Devlet Nedir

Devlet Nedir ? Devlet Ne demek ?

1-)Alm. Staat (m); Macht (f), Fr. Etat (m), puissance (f), İng. State, pover. Bir ülkede, bir hükümete ve ortak kanunlara bağlı olarak yaşayan bir milletin veya milletler topluluğunun meydana getirdiği siyasi varlık. Genel ve klasik bir ifadeyle, belli bir toprak üzerinde müstakil bir teşkilat kurmuş insan topluluğuna devlet denir.

Bu tariften de anlaşılacağı gibi devlet, ferdi, tabii ve siyasi unsurdan meydana gelir. Bu unsurlar sırayla “nüfus, ülke ve hakimiyet”tir. Nüfus, devletin, birinci gerçek unsurudur. Halkı olmayan bir devlet düşünülemez. Bir devletin var olması için nüfusun az veya çok olmasının önemi yoktur. Nüfusu yüz milyonları geçen devletler olduğu gibi birkaç yüz binlik devletler de vardır. Ancak nüfusun çeşitli sebeplerle ve zamanla yok olması halinde devlet de ya yıkılır veya o bölgedeki insanların yerine başkaları geçerek devam eder. Fakat bu durumda ortaya çıkan devlet eski devlet değil, yeni bir devlettir. Çünkü devletin birinci gerçek unsuru olan nüfus değişmiştir.

Devletin ikinci gerçek unsuru ülkedir. Bir devletin var olması için yalnız nüfus yeterli olmayıp, bu nüfusun yeryüzünün belli bir bölgesinde, yerleşmiş olması da lazımdır. Ülke toprağının küçük veya büyük olması, toplu, yahud ayrı parçalardan meydana gelmesi de önemli değildir. Önemli olan ülkenin belli ve sabit olmasıdır. Çünkü belli ve sabit bir ülke olmadıkça devlet hakimiyetini tam olarak kullanamaz. Zira bunun yeri ve sınırı belli değildir.

Devletin üçüncü gerçek unsuru hakimiyettir. İnsan toplulukları düzenli ve istikrarlı bir teşkilat kurmadıkça ve teşkilat o nüfusu belli sınırlar içinde bağımsız olarak idare etmeye başlamayınca devletin varlığından söz edilemez. Bu bakımdan bir devletin var olması için nüfus ve ülkenin var olması yanında hakimiyet de şarttır. Hakimiyet bir toplumun kendisini bizzat idare etmesi, emredici kurallar, yani kanunlar koyması ve bunların gerek kendi içinde ve gerekse dışarıya karşı tatbikini sağlamasıdır. Fakat günümüzde kurulmuş ve yaygın bir şekilde bulunan muhtelif milletler arası teşekküller devletlerin hakimiyet haklarını sınırlamışlardır. Devletlerin bu tip kuruluşlara katılıp katılmamaları kendi isteklerine bağlı olduğu için, hakimiyet hakkının kısıtlanmasına kendisi rıza gösteriyor demektir.

Bu üç unsurun tabii bir sonucu olarak “devletin şahsiyeti” ortaya çıkmaktadır. Bu özelliğiyle devlet tıpkı bir şahıs gibi borç ilişkilerinde bulunur. Şahsiyet unsuru devamlı olduğu için yapılan kanunlar, taahhüd edilen borçlar ve akdedilen antlaşmalar, bunları imza edenlerin ölümünden sonra da değişmedikçe devam ederler.

İlkçağlardan beri kullanılmış olan “polis, civitas, imperium, statum” gibi kelimeler hep devlet kavramını ifade etmiştir. Eski Türklerde “il” deyimi, bugünkü modern “devlet” anlayışını karşılayan bir sözdü. Göktürk ve Uygur çağlarında “il” kelimesi devlet manasına kullanılıyordu. Çincedeki “kuo” sözü devlet demek olup, bunun Türkçe karşılığının “il” olduğu eski Türk ve Çin kaynaklarından da anlaşılmaktadır. Gene eski Türklerde “halk ve toprak” devleti meydana getiren iki önemli unsurdur. Üçüncü unsur ise “kağanlık” idi. Devlet idaresi yerine “il tutmak” tabiri kullanılırdı. Eski Türkler, devletin kendilerine tanrı tarafından verildiğine inanırlar, zaman zaman tanrıya “il veren tanrı” şeklinde hitap ederlerdi.

Devlet anlayışı, devletin kaynağı ve vasıfları konusundaki görüşler çağlar boyunca değişmiştir. Ayrı ideolojilere göre farklı devlet anlayışları belirmiştir. Aristoteles’ten günümüze kadar hemen bütün filozoflar devlet kavramı ile ilgilenmişlerdir. Hıristiyanlıkta kendi prensipleri açısından devlet konusuyla meşgul olmuştur. İslamiyetin devlet hakkında vaz ettiği (koyduğu) esaslar, Kur’an-ı kerim, hadis-i şerifler ve asr-ı saadetten beri kurulmuş olan İslam devletlerinin icraatlarından anlaşılabilir.

Devletin siyasi olarak açıklanmasını ilk defa filozof Hegel ve Pufendorf ele almıştır. Özellikle 16 ve 17. yüzyıllarda Avrupa’da hakim olan bozulmuş kilise ve papazlara dayalı dini kudrete karşı siyasi otoriteyi güçlendirme çabaları devletin bugünkü manasıyla ortaya çıkmasını sağlamıştır. Böylece dini kurallara uygun (teokratik) devlet anlayışı, yerini siyasi devlet anlayışına bıraktı. Bu arada marksist anlayış siyasi örgütlenmeyi ifade eden devlet anlayışına karşı çıkarak devleti egemen sınıfın imtiyazlarını koruyan bir hukuki biçim olarak nitelendirdi ve sınıfsız bir toplumda devlete gerek olmayacağı görüşünü öne sürdü. Ancak, marksizmin uygulandığı ülkelerde bu düşüncenin tam tersi olarak işçi sınıfı adına küçük bir grubun bütün devlete hakim olduğu ve kendi hak ve imtiyazlarını korumak, artırmak, devam ettirmek için her türlü baskı ve şiddete baş vurduğu görüldü.

Organik yapı bakımından devletler, “basit devletler” ve “bileşik devletler” olmak üzere ikiye ayrılır. Birinciler iyiden iyiye merkezleşmiş olan ve bölünmez bir bütün meydana getiren devletlerdir. Türkiye Cumhuriyeti böyle bir devlettir. İkinciler ortak bir hükümetin yönetiminde birleşmiş bulunur ve türlü türlü olur. Bazı çeşitleri tarihe mal olmuş bulunan bu tür devletlerin bugün önde gelen misalleri ABD ve İsviçre’dir. Bunlar, herbiri bağımsız farz edilen devletlerin geniş ölçüde adem-i merkeziyet ilkesine göre yönetilmek ve özellikle savunma ve dış temsil ortaklığı kurmak yoluyla meydana getirdikleri birliklerdir.

