Hümanizm Nedir

Hümanizm Nedir ? Hümanizm Ne demek ?

1-)(Humanısm)İnsanperestllk. Beşerperestlik.

İlahi nitelikte ve öte
dünya ile ilgili olanın değil, bu dünya ve insanla ilgili olanın yüceltildiği
bir genel eğilimin uç noktasını teşkil eden ve İnsanı, kendi üzerinde
sınırlayıcı hiçbir otorite­ye İhtiyacı olmayan, kendine yeterli bir ontik
kategori olarak tanımlayıp, onu hakikatin yegane ölçüsü ve kaynağı kabul ederek
evrenin merkezine yerleştiren, İnsanmerkezci ve in-sanbiçimci dünya görüşü.
Bkz. insanmerkezcilik, İnsanbiçimciıik, Bireycilik, Sekülarizm, Aydınlanma.


2-)Alm. Humanismus, Fr. Humanisme, İng. Humanism. Yunan ve Latin kültürü ve insanlık anlayışını benimseyip, onları kendilerine örnek alan, bu çerçeve içerisinde insana değer verilmesini esas kabul eden düşünce sistemi.

Papazlar tarafından değiştirilen Hıristiyanlığın ortaçağda temsilcisi durumunda olan kilisenin halka zulüm ve baskısına karşı tepki olarak doğdu. On dördüncü asırdan itibaren Rönesans hareketiyle birlikte Avrupa’da yayılmaya başladı. Hümanizm hareketi taraftarları kilisenin bu tavrı karşısında, Yunan ve Latin kültürüne, hayat tarzına hayranlık duydular ve bir bakıma kiliseye bağlılığı bulunmayan serbest bir hayata kaçmak istediler. Bu sebeple Avrupa’da Hıristiyanlığa ve onun şahsında dinlere karşı düşmanlık meydana geldi. Bu düşmanlık daha sonraki asırlarda, Müslüman memleketlerde, Avrupa hayranları, kendi değerlerine bağlılıkları zayıf olan kimseler tarafından İslam (veya din) düşmanlığı şeklinde ortaya çıktı.

İnsanlığın başlangıcından beri Allahü teala tarafından gönderilen hak dinlere inananlar olduğu gibi inanmayanlar da oldu. Bu inanmayanlara inanmak saadeti, mutluluğu nasib olmadı. Bu sebeple hakiki hürriyet demek olan Allahü tealaya kulluk etmekten ayrılıp, kendi arzu ve isteklerinin esiri, kölesi oldular. Buna, her türlü kayıttan ve bağdan kurtulup, hürriyete kavuşma adını verdiler. İnsanı yaratılış gayesinden uzaklaştıran bu düşünce tarzı daha sonra insanı tanrı ilan etmeye kadar ileri gitti.

Nitekim batıda hümanizm akımının önde gelenlerinden kabul edilen Auguste Comte, insanlığı tapılması gereken ebedi ve sonsuz varlık olarak gördü. “İnsanlık dini” diye bir din kurarak kendine göre bu bozuk dinin esaslarını tesbit etti. A.Comte’un açtığı çığırda yürüyen Emile Durkheim ise, bunu daha ileri götürerek insanlığın yerine cemiyeti tanrı ilan etti. Daha sonra bu fikirleri alıp geliştiren Marx ve taraftarları doğrudan doğruya insanı tanrı ilan ettiler. Filozof Niçe ise, öldü dediği Hıristiyanlığın tanrısı yerine bütün değerleri kendisi ortaya koyan ve her türlü merhameti kaldıran bir üst insan kavramını ortaya attı. On dokuzuncu asırdan itibaren bir sürü üst insan taslağı, cemiyetleri, devletleri ve dünyayı alt üst ederek, milletleri ve insanları merhametsizce kırdırdılar. Alman filozofu Fichte ve Goethe, hümanist anlayışları sebebiyle Almanya’ya giren Napolyon ordularını insanlığın kurtarıcısı olarak karşıladılar. Fakat çok geçmeden Alman halkının Fransız çizmeleri altında ezildiğini görünce, ayılarak, hümanist düşüncedeki kardeşliğin boş olduğunu anladılar.

