İmam-I Malik Kimdir ?

İmam-I Malik Biyografisi

İmam-I Malik Kimdir ? Biyografisi, Hayatı, Eşi, Nereli, Kaç Yaşında, Öldü mü ?

İmam-I Malik : Ehl-i sünnetin dört mezhebinden biri olan Mâlikî mezhebinin imâmı. Adı Mâlik bin Enes, künyesi Ebû Abdullah’tır. 711 veya 713 (H. 93 veya 95) yılında Medîne’de doğdu. 795 (H. 179) de Medîne’de vefât etti.

İmâm-ı Mâlik, ilim ve hadis rivâyetiyle meşgul olan bir âilede ve çevrede yetişmiştir. Dedesi Mâlik, babası Enes ve amcası Süheyl, hadîs rivâyeti yapmışlardır. Dedelerinden biri Medîne’ye yerleşmiş, Eshâb-ı kirâmdan Ebû Amr’dır. Yaşadığı muhit, Peygamberimizin yaşamış olduğu veİslâmın hükümlerinin vaz edildiği, Ebû Bekr, Ömer ve Osman (radıyallahü anhüm) zamanlarında İslâmın merkezi olan ve çok ilim ehlinin bulunduğu Medîne idi. Önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Kendisinin isteği ve âilesinin yardım ve teşvikiyle ilim öğrenmeye başladı. Bu hususta kendisine en çok annesi ilgi göstermiştir. Annesine, ilim tahsiline gitmek istediğini söyleyince, ona en güzel elbiselerini giydirerek sarığını sarıp; “Şimdi git oku, yaz!” demiştir. Ayrıca oğluna “Râbiât-ur-Rey’e git onun ilim edebini öğren.” demiştir. Bu teşvik üzerine Râbiât-ur-Rey’in derslerine devam edip, genç yaşta re’ye dayanan fıkıh ilmini öğrendi. Diğer âlimlerin de derslerine devam etmiş, bilhassa yanından hiç ayrılmadığı hocası Abdurrahman bin Hürmüz’den çok istifâde etti. Genç bir talebe olan Mâlik, hocasına karşı büyük bir hayranlık, muhabbet duyar ve üstün bir edep gösterirdi. O, hocası hakkında şöyle der: “Abdurrahmân ibni Hürmüz’ün derslerine on üç sene devam ettim. Ondan öyle ilimler öğrendim ki, bunların bir kısmını hiç kimseye söylemiyorum. O bid’at sâhiplerini red bakımından ve insanların ihtilaf ettikleri şeyler hususunda onların en bilgilisiydi.”

İmâm-ı Mâlik, muhitindeki bütün âlimlerden faydalanmış ve ilim uğrunda büyük bir fedakarlık göstermiştir. Bu hususta her türlü zorluğa katlanmış ve herşeyini harcamış, hatta tahsil uğruna evini dahi satmıştır. Kendisi şöyle demiştir: “Öğle vakti hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah’ın âzâtlısı olan Nâfi’ye giderdim ve kapısında beklerdim. Nâfi, hazret-i Ömer’den nakledilen ilimleri ve onun oğlu Abdullah’ın ilmini biliyordu. Güneşten ve şiddetli sıcaktan korunmak için hiçbir gölge bulamazdım. Nâfi, dışarı çıkınca edeple selâm verirdim ve onu kırmadan arkasından içeri girip, Abdullah bin Ömer şu meselelerde ne buyurmuştur? diye sorardım. O da bu suallerimi cevaplandırırdı.”

İmâm-ı Mâlik, Nâfi vâsıtasıyla hazret-i Ömer’in ve oğlu Abdullah’ın ilimlerini öğrendi. Ayrıca İbn-i Şihâb ez-Zührî’den veSaîd bin el-Müseyyib gibi zâtlardan ilim öğrenmiştir. Bu hocalarından da ders almak için üstün bir gayret ve dep gösterirdi. İmâm-ı Mâlik şöyle anlatmıştır:

Bir bayram günüydü. Bayram namazını kıldıktan sonra, bugün İbn-i Şihâb’ın boş vakti olur diyerek evine gidip kapısının önüne oturdum. Hizmetçisine kapıda kim var, bak, dediğini duydum, o da kumral yüzlü talebeniz var, deyince, onu derhal içeri al, demesi üzerine beni içeri aldılar. Biraz bekledim. İbn-i Şihâb yanıma gelip bana; “Herhalde evine gitmeden buraya geldin, yemek yemedin değil mi?” dedi. Daha ben, hayır, demeden yemek hazırlanmasını emredince, yemeğe ihtiyacım yok, diye mukâbelede bulundum. Bunun üzerine, öyleyse söyle bakalım ne istiyorsun, dedi. Bana hadîs-i şerîf öğretmenizi istiyorum efendim, deyince, yazı yazacak sayfalarını çıkar, dedi. Ben de çıkardım ve bana kırk tâne hadîs-i şerîf rivâyet etti. Biraz daha rivâyet etmesini isteyince, şimdilik bu kadar yeter, bunları ezberleyip nakledersen sen de muhaddis olursun, dedi.

İmâm-ı Mâlik, Ehl-i beytten Ca’fer-i Sâdık hazretlerinden de ilim almış, onun sohbetinde bulunmuştur. Bu hususta kendisi şöyle anlatır: “Câfer bin Muhammed’e giderdim, o çok yumuşak ve güler yüzlüydü. Yanında Resûlullah efendimiz anılınca yüzü sararırdı. Onun meclisine uzun zaman devam ettim. Her görüşümde ya namaz kılar ya oruçlu olur veya Kur’ân-ı kerîm okurdu. Abdestsiz hadîs-i şerîf rivâyet etmezdi. Mânâsız sözleri hiç ağzına almazdı. O, takvâ sâhibi, zâhid (dünyâya rağbet etmeyen) ve âbid (ibâdet eden) âlimlerdendi. Yanına geldiğim zaman yastığını alır, mutlaka bana ikrâm ederdi.”