Devletler çeşitli şekillerde doğar; fetihler, paylaşmalar, monarşi ile idare edilen devletlerin evlenme veya miras yoluyla birleşmeleri, bir yabancı devletin boyunduruğundan kurtulma, bir sömürgenin bağımsızlığa kavuşması gibi. Yeni bir devletin hukuki bakımdan var olabilmesi için tanınması, yani öteki devletlerin meydana getirdiği milletlerarası topluluğu kabul etmesi gerekir.

Bugün dünyada genel olarak devletlerin hakimiyet ve bağımsızlık, eşitlik ve kendilerini temsil ettirme haklarına sahib oldukları kabul edilmektedir. Fakat devletlerin bazı vazifeleri de vardır ve bunların uygulanmaması kendine karşı beynelmilel müeyyidelerin tatbikine yol açabilir.

Devletin varlığının sona ermesi çeşitli sebeplerden ileri gelir. Toplum bağlarının çözülmesi, devletin çeşitli öğelerinin kendi istekleriyle veya zorla ayrılması, bir devleti başka bir devletin kendi bünyesine katması vs. gibi. Devletlerin ortadan kalkmasıyla hakimiyetin devri, borçlar, antlaşmalar, kanunların yürürlüğü ve uyrukluk gibi birçok problemler ortaya çıkar.

Devletler arasındaki eşitlik ilkesi 1815’ten beri büyük devletlerin kendilerine hak tanıdıkları imtiyazlar yüzünden devamlı olarak bozulmuş ve bozulmaktadır. Milletler Cemiyeti Konseyinde bu devletler her zaman üye sandalyesinde oturmuşlardı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde de aynı imtiyaz bugün ABD’ye, Fransa’ya, İngiltere’ye, Çin’e, Rusya’ya tanınmaktadır.

Devlet idaresi şekilleri:

Monarşi: Siyasi otoritenin bir tek kişi ve onun temsilcileri tarafından kullanıldığı rejim.

Aristokrasi: İktidarın asiller veya zenginler gibi belli bir sınıfın eline geçmesi.

Oligarşi: İktidarın az sayıdaki bir azınlık tarafın keyfi idare şekli.

Demokrasi: Hakimiyetin halktan kaynaklandığı idare biçimi.

Teokrasi: Semavi dinlerden birinin hükümlerine dayalı olarak idare edilen devlet şekli.


2-)DEVLET



Manevi kişiliği ve belirli bir anayasal düzeni olan egemenlik sahibi, sınırları belli bir ülkeye sahip, bir hükümete ve ortak kanunlara bağlı teşkilatlı millet veya milletler topluluğunu meydana getiren siyasi teşekkül.

İslami devlet, müminlerin İslam'a göre teşkilatlandıkları ve güçlerini İslam'dan aldıkları, yeryüzünde (her yerinde veya herhangi bir bölgede) İslam'ı bütünüyle yaşamak üzere kurdukları şer'i kişiliğin adıdır. Şunu da belirtelim ki; "devlet" kavramı, çok çeşitli şekillerde tarif edilmektedir. Bu eğilim, devlet kavramının ideolojik ve politik bakış açılarının veya çeşitli disiplinlerin kendilerine has tarif yapmaları sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Genellikle yönetim şekline dayalı tarifler liberal, sosyalist, anarşist, gayr-i İslami dünya görüşlerine göre biçimlenmektedir.

Kur'an ve Sünnet'te "devlet" kelimesine ilişkin şu nasslara rastlıyoruz:

"İşte o günleri biz, insanlar arasında döndürür dururuz." (Âli İmran, 3/140).

"Ta ki o, (fey ve ganimet malları, hatta genel olarak servet) sizden zengin olanlar arasında dolaşıp durmasın... " (el-Haşr, 59/7).

Ayetlerde "devlet" ve "dulet" şekillerinde kullanılan bu kelimeye, elden ele münavebeli bir şekilde dönüp dolaşmak gibi anlamlar verilmektedir. Zaten yukarıda işaret edilen ayetlerde bu ve buna yakın anlamlarıyla kullanılmıştır. Umumi olarak, kişi ve toplumlar hakkında işlerin düzgün iken ters dönmesi, yahut bunun aksinin olması hallerinde bu kelime ve bunun çeşitli türevleri kullanılır. (Rağıp el-Isfahani, el-Müfredat fi Garibi'l-Kur'an, Kahire 1381/1961, 174 vd.)

Sünnet'te ise, şu anlamlarda geçmektedir:

1- Kimi zaman bir kesimin kimi zaman bir başka kesimin olan ve böylece el değiştirip duran mal;

2- İnsanların birbirlerinden rivayet ettikleri söz;

3- Sıkıntıdan kurtulup bolluk ve rahata kavuşmak;

4- Zafer kazanmakla yenilmenin zaman zaman yer değiştirmesi;

5- Karşılıklı olarak söz atışmak... (Mecduddin İbnu'l-Esir, en-Nihaye fi Garibi'l-Hadis Beyrut 1399/1979, II, 140 vd. Ayr. bk. Concordance, II, 160).

Ancak bugünkü devlet terimi bu kullanışlarla ilgili değildir. Hatta müslümanların usul kitaplarında ve lugatlarında dahi kelime artık çağdaş tariflere kaymıştır.

"Onlar o müminlerdir ki, eğer kendilerine yeryüzünde bir iktidar mevki verirsek namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler; iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. " (el-Hacc, 22/41) ayetinde İslam devletinin tanıtıcı bütün özelliklerini bulmak imkanımız vardır. Başka ayetler devletin özelliklerini açıkça ortaya koyar: Devlet, müslüman tebasıyla birlikte Allah'ın yeryüzündeki halifesidir. Yani Allah'ın hükümlerinin uygulayıcısıdır. Bu güç, Allah'a mutlak anlamıyla kulluğu gerçekleştirmek ve İslam hükümlerinin uygulanışını sağlamak için kullanılacaktır. Ma'rufu emredecek. münkerden sakındıracaktır (el-Bakara, 2/30; en-Nur, 24/55). Doğal olarak buna daru'l-İslam* denilmiştir. Yani müslümanların eli altında bulunan yere verilen isim veya Şeriatın müslümanların hüküm ve iktidarıyla korunduğu müessesedir. İmam Şafii'ye göre bir yerde sadece yöneticiler müslüman olsalar orası daru'l-İslam sayılır.

Ancak vahiyden uzak beşer düşüncesi bu konuda da kendince açıklamalar getirmeye çalışmıştır. Bu açıklamalara kısaca değinelim:

İlk çağ Yunan filozoflarından Eflatun, devletin, insanın tek başına kendi kendisine yetmemesi sebebiyle, ihtiyaçlarını karşılamak üzere meydana getirdiği bir topluluk olduğu görüşündedir (Eflatun, Devlet, Çev. M. Ali Cimcoz, S. Eyüboğlu, İstanbul 1958). Aristo'ya göre ise devlet, "Kendi kendisine yetmek iddiasında olan ve yaşayabilmek için ihtiyacı bulunan herşeyi genellikle kendisi sağlayabilen bir vatandaşlar topluluğudur." (Prof. Dr. İlhan Akın, Kamu Hukuku, İstanbul 1974, 12-13).

