Ef'al-I Mükellefın Nedir

Ef'al-I Mükellefın Nedir ? Ef'al-I Mükellefın Ne demek ?

1-)EF'ÂL-İ MÜKELLEFİN



Yükümlülük sahibi olanların yaptıkları işler, fiiller.

Ef'al "fiil", mükellefin de "mükellef" kelimesinin çoğuludur. "Teklif" mastarından türetilmiş olan bu kelime "yükümlülük sahibi kişi" anlamındadır. Şer'i ıstılahta: "İslami emir ve yasakların muhatabı olan ve bunlara uymakla yükümlü bulunan kimse" demektir. Bu terkip "yükümlülerin fiilleri" diye Türkçeleştirilebilirse de fıkıh ıstılahında "yükümlülerin fiillerinin şer'i hükümleri" anlamında kullanılmıştır.

Ef'al-i mükellefin sekiz tanedir: Farz, vacib, sünnet, müstehab, mübah, haram, mekruh ve müfsid. Bu taksim Hanefi hukukçularına göredir.

1. Farz: Sübutu ve ifade ettiği anlamı (delaleti) kesin olan delillerle Allah veya Rasulünün emrettiği fiiller "farz" adını alır. Farzlar, te'vile (başka anlama) gelme ihtimali bulunmayan ayet veya mütevatir hadislerle sabit olur. Namaz, oruç, hac, ibadetleri gibi. Bunlarla ilgili hem kesin ayetler vardır, hem de Hz. Peygamber (s.a.s.)'in tevatüre varan yollarla nakledilmiş hadisleri mevcuttur. Farzın hükmü işleyene sevap, terkedene ceza olması; inkar edenin veya küçümseyenin dinden çıkmasıdır. Bu da farzı ayrı ve farz-ı kifaye olmak üzere ikiye ayrılır:

a) Farz-ı Ayn: Her yükümlü müslümanın bizzat yerine getirmesi gerekli olan farzlardır. Bir kısmının işlemesiyle diğerlerinden yükümlülük kalkmaz. Abdest, beş vakit namaz, ramazan orucu, mükellef olana hacc ve zekat ile İslam toprakları saldırıya uğradığında cihada çıkmak gibi.

b) Farz-ı Kifaye: Yükümlü müslümanlara ayrı ayrı değil, topluca emredilen şeylerdir. Bir kısım müslümanlar bunu yerine getirince diğerleri sorumluluktan kurtulur. Cihad etmek. Kur'an-ı Kerim dinlemek, Kur'an-ı Kerim ezberlemek, selam almak, cenaze namazı kılmak gibi. Farz-ı kifayenin sevabı yalnız onu işleyenlere ait olur. Bu farzı hiçbir kimse yerine getirmezse bütün toplum günahkar olur. Bir ibadetin rükünleri ve şartları kabilinden olan farzlardan birinin terkedilmesi ibadetin sıhhatine engel olur. Terk kasten olsun yanlışlıkla olsun hüküm değişmez. Kasten terk halinde ayrıca günaha girme vardır. Namaz kılarken rüku veya secde etmeyi terketmek gibi.

2. Vacib: Farzla sünnet arasında kalan ve amel bakımından farz gibi kabul edilen emirlerdir. Bunları işleyene sevap, özürsüz terk edene ceza gerekir. İtikadı açıdan, inanma bakımından farzın hükmü gibi değildir. Yani vacibi inkar eden dinden çıkmaz. Bir ibadetin vaciblerinden birisini kasden terketmek tahrimen mekruhtur, Sehven (yanlışlıkla) terketme halinde ise sehiv secdesi gerekir. Vacibin de kifaye olanı vardır. Şaban ve Ramazan ayı sonlarında hilali gözetlemek vacibtir. Fakat herkese vacib değildir. Diğer vacib amellere örnek: Kurban kesmek, vitir ve bayram namazı kılmak, yakın hısımlardan ihtiyaç içinde olanlara yardım etmek gibi. Vacib; sübulu kat'ı ve delaleti zannı olan delille sabit olur. Bu delil te'vile uğramış ayet veya hadis şeklinde olabilir. Mesela: Kur'an-ı Kerim'de:

"Namaz kıl, kurban kes" (el-Kevser, 108/2) buyurulur. Burada, bayram namazı kılma ve kurban kesme emrinin muhatabı Hz. Peygamberdir. Yani bunlar Hz. Peygamber için farz hükmünde olur. Ancak emrin, diğer müslümanları kapsayıp kapsamadığı kesin değildir. Ancak bu emirlerin diğer müslümanların kapsadığı daha kuvvetli görüştür. Böylece sünnetten daha kuvvetli, fakat ayetteki delaletin kesin olmaması yüzünden farz derecesine ulaşmayan bir emir çeşidi ortaya çıkmış olur ki buna vacib denir (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1938, VIII/, 6200 vd.).