Birgün hocası Ebü’z Zinâd’a hadis rivâyet ederken rastlamış ve halkasına katılmamıştır. Daha sonra hocası; “Bizim halkamıza niçin oturmadın?” diye sorunca, şu cevâbı vermiştir: “Yer dardı, oturamadım. Peygamber efendimizin hadîs-i şerîflerini ayakta dinlemek, edepsizlik olur, diye ayakta dinlemek istemedim”

Netice îtibâriyle İmâm-ı Mâlik, ilmini, İbn-i Şihâb-üz-Zührî, Yahyâ bin Saîd, Muhammed ibni Münkedir, Hişâm bin Amr, Zeyd ibni Eslem, Râbia bin Ebî Abdurrahmân ve daha birçok büyük âlimden almıştır. Üç yüzü Tabiînden, altı yüzü de onların talebelerinden olmak üzere dokuz yüz hocadan hadîs-i şerîf aldı. Ayrıca; Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden hazret-i Ömer’in, hazret-i Osman’ın, Abdullah bin Ömer’in, Abdurrahmân bin Avf’ın, Zeyd bin Sâbit’in fetvâlarını ve vahyin gelişine şâhit olan, Peygamberimizi görüp onun hidâyet nurundan aydınlanarak, O’ndan öğrendiklerini nakleden diğer Eshâbın fetvâlarını ve kendisinin yetişemediği Tâbiînin fetvâlarını da öğrenmiştir. Akâide dâir bilgileri ve diğer bütün ilimleri öğrenip, zamanının en büyük âlimlerinden olup, ictihâd derecesine yükselmiştir.

Peygamber efendimiz; “Öyle bir zaman gelir ki, insanlar her tarafı ararlar, Medîne’deki âlimden daha âlim bir kimse bulamazlar.” buyurmuştur. Süfyan ve Abdullah ibni Ömer’in âzâtlısı olan Nâfi ve Zührî, Medîne’deki âlimden maksad İmâm-ı Mâlik’tir demiştir. Bu hadîs-i şerîfte, onun geleceği ve üstünlüğü bildirilmiştir.

İmâm-ı Mâlik tahsilini tamamlayıp ilimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra ders vermeye, hadis rivâyet etmeye ve fetvâ vermeye başlamıştır. Bu işe başlamadan önce de zamanında bulunan büyük âlimlerle ve faziletli kimselerle istişâre yapıp, onların da muvâfakatını aldı. Bu hususta kendisi şöyle demiştir: “Her isteyen kimse hadis rivâyet etmek ve fetvâ vermek için mesçide oturamaz. İlim erbabı ve mescidde îtibârı olan kişilerle istişâre etmesi gerekir. Eğer onlar, kendisini bu işe ehil görürlerse o zaman oturup ders ve fetvâ verebilir. Ben, ilim sâhiplerinden yetmiş kişi benim bu işe ehil olduğuma şâhitlik etmedikçe, mesçide oturup ders ve fetvâ vermedim.”

İmâm-ı Mâlik ilk önce Peygamberimizin mescidinde ders vermeye başladı. Hazret-i Ömer’in oturduğu yere oturur ve Abdullah bin Mes’ûd’un oturduğu evde otururdu. Böylece onların yaşadığı yerde ve çevrede bulunurdu. İmâm-ı Mâlik de İmâm-ı A’zâm gibi derslerini mesçitte verirdi. Vâkidî der ki: “İmâm-ı Mâlik mescide gelir, beş vakit namazda ve cenâze namazlarında bulunurdu. Hastaları ziyâret eder, gerekli işlerini görür, sonra mescide gidip otururdu. Bu sırada talebeleri etrafına toplanıp ders alırlardı. Daha sonra rahatsızlığı sebebiyle evinde ders vermeye başladı.”

İmâm-ı Mâlik’in hadis dersleri ve vukû bulmuş meselelerle ilgili dersleri, yâni fetvâ işleri olmak üzere iki türlü ders meclisi vardı. Günlerinin bir kısmını hadîs-i şerîf öğretmeye, bir kısmını da sorulan meselelere fetvâ vermek için ayırırdı. Derslerini evinde vermeye başladıktan sonra evine ders için gelenlere sordururdu, eğer fetvâ için gelmişlerse dışarı çıkıp fetvâ verirdi. Sonra gidip gusleder, yeni elbiselerini giyer, sarığını sarar, güzel kokular sürünürdü. Kendisine bir de kürsü hazırlanırdı. Bundan sonra gayet güzel bir kıyafetle, hoş kokular sürünmüş olarak, huşû içerisinde derse gelenlerin yanına çıkardı. Hadîs-i şerîf dersi bitinceye kadar öd ağacı yakılır, güzel bir koku yayılırdı. Hac mevsimi hâriç diğer zamanda Medînelilerden isteyen herkes onun dersine gelirdi. Dersleri tamamen evinde vermeye başlayınca hac mevsiminde dersini dinlemek isteyenleri evi almazdı. Bunun için önce Medînelileri kabul eder, bunlara hadis rivâyeti ve fetvâ verme işi bitince, sonra sırasıyla diğerlerini içeri alırdı. El-Hasan bin Rabî’ der ki: “İmâm-ı Mâlik’in kapısındaydım. Onun çağırıcısı önceHicazlılar içeri girsinler, diye çağırdı. Onlar çıkınca Şamlılar girsin, diye çağırdı. Daha sonra Iraklılar girsin, diye çağırdı. Yanına giren en son ben oldum. Ebû Hanîfe’nin oğlu Hammâd da aramızda idi.”

İmâm-ı Mâlik derslerinde vakar ve ciddiyet sâhibi olup, lüzûmsuz sözlerden tamâmen uzak kalırdı. Bu hususu, ilim tahsil edenler için de şart koşardı. Bir talebesi şöyle dediğini nakleder: “İlim tahsil edenlere vakarlı ciddî olmak ve geçmişlerin yolundan gitmek gerekir. İlim sâhiplerinin bilhassa ilmî müzakereler sırasında kendilerini mizahtan uzak tutmaları gerekir. Gülmemek ve sâdece tebessüm etmek, âlimin uyması gereken âdabdandır.”

Yine bir talebesi şöyle der: “İmâm-ı Mâlik, bizimle oturduğu zaman sanki bizden biri gibi davranırdı. Konuşmalarımıza çok sâde bir şekilde katılırdı. Hadîs-i şerîf okumaya ve anlatmaya başlayınca onun sözleri bize heybet verirdi, sanki o, bizi biz de onu tanımıyorduk.”

İmâm-ı Mâlik elli sene müddetle ders ve fetvâ vermek suretiyle, insanların müşkillerini çözmüş ve kıymetli talebeler yetiştirmiştir. Onun talebelerinin her biri memleketlerinin mürâcaat edilen âlimleri ve rehberi olmuşlardır.