Hristiyan filozof St. Augustin, devletin, ilk günah neticesinde Cennet'ten kovulan insanların yeryüzünde teşkilatlanmak zorunluluğunu duymaları üzerine ortaya çıktığı görüşünü ortaya atmıştır. Machiavelli de, devleti, örgütlenmiş bir kuvvet olarak kendi bölgesinde üstün ve diğer devletlerle bağlantısında bilinçli bir büyüme siyaseti izleyen bir kurum olarak tarif eder (George Samine, Siyasal Düşünceler Tarihi, Çev. Alp Öktem Ankara 1969, II, 22).). J. Bodin, devleti, "Birçok ailelerin ve onların malik oldukları şeylerin egemen kudret tarafından adaletli bir şekilde (veya hukuka uygun olarak) idaresi" şeklinde tanımlar. Hegel'in tanımı ise şöyledir: "Devlet ilahi arzudur. Şu anlamda ki, yeryüzünde mevcut olan ve dünyanın yürürlükteki biçimi ve örgütü olarak ortaya çıkan bir düşüncedir. Devlet, bilinçli amaçlara, belli kanun ve ilkelere itaat eder. Devlet mutlak surette akılcı olan şeydir; kendini bilen ve emreden ilahi iktidardır; ruhun sonsuz ve zorunlu varoluşudur. Tanrı'nın dünyada yürüyüşüdür." (Sabine, a.g.e., III, 39).

Beşeri temel üzerinde yükselen Batı felsefesinin çeşitli devlet tarifleri, görüldüğü gibi çelişkilidir. Çağdaş devlet tarifleri ise, devleti karmaşık bir yapıya sahip olan tüzel bir kişilik olarak almaktadır: "Devlet, idare edenler dışındaki bir otoritedir... Zorlayıcı kuvvet ve bu kuvveti kullanan kişiler ve örgütler devletin maddi kuvvet ve organlarıdır. Bu maddi kuvvet ve organların yanında idare edilen toplumdaki kuvvet unsurlarına da dayanır. Çünkü devlet yalnızca maddi kuvvet ve organlardan ibaret sayılamaz." (Prof. Dr. Erdoğan Göker, Hukuk Başlangıcı Dersleri, Ankara 1974, 183).

İslami devlet, beşer kaynaklı bütün bağlamlardan aykırı bir konumda yer alır. İslami devlet bir gaye değildir. İslam'ın uygulanması için bir araçtır. Kuruluşunun asıl amacı, İ'lay-ı Kelimetullah'tır, yani İslam'ın insanlara tebliğ edilmesidir. Görevi, müslümanların İslam'ı yaşamalarını sağlamak ve buna zemin hazırlamaktır. Varoluş gayesi böyle tanımlanabilecek İslam devleti bu amaçla kurulur. Binaenaleyh, adında "İslam" ibaresi bulunarak kurulmuş, ancak uygulamada başka ideolojilerle eklemlenmiş veya asli gayeden uzaklaşmış devletlere "İslam devleti" denilemez.

İslam açısından devletin gereği tartışılamaz. İmam Gazzali İslam'a göre teşkilatlanmış bir devletin ve onun başında bir başkanın bulunması gerektiğini açıklarken şöyle demektedir:

"...Bunun gereği ile ilgili olarak kesin şer'i delili ortaya koyarken bu konuda ümmetin icma halinde olduğuna dikkati çekmekle yetinmeyerek, icmaın dayanağını da şöylece açıklayacağız: Şeriat sahibi dini emirlerin düzenliliğinin sağlanmasını kesinlikle istemiştir. Bu yargıda anlaşmazlık olabileceği kesinlikle düşünülemez. Buna dayanarak şunu da ekliyoruz: Dini emirlerin düzenliliği kendisine itaat edilen bir devlet başkanının varlığıyla mümkün olabilir. Can ve mal güvenliği kendisine itaat edilen bir devlet başkanının varlığıyla sağlanabilir. Buna, yöneticilerin ölümü dolayısıyla ortaya çıkan karışıklıklar delildir." (Gazzali, el-İktisad fi'l-İtikad, Nşr.; İ. Agah Çubukçu-H. Atay, Ankara 1962, 224 vd.)

"Allah'a itaat ediniz, Rasule de itaat ediniz ve sizden olan emir sahiplerine de..." (en-Nisa, 4/59). Bu buyruk, imamın varlığına ve gerçeğine delalet eder. "Aralarında Allah'ın hükümlerini uygulayacak, Allah Rasulü'nün getirmiş olduğu şeriatın hükümlerine göre onları yönetecek adaletli bir yöneticinin emirlerine itaat etmenin gereği üzerinde bütün Ehl-i Sünnet, Mürcie, Şia, Hariciler ittifak halindedir." (İbn Hazm, el-Fisal fi'l-Mileli ve'l-Ehvai ve'n-Nihal, Beyrut 1395/1975, IV, 87)." Boynunda bir bey'at sorumluluğu bulunmaksızın ölen bir kimse cahiliyye ölümüyle ölür. " (İbn Hazm, el-Muhalle. IX, 359) Farzların edası, hadlerin uygulanması ancak güçle, iktidarla olabilir. "Üç kişi yola çıkacak olursa, birilerini başkan tayin etsinler." hadisi, üç kişilik bir cemaatte bile başkanın zorunluluğunu belirtmektedir.

İslam hukukçuları ve kelam alimleri özellikle devlet başkanlığı (hilafet) üzerinde düşünmüşler, müfessirler ve sünnet şarihleri de Kur'an ve Sünnet'te yer alan nassları inceleyerek bunlar üzerinde etraflıca durmuşlardır. Hatta çağdaş sosyologların öncüsü sayılan İbn Haldun, Mukaddimesinde devlet kavramını geniş olarak ele almış, toplumların yaşayışlarına ve devletlerin yükseliş ve düşüşlerine dair birtakım kurallar ortaya koymaya, kendisine göre bir sistem geliştirmeye çalışmıştır.

İslam hukukçuları İslam devletini "daru'l-İslam" diye adlandırmışlardır. Bu isim, modern hukuk lugatlarındaki devlet teriminin taşıdığı anlamı tamamen kapsar (A. Kerim Zeydan, İslam Hukukunda Fert ve Devlet, Çev. Cemal Arzu, İstanbul 1969, 23). Ancak hemen belirtmek lazımdır ki, İslam hukuku terminolojisi ile çağdaş laik hukuk terminolojisi arasında "devlet" kavramı da dahil olmak üzere bütün kavramlarda tam bir farklılık göze çarpar. Bu iki dünya görüşünün kavramlara yaklaşımında hiçbir ortak yan bulunamaz. Bunun asıl sebebi ise İslam'ın vahiy kaynaklı, İslam dışı düzen ve sistemlerin ise beşer kaynaklı oluşudur. Bu gerçek gözden kaçırılırsa telafisi imkansız hatalara düşülür. "Devlet" kavramına yaklaşılmak istendiğinde de bu gerçeğin gözardı edilmemesi gerekir.