3. Sünnet: İyi ahlak, iyi huy. Hz. Peygamber'in sözleri, fiilleri, işleri ve takrirleri. Misvak kullanmak, cemaatle namaz kılmak gibi. Sünnet, müekked ve gayr-i müekked olma küzere iki kısma ayrılır.

a) Müekked Sünnet: Hz. Peygamber (s.a.s.)'in devamlı işleyip nadiren terk ettikleri farz ve vacib olmayan amelleridir. Terkedilmesinde "itab" vardır. Sabah, öğlen ve akşam namazlarındaki sünnetler ve çocukların sünnet ettirilmesi gibi.

b) Gayr-i Müekked Sünnet: Hz. Peygamber'in çok defa eda edip, bazan terkettikleri sünnet. Namazda uzun okuma, ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri gibi. Gayr-ı müekked sünnetlere müstehab ve mendub isimleri de verilir.

Usul bilginleri sünneti ikiye ayırmışlardır.

a) Sünnet-i Huda: Bunlar ibadetlerle ilgili dinin tamamlayıcı olan sünnetleridir. Terkeden kınanır. Ezan okumak, kamet getirmek ve cemaatle namaz kılmak gibi.

b) Sünnet-i Zevaid: İbadetlerle ilgili olmayan Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetlerine denir. Bunları terkeden kınanmaz. Namazın rükünlerini uzatmak ve Hz. Peygamber'in yemesi, içmesi, oturması, kalkması gibi fiillerinin taklit edilmesi. Âyet-i kerimede şöyle buyurulur: "Allah'ın Rasulünde sizin için güzel bir örnek vardır" (el-Ahzab, 33/21).

Sünnet mutlak olarak kullanıldığında Hulefa-i Raşidin'in sünnetini de kapsar. Ayrıca farz ve vacibde olduğu gibi sünnetin kifayi çeşidi de bulunur. Ramazan'ın son on gününde itikaf yapmak ve teravih namazını cemaatle kılmak gibi. Farz namazlarda cemaat sünnet-i ayn'dır. Yani bir kısım müslümanların cemaatle namaz kılması, diğerlerinden sünnet yükümlülüğünü kaldırmaz.

Sünnet hükmü, farz ve vacibden az sevap kazandırır. Kasden terk halinde ceza değil, kınama gerekir.

4. Müstehab: Buna mendub da denir. Hz. Peygamber'in bazan işleyip, bazan terk buyurdukları, selef-i salihinin sevip işlediği ve rağbet ettikleri işlerdir. Bazı nafile namaz ve oruçlar gibi. Müstehabın hükmü; işlenmesinde sevap olup, terkinde kınama bulunmamasıdır. Müstehab genellikle gayr-i müekked sünnet ile eş anlamlıdır.

5. Mübah: Yükümlünün yapıp yapmamakta muhayyer bulunduğu işlerdir. Bunun hükmü işlenmesinde veya terk edilmesinde sevap veya kınamanın bulunmamasıdır. Eşyada asıl olan mubahlıktır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "O Allah arzda olan şeylerin hepsini sizin için yaratmıştır" (el-Bakara, 2/19). Bazan şartlar değişince, hükümler de değişir. Mesela, haram olan şeylerden yemek içmek mübahtır. Ancak ölmemek için ihtiyaç miktarınca haram olan şeylerden de yiyip içmek farz olur. Eğer yenilen mal, başkasına aitse, yiyen bunu tazmin eder. Bu şekilde yiyip kendisini ölümden kurtarmakla sevap bile kazanır. Yemenin namazı ayakta kılacak ve oruç tutmaya kolaylık olacak ölçüde tutulması mendub ve müstehabdır. Şişmanlık için yemek mekruh, misafire ikram dışında doyduktan sonra yemeğe devam etmek haram sayılmıştır. Ancak cihad gibi bir hizmet için güçlenmek üzere fazla yemekte bir sakınca görülmemiştir. Mübah ve meşru' eş anlamlıdır.

6. Haram: Yasaklanmış olan ve terk edilmesi istenen şeylere gayr-ı meşru denir. Bunlardan sübut ve delalet bakımından kesin delille sabit olanlara "haram"; yalnız sübut veya delaletten birisi ile yasaklanmış bulunanlara ise "mekruh" denir. Harama, mahrem veya mahzur adı da verilir .

Haramın hükmü; terkine sevap, islenmesine ceza gerekmesi ve helal ve mübah sayanın dinden çıkmasıdır. İçki içmek, kumar oynamak, anaya-babaya asi olmak gibi.

7. Mekruh: Subutu kat'i delaleti zannı veya subutu zannı, delaleti kat'ı delille sabit olan şeyler mekruh adını alır. Mekruhun hükmü amel bakımından haramın hükmü gibidir. Terkine sevap, işlenmesine ceza korkusu vardır. Mekruhun helal olduğuna inanan kimse dinden çıkmaz. Midye istiridye, ıstakoz ve benzeri balık cinsinden olmayan deniz hayvanlarını yemek, cuma saatinde alış-veriş etmek, abdest ve gusülde suyu israf etmek.

