buyurdu" (Buhari, İman, 18)

Abdullah b. Mes'ud şöyle anlatıyor: "Rasulullah'a: -Ya Rasulallah, Allah katında hangi iş daha sevimlidir? diye sordum. -Vaktinde kılınan namazdır, dedi. -Sonra hangisidir? dedim. -Anne ve babana iyilik etmendir, buyurdu. Sonra hangisidir? sorusuna da: -Allah yolunda cihaddır, cevabını verdi." (Buhari, Cihad, 1)

Ebu Zerr (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: "-Ya Rasulallah, hangi amel daha faziletlidir?" dedim. "Allah'a iman etmek ve onun yolunda savaşmaktır" buyurdu. (Riyazü's-Salihin, II, 531).

Bir adam Peygamberimiz (s.a.s.)'e geldi ve: "-İnsanların hangisi efdaldır?" diye sordu. Rasulullah: "-Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden mümin kişidir" buyurdu (Buhari, Cihad, 2)

Elde silah, din ve İslam diyarı uğrunda hudut boylarında nöbet beklemenin asil bir görev olduğunu ve bunun Allah Teala'yı ziyadesiyle memnun ettiğini bildiren Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Hudut ve İslam diyarının muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (nafile olarak) gündüz oruç tutup gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır." (Müslim, İmare,163; Tirmizi, Cihad 2)

"İki çeşit gözü, Cehennem ateşi yakmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz. " (Tirmizi, Fezailü'l-Cihad, 12)

Görüldüğü gibi cihad ilahi bir emir olup kadın erkek bütün müslümanlara farzdır. Bu farzı yerine getirenler Cenab-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazanacak ve ahirette yüce mertebelere ulaşacaklardır.

Cenab-ı Hak:

"Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) başlanıp beslenen atlar hazırlayın" (el-Enfal, 8/60) buyurarak müslümanlara her zaman cihad için hazırlıklı olmalarını emretmiştir.

İşte bütün bu ayet ve hadislerin ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelime-i Tevhid'in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan kardeşliğin adıdır. Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul etmeğe davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır. Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri hegemonyalardan kurtarıp Allah'ın hakimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır. Kinsiz, kansız ve mutlu bir İslam toplumu oluşturmak için gösterilen ihlaslı hareketin adıdır. Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan arındırıp Allah'a istiğfar etmesi, Allah'a yönelmesi, Allah'a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada kendisi ve insanlar için yalnız Allah'ın hakimiyetini istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde olmasıdır. Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür. Cihad, zimmete geçirilen bütün hakları geri iade edebilmektir.

Cihad, terkedilen hukukullahı telafi etmektir. Cihad, nefis ve bedendeki her türlü taklidi terk etmektir.

Rasulullah (s.a.s.)'ın torunu Hz. Hasan der ki: "Adam Allah uğrunda cihad eder. Halbuki bir kılıç vurmamış bulunur. Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da; hak ve ihlasa yakın bulunması, haksızlıktan ve kötü niyetlerden gücü yettiği oranda kusur ve ilgisizlikten uzak bulunmasıdır."

Cihad, insanları baskı ve zorlamadan korumak ve kurtarmaktır. Zorlama ve baskı olmayan İslam'a, insanları davet ederek Allah'ın adını yüceltmektir. Cihad, herkesi, mensubu olduğu akideden zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın kabulü ve yayılışına engel olmak isteyen ve gücünün yettiğine baskı yapan hak düşmanlarının kovulması ve her türlü engelin kaldırılması ile, sağlam kalp ve dosdoğru düşünen bir akıl için belirlenmiş en güzel nizamı, yani İslam'ı hakim kılmaktır. Cihad, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yaşayıp tebliğ ettiği İslam'a yapışarak Allah yolunda kendini ve. malını feda etmiş, orta yolu seçmiş, aşırılıktan sakınmış ilah olarak Allah'ı ve onun hakimiyetini tanımış, İslam'ı bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için çalışmak demektir. Bunun için İslam'da mutlak surette, öldürme, intikam, din değiştirmeye zorlama yoktur. Düşmanı yenmek, onun kuvvet ve gücünü bertaraf edip, dinde serbest olarak Allah'ın hükmüne tabi tutmaktır ki, işte Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad şekillerinden birisi de budur.