Hayatın vahye göre düzenlenmesi anlamıyla devlet, ilk defa Hz. Âdem ile birlikte ortaya çıkmakla beraber, Kur'an-ı Kerim'de özellikle Hz. İbrahim'den itibaren inanışın devlet düzeni ile ilgili tabloları ele alınmaktadır. Ondan sonra gelen hükümdar peygamberlerden söz edildiği gibi, Firavn ve Nemrut gibi kendisini ilahlaştırmak davasında olan devlet başkanlarından ve onların devlet düzenlerinden de söz edilmektedir. Devlet de Allah'ın insanlara bildirdiği vahiy düzeninin bir parçası olduğuna göre; bunun ilk Peygamberle birlikte ortaya çıkmış olduğunu, yine vahyin zorunlu bir gereği olarak, kabul etmemiz gerekmektedir.

İslami Devlet

İslam'dan önce Cahiliye Araplarının da kendilerine göre bir hukuk düzenleri vardı. Vahşi, ilkel kabile toplumunda sosyal yanı kan akrabalığı üzerine kurulmuş ilkel bir seçkinciliğe dayanıyordu. Aşırı şeref ve asaletçilik, Araplar'da hiçbir zaman birlik ve beraberliği sağlayamıyordu. Güçlü olan kabilenin kurduğu idare, çok kısa bir süre sonra anarşi ve savaşlarla bitiyordu. Zulüm ve adaletsizlik, İslam'ın ortaya çıktığı sıralarda en üst düzeye ulaşmıştır. Hz. Peygamber İslami devletin temelini Akabe bey'atleri ile atmıştır. Medinetü'n-Nebi denilen Yesrib şehri, İslami devletin kurulduğu ilk mekandır. Burada ilk İslami anayasa da hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur.

Rasulullah (s.a.s.) Medine'ye hicretinden vefatına kadar geçen süre boyunca İslam devletinin gerekli bütün temel kurumlarını, vahyin rehberliğinde tek tek şekillendirmiş, ashab-ı kiram da bu kurumların ferdi ve sosyal yaşayışlarına kazandırdığı yeni muhtevaya göre bu yapının insan unsurunu teşkil etmişlerdir.

Yüce Rasul, ardında, en doğru yola götüren Kur'an-ı Kerim'i bırakarak ebedi aleme göçtüğünde ümmet arasında geçici bir dağınıklık ve ihtilaf çıkmıştı. Fakat ashab-ı kiram, hem islam'ın devletsiz olamayacağını çok iyi biliyorlardı hem de önlerinde Yüce Rasul'den kalan miras vardı. Onlar bu siyasal mirası çok iyi anladılar ve Yüce Rasul daha defnedilmeden hemen devlet başkanını, Rasulullah'ın halifesini tayin ederek, ona bey'at ettiler. Burada İslami devletin devamlılığının işareti görülür. O anda ne bir rejim tartışması vardır, ne yönetim şekli tartışması. Rasulullah'ın kurduğu düzen, yani onun Sünnet'i ne ise, o sürdürülmüştür. Hiçbiri melek olmadığından halifenin belirlenmesi sırasında, bazı tartışmaların vücuda gelmiş olması tabii hatta gerekli karşılanmalıdır. İslami devlet, yeryüzü cenneti kurmaz. Yöneticilerin hepsinin aynı ferasette olması da eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu yüzden yöneticilerin bozulduğu zamanlarda halk da bozulmuş, İslami devlet kendi gerçekliğinden uzaklaşmış, sadece adı kalmıştır... "İlk çözülecek kalp, yönetim; sonuncusu namaz olacaktır." buyuran Rasulullah, bu çözülmeyi haber vermiştir. Çağdaş dünyada müslümanlar çeşitli devletlerin hakimiyeti altında, Şeriatın bütününü yaşamaktan mahrum, ancak bir kısmı ibadet ile ilgili ve kendilerini yasaklara karşı koruyup ferdi olarak yaşamaktadırlar. Bazı devletlerin isimlerinde İslam ibaresi geçmekteyse de, bu ibareler o devletlerin yukarıda bahsi geçen ve yeryüzünde Allah'ın indirdikleriyle hükmetmek, şeklindeki tarife uygun olarak kullanılmadığı; kendilerinden ya içi boşaltılmış bir terim, ya halkı aldatıcı bir slogan, yahut beşeri kavramlarının yanında bir kılıf olarak istifade edildikleri kesindir. İslami devlet, kavram ve kurumlarının, beraberinde monarşi, teokrasi, demokrasi, sosyalizm, liberalizm, gibi beşeri kavram ve kurumları hiçbir şekilde barındırmayacak düzeyde açık seçik olarak vaz'edilmişken; bunlarla İslam'ın bir arada ve lafız düzeyinde kullanılmaya özen gösterilmesi, müslümanlara egemen çevrelerin süper devletlere olan bağlılıklarının hatta şahsi çıkar ve ihanetlerinin bir belgesi durumundadır.

İslam'ın devlet yapısı ve bu yapı ile ilgili olarak koyduğu hükümler, asıllarında hiçbir değişiklik göstermeksizin her zaman ve yer için uygulanabilecek özelliktedir. Bu özellikler yüce dinin ilahi, son ve evrensel bir din olmasından gelmektedir. İslami devletin düzeni ile ilgili belli başlı ilkeler vardır. İstişare, bey'at gibi kavramlar değiştirilemeyen temel ilkelerdendir. Hükümler, belirli bir bölge veya belirli bir çağ veya insan topluluğu için değil, evrenseldir. Eklektik değildir, ekleme yapılamaz, tebdil, tağyir ve ilga edilemez. Bir başka şeyle sentez olmaz. İslami devlet kendine özgüdür ve önceki ve sonraki bütün devlet düzenlerinden ayrılır. Kur'an-ı Kerim'de, İslam'dan önceki devirler ibretle anlatılırken, o zamanların devlet düzenlerinin bir kısmından, bazı kral ve meliklerden, Fir'avn'dan söz edilmektedir. Bu arada peygamberlerin bazısından da hükümdar olarak söz edilmesi oldukça tabiidir.

Hz. Peygamber'in vefatından önce tamamlanan İslam, bütün kurumlarıyla beşeri sistem ve düzenlerden ayrı olduğu gibi, devlet düzeni ile de benzersizdir. O sebeple İslami bir ilke olan şura ve bey'atı tarihi bakımdan eskidir diye, cumhuriyet ve demokrasi gibi kavramlarla birlikte anıp nitelemek, bu İslami ilkeleri yozlaştırdığı gibi, bu tür yaklaşımların kendi kendini kandırmaktan öte bir faydası da olamaz.

İslami Devletin Unsurları

İslami devlet, İslam'ın bir parçasıdır. İslam ise bir bütündür, dünyevi ve ruhani ikiliğe yer vermez. Onda hayatın her cephesi birbirinden ayrılmayacak şekilde içiçe geçmiştir. Bu özelliği, Batı kafası ile düşünen sistemin dışından bakan kişiler bilemezler, ve İslami devletin unsurlarını yanlış biçimlerde tarif ederler. Bey'ati, basit bir toplum sözleşmesi olarak görürler.

