Kur'an-I Kerim Nedir

Kur'an-I Kerim Nedir ? Kur'an-I Kerim Ne demek ?

1-)KUR'ÂN-I KERÎM



Son vahiy dini olan İslam'ın kutsal kitabı. Kur'an, tercih edilen görüşe göre, "karae" fiilinden edilen bir mastar olup, Allah'ın son kitabına özel ad olmuştur. Kök anlamı; okumak, toplamak, bir araya getirmek demektir. Âyetlerde bu anlamı görmek mümkündür: "Ey Muhammed! Cebrail sana Kur'an'ı okurken, acele ederek onunla beraber dilini oynatma. Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir. Biz onu Cebrail'e okuttuğumuz zaman, sen onun okuyuşunu izle" (el-Kıyame, 75/1618). Kur'an-ı Kerim'in özlü tarifi şöyledir: Yüce Allah, tarafından Hz. Muhammed'e arapça olarak indirilmiş, bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş, mushaflarda yazılı, Fatiha Suresi ile başlayıp Nas Suresi ile sona eren kelamıdır.

Kur'an-ı Kerim'in, Hz Muhammed'in risaletinin başında ilk inen ayetleri şunlardır: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin, kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren en büyük kerem sahibidir" (el-Alak, 96/1-5). İlk inen ayetlerin inananları okumaya, öğrenmeye, yazmağa ve araştırmaya çağırması ilim için büyük teşvik mesajı taşır. Kur'an'ın son inen ayeti de şudur: "Bu gün size dininizi ikmal ettim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı seçtim" (el-Maide, 5/3).

İslam'ın kutsal kitabının özel adı olan Kur'an kelimesi, Cenab-ı Hak tarafından altmış sekiz kadar ayette kullanılır. Bir kaçını örnek olarak sunacağız: "Biz şüphesiz bu kitabı okuyup anlamanız için arapça bir Kur'an olarak indirdik" (Yusuf, 12/2). "Ey Peygamber! Kur'anı okumak istediğin zaman, Allah'ın rahmetinden kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığın, yani "euzübillahimineşşeytanirracim" de (en-Nahl, 16/98). "Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin. Ve susun ki merhamet olunasınız" (el-A'raf, 7/204). "Şüphesiz bu Kur'an, insanları en doğru yola götürür. Salih amel işleyen mü'minlere büyük bir mükafat olduğunu, ahirete iman etmeyenlere de can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler" (el-İsra, 17/9-10). "Biz Kur'an'ı, iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olarak indiriyoruz. Kur'an, zalimlerin ise ancak zararını arttırınr" (el-İsra, 17/82).

İslam hukukunda Kur'an için daha çok "Kitap" ismi kullanılır. Birçok ayette "el-Kitab" kelimesinin Kur'an-ı Kerim anlamında kullanıldığı görülür "Elif. Lam. Mim. Bu o kitaptır ki, kendisinde (Allah tarafından gönderildiğinde) hiç şüphe yoktur" (el-Bakara, 2/1). Bundan başka çeşitli ayetlerde Kur'an için başka isimler de kullanılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: el-Furkan (el-Furkan, 25/1), ez-Zikr (el-Hicr, 15/9), en-Nur (en-Nisa, 4/174), er-Ruh (eş-Şura, 42/52), el-Huda (el-Bakara, 2/2), eş-Şifa (el-İsra, 17/82), el-Mecid (el-Buruc, 85/21-22), el-Mesani (ez-Zümer, 39/23), Ümmü'l-Kitab (ez-Zuhruf, 43/1-4)

Kur'an'ın Toplanması:

Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sağlığında Kur'an'ın bütününü yazmıştır. İnen her ayeti bizzat Hz. Peygamber tarafından vahiy katiplerine okunur, onlar da yerlerine yazarlardı. Ancak Hz. Peygamber (s.a.s), nazil olan ayetlerin ashabı tarafından ezberlenmesini yeterli görmemiştir. Çünkü onları ashabından ne kadar çok kimse ezberlemiş olursa olsun, hafıza, daima unutkanlık illetine maruz kalabilecek olan bir yetenektir ve belirli bir zaman için çok güçlü olsa bile, sonradan bu gücünü ve dolayısıyla güvenilir olma vasfını yitirebilir. İşte bu sebeble Hz. Peygamber, vahyi ezberleyenler yanında, onu bir de yanlışsız olarak yazabilecek katipler edinmiş ve kendisine bir ayet nazil olduğu zaman, onu bu katipler aracılığıyla yazdırmıştır. Hz. Ebu Bekir, Ömer b. Hattab, Osman b. Affan, Ali b. Ebi Talib, Zubeyr b. el-Avvam, Ubeyy ibn Ka'b, Zeyd b. Sabit, Muaviye b. Ebi Süfyan, Muhammed b. Mesleme, Eban b. Sa'd, Hz. Peygambere vahiy katipliği yapan sahabilerden bazılarıdır.

Kur'an-ı Kerim, Hz. peygamber devrinde bizzat vahiy meleği ve Nebi (s.a.s)'in birbirlerine karşılıklı okumaları ve de sahabilerin ezberlemesiyle korunmuştur. Ancak Hz. Peygamber' in sağlığı müddetince devam eden vahyin bütün bir kitabta toplanmasına imkan yoktu. Çünkü vahyin Hz. Peygamberin ölümüne kadar devam ettiği bilinmektedir (Buhari herrid-i Sarih, XI, 228) Hz. Peygamber'in vefatından dokuz gün öncesine kadar devam eden vahiy Onun vefatıyla son buldu. Böylece Kur'an inen son ayetle tamamlanmış oldu.

Yüz on dört sure, altıbin altıyüz altmış altı ayetten müteşekkildir.

Kur'an sureleri bazen bir bütün olarak bazen de bölümler halinde indirildi. Bazı sureleri Mekke'de inmesi dolayısıyla "Mekki", bazıları Medine'de indirildiklerinden "Medeni" diye nitelendirilmiş ve yirmi iki yılda tamamlanmıştır.

Vahyedilen bütün surelerin hafızlar tarafından ezberlenmesi, kemik, tahta, papirüs, deri ve kiremit inceliğindeki pişirilmiş tuğlalara yazılmak suretiyle korunmuştur.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in vefatını takip eden Yemame savaşlarında yetmiş kadar hafız (kurra)'ın şehid düşmesi müslümanları telaşa düşürmüştü. Hz. Ömer de hafızların toplanması için halife Hz. Ebu Bekir'e başvurarak konunun görüşülmesini istemişti. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr, Zeyd İbn Sabit başkanlığında toplanan Abdullah b. Zübeyr, Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Haris b. Hişam'ın da bulunduğu büyük bir komisyon tarafından Kur'an sahifeleri Mekke lehçesi esas alınarak bir araya getirildi (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1980, III, s. 761).

Hafız ve katib olan Zeyd b. Sabit, Hz. Ebu Bekir'in talimi, Hz. Ömer'in yardım ve gözetimi altında, elinde yazılı Kur'an metni olan herkesin bu metinleri getirmesini ve getirirken de ellerindeki metinlerin bizzat Hz. Peygamberden yazıldığına dair iki güvenilir şahid gösterilmesi istendi. Böylece bütün metinler toplanarak bir araya getirilmiş ve Kur'an-ı Kerim'in asli nüshası yazılarak halife Hz. Ebu Bekir'e teslim edilmiştir. Zeyd b. Sabit'in çalışmalarıyla ortaya koyduğu bu asli nüshaya "İmam Mushaf" adı verilmiştir. Abdullah b. Mes'ud'un teklifiyle iki kapak arasında "İmam Mushaf" üzerinde yapılan danışma ve görüşmeler sonucunda bunun üzerinde her hangi bir noksanlık görülmemiş ve güvenirliği konusunda ittifak sağlanmıştır. Böylece Kur'an-ı Kerim her hangi bir tahrifata uğramadan "Mushaf" haline getirilerek aynı mushaftan çoğaltılan mushafların ana kaynağını teşkil etmiştir.