Aslında insana değer vermek ideali ile Avrupa’yı eski Yunan ve Latin kültür ve hayatına döndüren ve eski çağı örnek alan hümanizmin gerçekte insan sevgisi ve ona değer vermekle bir ilgisi görülmez. Çünkü Eski Yunan’da insan olarak korumaya muhtaç yeni doğmuş cılız bebeklerin ölüme terk edildiği görülür. Böyle bir kültürü ve insanlık anlayışını örnek alanlar ne zaman ellerine fırsat geçerse, menfaatları uğruna insanları öldürmekten hiç çekinmemişlerdir. Nitekim, son körfez krizinde hümanist kültürünün mensupları, binlerce insanın ölmesine seyirci kalmışlardır.

Yine Avrupa’nın önde gelen devletlerinden İngilizler, kendi insanlarını ve vatanlarını ne kadar yükseltip korurlarsa, diğer insanları ve memleketleri de o derece aşağı görüp sömürürler. Bu millet gerçekten müstemlekelerdeki yerli halkla beraber bir arada bulunmaz, yanlarına yerli halkı sokmazdı. Bilhassa Hindistan’da halka pekçok zulüm yaptılar. İngiliz İstihbarat Subayı meşhur Hudson, bir zarar görmeyecekleri hususunda teminat vermesine rağmen, Bahadır Şahın iki oğlu ve bir torununu bizzat kurşun sıkarak öldürdü ve kanlarını içti. Sonra onların etinden çorba yaparak Şaha ve hanımına gönderdi. Yiyemediklerini görünce; “Çok güzel çorbadır. Oğullarınızın etinden yaptırdım!” dedi. Ayrıca İngiliz General Diyer, bisikleti ile gezen İngiliz kadın misyonere saygı göstermediler diye halkın üzerine ateş açtırıp, on dakikada yedi yüz kişinin ölmesine ve binden fazla kişinin yaralanmasına sebeb oldu. General bununla da kalmayarak halkı, üç gün elleri ve ayakları üzerinde hayvan gibi yürüttü. Demokrasinin timsali gibi görünen İngiliz Lordlar Kamarası, Dyer’in bu yaptıklarını alkış ve övgü ile karşıladı.

Yine Amerika’nın Hiroşima’ya attığı atom bombası sebebiyle binlerce insan öldüğü, sakat kaldığı gibi, günümüzde de olumsuz tesirleri görülmektedir.

Avrupalı devletlerin ve Amerika’nın; “İnsanlık, insan severlik, insanlara yardım.” sözleri, bugün ancak reklam seviyesindedir. “Sizi seviyoruz.” yaldızlı sözlerinin arkasında aslında bir menfaat ve sömürü yatmaktadır.

Halbuki insanlık, insana kıymet ve değer vermeyi İslamiyetten öğrenmiştir.

Başka kültürlerde insana acımasızca davranılırken, ona en adil muamele tarzını İslamiyet getirmiştir. Sevgili Peygamberimiz sonsuz saadete kavuşmaları için İslamiyeti teklif ederken insanlar arasında bir fark gözetmemiştir. Fakat tekliften sonra dereceleri farklı olmuştur. Mesela hazret-i Ömer imanla şereflenip yükselirken, Ebu Cehiller ve Ebu Lehebler imana kavuşma saadetinden mahrum olarak alçalmışlardır. İslamiyet başkasına zarar vermek bir tarafa, kalbini kırmaktan bile çok şiddetle men etmiştir. Nitekim Peygamber efendimiz; “Bir müminin kalbini kırmak yetmiş defa Kabe’yi yıkmaktan daha şiddetlidir.” buyurmaktadır. İslamiyet, İslam devletinin vatandaşı olan gayri müslime de adaletle muameleyi emreder; zulüm ve haksızlığı yasaklar. Peygamber efendimiz; “Kim zımmiye (gayri müslim vatandaşa) zulmeder veya taşıyamayacağı yükü yüklerse, o kimsenin hasmıyım.” buyurur.