Gerçekte "Sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmiş olurlar, Allah'ın eli onların eli üstündedir..." (el-Feth, 48/10) ayeti, bey'atin, halife vasıtasıyla Allah'a olacağını açıklamaktadır. Hakimiyet, Allah'ındır. İlahi iradeyi ise, cemaatin iradesi temsil eder. Devlet, Allah için vardır ve icraati doğru yola ters düştüğünde düzeltilmelidir. Cumhür-ı ulema, Allah için toplumu ayakta tutacak, halka yön verecek, suç işleyenlere ceza verecek, zekatı toplayacak, ülkeyi koruyacak bir devlet yapısının ve başında bir imamın (halifenin) bulunmasının zorunluluğu konusunda görüş birliğindedir (et-Taftazani, Şerhu'l-Akaid, İstanbul 1326, s. 181).

Ülke kavramı İslam'da bütün İslam topraklarına şamildir (tek devlet, tek ümmet). İslam'a göre dünyada iki rejimin egemenliği sözkonusudur. 1) İslam'ın egemen olduğu ülke, daru'l-İslam (İslam ülkesi); 2) Küfrün yani vahiy kanunları dışında, beşer kanunlarının hüküm ve değerlerinin egemen olduğu ülke (daru'l-harb).

Devletin diğer bir unsuru beşeri unsurdur. İslam devleti, ırki, coğrafi ve etnik bir temele dayanmaz. İslam'da bu unsur ümmettir. Müslümanlar tek ümmettir; vatan, renk, dil, menşe'leri ne olursa olsun, "müminler ancak kardeştir. "

İslam devletinin tebaası olan herkes, inansın veya inanmasın İslami hükümlere uyar. İslami devlet insan unsurunu iki kısımda ele alır: 1. Müslüman vatandaşlar, 2. Gayr-i Müslim (Zımmi) vatandaşlar. İslami devletin temeli müslüman vatandaşlardır. İslami tabiiyet, imana dayalı olup, müslümanlığını ilan eden her insanın islami hükümlere göre yaşayabileceğini öngörür. Ancak, herkesin müslüman olmadığı ve olamayacağı bir gerçektir. Bu bakımdan İslami devlet müslüman olmayan vatandaşlarına karşı en adil tavrı belirlemiş; onlara İslam'ın bütün müslümanlar için verdiği teminattan ayrı ve ek olarak, inanç hürriyetini mal ve can güvenliklerini bir anlaşmayla belirleyebilmek imkanı da vermiştir. Bu akidlerde söz konusu edilen zımmilere verilmiş hiçbir hak, halife dahil, kimse tarafından ihlal edilemez.

Zimmet akdi genellikle müslüman olmayan ve İslam hakimiyetini kabul eden herkesle yapılır. Ancak Arap putperestleriyle zimmet akdine girişilmez. Zımmiler, cizye verir; İslam aleyhine propaganda yapamaz; "müslümanlara karşı eyleme geçemez", kendi dinlerinde de yasak olan fiilleri yaptıklarında İslam hükümlerinin kendilerine uygulanmasını kabul ederler. İslami devlet de onlara inanç, ibadet, can, mal, ticaret güvenliği getirir. İslami vatan kavramı evrensel olup "dar", vatan kavramından da farklıdır. İslami hükümlerin uygulandığı her yer vatandır. Bir ülke, coğrafi bakımdan İslam ülkesine yakın olmakla, yahut halkı arasında İslam'ı yaşayanlar vardır diye daru'l-İslam olamaz. Taif şehri çok yakın olmakla birlikte Mekke'nin fethiyle İslam ülkesi olmamıştır. Yüzyıllarca İslam egemenliğinde kalmış, Şeriat uygulanmış ülkelerde toplumsal ve tarihi şartlarla bu hükümler ortadan kalkmışsa, artık o ülke İslam ülkesi sayılmaz.

Yani bir ülkenin İslam veya harp ülkesi olup olmadığının ölçüsü egemen olan hükümlerdir. Hükümler İslami, ise, ülke de İslam ülkesi olur.

İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye göre; 1. Şirk ehlinin hükümlerinin uygulamaya geçirilmesi, 2. Daru'l-harb'e bitişik olması, 3. Hiçbir müslüman ve zımminin ilk emanı ile emin olma ihtimalinin kalmaması gibi üç sebeple İslam ülkesi küfür ülkesine dönüşür. İmam Muhammed ile Ebu Yusuf bir şartla dönüşür, demişlerdir. O şart, küfür hükümlerinin egemen olmasıdır (el-Haskefi, ed-Durru'l-Muhtar ve İbn-i Âbidin, Reddü'l-Muhtar, ale'd-Dürri'l-Muhtar, el-Meymeniyye baskısı, III, 260 vd.).

Daru'l-İslam'ın daru'l-harb'e dönüşmesi için İmam Ebu Hanife'nin ileri sürdüğü bu üç şarttan söz ederek, böyle bir dönüşmenin, eskilerin İslam ülkesi olan topraklar için bugün söz konusu olmadığını ileri sürecekler bulunabilir. Ancak burada şunu hatırlatalım:

t- Bu ülkede İslam ahkamı değil, beşeri hukuk hükümleri yürürlüktedir.

2- Daru'l-harbe hem siyasi hem iktisadi paktlarda antlaşma ve sözleşmelerle, hem de coğrafi olarak bitişik ve içiçedir.

3- Bir zamanlar İslam diyarı olan bu ülkelerde insanlar (müslümanlar ve kafirler de) İslam'ın emanı ile emin değildirler.

Daru'l-harb (savaş ülkesi) İslam hükümlerinin uygulanma imkanı bulamadığı yerlerdir. Bu ülkede insan unsuru müslüman da olsa, savaş ülkesi olması kuralı değişmez. O halde daru'l-harbteki müslümanlar zulüm altındadırlar, baskı altındadırlar, yurtlarından çıkartılmaktadırlar.

Devletin bir diğer unsuru hakimiyettir. İbn Haldun'un tarifiyle hakimiyet; "sahibinin gücü üstünde bir gücün bulunmamasıdır." (Mukaddime, Mısır (t.y.), s. 188)

Modern anlayışa göre hakimiyet, bir irade bütünlüğünün diğer bir evrensel irade ve karar birliğinden mutlak bağımsızlığını ifade eder. Herhangi bir iç ve dış kuvvetin müdahale ve murakabesi olmaksızın en yüksek evrensel karar yetkisine sahip bir birliğin ifadesi olarak hakimiyet, muayyen bir ülke ve o ülkede oturan hakiki ve tüzel kişiler üzerinde kullanılan ve devlet kişiliğine bağlı olan, ondan ayrılmayan, asli en yüksek hukuki iktidar veya kudrettir. (Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, İstanbul 1986,118; Yavuz Abadan, Amme Hukuku ve Devlet Nazariyeleri, Ankara, 1952, 323)

İslam anlayışında, muvazaa, müdahale, saltanat ve irsiyet olmaksızın kullanılması öngörülen hakimiyet; şahıslarla kaim değildir; temsili demokrasinin zaafları ve yozlaşmışlıklarını barındırmaz; kıyamete kadar geçerli ve değiştirilemez ilkeleri vardır. İnsanların yıllar geçip de beğenmeyip değiştirdikleri, yaz-boz tahtasına dönüştürdükleri anayasa ve yasalarla kurulu şirk düzenlerine benzememektedir. Mülk Allah'ındır. Yapılan bey'at şekilde halifeye, asılda Allah'adır. Halbuki çağdaş sistemler, "boş sözlerle" insanları şirke çağırmakta, hakimiyeti beşerin şu ya da bu kesimine ait bir hak olarak göstermek isterken, insanlar arasında fitne çıkarmaktan başka bir şey yapmamaktadır.