İmâm-ı Şâfiî’nin İmâm-ı Mâlik’in talebesinden olması, bu büyük imâmın şeref ve üstünlüğüne kâfidir. Kendisinden birçok kimseler ilim öğrenip, içlerinden büyük kimseler çıkmıştır. İmâm-ı Şafiî, Muhammed bin İbrâhim bin Dînâr, Ebû Hâşim ve Abdülazîz bin Ebû Hâzım, Osman ibni Hakem, Abdurrahmân ibni Hâlid, Mâin bin Îsâ, Yahyâ bin Yahyâ, Abdullah bin Vehb gibi talebeleridir ki, bunlardan bir kısmı da, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ahmed ibni Hanbel, Yahyâ ibni Maîn ve diğer hadis âlimlerinin üstatlarıdır. Celâleddîn Süyûtî, İmâm-ı Mâlik’ten hadis rivâyet eden 993 zâtın isimlerini elif-ba sırasıyla Kitâbü Tezyîn-il-Memâlik bi Menâkıb-ıs-Seyyid İmâm Mâlik adlı kitabında yazmıştır.

İmâm-ı Mâlik, herhangi bir dînî meselenin hükmünü tâyin için, Kur’ân-ı kerîm’e, hadîs-i şerîflere, ümmetin icmâına ve lüzûm olduğunda kıyâsa mürâcaat ederdi. Ayrıca Medîne ehlinin ittifaklarını da, icmâdan başka, müstakil bir delil kabûl ederdi.

İmâm-ı Mâlik’in bu usûllere göre ictihâd ederek çıkardığı hükümlere, Rivâyet Yolu veya Hicaz Âlimlerinin Yolu denir ki, bu yolun imâmı, İmâm-ı Mâlik’tir. O, ictihâdlarıyla Müslümanların işlerinde, amellerinde uyacakları bir yol gösterdi; bu yola Mâlikî mezhebi ve Ehl-i sünnet îtikâdında olan Müslümanlardan, amellerini, yâni ibâdet ve işlerini bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara Mâlikî denir.

Onun mezhebi daha çok Afrika’nın kuzeyinde yayılmıştır. Eskiden Hicaz, Basra, Mısır ve Endülüs’te; Sicilya, Fas ve Sudan’da da yaygındı. (Bkz. Mâlikî Mezhebi)

Mâlikî mezhebinde en meşhûr fıkıh kitabıEt-Tefrî’ fî’l-Fürû’ ve El-İhkâm-ül-Füsûl kitaplarıdır. Bunlar Arapçadır.

Menkıbelerinden ve sözlerinden bir kısmı şunlardır;

İmâm-ı Şâfiî buyuruyor ki: “Âlimler anıldığı zaman İmâm-ı Mâlik onlar arasında parlak bir yıldız gibidir. Benim üzerimde minneti ve ihsanı ondan çok olanı yoktur.”

Hazret-i İmâm, ilim bakımından ne kadar yüksek ise, ahlâk, zühd, takvâ ve kerem bakımından da öyle yüksekti.

İmâm-ı Mâlik, ilimde ve dinde çok edepliydi. Din bilgisine hürmet ve tazimi şaşılacak derecede fazlaydı. Bir hadîs-i şerîfi rivâyete, anlatmaya başlıyacağı zaman abdest alır, sarığını ve elbisesini giyer, sakalını tarar, temizler, güzel kokular sürünürdü. Hiçbir şeyle meşgul olmadan edeple, oturduğu yerden, heybetli olarak anlatırdı.

Zehebî, Tezkiret-ül-Huffâz kitabında hazret-i İmâm’ı şöyle anlatır: “Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim, keskin anlayış, sahih rivâyet, diyânet, adâlet, sünnet-i seniyyeye uyma, fıkıhta, fetvâda kâidelerin sıhhatinde önde gelen bir zâttı. Fetvâ vermede aceleciliği sevmez, çok kere “Bilmiyorum!” derdi ve “İlmin kalkanı bilmiyorum demektir.” buyururdu.

Birgün halife Hârûn Reşîd dedi ki: “Yâ İmâm senin kitaplarını çoğaltıp, her yere göndereceğim. Herkesin bunlara uymasını ve senin mezhebinde olmalarını emredeceğim.”

İmâm-ı Mâlik hazretleri: “Yâ halîfe, hadîs-i şerîfte; «Ümmetimin ihtilâfı rahmettir.» buyuruldu. Âlimlerin ihtilâfı Allahü teâlânın rahmetidir. Hepsi hidâyet üzeredir. Müslümanlar bu rahmetten mahrum bırakılamaz.” buyurdu. Bunun üzerine halife bu arzusundan vazgeçti. Hârûn Reşid, İmâm-ı Mâlik hazretlerinden hergün evine gelip, oğlu Emin ile Me’mun’a ders vermesini istedi. İmâm-ı Mâlik hazretleri halîfeye buyurdu ki: “Yâ halîfe, uygun olanı çocuklarınızın bizim eve gelip gitmesidir. Allahü teâlâ, sizi daha aziz etsin! İlmi azîz ederseniz, azîz olur, zelîl ederseniz zelîl olursunuz. İlim bir kimsenin yanına gitmez, o ilmin yanına gelir. Bunun üzerine halîfe, İmâm-ı Mâlik’ten özür diledi ve hergün çocuklarını imâma göndererek ders aldırttı.

Buyurdular ki:

“İnsan kendisi için hayır işlemez, kendisine iyilik yapmazsa, insanlar da ona hayır ve iyilik yapmaz.”

“İlim, çok rivâyet etmek değildir. İlim bir nurdur. Allahü teâlâ bu nûru mümin kullarının kalbine koyar.”

“Mescide giren münâfıklar, kafesteki serçe kuşlarına benzer. Kafesin kapısı açılır açılmaz uçarlar, kaçarlar.”

“Kendisine hayrı olmayan kimsenin başkasına hayrı olmaz.”

“Bir kimse kendini övmeye başlarsa değeri düşer.”

“Eğer elimde imkân olsaydı, Kur’ân-ı kerîmi kısa aklıyla, kendi görüşüne göre tefsir edenin boynunu vururdum.”

“İlim öğrenmek istiyen kimsenin vakarlı ve Allah’tan korkar hâlde olması lâzımdır.