İslami ilimlerden tasavvufun konusu da insanları bu ruh olgunluğuna kavuşturmaktadır. Evliya denilen Allahü tealanın sevdiği kullar, insanları bu ve daha pekçok ruhi olgunluklara eriştirmek için çalışmışlardır. Meşhur tasavvuf şairi Yunus Emre madem ki hep Allahü telanın kuluyuz, o halde birbirimizi sevmeyi hoş görmeyi tavsiye eder: “Yaratılanı hoş gördük, yaratandan ötürü.” der. Hele nazargahı ilahi olan gönül yıkmaktan ise:

“Bir kez gönül yıktınsa, bu kıldığın namaz değil,

Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil.”

diyerek şiddetle sakındırır.

Peygamber efendimizden itibaren bütün Müslüman devlet adamları, milletlere bu gözle baktılar ve onlara Vediatullah (Allahü tealanın kendilerine bir emaneti) olarak muamele ettiler. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethi sırasında gayri müslimlere gösterdiği iyi muameleyi bugün Avrupalılar bile övmektedir. İslamiyette, adalet karşısında herkes eşittir. Sultan tebea farkı gözetilmez. Hatta Fatih Sultan Mehmed ile bir Yahudi, kadı huzurunda yanyana muhakeme edilmişlerdir. Üzerlerine gelinmedikçe kimsenin üzerine gitmediler. Harpleri; insanlığı, insanlığına kavuşturacak olan i’lay-ı kelimetullah (Allahü tealanın ism-i şerifini yüceltmek, İslamı yaymak) için yaptılar.

Marcel A. Boisard isimli bir Fransız L’Humanisma d’l’Islam adlı eserinde şöyle demektedir:

“Bu kitap Müslümanlara sevimli görünmek için yazılmamıştır. Tarihte ilk defa insana sosyal, ruhi, siyasi, ahlaki, hukuki değerlerini en iyi şekilde veren, bu anlayışla büyük bir medeniyet ve eşsiz bir kültür meydana getiren İslamı ve hümanizmini hakiki cephesi ile ortaya koymak için yazılmıştır.”

Buna rağmen bilhassa Tanzimattan itibaren Türk aydınları da kendi benliğinden ve değerlerinden uzaklaşarak batının bize yabancı kültürlerini taklid edip getirmeye başladılar. Bu arada hümanizmi insancıllık diye tercüme edip kullanarak kendilerinin insan sevgisi ile dolu birer hümanist olduklarını ilan ettiler. Ancak aynı düşüncede olmayıp, diline, örfüne, tarihine, dinine bağlı olanlara karşı giriştikleri düşmanca tavırları, kendi sözlerini yalanlamıştır.

Hülasa hümanizm, batı cemiyetinin bünyesinden doğan bir düşünce tarzıdır. Belki batı insanı kilisenin baskısı karşısında böyle bir hareketin ortaya çıkmasına muhtaçtı. Fakat Müslüman-Türk cemiyetinin böyle cereyanlara asla ihtiyacı yoktur. Çünkü İslamiyette ve onunla yoğrulmuş Müslüman milletlerin kültürlerinde, hümanistlerin aradıkları, hatta hayal bile edemedikleri derecede insana kıymet verilmiştir. Çünküİslamiyet, insanı eşref-i mahlukat, yaratılanlar arasında en şerefli varlık olarak bildirir.


3-)İnsancılık, insanları sevme ülküsü.


4-)İnsanı asıl değer kabul eden ve insanla ilgili sorunlara öncelik veren sanat ve edebiyat görüşü.


5-)Bk. insancılık


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Humanism.
Fransızcası Fransızca
Humanisme

  • Ya cumaları okuduğu bölümü boş verip Enis Batur hocanın dersini kapalı gişe maça döndüren o gençlerin zaman ötesi tutkusu ? Asıl yanan “o Hümanizm tutkusu” aslında.
  • Barış varken niçin savaş ? Dostluk varken niçin savaş ? Hoşgörü varken niçin savaş ? Anadolu topraklarına bakalım; Hümanizm buradadır.

Sizde içinde Hümanizm kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Hümanizm kelimesi anlamı 151 defa okunmuştur. [249258] Hümanizm kelime anlamı, Hümanizm nedir, Hümanizm ne demek, Hümanizm sözlük anlamı

Paylaş