İslam, İslami ve cahili olmak üzere iki tür hakimiyet tanır. "Onlar, hala cahillik devrinin o (sapık) hükmünü mü arıyorlar? Şüphesiz bir kanaate sahip olarak bir topluluk için hüküm Allah'tan daha güzel olacak kimdir?" (el-Maide, 5/50). İnsanların değer ölçülerinin kriteri değişip durduğundan, bilgi ve görgüleri zaman ve mekana, eğitim düzeylerine ve daha pekçok etken ve sınırlayıcı faktöre göre farklılık arzettiğinden, hepsinin ittifakla kabul edebilecekleri bir egemenlik anlayışı da şekillenemez; böyle bir sistemi de kuramazlar.

İslami hükümleri koyan ise Allah'tır ve Allah kesin bilgi verir. İslami hakimiyetin orijinalliği buradadır. Cahili hakimiyet ise, ne kadar uğraşsa da adeta Allah'ın belirlediği ölçülerin dışında kalıp bir temel bulmağa uğraşmakta, ama başaramamaktadır. (Seyyid Kutub, Fi Zilali'l-Kur'an, Beyrut, (t.y.) VIII, 27 vd.) İslam terminolojisi cahili hakimiyeti çeşitli terimlerle ifade etmiştir: Küfr, dalal, cahiliyye, tağut... Tağut, Allah'dan başka kendisine ibadet edilen her şeydir (İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Beyrut 1388/1969, I, 512). Yani Allah'ın karşısına dikilen, ayaklanan, emirlerine karşı yeni hükümler koyan herşey tağuttur. Ona itaat edilmez. Bu, insan, put, şeytan veya başka herhangi bir şey olabilir. (Taberi, Camiu'l-Beyan, III, 13)

Allah ve Rasulü bir şeyde hüküm vermişse artık onda müslümanlar muhayyer değildir (el-Ahzab, 33/36); itaata mecburdurlar ve tağut yasalarını da hakem kılamazlar: "Şunları görmüyor musun, kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını sanıyorlar da hakem olarak tağuta başvurmak istiyorlar. Oysa kendilerine onu inkar etmeleri emredilmiştir. Şeytan da onları iyice saptırmak istiyor..." (en-Nisa, 4/60). Böylece haktan uzaklaşıyor, hak-batıl ayrımından basiretleri kalmıyor, beyinsizleşiyorlar.

Genellikle Batılı hukukçularla bunların etkisinde yetişen Doğu aydınları İslami devleti nev'i şahsına münhasır tanımıyla almak yerine, onu Batı sosyo-ekonomik gelişme evrelerine göre değerlendirmek istemekte ve Batı'da gelişen bilimsel-felsefi ekolleri izleyerek teokratik bir düzen olduğunu söylemektedirler. Oysa teokratik devlet ruhban devletidir; kilise egemenliğinin, ona bağlı yüksek derecedeki din adamlarının eliyle hakimiyetin kullanılmasıdır. İslami devlet ise ruhban sınıfını reddeder. İslam'da ruhbaniyet yoktur. Ancak bilenler ve bilmeyenler aynı düzlemde yer almaz. İslami devleti Batı siyasi tarihinin bir yönetim biçimine benzetmenin veya ona indirgemenin İslami devletin gerçek anlamıyla ilişkisi olamaz. İslami devlet parlamenter çoğulcu demokrasi ile de karşılaştırılırsa, ikisinin tamamen farklı olduğu görülür. İslam için demokratik laik devletin, bir ortaçağ teokrasisinden veya ilk çağ hükümdarlığından veya monarşilerden, "Allah'ın hükümlerinin uygulanmadığı düzen" olmak bakımından, hiçbir fark yoktur. Allah'ın hükmünden uzak yaşayan toplumların siyasal düzenlerinde zamanla şekli bazı farklılıklar görülse de, hiçbir zaman Allah'ın adil hükümlerinin mutluluğunu tattıklarından sözedilemez. İslam'ın sınıf farkını kaldıran imtiyazsız siyasal yapısından ve bu yapının maddi ve ruhi kazançlarından fert ve toplum olarak daima uzak kalmışlardır. Çağdaş ve mükemmel yönetim biçimi diye tarif edilen ve adeta alternatifi olmadığı öne sürülerek putlaştırılan demokratik devletler de insanları mutlu, huzurlu ve ahenk işinde yönetmekten acizdirler; çünkü bu düzenlerde de egemenlik eninde sonunda belli bir sınıfın elinde bulunmakta, dolayısıyla o sınıfın çıkarları uygulamada eksen olmaktadır. Bu ise sonuçta büyük çelişkilerin doğmasına sebep olmaktadır. Jean Jack Rousseau da "İnsanlara kanunlar vermek için ilahların olması zorunludur." diyerek insanların bu konudaki acizliklerini itiraf eder (Altı Kitabı ile Rousseau, İstanbul 1967, s. 144).

İslami Devlet ve Laiklik

İncil'de Hz. İsa'ya; "Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya ver" sözü atfedilmiştir. Bunu temel alan Hristiyan Batı dünyasında din, dünya işlerinden uzaklaştırılarak devletten dışlanmıştır. Hristiyanlık böyle bir ayırıma müsaitti. Aynı yolu İslam dünyasında da uygulamaya kalkanlar, İslam'da böyle bir ayrılık sözkonusu olmadığından, Batı'daki özgürlük ortamına aykırı olarak baskıcı bir laiklik anlayışına yol açtılar.

Laiklik, İslam için anlamsızdır. İslam'da dünya işleri ayrı bir alan teşkil etmez. Hayatın bütün yönleri bir bütün olup, hepsi de vahiy temeline dayanır. Ayrıca "Dinde zorlama yoktur" buyruğunu da çarpıtarak, bu emri müslümanlar aleyhine çevirmek, akla ve mantığa uymayan açık bir iftiradan, yakıştırmadan başka birşey değildir. Devlet otoritesi. dinden ayrılıp tek başına kalacak, ya da din, devlet otoritesinden mahrum kalacak olursa, insanların halleri bozulur; düzeni kalmaz (İbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetava, XXVIII, 394) diyen İbn Teymiyye, hem İslam açısından, hem de sosyal bakımdan laikliğin ne denli bir çıkmaz olduğuna işaret etmektedir. Yunus suresinde yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bize kavuşacaklarını ummayanlar, dünya hayatından hoşnut olup onunla (yetinip) tatmin olanları ve ayetlerimizden gafil olanlar, işte onların kazandıkları yüzünden varacakları yer ateştir." (Yunus, 10/7, 8).