Hz. Ömer devrinde Kur'an öğretimine hız verildi. Gerek Medine'de gerekse sınırları günden güne genişleyen İslam Devletinin diğer merkezlerinde en sıhhatli kaynak olan hafiz sahabilerin öğretmen ve gözetmenliğinde pek çok hafız yetiştirilmiştir. Fakat zamanla fetihlerin hız kazanması ve yeni fethedilen yerlerde ortaya çıkan kavim ve kabilelerin müslüman oluşu farklı şive ve lehçelere göre okuyuş ayrılıklarını ortaya çıkarmıştır. Bu durum M.648'de Ermenistan ve Azerbaycan fethinde Şamlı ve Iraklı askerlerin yan yana gelmesi ile farklı okuyuşların su yüzüne çıkmasını sağladı. Bu tartışma ortamının daha fazla büyümesine engel olmak için Huzeyfe b. Yeman, Halife Hz. Osman'a başvurarak bu durumun düzeltilmesini, ihtilafın ortadan kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Halife Hz. Osman, Rasulullah'ın diğer ashabı ile de istişare ederek, İslam dünyasında yalnızca Hz. Ebu Bekr'in emriyle derlenmiş olan onaylı Kur'an mushaflarının kullanılmasını ve bir başka lehçe yahut ağız ile yazılmış tüm diğer nüshaların kullanılmasının yasaklanmasını kararlaştırdı. Hz. Osman bir önlem olarak da gelecekte herhangi bir kargaşa yahut yanlış anlamaya meydan vermemek için diğer tüm nüshaları yaktırarak ortadan kaldırma yoluna gitti. Hz. Ebu Bekir zamanında yazıları İmam Mushaf, Hz. Ömer'in ölümünden sonra kızı ve Peygamberimizin hanımı Hz. Hafsa'ya geçmişti. Hz. Osman zamanında bu nüshadan çoğaltılan mushafların yedi nüsha olduğu söylenir (Muhammed Hamidullah, a.g.e., II, s.763). Bunlar Medine, Mekke, Şam, Kufe ve Basra'ya gönderilerek müslümanlar arasında çıkabilecek farklı okuyuşlar önlenmiş oldu. Hatta Hz. Ali'nin Hz. Osman için "Eğer Osman (r.a) Kur'an'ın tek kitap halinde toplatılarak çoğaltılması işini yapmasaydı ben yapardım" dediği bilinmektedir.

Kur'an-ı Kerim Fatiha suresi ile başlayıp Nas suresi ile son bulmuştur. Ondört yerinde tilavet secdesi yer almaktadır (el-A'raf, 19/58; er-Rad, 13/1; en-Nahl, 16/50; el-İsra, 17/107; Meryem, 19/58; el-Hacc, 22/18; Furkan, 25/60; en-Neml, 27/25; es-Secde, 32/15; Sad, 38/24; Fussilet, 41/37; en-Necm, 53/62; İnşikak, 84/21; Alak, 96/19). Bunlar okunduğunda tilavet secdesi yapmak vacibdir.

Hz. Osman (r.a) tarafından değişik vilayet merkezlerine gönderilen nüshalar asırların geçmesiyle kayboldu. Günümüzde halen onlardan bir tanesi İstanbul Topkapı müzesinde; bir diğer tam olmayan nüshası Taşkent'te bulunmaktadır. Çarlık Rus hükümeti onun faksimile ile röprodüksiyonunu (fotoğraf veya fotokopi ile tam kopyasını) neşretmiştir. Şu anda dünyanın her yanında okunmakta olan Kuran'larla Taşkent'teki Kur'an arasında tam bir benzerlik, aynılık sözkonusudur. (Muhammed Hamidullah, İslam'a Giriş, Ankara, t.y, s.41; M. Hamidullah, İslam Peygamberi, II, s. 763).

Hz. Ebu Bekr'in (ö. 13/634) halifeliği sırasında Kur'an-ı Kerim toplanıp iki kapak arasında kitap haline getirilince, uygun bir isim aranmış, Abdullah b. Mes'ud'un (ö.32/652) "Habeşistan'da bir kitap gördüm, ona Mushaf adını vermişlerdi" demesi üzerine, halife tarafından bu isim uygun bulunmuştur (Celaleddin es-Süyuti, el-İtkan f F Ulumi'l-Kur'an, terc. Sakıp Yıldız, H. Avni Çelik, İstanbul 1987, I, 124). Mushaf; sayfalardan meydana gelmiş kitap anlamına gelir.