Eserleri:

Muvattâ adındaki hadis kitabı çok kıymetlidir. Muvattâ’yı kırk senede meydana getirmiştir. Başlangıçta içinde dört bin hadîs-i şerîf varken sonuna doğru bine indirmiştir. Çok âlimler bunu şerh etmiştir. Şerhlerinden en meşhuru El-Müdevveret-ül-Kübrâ adlı eseridir. Muvattâ, aynı zamanda ilk hadis kitabıdır. Bu kitapta ayrıca İmâm-ı Mâlik’in ictihâd ettiği fıkhî mevzûlar da bulunmaktadır. Biri, Yahyâ bin Leysî’nin rivâyeti, diğeri de İmâm-ı A’zamın talebesi Muhammed Şeybânî tarafından yapılan iki rivâyeti vardır. Bu eserinden başka Abdullah bin Abdülhakîm Mısrî tarafından rivâyet edilen Kitâb-üs-Sünen adlı fıkha dâir bir eseri, kadere, kazâî hükümlere dâir ve fetvâlarını bildiren Risâle fil-Fetvâ gibi eserleri vardır.


İmam-I Malik : İmam-ı Malik . Maliki Mezhebi Kurucusu
Adı, Doğumu ve Yetişmesi
Hem hadis hem de fıkıh ilminde önemli yeri olan ve Müslümanlar arasında en çok yayılan dört fıkıh mezhebinden de birinin imamı olarak bilinen İmam Malik'in tam adı Malik ibnu Enes ibni Malik ibni Ebi Amir el-Asbahi'dir. Künyesi Ebu Abdillah'tır. Medi-ne'de dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Ancak yaygın olan rivayete göre h. 93 (M. 711 - 712) yılında doğmuştur. Ailesi Yemen asıllıdır. Dedesi Malik ibnu Ebi A-mir'in Yemen valisinden zulüm görmesi sebebiyle Medine'ye hicret ettiği rivayet edilir. İbnu Hacer el-Askalani, el-İsabe adlı eserinde dedesinin babası olan Ebu Amir'in sahabeden olduğunu dile getirir. Daha başka kaynaklarda da onun ashabdan olduğu ve Bedir savaşı hariç Resulullah (s.a.s.)'ın birçok ileri gelen sa-vaşına katıldığı bildirilmiştir. Malik ibnu Enes, çocukluk yaşlarında Kur'an-ı Kerim'i ezberleyerek hafız oldu. Kur'an-ı Kerim'i ez-berledikten sonra Resulullah (s.a.s.)'ın hadislerini ez-berlemeye ve bu alanda ilim tahsil etmeye başladı. İlmi tahsiline Medine'nin ileri gelen alimlerinden ders alarak başladı. Bunların başında da uzun süre kendi-sinden ders almış olduğu Abdurrahman ibnu Hurmuz gelmektedir. Onun yanı sıra Rabia ibnu Abdirrahman, İbnu Şihab ez-Zuhri, Ebu Zinad, Yahya ibnu Said el-Ensari başta olmak üzere yüz kadar ilim adamından ders almıştır.
Medine, Resulullah (s.a.s.)'ın İslam devletini kur-duğu şehir olduğundan ve İslam ahkamının uygulanı-şına beşiklik ettiğinden ilmi yönden de son derece zengin bir beldeydi. Bu yüzden Malik ibnu Enes de o-rada ilim tahsilinde kendilerinden istifade edebileceği birçok değerli ilim adamı bulabilmiştir. Dolayısıyla Medine dışına pek çıkmamış, ilim öğrenimini de öğ-retimini de orada sürdürmüştür. Hatta bazı rivayetler-de hacc haricinde Medine dışına çıkmadığı bildirilir.
Hadis Aldığı Kişiler
İmam Malik ilim tahsilinde hadis öğrenimine bü-yük önem vermiştir. Bu amaçla birçok kişiden hadis dinlemiştir. Hadis dinlediği kişilerin başta gelenleri i-se şunlardır: Abdullah ibnu Ömer'in kölesi Nafi Mu-hammed ibnu'l-Munkedir, Ebu'z-Zubeyr, İbnu Şihab ez-Zuhri, Amir ibnu Abdillah, Abdullah ibnu Dinar. Bunlardan Nafi ibnu'l-Muktedir'den aynı zamanda Hz. Ömer (r.a.)'in ve Abdullah ibnu Ömer'in fetvala-rını öğrenmiştir.
Malik ibnu Enes, ilim hayatında Medine dışına pek çıkmadığından ve diğer bazı muhaddisler gibi i-lim seyahatlerinde bulunmadığından kendilerinden hadis aldığı kişiler genellikle Medineliydiler.
Kendilerinden hadis naklettiği kişilerin sika (gü-venilir), zühd ve takva sahibi olmalarına dikkat ettiği gibi aynı zamanda hadis ehlinden olmalarına da dik-kat ederdi. Bu konudaki hassasiyetini şu sözleriyle di-le getirmiştir: "(Mescidi Nebevi'nin sütunlarını gös-tererek) Şu sütunların dibinde, "Peygamber (s.a.s.) şöyle dedi" diyen yetmiş kişiye rastladım. Bunların hiçbirinden bir şey almadım. Bunlar belki beytulmal kendilerine emanet edilecek kadar güvenilir kişilerdi. Fakat onların hiçbiri buna (kendilerinden hadis alın-maya) ehil değillerdi."
İlimdeki Metodu ve Yeri
İmam Malik, hocalarından İbnu Şihab ez-Zuhri ve Rabia ibnu Abdirrahman'a ders verip veremeyeceğini sormuş ve onların olumlu cevap vermelerinden sonra ders ve fetva vermeye başlamıştır. Onun bu hareketi bir tür icazet alma niteliği taşıyordu.
Malik ibnu Enes, bir hadis alimi olmasının yanı sıra aynı zamanda ünlü bir fıkıh alimi ve mezhep imamıy-dı. Kitap ve sünnetten hüküm çıkarmada ün kazanmış-tı. Bunun yanı sıra cerh ve ta'dil ilminde yani ravilerin rivayetlerinde ne derece güvenilir olduklarının belir-lenmesinde, kimlerin rivayetlerinin delil olup kimleri-ninkinin olamayacağının tespitinde de maharetli ve ge-niş bilgi sahibiydi. Hatta cerh ve tadil ilminin birçok kuralının onun tarafından konulduğu nakledilir.