Cihad, ne bir savunma savaşı ne düşmana saldırıda bulunup onu imha etme savaşıdır. Kıtal ve kan dökme değildir. Yahut bir üstünlük ve egemenlik kurarak insanları boyunduruk altına alma savaşı da değildir.

İnsanlarla mücadele ve insanlar arası savaş ilişkilerini anlatan pek çok kelime varken, İslam bu kelimeleri cihad kavramı yerine kullanmadı. Mesela, harp, kıtal, eza kelimeleri cihad kelimesinin yerini tutmamaktadır. İslam niçin eskiden Araplar'ın kullandığı harp vb. gibi kelimeleri almadı da yepyeni bir ifade olan cihad tabirini aldı. Bunun birinci sebebi, harp tabiri şahsi menfaatler, polemik oyunlar için ateşi sönmeyen, yangını çağlar boyu milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal anlamında kullanılmıştır. Harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hakim olmuştur. Harplerde fikir endişesi, bir akideyi galip kılma çabası göze çarpmaz.

Cihad Allah İçindir ve Allah Yolundadır

İslam'da cihad, hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir. İslam'da cihad yalnız Allah yolunda olur. Bu şart, cihaddan ayrılmaz. İslam'ın kendi hedeflerine varmak için niçin harp veya başka bir kelimeyi değil de; "cihad" kelimesini seçtiğini belirtirken, cihadın diğer kelimelerden farklı olduğunu ifade ettik. Bu farklılığı sağlayan bir hususiyet de "Allah yolunda" ifadesinin ve kavramının cihad kelimesinin içinde bulunmasındandır. "Allah yolunda" tabiri de İslam'ın kendi mefkuresi için kullandığı terimler sözlüğünden bir terimdir. Bu terimi de bir çok kişi yanlış anlamış, halkı İslam inancına boyun eğdirip, İslam'ı kabul ettirip bunun için zorlamak olduğu düşüncesini "Allah yolunda cihad" olarak düşünmüşlerdir.

Gerçekte, "Allah yolunda" terimi, İslam kavramları içinde onların düşündüğünden çok geniş bir anlam belirtir. "Allah yolunda cihad" batılıların anladığı manada kutsal bir savaş değildir. İslam nazarında, toplumun fayda ve mutluluğu için, geçici dünya arzusunda bulunmadan yapılan her hareket "Allah yolunda"dır.

Allah'ın sana verdiği malları geçici dünyalık faydalar umarak sarfedersen bu "Allah yolunda" olmak değildir. Ama sırf Allah rızası için, bildiğin muhtaçlara yardım edersen şüphesiz ki bu "Allah yolunda" bir iştir. İşte bu "Allah yolunda" terimi, yalnız İslam'a mahsus; maddi menfaat ve arzulardan uzak, sırf Allah rızası umulan davranışlar için kullanılır. Bunu yapan kimse bilir ki mümin. kardeşlerinin saadeti için yaptığı her iş Allah rızası içindir. Müminin geçici dünya hayatında istediği tek husus Allah Teala'nın rızasını kazanmaktan başka bir şey değildir. İşte yüce Allah, bu anlama işaret etmek için cihadı, "Allah yolunda" kaydıyla sınırlamıştır. İslam'ın istediği de budur. Müslüman topluluk veya fert, batıl ve beşeri sistemleri yıkıp, yerine İslam akidesine dayalı bir sistemi getirirken, harcayacakları çabaları ve yapacakları her türlü fedakarlıkları, kişisel çıkarlardan, nefsani arzulardan uzak tutmalıdır. Bütün çırpınmalarının karşılığı olarak, hak ölçülerine uygun, adaletli bir sistemi getirmekten başka bir şey gözetmemelidirler. Mümin, yaptığı şeylerin karşılığını bu dünyada beklemez. Allah'ın kelamını yüceltmek için, bu bitmeyen mücadelenin, dinmeyen savaşın karşılığında; mal, mülk, şan, şeref, rütbe, geçici dünyalık elde etme düşüncesi aklından geçmez.