Kur'an-ı Kerim'in Muhtevası:

Kur'an yirmi üç yılda parça parça indirilmiştir. On üç yıl kadar süren Mekke döneminde inen ayet ve sureler daha çok İslam inanç ve ahlakı ile ilgili konuları kapsar. Allah'ın birliğine, meleklere, peygambere, kitaplara ve ahiret gününe iman gibi. Hz. Âdem (a.s)'den beri gelen tevhid inancı işlenir. Allah'a ortak koşma ile mücadele edilir ve geçmiş milletlerden ibretli kıssalar anlatılır. Bu arada tevhid inancından ayrılmış olan atalarının bu yanılgısı şöyle ifade edilir: "Onlara; Allah'ın indirdiğine uyun, denilince, hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız, derler. Ya ataları bir şeye aklı ermeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?" (el-Bakara, 2/170).

Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'in, Hz. Âdem'den sonra peygamber olan Hz. Nuh'tan itibaren devam eden vahiy zincirinin devamı olduğunu da açıklar: "Şüphesiz biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a Zebur'u verdik" (en-Nisa, 4/163)

Medine'de inen ayet ve surelerde daha çok hukuk kuralları yer almıştır. Aile ve devletin tanzimi, insanların birbiriyle veya devletle olan ilişkileri, akitler, sulh ve savaş halleri bu ayetlerde açıklanır. Çünkü M.622 tarihinden itibaren artık Medine'de bu hükümleri uygulamak için yeterli güce sahip bir İslam Devleti teşekkül etmişti. Bu Devlet'in basında da Allah'ın elçisi Hz Muhammed bulunuyordu.

Allah-ü Teala hafifinden ağırına doğru bir yol izleyerek hükümler gönderiyor, resulüllah ve ashabı bunları geciktirmeksizin uyguluyordu. Kur'an dilini bilmeleri, namazlarda, mescid içinde ve dışında okunan sure ve ayetleri anlamalarını kolaylaştırıyordu. Bu devrin özelliği; iyi ve yararlı olanı almak, kötü ve zararlı olanı kaldırmak şeklinde özetlenebilir. Yükümlülükler birden gelmemiş, gelenler de giderek tamamlanmıştır. Mesela: namaz, sabah ve akşam iki vakit iken, sonra beş vakit olmuştur. İçki önceleri yasaklanmamış, sadece zararlı olduğu belirtilmiş, sonra sarhoş iken namaza yaklaşılması yasaklanmış, en sonunda da kesin olarak haram kılınmıştır. (bk. El-Bakara, 2/219; en-Nisa, 4/43; el-Maide, 5/90-91)

Kur'an-ı Kerim'de yer alan hükümler insanların gücü yeteceği ölçüdedir. Ayette şöyle buyurulur: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez." (el-Bakara, 2/286)

Hükümlerde başka bir özellik de kolaylık prensibidir. "Allah size kolaylık diler. Size güçlük istemez" (el-Bakara, 2/185, ayrıca şu ayetlere bakınız: el-Bakara, 2/286, Âlu İmran, 3/159)

Hz. Peygamber ayetlerde belirtilmeyen hususlarda ağır hükümler konulmasından çekinir, çeşitli konularda çok soru soran sahabelere: "Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece, siz de beni kendi halime bırakın" (Buhari, el-Cami', IV, 422) buyururdu. Nitekim hac ibadeti farz kılınınca (b. Alu İmran, 3/97, el-Hac, 22/27, el-Bakara, 2/196, 197) Resulüllah (s.a.s.) bunu tebliğ etmiş ve ashab-ı kirama hac yapmalarını bildirmiştir. Bir sahabenin bu ibadeti için: "Her yıl mı?" sorusuna üç defa tekrarlaması üzerine, Allah'ın elçisi şöyle buyurmuştur: "Sizden öncekiler, peygamberlerine çok soru sormaları ve aldıkları cevaplarla amel etmemeleri yüzünden helak olmuşlardır. Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece siz de beni kendi halime bırakın" (Buhari, el-Cami" IV, 422)