İlmi çalışmalarını genellikle Medine'de yürüttü-ğünden İmamu Dari'l-Hicre (Hicret Yurdunun İmamı) diye anılır. Hadisleri ve sahabilerden nakledilen söz ve fiilleri (eserleri) tasnifatının yanı sıra fıkhi konu-larda fetva vermekle de meşgul oldu. Fetva verirken yavaş ve dikkatli hareket eder, mesele üzerinde etraf-lıca düşünürdü. Bazen soru soran kişiyi geri gönderir konu üzerinde araştırma yaparak bir neticeye vardık-tan sonra görüş bildirirdi. Resulullah (s.a.s.)'ın sünne-tinden sapacağı veya farazi meseleleri gündeme ge-tirmede bir aşırılığın kapısını açabileceği korkusuyla vukua gelmemiş farazi meseleler hakkında görüş bil-dirmekten kaçınırdı. Nitekim sonraki dönemlerde ilim adamları bazen farazi meselelerle ilgili görüşler beyan etmekten vukua gelmiş konularla ilgilenmeye vakit bulamayacak kadar bu konuda ileri gitmişlerdir.
Kendi Medine'den çıkmadıysa da hacc için Hi-caz'a giden ve bu vesileyle Medine'yi ziyaret eden pek çok ilim adamıyla görüşmüş, onlarla ilmi meselelerde sohbetler yapmıştır. Bu çerçevede İmamı Azam Ebu Hanife'yle de görüşmeleri olmuştur. Onun dışında da çağının ileri gelen pek çok ilim adamıyla görüşme ve fikir alış verişinde bulunma fırsatı elde etmiştir.
Sünnete Bağlılığı ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'e Saygısı
İmam Malik sünnete son derece bağlı biriydi. Hz. Peygamber (s.a.s.)'e de ileri derecede saygılıydı. Yaş-landığı zamanlarda bile Medine'de herhangi bir hay-vana binmez ve: "Allah'ın peygamberinin medfun ol-duğu bu şehirde ben hayvana binmem" derdi. Hadis rivayet edeceği zaman önce abdest alır, temiz ve yeni elbiseler giyer, güzel kokular sürünür sonra büyük bir saygı ve vakar içinde hadisi naklederdi.
Şemaili ve Kişiliği
İmam Malik, heybetli biriydi. Takva ve vakarı bu heybetine manevi bir hava da katıyordu. Hafızası çok güçlüydü. Çoğu zaman dinlediklerini bir dinlemede ezberleyebiliyordu. Zühd ve takvasıyla ün kazanmış biriydi. İlmi öğrenme ve öğretme işinde herhangi bir maddi çıkar gözetmemiş sadece Allah'ın rızasını ara-mıştı. İlmin bir nur olduğunu ancak bu nurun sadece kalbini takva ve ihlasla doldurmuş kimselerin gönül-lerine yerleşebileceğini söylerdi. İhtilaflı mevzularda insanlarla tartışmaya girmekten kaçınır ve bu tür tar-tışmaların kin ve nefret sebebi olacağını söylerdi. O-nun döneminde yaşamış pek çok ilim adamı kendi-sinden övgüyle söz etmişlerdir.
Vefatı
İmam Malik ibnu Enes, h. 179 (m. 795) yılında, 85 yaşındayken Medine'de vefat etti ve oraya defnedildi.
el-Muvatta
İmam Malik'in el-Muvatta adlı hadis kitabı bu a-landa yazılmış temel kaynaklardan biri olduğu gibi aynı zamanda günümüze kadar gelen hadis kaynakları arasında ilk tedvin edileni niteliği taşımaktadır. On-dan önce tedvin edilen hadis eserleri de genellikle ha-dis sahifesi niteliği taşıyan küçük çaplı eserlerdi. el-Muvatta, Kutubi Tis'a (dokuz temel hadis kaynağı) a-rasında yer almaktadır. (Kutubi Tis'a, Kutubi Sitte'ye ek olarak, İmam Ahmed'in Müsned'ini, Darimi'nin Sünen'ini ve İmam Malik'in Muvatta'ını içerir.)
Daha önceki yazılarımızda hadis kitaplarının ted-vin şekillerine göre tasnif edildiğini söylemiştik. İ-mam Malik'in Muvatta'ı konulara göre (ale'l-ebvab) tasnif edilmiş hadis kaynakları arasında yer almakta-dır. Ancak cami'ler grubuna girecek kadar kapsamlı değildir. Sünen'ler gibi sadece fıkhi konulara da mün-hasır kılınmamıştır.
Rivayete göre İmam Malik önce on bin hadis ihti-va eden bir kitap oluşturdu. Ancak her yıl kitabını ye-niden gözden geçirerek bazı hadisleri çıkarıyordu. Sonuçta elimizdeki, 1720 hadis ihtiva eden eser kaldı. Kitapta Resulullah (s.a.s.)'dan nakledilen merfu ha-dislerin yanı sıra sahabe ve tabiinden nakledilen mursel, maktu ve mevkuf eserler de yer almaktadır. Muvatta şarihi Zürkani'nin tespitlerine göre bu eserde yer alan rivayetlerin 600'ü merfu, 222'si mursel, 613'ü mevkuf, 285'i maktu'dur. Ancak bunların 4'ü dışında hepsi muttasıldır. (Bu terimlerin açıklaması hakkında dergimizin 24. sayısının 39. sayfasına bakabilirsiniz.) İ-mam Malik'in senedlerini tam olarak vermediği 61 riva-yetin 4'ü dışında kalanlarının senedlerini İbnu Abdilberr ortaya çıkarmıştır. İbnu Abdilberr, Muvatta'nın mursel ve munkatı hadislerinin muttasıl rivayetleriyle ilgili bir kitap da yazmıştır. Bu yüzden Muvatta, en sahih hadis kaynakları arasında zikredilmiştir.
Muvatta'nın en meşhur ravisi Yahya ibnu Yahya'-dır. Ancak onun dışında 15 kişi daha Muvatta'yı İ-mam Malik'ten rivayet etmiştir. Bu yüzden Muvatta'-nın 16 ayrı rivayeti bulunmaktadır. Ancak bugün yay-gın olan nüsha Yahya ibnu Yahya'nın rivayet etmiş olduğu nüshadır.