"İnananlar Allah yolunda savaşırlar, küfredenler ise tağut yolunda savaşırlar..." (en-Nisa, 4/76).

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah, ancak kendi rızası için olan cihadı kabul eder. Nefsani arzulardan, kavmiyetçi kinlerden, kabilecilik taassubundan kopan savaşı değil... Yeryüzündeki her canlı, hayatını devam ettirmek için çırpınıp durur. Fıtri gayesine ulaşmak için gece gündüz demeyip çalışır. fakat müslümanın çırpınış ve çalışması başka gayelere yöneliktir. O, yani, İslam'a inanıp, onun sistemine bağlanan kimse, her şeyden önce İslam inkılabının gayesi olan Hakkı getirmek için canla başla, malla Allah yolunda cihad eder. Bütün gücüyle şer güçleri yıkmak, fitne ve fesat tohumlarının yeryüzünde yayılmasına engel olmak için çalışır. "Fitne yok olup din ve hakimiyet yalnız Allah'ın oluncaya kadar" cihad eder. İşte İslami cihad budur.


3-)Allahü teala Kur'an-ı kerimde mealen buyuruyor ki:

Mallarını, canlarını feda ederek din düşmanları ile Allah rızası için cihad eden müslümanlar, oturup, ibadet edenlerden daha üstündür. Hepsine de, Cennet'i söz veriyorum. (Nisa suresi: 95)

Allah yolunda cihad eden kimselerin hali, gündüzleri oruçlu olup, gecelerini ibadetle geçiren, Allahü tealanın ayetlerine itaat eden, namaz ve oruçtan dolayı hiç bir gevşeklik hissetmeyen kimsenin hali gibidir ki, yine Allah yolunda cihad eden üstündür. (Hadis-i şerif-Tergib-ül-İbad)

Cihaddan maksad, İslam dinini yüceltmek ve din düşmanlarını zelil etmektir. Cihadda gazi ve şehidler için bildirilen sevablar, niyet iyi ve halis oluncadır. (İmam-ı Rabbani)

Cihad üç türlü yapılır: Birincisi beden ile yani her türlü harb vasıtası ile yapmaktır. İkincisi, her türlü neşriyat (basın ve yayın) vasıtaları ile İslamiyet'i insanlara yaymak ve duyurmaktır. Bu cihadı İslam alimleri yapar. Üçüncüsü ise, dua ile yapılan cihaddır. Bütün müslümanların bu cihadı yapmaları farz-ı ayndır. (Muhammed Hadimi, Birgivi)


4-)Bk. din savaşı


5-)1. din uğrunda düşmanla savaşma. 2. islam uğrunda çalışma. cihad müslümanlara farz kılınmıştır. mallarıyla, canlarıyla savaşan mü'minler övüldüğü gibi, bu mücadele uğruna canını veren kişi şchidlik makamıyla yüceltilip taltif edilmişlerdir. kur'an'da defalarca tekrarlanan bir emirdir. - dil kuralına uygun olarak "d/t" olarak kullanılmaktadır.