Kur'an'ın parça parça inişi uygulamayı kolaylaştırıyordu. Diğer yandan, bu sayede, gelen ayetler ezberlenip, ünsiyet meydana geliyor, kalblere yerleştiriyordu. Müşrikler Kur'an'ın bir defada inmesi gerektiğini söyleyerek tenkid yönetilince, kendilerine yüce Allah şöyle cevap verdi: "İnkar edenler; Kur'an ona bir defada indirilmeliydi, derler. Halbuki biz onu böylece senin kalbine yerleştirmek için azar azar indirir ve onu ağır ağır okuruz" (el-Furkan, 25/32)

Ayetlerin olaylar üzerine inişi, tam ihtiyaç sırasında gelişi, toplumda gerekli etkiyi göstermesine yardımcı olmuştur. Bu yüzden, ayetlerin iniş sebepleri (esbab-ü nüzul). Kur'an tefsirlerinde önemli bi alt yapı oluşturmuştur.

Kur'an-ı Kerim'i gerek Mekke ve gerekse Medine döneminde Hz. Peygamberden bir vahiy katipleri grubu yazmış ve bu yazılanları sahabeden yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluk ezberlemiş, böylece her devirde yalanda birleşmesi düşünülmeyen topluluklar birbirlerinden naklederek, hiçbir tahrif ve değişikliğe uğratılmadan, ilave ve eksiklik yapılmadan mushaflara yazılı ve hafızalarda kayıtlı olarak bize kadar ulaşmıştır. Tevatür yoluyla nakil, nakledilenin doğruluğu konusunda İslam bilginleri arasında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Bu prensip gereğince Hz. Ebu Bekir'in halifeliği sırasında Kur'an toplanırken tevatür derecesini bulmayan Abdullah b. Mesud'un kendisinin daha iyi anlaması için açıklayıcı olarak koyduğu bazı ifadeler komisyonca metne eklenmemiştir. Bunlardan birisi de yemin ile ilgili; "Bunları yapma imkanını bulamayan kimsenin üç gün oruç tutması gerekir." (el-Maide, 5/89) ayetinin devamında "mütetabiat (peşpeşe)" ilavesidir. Yine Abdullah b. Mes'ud'un annelerin nafakası ile ilgili: "Mirasçı da (yukarıda) belirtildiği şekilde (nafaka ile) yükümlüdür." (el-Bakara, 2/233) ayetindeki "mirasçı hakkında "zi'r-rahimil-mahrem (evlenilmesi yasak olan yakın hısımlardan olan) şeklinde ilave taşıyan kıraati de Kur'an'dan sayılmaz (Zekiyüddin Şaban, Usulü'l-Fıkh, Terc. İbrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990, s. 46-47)

Tevatür derecesine ulaşamayan bu gibi kıraatlerin hukukçular için delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Hanefilere göre, bu kıraat şekillerini nakleden sahabe bunu ya Hz. Peygamber' den işitmiştir veya kendi görüşü ve ictihadı olarak ifade etmiştir. Bunun, en azından Allah'ın kitabını tefsir için varid olmuş bir sünnet olduğu açıktır. Sünnetin hüküm kaynağı olduğunda ise şüphe yoktur. İşte bunun bir sonucu olarak Hanefiler yemin keffareti olarak tutulacak orucun peş peşe üç gün tutulmasını gerekli görürler Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre ise, mütevatir olmayan Kıraatler ne Kur'an ve ne de sünnet sayılmaz ve hüküm çıkarmada delil olarak da kullanılamaz (Zekiyuddin Şa'ban, a.g.e., s.47, 48).

Kur'an-ı Kerim bir benzeri yazılamayan, en üstün edebiyat ve üslup özelliklerine sahiptir. Âyetlerde bu özellik şöyle dile getirilir: "Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğiniz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız siz de bunların benzeri bir sure getirin. Bu konuda Allah'tan başka şahidlerinizden de yardım isteyin. Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bunu yapın" (el-Bakara, 2/23) "Yoksa onu (peygamber) kendiliğinden uydurdu mu diyorlar?" De ki: "Öyleyse, eğer iddianızda doğru iseniz siz de onun benzeri bir sure meydana getirin. Bu konuda Allah'tan başka gücünüzün yettiği kim varsa onları da yardıma çağırın" (Yunus 10/38).