Mekruhun harama yakın olanına "tahrimen mekruh"; helale yakın olanına ise "tenzihen mekruh" denir. Birincisi vacib karşıtı olarak kullanılır. Ebu Hanife ve İmam Ebu Yusuf'a göre tahrimen mekruh, haram değilse de, ona yakındır. İmam Muhammed'e göre ise gayr-i meşru, haram demektir. Ancak haramlığına kesin delil bulunmadığı için "Mekruh" tabirini kullanmıştır. Mutlak sünnet kelimesi "müekked sünnet" anlamında kullanıldığı gibi, mekruh ifadesi de prensip olarak "tahrimen mekruh" anlamında kullanılır. Ebu Hanife, mücerred mekruh kelimesiyle "tahrimen mekruhu" kasdettiğini Ebu Yusuf'un sorusu üzerine açıkça ifade etmiştir (Mehmet Zihni, Nimet-i İslam, İstanbul 1316, s.4-12).

Tahrimen mekruh ifadesi de tenzihen mekruh ifadesi yerine kullanılır. Mesela; Başka su varken kedi artığı olan suyu içmek ve kullanmak tenzihen mekruhtur. Abdestte suyu israf etmek mekruh olduğu gibi, çok az kullanarak guslü mesh derecesine getirmek de mekruhtur.

8: Müfsid: Başlanan bir ameli bozan ve ibtal eden kimsedir. Müfsidin yani başlanan bir ameli bozanın hükmü, bunu özürsüz olarak kasden yapmışsa cezanın gerekmesi, sehven yapmışsa cezanın gerekmemesidir. Başlanan bir orucu veya namazı bozmak gibi.

Sonuç olarak akıllı ve ergenlik çağına gelmiş olan her mü'minin günlük hayatta yapmış olduğu fiiller yukarda açıkladığımız sekiz maddeden birisine girer. Mesela; meşru yoldan kazanç elde etmek helal; rüşvet almak haram, ihtiyaç halinde karz-ı hasen almak mübah (caiz); muhtaca ödünç para vermek mendub; borcunu ödemek farz; sıkıntıda olan borçluya genişlik zamanına kadar süre vermek vacibdir. Dinin emir ve yasaklarını öğrenmek her müslüman kadın ve erkeğe farz-ı ayn; başkalarına fayda verecek derecede ilim öğrenmek farz-ı kifaye; şer'i ilimlerde ihtisas sahibi olmak mendub; övünmek için öğrenmek mekruhtur. Satım akdinin gerektirmediği ve taraflardan yalnız birisinin yararına olan bir şart müfsid ve böyle bir akid fasittir. Her insan gücü dahilindeki fiilleri yapmakla mükelleftir. Gücünün dışındaki işlerle sorumlu tutulmaz. (Fakir olana zekat ve hacca gitmenin emredilmesi gibi).

"Teklif-i ma la yutak" yani yapılması mümkün olmayan zor işlerden sorumlu tutmak. Zira "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler" (el-Bakara, 2/286).

İnsana görev teklif edilebilmesi için, sorumluluğu yüklenmeye ehliyetli olması lazımdır. Ehliyet kişinin lehine ve aleyhine olan şer'i teklifleri yerine getirmeye salahiyetli bulunmasıdır.

Ehliyet, "vücub ehliyeti" ve "eda ehliyeti" olmak üzere iki kısımdır:

a) Vücub Ehliyeti: Mükellefin, insanın kendi lehine ve aleyhine ait meşru hakların gerekliliğine salahiyet sahibi bulunması (varis olma hakkını lüzumuna salahiyetli bulunması gibi).

b) Eda Ehliyeti: İnsanın kendisinden şer'an muteber olacak şekilde fiillerin meydana gelmesine salahiyet sahibi olması. Bu da, kamil ehliyet (akıllı ve buluğa ermiş bir insanın sahib olduğu ehliyet; kendisinin nikah akdini kabulü, alış-veriş, icare gibi fiilleri meydana getirmeye tam salahiyetli olması gibi) ve kasır ehliyet (mümeyyiz bir çocuğun veya matuh (bunamış) bir kimsenin yaptığı işlerin bir kısmının sahih ve muteber, bir kısmının ise muteber olmaması gibi) olmak üzere iki kısımda mütalaa edilir (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiyye Kamusu, I, 31).

Allah ve Rasulünün müslüman fertleri sorumlu tuttuğu fiiller önem sırasına göre itikat, ibadat, muamelat ve ukubat'tır. Bunlar da ayrıca delillerinin sağlamlığı, lafızlarının delaletinin katiliğine göre kendi içlerinde sıralanır. İslami bir toplumun imanı ve tağuti olanı tefrik edebilmesi için yükümlülüklerini Allahu Teala'nın rızasına uygun olarak bilmesi gerekmektedir.

Hamdi DÖNDÜREN


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?

Bu kelime Dini bir Terimidir.

Sizde içinde Ef'al-I Mükellefın kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Ef'al-I Mükellefın kelimesi anlamı 18 defa okunmuştur. [241747] Ef'al-I Mükellefın kelime anlamı, Ef'al-I Mükellefın nedir, Ef'al-I Mükellefın ne demek, Ef'al-I Mükellefın sözlük anlamı

Paylaş