6-)(Cehd. den) Düşman ile muharebe. İlim ve imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. Allah (C.C.) yolunda muharebe. Din için çalışmak. Erkan-ı imaniye ve esasat-ı diniyeyi muhafaza ve imanı takviye için cehd ve gayret etmek. Şeriat-ı Garra'nın ahkamını muhafaza, Kelimetullah'ı i'la, küfr-ü mutlakın ve küffarın (süfyan ve deccalın) fitnelerini def ile hakimiyet-i Hakkı te'min eylemek. (Bu mücahede, zamanımızda kılıçla değildir. Kılıçla olan cihad, din hükümlerinin cari olduğu dar-ı İslamın haricinde yapılabilir. Bununla beraber bu mezkur maddi ve manevi cihad, değişen şartlara bağlıdır.)Kur'an-ı Kerim'de 9. surenin 24. ayetinin çok kısa bir meali şöyledir:"De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, zevceleriniz, akraba ve kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve hoşunuza giden meskenleriniz, evleriniz size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevgili ise, artık Allahın emri (layık olduğunuz cezası ve felaketi) gelinceye kadar bekleyin. Allah öyle fasıklar güruhunu hidayete erdirmez."Cihada dair pekçok ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler vardır.(Cihad-ı diniye farzdır; bu zamanda muzaaf farz-ı ayndır. M.)(Cihad, mertebe-i şehadetin merdivenidir. Lemeat.)(Bütün ümmet için ve bilhassa, İslam ve Kur'an hizmetinde fedakar ve sebatkar çalışan mücahidler için daima tazeliğini koruyan Tebük Seferindeki bir hadiseyi, bazı kısımlarını aynen alıyoruz.Bu hadisede, çok çeşitli ders ve ibretler vardır. Ezcümle: Maddi ve manevi cihadda, bir tekasül ve ihmalin bilhassa kendi şahsi hayatına temayül gösterip özürsüz olarak cihaddan geri kalmakla, mücahid cemaatin cihad ruhuna ve fedakarane sebatına fütur getirmek ve kuvve-i maneviyeyi kırmağa sebep olmak gibi büyük mes'uliyetler bulunduğundan, cihad ruhuna zararlı düşen bu gibi fiil ve hareketler, cemaatça ve bilhassa ileri gelen kimseler tarafından takbih edilerek, bu tarz hissiyatların inkişafına meydan vermemek.Hem ihlas ile ve sadece Allah rızası için çalışmanın şiddetli imtihanlarından geçmekle azami sadakat dersini vermek gibi ehemmiyetli çok hikmetleri ihtiva eder:(...Resulullah ile müslümanlar, gaza hazırlığıyla meşgul oldular. Ben de onlarla beraber yola hazırlanmak için sabahleyin evden çıkıp dolaşırdım. Hiçbir iş görmeden akşam üzeri döner gelirdim. Ve kendi kendime: "Hazırlanmağa kudretim, vaktim müsaittir." derdim. Bu ihmalcilik bende durmayıp devam etmişti.Resulüllah gazaya gittikten sonra çarşıya, pazara çıktığım ve halk arasında dolaştığım sıra beni en fazla mahzun ve mükedder eden bir şey vardı. O da halk arasında (imanı yerinde, vücudu zinde kimse) görmemekliğim; ancak ya nasiyesine nifak damgası vurulmuş kimselerden bir kişi yahut da malül olup da Allah Teala'nın mazur gördüğü bir mü'min görürdüm.Sonra Resulüllah bir sabah Medine'ye teşrif buyurdu. Resulüllah bir seferden geldiğinde ilk iş olarak mescide girmek ve orada iki rekat namaz kılmak, sonra halkın: Hoş geldiniz temennilerini kabul etmek için oturmak itiyadında idi. Bu defa da bu adetini yerine getirip mescidde oturunca Tebük Seferi'ne gitmeyip arda kalanlar Resulüllah'a gelerek özür dilemeye ve yemin ile özürlerini te'yid etmeğe başladılar. Bunlar seksen kadar er kişiydiler. Resulüllah bunların hallerine göre özürlerini ve biatlerini kabul ve onlar için istiğfar buyurdu. Ve bunların iç yüzünü ve hakikatını Allah Teala'ya havale eyledi. Bu arada ben de huzura geldim. Ve Resulüllah'a selam