Kur'an yalnız Araplar için değil, yeryüzündeki tüm insanları doğru yola iletmek için gelmiştir. Onun öğretileri cihanşümüldür. Âyette şöyle buyurulur: "Seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" (el-Enbiya, 21/107) Bu özelliği Kur'an'ın i'caz yönlerinin de evrensel olmasını gerektirir. Kur'an'ın insan gücü üstündeki bazı özellikleri şunlardır:

1. Belagat: Kur'an'ın üslup ve ifade üstünlüğü essiz ve orijinaldir. Kur'an kelimelerinin üstün akıcılığının arap dilinde bir benzeri yoktur. Bazen bu edebi üslup, insanın tüylerini ürpertecek güçtedir. Buna aşağıdaki ayetler örnek verilebilir: "Ey insanlar! Rabbinizden sakının. Doğrusu kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiği yavrusunu unutur, her hamile kadın çocuğunu düşünür. İnsanları sarhoş gibi görürsün, halbuki onlar sarhoş değildirler; fakat Allah'ın azabı çok çetindir" (el-Hac, 22/ 1, 2).

2. Kur'an'ın geçmiş çağlara ait olayları haber verişi: Kur'an; Hz. Nuh, Lut, İbrahim peygamberlere, Ad ve Semud kavimlerine ait haberleri anlatmaktadır. Yine Hz. Musa ve Fir'avn arasında geçen olayları, Hz. Meryem'i, Hz. İsa ve doğumu gibi haberleri gerçeğe uygun biçimde vermektedir. Bunlar, diğer semavi dinlerin kutsal kitaplarındaki bozulmamış olan bilgilere de uymaktadır. Bütün bunlar ümmi olan, okuma ve yazma bilmeyen bir peygamber olan Hz. Muhammed'in diliyle haber verilmektedir. Bu durum, bu bilgilerin ilahi vahiy ürünü olmasını gerektirir. Kur'an-ı Kerim'de bu konuda şöyle buyurulur: "Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve onu sağ elinle de yazmış değildin. Öyle olsaydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi" (el-Ankebut, 29/48).

3. Kur'an'ın gelecek olayları haber verişi: Kur'an'da haber verilen, geleceğe ait bir takım olaylar zamanı gelince meydana gelmiştir. Şu olayları örnek verebiliriz:

İslam'ın ortaya çıkışı sırasında Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) ile İran dünyanın güçlü iki ülkesi idiler. Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır ve Irak'ın bir bölümü Bizans'a bağlı idi. M.613 tarihlerinde bu iki komşu ülke, amansız bir savaşa girişti. İran galip gelerek Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'ı ele geçirmiş, Anadolu'yu da istila ederek İstanbul Boğaziçi sahillerine kadar ilerlemişti. Bu haber Mekke'ye ulaşınca müşrikler sevinmiş, İranlıların Bizans'ı yenip perişan ettiği gibi, kendilerinin müslümanları yeneceklerini söylemişlerdi. Bizanslılar hristiyan ve ehl-i kitap, İranlılar ise putperest idiler. Bu yüzden Mekke müşrikleri İranlıları kendilerine yakın görüyor ve onların zafer kazanmasından dolayı seviniyorlardı. İşte bu arada Kur'an-ı kerim'in şu ayetleri indi:

"Elif.Lam.Mim. Bizanslılar en yakın bir yerde yenildiler. Onlar bu yenilgilerinden sonra yakın bir zamanda (üç ila dokuz yıl arasında) galip geleceklerdir. İş, eninde sonunda Allah'a aittir. İşte o gün mü'minler Allah'ın yardımı ile sevineceklerdir. Allah dilediğine yardım eder. O güçlüdür, esirgeyicidir"(er-Rum, 30/1-5).

Hz. Ebu Bekir, üç yıl süre belirleyip, Bizanslıların bu süre içinde çıkacak savaşta galip geleceklerini söyleyerek müşriklerden Ubey b. Halef'le bahse girdi. Bunu haber alan Rasulüllah (s.a.s), ayetteki "bıd"' kelimesi üç ila dokuz arası sayıları ifade ettiği için süreyi dokuz yıla çıkarmasını bildirdi. Kaybedenin vereceği deve sayısı da yüz'e çıkarıldı. Gerçekten "Bedir" gününde, Bizanslılar İran'ı yendi ve Hz. Ebu Bekir Ubey'in varislerinden bu develeri alarak, Rasulüllah'ın tavsiyesi üzerine yoksullara tasadduk etti (Ahmed b. Hanbel, Müsned, l, 276, 304; Buhari, Tefsiru Sureti'd-Duhan, VI, 164; Tefsiru't-Taberi, XXI, 12-15; İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, İstanbul 1985, VI, 304-310; Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1936, V, 3794-3802).