İslam'da da seçim ilkesi vardır diye İslam'la demokrasi arasında bağlantı kurmak da bir aldatmacadır. Böyle bir tutarsız iddia, müslümanları demokratikleştirmek ve asıl gayelerini unutturmak için kurulmuş bir tuzaktır. Halkın seçtiği veya atanmış kişilerin yaptığı kanunlar laiktir ve dine karşıdır. Oysa İslami devlette ulu'lemr; sadece tebliğ edilene uymakla mükelleftir. Ayrıca demokrasi, çoğunluk rejimidir. Oysa "Eğer sen, yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen seni Allah yolundan saptırırlar..." (el-En'am, 6/116) buyruğu, dikkatimizi çoğunluğun, hakkı bulmakta bir ölçü olamayacağı gerçeğine çekmektedir.

Diğer taraftan demokrasi, temelde siyasi partilere dayalı, kavgacılığa açık bir rejimdir. Dolayısıyla şeytani bir yönü vardır. Buna göre; İslam devletinin en karakteristik özelliği olan İslam hakimiyet anlayışının ana çizgilerini, şöylece maddeleştirebiliriz:

1- Kainattaki hükümler ile insanların hayatlarında uygulamaları için konmuş hükümlerin kaynağı (Şarii) birdir; o da Allah Teala'dır.

2- Allah'ın hakimiyeti karşısında zorunlu olarak tüm insanların mevkii birdir ve aynıdır.

3- İnsanın bu kanunlar karşısındaki durumu, alimin tabiat kanunlarını keşfetmesi gibi, bu ilahi hükümleri anlamaya çalışmaktan ibarettir.

4- Dolayısıyla insan, kudretinin engelleyemeyeceği ve elindeki kudretlerin değiştiremeyeceği bir ilahi kanunlar mecmuasıyla karşı karşıyadır. Bunun için siyasi hakimiyet de yalnız ve yalnız Allah'a ait olacaktır. İnsan bunları uygulamakla görevlendirilmiştir. O, hukuki ve siyasi anlamda hakim olamaz.

5- Mutlak ve sınırlandırılamaz hakimiyet yalnız ve yalnız Allah'ındır. İnsanlar Allah'ın halifesi olarak bu hükümleri uygularlar. (Prof. Dr. Harun Han Şirvani, İslam'da Siyasi Düşünce ve İdare, Çev. Kemal Kuşçu, İstanbul 1965, 21; Ebu'l-Ala Mavdudi, İslam'da Siyaset Nizamı, Çev,. A. Zengin, İstanbul (t.y.), 25; el-Amidi, el-İhkam, Kahire 1387/1967, I, 76; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-i İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1967, I, 216).

lk İslam Devleti

Hz. Peygamber ilahi vahyi onüç sene Mekke'de tebliğ etti. Bu yıllar, zorluk, sıkıntı, gizlilik, işkence, zulüm yılları olup, müslümanların müşrik düzenin hakimiyeti altında geçirdikleri yıllardır. Akabe Bey'atleri ile de İslam devletinin temelleri atıldı ve Hicret'ten sonra Medine'de ilk İslam devleti kuruldu. Bu İslami devletin unsurları şöyle teşekkül etti:

Hz. Peygamber, Muhacirler ile Ensar arasında kardeşlik kurdu. Yahudi ve Arap kabileleriyle antlaşmalar yaptı ve bunlar İslami devlete itaati benimsediler. Medine şehri sınırları, İslami devletin ilk toprak unsuruydu. Devlet evrensel bir mesaja dayandığı için zamanla toprak unsurunu genişletti. Çoğu zaman bu genişleme cihat yoluyla yapıldı. Bütün fertler, İslami devletin hükümlerine tabi idi. Hz. Peygamber'e itaat dışında bir başka yol yoktu. Devletin kişiliğine gelince, İslami devlet bağımsız, bağlantısız bir devletti ve varlığı itibarıyla gerçek kişilere dayanıyordu. (Abdülkadir Udeh, el-İslam ve Avda'unas-Siyasiye, 96-97; M. Beşir Eryarsoy, İlk Anayasa Işığında Peygamber (s.a.s.)'in Kurduğu Devlet, Düşünce Dergisi 1. dönem, sayı 1, 2)

Devletin İşlevleri

Teşri (yasama): Teşri', yani yasama kuvvetinden maksat; genel anayasa kaideleri ile kanunları içine alan, şahıslar için bağlayıcı kaideler çıkarma hakkına sahip olmaktır (Dr. Muhammed Faruk, en-Nebhan, İslam Anayasa ve İdare Hukukunun Genel Esasları, Çev. Prof. Dr. Servet Armağan, İstanbul 1980, 351). O halde bu, aynı zamanda hakimiyet hakkı ile yakından ilgisi olan bir işlev ya da kuvvettir. Teşri yetkisi Allah'a ait olup Rasulün durumu hükümleri tebliğ ve bunları açıklamaktan ibarettir. Devletin teşri' organı, Allah ve Rasulü'nün emrine aykırı kanun yapamaz. Bu hükümlerin uygulanması ile ilgili kanunlar yapar, düzenler. Hükümlerin tahrif edilmesinde geçerli yollardan birine bağlanabilir, hakkında hüküm bulunmayan konularda ictihad eder. Hükümlerin uygulanması sırasında teşri organının kaynakları Kur'an, Sünnet, Hulefa-i Raşidin'in tatbikatı ve müçtehidlerin doktrinleridir; ayrıca mesalih, örf ve adet de kaynak olabilir. Bütün kanunlar, hiçbir zaman Kur'an ve Sünnet'e aykırı olamaz.

İcra (yürütme): Yürütme organının bağı halifedir. Hükümet, Kur'an'a dayanır. Şura ilkesine göre hareket eder. İmamet makamına bey'atla gelinir. Hükümet, İslam hükümlerini uygulamadan sorumludur.

Kaza (yargı): Adaletin dağıtılması, hak sahiplerine haklarının verilmesi ve suçların ortaya çıkmasından sonra, suçlunun usulüne uygun bir şekilde tesbiti ve cezalandırılması için, kaza organı gereklidir. Halifenin atayacağı hakimler, bağımsız olarak, İslam ilkelerine göre anlaşmazlıkları çözüme bağlar.

Mali Tasarruf: Hz. Peygamber, hakim ve idareci tayin ettiği gibi; bulundukları bölgede zekatı toplamak, toplanan zekatı Kur'an'ın gösterdiği yerlere harcamak, artanı da Beytü'l-Mal'e göndermek için ayrı bir kurumlaşmaya gitmiştir. Şura, İslam'a uygun olarak gerektiğinde ek vergi kararları alabilir. Halife de bunu yürürlüğe koyar.

Kültür: İslam'ın yabancı ülkelere tebliğ edilmesi de hükümetin görevidir. Öncelikle kendi vatandaşlarının eğitim ve öğretimine ait kararların yürütülmesi de hükümetin sorumluluğundadır.

Denetim: Yöneticileri kontrol etmek, onlara doğru yolu göstermek bütün ümmetin görevidir. Bu görev şura meclisi üyeleri ve islam uleması vasıtası ile yerine getirilir.