verince gazablı bir tebessümle gülümsedi. Sonra bana: Gel dedi. Ben de yürüyüp vardım, ta önünde oturdum. Bana: "Seni nasıl bir mani geri bıraktı? Sen Akabe'de arkana biat almış değil mi idin?" buyurdu. Ben de şöyle cevap verdim: "Evet, vallahi, Ya Resulüllah! Size nusret etmeğe söz verdim. Vallahi benim seferden tahallüfüm hakkında arzedecek hiç özrüm yoktur. Vallahi ben sizden geri kaldığım zamanki kadar hiçbir vakit daha kuvvetli ve daha suhuletli değildim." Bu maruzatım üzerine Resulüllah (A.S.M.) "Hakikaten bu, doğru söyledi. Ey Ka'b! Haydi kalk; Allah hakkında hükmedinceye kadar bekle!" buyurdu.Resulüllah, kendisinden seferde geri kalanlardan bizim işte şu üçümüzle konuşmaktan müslümanları nehyetti. Halk da bizden çekindiler ve bize yüzlerini ekşittiler. Hatta bana yeryüzü yabancılaştı, bu hakidan benim bildiğim toprak değildi. Bu hal üzere elli gün kaldık. İki arkadaşım halktan çekildiler ve evlerinde oturup ağlamakla vakit geçirdiler. Fakat, ben onların daha genci ve daha salabetlisi idim. Bu cihetle ben evimden çıkardım. Ve mescide gidip müslümanlarla beraber namazda hazır bulunurdum. Ve sokaklarda, çarşıda dolaşırdım. Halbuki hiçbir kimse bana söz söylemezdi. Namazdan sonra Resulüllah'ın meclisine varır ve kendine selam verirdim. Ve içimden: Acaba Resulüllah selamıma mukabele ederek dudaklarını oynattı mı, yoksa oynatmadı mı? derdim. Sonra namazı Resulüllah'ın yakınında kılardım da gizlice onu gözetlerdim. Namazıma yöneldiğim sıra o bana doğru dönerdi. Fakat ben onun tarafına bakınca da yüzünü çevirirdi. Nihayet halkın cefasından ıztırab çektiğim bu hal uzayınca bir gün gittim. Ta Ebu Katade'nin bahçe duvarından aştım. Ebu Katade, amcam oğlu ve halk arasında beni en çok seven bir zat idi. Vardım, ona selam verdim. Vallahi selamımı almadı. Ben: "Ey Ebu Katade! Allah adına and vererek sana sorarım: Benim Allah'ı ve Resulüllah'ı sevdiğimi bilir misin?" dedim. Sustu, cevap vermedi. Tekrar and verdim. Allah aşkına sordum. Yine sükut etti. Üçüncü bir daha Allah adına and verdim. Bu defa: "Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaş boşandı. Artık döndüm, duvardan aştım.Ka'b bin Malik rivayetine devam ederek der ki: Birgün Medine çarşısında gidiyordum. Medine'ye zahire satmağa gelen Şam ahalisinden nebeti bir fellah, bir ekinci: "Ka'b bin Malik'i bulmağa bana kim delalet eder?" diye soruyordu. Bunun üzerine halk ona beni göstermeğe başladılar. Nihayet nebeti kişi bana geldi. Ve Gassan Meliki'nden bir mektup verdi. Bakınca: (Emma ba'dü) den sonra bu mektupta şöyle yazıldığını gördüm: Haber aldığıma göre sahibin (Peygamber), sana cefa ve eza ediyormuş. Allah seni hakaret görecek ve hakkın zayi olacak bir mevkide tahkir ve tezlil için yaratmamıştır. Orada durma, bize gel! Sana şanına layık bir surette hürmet ve ihsanda bulunuruz. Bu mektubu okuyunca, bu da öbür--uşu-- gibi bir beladır, dedim. Hemen bu sayfayı ocağa attım, ocakta yaktım.Nihayet bu elemli elli günden kırk günü geçtiğinde bir gün baktım ki Resulüllah'ın gönderdiği bir zat, (Huzeyme bin Sabit) bana geliyor. Huzeyme gelip, bana: "Resülullah sana kadınından ayrılmanı emrediyor!" dedi. Ben de: "Kadınımı boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım?" dedim. O da: "Hayır, boşama, yalnız ondan ayrı bulun, kadınına yaklaşma." dedi.Resulüllah, Huzeyme ile iki arkadaşım Murar ile Hilal'e de bunun gibi emir göndermişti. Bu emir üzerine kadınıma, haydi ehline (baban ailesi yanına) git, Allah bu iş hakkında