Muvatta'ya birçok şerh yazılmıştır. Bunların ba-şında İmam Zurkani'nin yazdığı şerh gelir. İmam Su-yuti de, Tenviru'l-Hevalik adlı bir şerh yazmıştır. Ebu'l-Velid Süleyman ibnu Halef el-Baci de el-Mun-teka adıyla bir şerh yazmıştır.
HAKKINDA YAZILANLAR
İMAMI MALİK
Ehli sünnetin dört mezhebinden biri olan Maliki mezhebinin imamı. Adı Malik bin Enes, künyesi Ebu Abdullah’tır. 711 veya 713 (H. 93 veya 95) yılında Medine’de doğdu. 795 (H. 179) de Medine’de vefat etti.
İmamı Malik, ilim ve hadis rivayetiyle meşgul olan bir ailede ve çevrede yetişmiştir. Dedesi Malik, babası Enes ve amcası Süheyl, hadis rivayeti yapmışlardır. Dedelerinden biri Medine’ye yerleşmiş, ashabı kiramdan Ebu Amr’dır. Yaşadığı muhit, Peygamberimizin yaşamış olduğu veİslamın hükümlerinin vaz edildiği, Ebubekir, Ömer ve Osman (radıyallahu anhüm) zamanlarında İslamın merkezi olan ve çok ilim ehlinin bulunduğu Medine idi. Önce Kur’an-ı kerimi ezberledi. Kendisinin isteği ve ailesinin yardım ve teşvikiyle ilim öğrenmeye başladı. Bu hususta kendisine en çok annesi ilgi göstermiştir. Annesine, ilim tahsiline gitmek istediğini söyleyince, ona en güzel elbiselerini giydirerek sarığını sarıp; “Şimdi git oku, yaz!” demiştir. Ayrıca oğluna “Rabiat-ur-Rey’e git onun ilim edebini öğren.” demiştir. Bu teşvik üzerine Rabiat-ur-Rey’in derslerine devam edip, genç yaşta re’ye dayanan fıkıh ilmini öğrendi. Diğer alimlerin de derslerine devam etmiş, bilhassa yanından hiç ayrılmadığı hocası Abdurrahman bin Hürmüz’den çok istifade etti. Genç bir talebe olan Malik, hocasına karşı büyük bir hayranlık, muhabbet duyar ve üstün bir edep gösterirdi. O, hocası hakkında şöyle der: “Abdurrahman ibni Hürmüz’ün derslerine on üç sene devam ettim. Ondan öyle ilimler öğrendim ki, bunların bir kısmını hiç kimseye söylemiyorum. O bid’at sahiplerini red bakımından ve insanların ihtilaf ettikleri şeyler hususunda onların en bilgilisiydi.”
İmamı Malik, muhitindeki bütün alimlerden faydalanmış ve ilim uğrunda büyük bir fedakarlık göstermiştir. Bu hususta her türlü zorluğa katlanmış ve herşeyini harcamış, hatta tahsil uğruna evini dahi satmıştır. Kendisi şöyle demiştir: “Öğle vakti Hazreti Ömer’in oğlu Abdullah’ın azatlısı olan Nafi’ye giderdim ve kapısında beklerdim. Nafi, HazretiÖmer’den nakledilen ilimleri ve onun oğlu Abdullah’ın ilmini biliyordu. Güneşten ve şiddetli sıcaktan korunmak için hiçbir gölge bulamazdım. Nafi, dışarı çıkınca edeple selam verirdim ve onu kırmadan arkasından içeri girip, Abdullah bin Ömer şu meselelerde ne buyurmuştur? diye sorardım. O da bu suallerimi cevaplandırırdı.”
İmamı Malik, Nafi vasıtasıyla Hazreti Ömer’in ve oğlu Abdullah’ın ilimlerini öğrendi. Ayrıca İbn-i Şihab ez-Zühri’den veSaid bin el-Müseyyib gibi zatlardan ilim öğrenmiştir. Bu hocalarından da ders almak için üstün bir gayret ve dep gösterirdi. İmamı Malik şöyle anlatmıştır:
Bir bayram günüydü. Bayram namazını kıldıktan sonra, bugün İbn-i Şihab’ın boş vakti olur diyerek evine gidip kapısının önüne oturdum. Hizmetçisine kapıda kim var, bak, dediğini duydum, o da kumral yüzlü talebeniz var, deyince, onu derhal içeri al, demesi üzerine beni içeri aldılar. Biraz bekledim. İbn-i Şihab yanıma gelip bana; “Herhalde evine gitmeden buraya geldin, yemek yemedin değil mi?” dedi. Daha ben, hayır, demeden yemek hazırlanmasını emredince, yemeğe ihtiyacım yok, diye mukabelede bulundum. Bunun üzerine, öyleyse söyle bakalım ne istiyorsun, dedi. Bana hadisi şerif öğretmenizi istiyorum efendim, deyince, yazı yazacak sayfalarını çıkar, dedi. Ben de çıkardım ve bana kırk tane hadis-i şerif rivayet etti. Biraz daha rivayet etmesini isteyince, şimdilik bu kadar yeter, bunları ezberleyip nakledersen sen de muhaddis olursun, dedi.
İmamı Malik, Ehli beytten Cafer-i Sadık hazretlerinden de ilim almış, onun sohbetinde bulunmuştur. Bu hususta kendisi şöyle anlatır: “Cafer bin Muhammed’e giderdim, o çok yumuşak ve güler yüzlüydü. Yanında Resulullah Efendimiz anılınca yüzü sararırdı. Onun meclisine uzun zaman devam ettim. Her görüşümde ya namaz kılar ya oruçlu olur veya Kur’an-ı kerim okurdu. Abdestsiz hadis-i şerif rivayet etmezdi. Manasız sözleri hiç ağzına almazdı. O, takva sahibi, zahid (dünyaya rağbet etmeyen) ve abid (ibadet eden) alimlerdendi. Yanına geldiğim zaman yastığını alır, mutlaka bana ikram ederdi.”
Birgün hocası Ebü’z Zinad’a hadis rivayet ederken rastlamış ve halkasına katılmamıştır. Daha sonra hocası; “Bizim halkamıza niçin oturmadın?” diye sorunca, şu cevabı vermiştir: “Yer dardı, oturamadım. Peygamber Efendimizin hadis-i şeriflerini ayakta dinlemek, edepsizlik olur, diye ayakta dinlemek istemedim”