İslami devlet; tek ümmet, tek devlet, tek halife özelliği gösterir. İnançta tevhid, toplumda vahdeti hedef alan İslami devlette, siyasi parti türü yapılanmalar sözkonusu değildir. Bu, görüşlerin daraltılması olmayıp, her alanda vahdeti gözönünde bulunduran ilahi düzenin bir sonucudur. Devlet, İslami hükümlerin yorumlanması konusunda da icmaa dayanır. Temel ilke, Allah'ın ipine topluca sarılmak olduğundan, muhalif aşırı ve sapık görüş ve düşüncelere itibar edilmez. Anayasada belirli mezhep veya meşrebin üstünlüğüne yer verilmez, hükümler muallakta bırakılmaz; görüş ayrılığı olabilecek konularda hak olan görüşlerden en iyisi tercih edilir. Apaçık delillerden sonra ayrılıklara ve çekişmelere izin verilmez. Siyasi birliği dağıtıcı ve bozucu bir davaya kalkışanlar cezalandırılır. Zaten tebaaya, hükümlerde itaat zorunludur; muhayyerliği yoktur.

M. Beşir ERYARSOY


3-)(State) 1. Halk (insan unsuru), ülke (toprak
unsuru) ve egemen bir siyasal otoritenin birlikteliğinden oluşan siyasal
örgütlenme.

2. Belli bir
ülkede meşru egemenlik iddiasıyla, o ülkede yaşayan bütün insanların hak,
görev, sorumluluk ve davranışlarının kontrolünü elinde tutan siyasal kurum.


3. Bir
toplumdaki bütün siyasal kurumların soyut düzeyde toplamını ifade eden kavram.



4. Marksist
kurama göre, sınıflı toplumlar­da, egemen sınıfların alt sınıflar üzerindeki
sömürüsünü meş­rulaştıran, hakim sınıfın İdeolojisini savunup onun çıkarlarını
korumaya yarayan temel aygıtlardan biri. Bkz. devletin görece özerki iği.


4-)Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık.


5-)Büyüklük, mevki.


6-)Mutluluk
Örnek:Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. Muhibbi


7-)Talih.


8-)Devletin yönetim organları


9-)Sınırları belirli bir yurt ve türe düzeni içinde, ülküdeş insanların topluca ve kamu yararını sağlamak amacıyle örgütlenerek kurdukları ve benzeri topluluklarca bağımsız ve siyasal kişiliği tanınmış birlik.


10-)bir hükümet dairesinde teşkilatlandırılmış olan siyasi topluluk. devlet giray: kırım hanı (1530-1577). mübarek giray'ın oğlu


11-)Büyük mutluluk.


12-)Kut, talih.


13-)Büyük aşama, orun, mevki.


14-)Toprak bütünlüğü ve siyasal örgütü olan bir ulusun oluşturduğu hukuksal varlık.


15-)Sınırları belli olan bir memleketin sahibi olan insanların kurduğu siyasi, hukuki, idari mahiyetteki merkezi teşkilat. Devlet, teşekkül tarzı, takip ettiği esas siyaset, temsil ettiği hakimiyet ve iktidarın mahiyeti bakımından çeşitlere ayrılır:1- Kapitalist Devlet: İktisadi siyasete, şahsi mülkiyet, şahsi teşebbüs ve serbest rekabete dayanan, iktidar ve hakimiyetin kapitalist sınıfın elinde bulunduğu devlet şeklidir.2- Sosyalist ve Komünist Devlet : Şahsi mülkiyeti ortadan kaldıran, yerine işçi sınıfı adına devlet mülkiyetini ikame eden, işçi sınıfı hakimiyeti namı ile komünist partisi diktatörlüğünü getiren devlet şeklidir.Bu iki devlet şeklinin iktisad siyasetleri ile siyasi iktidar ve hakimiyet anlayışları farklı olmakla beraber devlet idaresinde dine yer vermemekte birleşirler.3- Faşist Devlet: Menfi milliyet ve unsuriyet fikrini siyasette hakim kılan, şahsi teşebbüse müsaade eden; fakat devletin vesayeti ve hakimiyeti altına alan, meslek zümreleri adına iktidar ve hakimiyeti tek parti ve şefinin eline veren devlet şeklidir.4- Teokratik Devlet: Hakimiyet ve iktidarın, ruhban sınıfının elinde bulunduğu bir devlet şeklidir. Daha çok Hristiyan aleminde asırlar boyunca bu devlet şekli cemiyet ve milletlere hükmetmiş, fakat tahrif edilmiş İncil'e sahib oldukları ve İlahi iktidar ve hakimiyet yerine ruhban sınıfının hakimiyet ve iktidarını ikame ettikleri için, insanın fıtratındaki hakikatı taharri ve hürriyet fikri galebe çalarak bu devlet ve idare şekli Fransız ihtilaliyle yıkılmış, fakat ihtilalciler ve muakibleri beşeriyeti yeniden ıztırablara duçar eden kapitalist, sosyalist ve faşist sistemlerden başka birşey getirememişlerdir. Çünki hareket ve istinad noktaları beşeri fikir ve ölçüler olup materyalist (maddeci) dünya görüşlerinin zaruri neticesi olarak teavün yerine cidal; hak yerine kuvvet; iktisat yerine ihtiyaçları tezyid ve tahrik ettiklerinden beşeriyetin huzur ve saadetlerini bozdular.5- İslam Devleti: İktidar ve hakimiyeti milliyet ve unsuriyet, yahut içtimai sınıflarda veya ruhban sınıfında değil; yalnız Allah'ta kabul eder. Halkı veya siyasi temsilcisi olan kişiyi yahut meclisleri, İlahi iktidar ve hakimiyetin tatbikçi memurları olarak kabul eder.(Zaman-ı sabıkta revabıt-ı içtima ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşa'ub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kafi gibi idi. Amma bu zamanda revabıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüt etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb'usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i Şer'i ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkar o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir. R.N.)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
State, Commonwealth.
İngilizcesi İngilizce
State.
İngilizcesi İngilizce
Governmental.
İngilizcesi İngilizce
Official.
İngilizcesi İngilizce
Political.
İngilizcesi İngilizce
Government.
İngilizcesi İngilizce
Commonweal.
İngilizcesi İngilizce
Commonwealth.
İngilizcesi İngilizce
The community.
İngilizcesi İngilizce
Polity.
İngilizcesi İngilizce
Prosperity.
İngilizcesi İngilizce
Good luck.
İngilizcesi İngilizce
The collectivity.
İngilizcesi İngilizce
Nation.
İngilizcesi İngilizce
Power.
Fransızcası Fransızca
Etat

  •          Taliban örgütünün özellikle Devlet otoritesinin sağlanamadığı kuzeybatı bölgesinde halk içinde korku salarak yönetim boşluğunu doldurmak istemesi ve kendisine direnenleri öldürmesi, güvenlik güçlerinin örgüte yönelik operasyonlarının haklılığını gündeme getirdi.

Sizde içinde Devlet kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Devlet kelimesi anlamı 536 defa okunmuştur. [236884] Devlet kelime anlamı, Devlet nedir, Devlet ne demek, Devlet sözlük anlamı

Paylaş