hükmedinceye kadar, onların yanında bulun! dedim.Bundan sonra on gün daha durdum. Ta ki Resulüllah'ın bizimle halkı görüşmekten menettiği tarihten itibaren elli günümüz dolmuştu. Vakta ki ellinci günün sabahında sabah namazını kıldım. Ve evlerimizden birinin damı üzerinde bulunuyordum. Öyle bir halde bulunuyordum ki, Allah Telalanın (Tevbe suresinde) zikrettiği vechile hayatım bana güçleşmişti. Ve yeryüzü bütün genişliği ile başıma dar gelmişti. İşte bu sırada Sili dağı üzerinde en yüksek sesiyle: "Ey Ka'b bin Malik, müjde!." diye olanca kuvvetiyle bağıran birisinin sesini işittim. Hemen secdeye kapandım. Ve anladım ki darlık gitmiş, genişlik gelmiştir. Ve Resulüllah sabah namazını kıldığı zaman Allah'ın bizim üzerimize tevbesini (nedametlerimizin kabulünü) ilan etmiştir de, halk bize müjdelemeğe koşmuştur. Arkadaşlarım tarafına da bir takım müjdeciler gitmişlerdi. Bana da bir kişi (Zübeyr bin Avvam) müjdelemek üzere atını sürmüştü. Ve Eslem kabilesinden bir müjdeci (Hamza bin Amr) da koşup Sili dağının üstüne çıkmıştı. Bunun sesi attan sür'atli idi. Sevimli sesini işittiğim bu müjdeci bana gelince üzerimdeki iki kat elbisemi hemen çıkarıp müjdelik olarak ona giydirdim. Vallahi o gün bundan başka elbisem yoktu. (Ebu Katade'den) iğreti iki kat elbise alıp giydim. Hemen Resulüllah'a (A.S.M.) koştum. Ashab, beni takım takım karşıladılar. Tevbemin kabulünü (günahtan beraatimi) tebrik ediyorlar ve: Allahın, tevbeni kabul buyurması sana kutlu olsun! diyorlardı.Ka'b rivayetine devam ederek der ki: Nihayet mescide girdim. Resulüllah oturmuştu. Etrafında ashab çevrelenmişti. Hem Talha bin Ubeydullah kalktı, koşarak geldi, musafaha etti, elimi sıktı ve beni tebrik etti. Vallahi muhacirlerden Talhadan başka kimse bana ayağa kalkmadı. Talha'nın bu lütfunu unutmam.Ka'b der ki: Vaktaki Resulüllah'a (A.S.M.) selam verdim. Mübarek yüzü meserretten şimşek çakar gibi şakır bir halde bana: "Bir günün hayır ve saadeti ile müjde sana ey Ka'b ki, annen doğurduğu günden beri yaşadığın günlerin en hayırlısı!" buyurdu. Ben: "Ya Resulallah! Bu tebşir, tarafınızdan mı, yoksa Allah tarafından mı?" dedim. Resulullah: Hayır, benim tarafımdan değil, doğrudan Allah tarafından! buyurdu. Esasen Resul-ü Ekrem, taraf-ı İlahiden tesrir buyurulduğu zaman mübarek yüzü parlardı, hatta o, bir ay parçasına benzerdi. Biz de meserretli bir vahiy geldiğini onun bu sevimli simasından anlardık.Vaktaki Resulüllah'ın huzurunda oturdum. - Ya Resulallah, Allah ve Resulullah'ın rızası için halis sadaka olmak üzere malımdan sıyrılıp çıkmak ve malımın hepsini fukaraya dağıtmak istiyorum. Bu istek, tevbemin kabulü icabındandır dedim. Resulullah (A.S.M.): "Hayır, malının bir kısmını kendine alıkoy. Bu senin için daha hayırlıdır!" buyurdu. Ben de "Şu Hayber'deki hissemi alıkorum" dedim.) (S.B.M.)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


  •          MNLA,"Tevhid ve Cihad"ve"Ensar ed-Din"hareketleriyle beraber Mart'taki askeri darbe sonrası oluşan iktidar boşluğu sebebiyle Mali'nin kuzey bölgelerini kontrol ediyor.
  • İzzeddin Kassam Tugayları ise İsrail savaş uçağını düşürdüklerini iddia etti Gazze'deki Filistin İslami Cihad Örgütü'nün askeri kanadı Kudüs Tugayları, İsrail'in başkenti Tel Aviv'e füze attığını duyurdu.

Sizde içinde Cihad kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Cihad kelimesi anlamı 631 defa okunmuştur. [236682] Cihad kelime anlamı, Cihad nedir, Cihad ne demek, Cihad sözlük anlamı

Paylaş