Netice itibariyle İmamı Malik, ilmini, İbn-i Şihab-üz-Zühri, Yahya bin Said, Muhammed ibni Münkedir, Hişam bin Amr, Zeyd ibni Eslem, Rabia bin Ebi Abdurrahman ve daha birçok büyük alimden almıştır. Üç yüzü Tabiinden, altı yüzü de onların talebelerinden olmak üzere dokuz yüz hocadan hadis-i şerif aldı. Ayrıca; Eshab-ı kiramın büyüklerinden HazretiÖmer’in, HazretiOsman’ın, Abdullah bin Ömer’in, Abdurrahman bin Avf’ın, Zeyd bin Sabit’in fetvalarını ve vahyin gelişine şahit olan, Peygamberimizi görüp onun hidayet nurundan aydınlanarak, O’ndan öğrendiklerini nakleden diğer Eshabın fetvalarını ve kendisinin yetişemediği Tabiinin fetvalarını da öğrenmiştir. Akaide dair bilgileri ve diğer bütün ilimleri öğrenip, zamanının en büyük alimlerinden olup, içtihat derecesine yükselmiştir.
Peygamber Efendimiz; “Öyle bir zaman gelir ki, insanlar her tarafı ararlar, Medine’deki alimden daha alim bir kimse bulamazlar.” buyurmuştur. Süfyan ve Abdullah ibni Ömer’in azatlısı olan Nafi ve Zühri, Medine’deki alimden maksad İmamı Malik’tir demiştir. Bu hadis-i şerifte, onun geleceği ve üstünlüğü bildirilmiştir.
İmamı Malik tahsilini tamamlayıp ilimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra ders vermeye, hadis rivayet etmeye ve fetva vermeye başlamıştır. Bu işe başlamadan önce de zamanında bulunan büyük alimlerle ve faziletli kimselerle istişare yapıp, onların da muvafakatını aldı. Bu hususta kendisi şöyle demiştir: “Her isteyen kimse hadis rivayet etmek ve fetva vermek için mesçide oturamaz. İlim erbabı ve mescidde itibarı olan kişilerle istişare etmesi gerekir. Eğer onlar, kendisini bu işe ehil görürlerse o zaman oturup ders ve fetva verebilir. Ben, ilim sahiplerinden yetmiş kişi benim bu işe ehil olduğuma şahitlik etmedikçe, mesçide oturup ders ve fetva vermedim.”
İmamı Malik ilk önce Peygamberimizin mescidinde ders vermeye başladı. Hazreti Ömer’in oturduğu yere oturur ve Abdullah bin Mesut’un oturduğu evde otururdu. Böylece onların yaşadığı yerde ve çevrede bulunurdu. İmamı Malik de İmamı Azam gibi derslerini mesçitte verirdi. Vakidi der ki: “İmamı Malik mescide gelir, beş vakit namazda ve cenaze namazlarında bulunurdu. Hastaları ziyaret eder, gerekli işlerini görür, sonra mescide gidip otururdu. Bu sırada talebeleri etrafına toplanıp ders alırlardı. Daha sonra rahatsızlığı sebebiyle evinde ders vermeye başladı.”
İmamı Malik’in hadis dersleri ve vuku bulmuş meselelerle ilgili dersleri, yani fetva işleri olmak üzere iki türlü ders meclisi vardı. Günlerinin bir kısmını hadis-i şerif öğretmeye, bir kısmını da sorulan meselelere fetva vermek için ayırırdı. Derslerini evinde vermeye başladıktan sonra evine ders için gelenlere sordururdu, eğer fetva için gelmişlerse dışarı çıkıp fetva verirdi. Sonra gidip gusleder, yeni elbiselerini giyer, sarığını sarar, güzel kokular sürünürdü. Kendisine bir de kürsü hazırlanırdı. Bundan sonra gayet güzel bir kıyafetle, hoş kokular sürünmüş olarak, huşu içerisinde derse gelenlerin yanına çıkardı. Hadisi şerif dersi bitinceye kadar öd ağacı yakılır, güzel bir koku yayılırdı. Hac mevsimi hariç diğer zamanda Medinelilerden isteyen herkes onun dersine gelirdi. Dersleri tamamen evinde vermeye başlayınca hac mevsiminde dersini dinlemek isteyenleri evi almazdı. Bunun için önce Medinelileri kabul eder, bunlara hadis rivayeti ve fetva verme işi bitince, sonra sırasıyla diğerlerini içeri alırdı. El-Hasan bin Rabi’ der ki: “İmamı Malik’in kapısındaydım. Onun çağırıcısı önceHicazlılar içeri girsinler, diye çağırdı. Onlar çıkınca Şamlılar girsin, diye çağırdı. Daha sonra Iraklılar girsin, diye çağırdı. Yanına giren en son ben oldum. Ebu Hanife’nin oğlu Hammad da aramızda idi.”
İmamı Malik derslerinde vakar ve ciddiyet sahibi olup, lüzumsuz sözlerden tamamen uzak kalırdı. Bu hususu, ilim tahsil edenler için de şart koşardı. Bir talebesi şöyle dediğini nakleder: “İlim tahsil edenlere vakarlı ciddi olmak ve geçmişlerin yolundan gitmek gerekir. İlim sahiplerinin bilhassa ilmi müzakereler sırasında kendilerini mizahtan uzak tutmaları gerekir. Gülmemek ve sadece tebessüm etmek, alimin uyması gereken adabdandır.”
Yine bir talebesi şöyle der: “İmamı Malik, bizimle oturduğu zaman sanki bizden biri gibi davranırdı. Konuşmalarımıza çok sade bir şekilde katılırdı. Hadis-i şerif okumaya ve anlatmaya başlayınca onun sözleri bize heybet verirdi, sanki o, bizi biz de onu tanımıyorduk.”
İmamı Malik elli sene müddetle ders ve fetva vermek suretiyle, insanların müşkillerini çözmüş ve kıymetli talebeler yetiştirmiştir. Onun talebelerinin her biri memleketlerinin müracaat edilen alimleri ve rehberi olmuşlardır.
İmamı Şafii’nin İmamı Malik’in talebesinden olması, bu büyük imamın şeref ve üstünlüğüne kafidir. Kendisinden birçok kimseler ilim öğrenip, içlerinden büyük kimseler çıkmıştır. İmamı Şafii, Muhammed bin İbrahim bin Dinar, Ebu Haşim ve Abdülaziz bin Ebu Hazım, Osman ibni Hakem, Abdurrahman ibni Halid, Main bin İsa, Yahya bin Yahya, Abdullah bin Vehb gibi talebeleridir ki, bunlardan bir kısmı da, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Ahmet ibni Hanbel, Yahya ibni Main ve diğer hadis alimlerinin üstatlarıdır. Celaleddin Süyuti, İmamı Malik’ten hadis rivayet eden 993 zatın isimlerini elif-ba sırasıyla Kitabü Tezyin-il-Memalik bi Menakıb-ıs-Seyyid İmam Malik adlı kitabında yazmıştır.
İmamı Malik, herhangi bir dini meselenin hükmünü tayin için, Kur’an-ı kerim’e, hadis-i şeriflere, ümmetin icmaına ve lüzum olduğunda kıyasa müracaat ederdi. Ayrıca Medine ehlinin ittifaklarını da, icmadan başka, müstakil bir delil kabul ederdi.
İmamı Malik’in bu usullere göre içtihat ederek çıkardığı hükümlere, Rivayet Yolu veya Hicaz Alimlerinin Yolu denir ki, bu yolun imamı, İmamı Malik’tir. O, içtihatlarıyla Müslümanların işlerinde, amellerinde uyacakları bir yol gösterdi; bu yola Maliki mezhebi ve Ehli sünnet itikadında olan Müslümanlardan, amellerini, yani ibadet ve işlerini bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara Maliki denir.
Onun mezhebi daha çok Afrika’nın kuzeyinde yayılmıştır. Eskiden Hicaz, Basra, Mısır ve Endülüs’te; Sicilya, Fas ve Sudan’da da yaygındı.
Maliki mezhebinde en meşhur fıkıh kitabıEt-Tefri’ fi’l-Füru’ ve El-İhkam-ül-Füsul kitaplarıdır. Bunlar Arapçadır.
Menkıbelerinden ve sözlerinden bir kısmı şunlardır;
İmamı Şafii buyuruyor ki: “Alimler anıldığı zaman İmamı Malik onlar arasında parlak bir yıldız gibidir. Benim üzerimde minneti ve ihsanı ondan çok olanı yoktur.”
Hazreti İmam, ilim bakımından ne kadar yüksek ise, ahlak, zühd, takva ve kerem bakımından da öyle yüksekti.
İmamı Malik, ilimde ve dinde çok edepliydi. Din bilgisine hürmet ve tazimi şaşılacak derecede fazlaydı. Bir hadis-i şerifi rivayete, anlatmaya başlıyacağı zaman abdest alır, sarığını ve elbisesini giyer, sakalını tarar, temizler, güzel kokular sürünürdü. Hiçbir şeyle meşgul olmadan edeple, oturduğu yerden, heybetli olarak anlatırdı.
Zehebi, Tezkiret-ül-Huffaz kitabında Hazretiİmam’ı şöyle anlatır: “Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim, keskin anlayış, sahih rivayet, diyanet, adalet, sünnet-i seniyyeye uyma, fıkıhta, fetvada kaidelerin sıhhatinde önde gelen bir zattı. Fetva vermede aceleciliği sevmez, çok kere “Bilmiyorum!” derdi ve “İlmin kalkanı bilmiyorum demektir.” buyururdu.
Birgün halife Harun Reşit dedi ki: “Ya İmam senin kitaplarını çoğaltıp, her yere göndereceğim. Herkesin bunlara uymasını ve senin mezhebinde olmalarını emredeceğim.”
İmamı Malik hazretleri: “Ya halife, hadis-i şerifte; «Ümmetimin ihtilafı rahmettir.» buyuruldu. Alimlerin ihtilafı Allahu Teala’nın rahmetidir. Hepsi hidayet üzeredir. Müslümanlar bu rahmetten mahrum bırakılamaz.” buyurdu. Bunun üzerine halife bu arzusundan vazgeçti. Harun Reşid, İmamı Malik hazretlerinden hergün evine gelip, oğlu Emin ile Me’mun’a ders vermesini istedi. İmamı Malik hazretleri halifeye buyurdu ki: “Ya halife, uygun olanı çocuklarınızın bizim eve gelip gitmesidir. Allahu Teala’, sizi daha aziz etsin! İlmi aziz ederseniz, aziz olur, zelil ederseniz zelil olursunuz. İlim bir kimsenin yanına gitmez, o ilmin yanına gelir. Bunun üzerine halife, İmamı Malik’ten özür diledi ve hergün çocuklarını imama göndererek ders aldırttı.
Buyurdular ki:
“İnsan kendisi için hayır işlemez, kendisine iyilik yapmazsa, insanlar da ona hayır ve iyilik yapmaz.”
“İlim, çok rivayet etmek değildir. İlim bir nurdur. Allahu Teala’ bu nuru mümin kullarının kalbine koyar.”
“Mescide giren münafıklar, kafesteki serçe kuşlarına benzer. Kafesin kapısı açılır açılmaz uçarlar, kaçarlar.”
“Kendisine hayrı olmayan kimsenin başkasına hayrı olmaz.”
“Bir kimse kendini övmeye başlarsa değeri düşer.”
“Eğer elimde imkan olsaydı, Kur’an-ı kerimi kısa aklıyla, kendi görüşüne göre tefsir edenin boynunu vururdum.”
“İlim öğrenmek istiyen kimsenin vakarlı ve Allah’tan korkar halde olması lazımdır.
ESERLERİ:
Muvatta adındaki hadis kitabı çok kıymetlidir. Muvatta’yı kırk senede meydana getirmiştir. Başlangıçta içinde dört bin hadis-i şerif varken sonuna doğru bine indirmiştir. Çok alimler bunu şerh etmiştir. Şerhlerinden en meşhuru El-Müdevveret-ül-Kübra adlı eseridir. Muvatta, aynı zamanda ilk hadis kitabıdır. Bu kitapta ayrıca İmamı Malik’in içtihat ettiği fıkhi mevzular da bulunmaktadır. Biri, Yahya bin Leysi’nin rivayeti, diğeri de İmamı Azam'ın talebesi Muhammed Şeybani tarafından yapılan iki rivayeti vardır. Bu eserinden başka Abdullah bin Abdülhakim Mısri tarafından rivayet edilen Kitab-üs-Sünen adlı fıkha dair bir eseri, kadere, kazai hükümlere dair ve fetvalarını bildiren Risale fil-Fetva gibi eserleri vardır.

Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

İmam-I Malik Özgeçmişi

İmam-I Malik Hayatı

Sizde İmam-I Malik ile ilgili bildiklerinizi paylaşır mısınız ?

İmam-I Malik biyografisi 113 defa okunmuştur. [1322]