Yine Kur'an-ı Kerim'de müslümanlara Mescid-i Haram'a girecekleri va'dedilmiş ve şöyle buyurulmuştu: "Şüphesiz, Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik etmiştir. Allah dilerse siz, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. Bundan başka size, yakın zamanda bir zafer verecektir" (el-Feth, 48/27). Mekke fethi ve arkasından yapılan veda haccı ile bu müjde de çok geçmeden gerçekleşmiştir. Bunun gibi haber verildiği üzere çıkan pek çok olaylar vardır (bk. el-Enfal, 8/7; en-Nur, 24/55).

4. Kur'an bir çok bilimsel gerçekleri içine almıştır. Kur'an'ın açıkladığı öyle bilimsel gerçekler vardır ki, okuma-yazma bilmeyen ümmi bir kimsenin bunları kendiliğinden söylemesi mümkün değildir. Mesela; insanın yaratılışı Kur'an'da şöyle anlatılır: "Yemin olsun ki, Biz insanı özlü balçıktan yarattık. Sonra onu bir nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra o nutfeyi donmuş bir kana çevirdik. Sonra o kanı bir parça et yaptık ve bu etten kemikler yarattık, bu kemikleri de etle örttük. Daha sonra onu, bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir. Bütün bunlardan sonra siz öleceksiniz. Sonra da kıyamet günü yeniden diriltileceksiniz" (el-Mü'minun, 23/12-16).

Yer, gök ve canlıların yaratılışı hakkında da şöyle buyurulur: "inkar edenler, gökler ve yer birbirine bitişik iken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mı? Hala inanmıyorlar mı?" (el-Enbiya. 21/30).

Kur'an'da bunlara benzer yaratılış ve evrenle ilgili pek çok ayetler vardır. Bunları, kitap okumasını bilmeyen ve yanında hiçbir ilmi eser bulunmayan Hz. Muhammed'in başkalarından öğrenip söylemesi mümkün değildir. Diğer yandan Hz. Muhammed gençliğinde ticaret amacıyla, biri on iki, diğeri yirmi beş yaşlarında olmak üzere sadece iki defa kısa süreli Mekke dışına çıkmış ve Suriye'ye kadar gidip gelmiştir. Kur'an'da haber verilen bu gerçekleri bugün pozitif bilimler de aynen doğrulamaktadır. Astronomi, fizik, kimya ve biyoloji gibi bilimler bunlar arasında sayılabilir. Allah'ın yarattığı maddeyi ve tabiat olaylarını açıklamaya çalışan bu bilimlerle vahiy ve sünnet ürünü olan ilahiyat bilimlerinin çatışması düşünülemez. Çünkü yüce yaratıcı bu gibi çelişkilere düşmekten uzaktır.

Çelişki gibi algılanan noktalar varsa, ya delilin kendisi tartışmalıdır, ya da anlaşılmasında kapalılık veya yanılgı söz konusudur. Nitekim, önceki asırlarda ne kastettiği tam anlaşılamayan bazı ayet ve hadislerin bilim ve tekniğin, astronomi ve tıp ilimlerinin ilerlemesi sonucunda daha güzel anlaşılıp tefsir edilebildiği bilinmektedir. Güneşin kendi ekseni etrafında dönmesi ve sistemiyle birlikte evrendeki hareketini sürdürmesi (bk. Yasin, 36/38), gök cisimleri arasındaki çekme ve itme gücü (er-Ra'd, 13/2; Lokman, 31/10), rüzgarın bitkileri aşılayıcı fonksiyonu (el-Hicr, 15/22) bunlar arasında sayılabilir.

Kur'an'da yer alan ameli hükümlerin ana noktaları açıklanmış, uygulama ve ayrıntı sünnete bırakılmıştır. Çünkü Allah'ın ve elçisinin koyduğu hükümler birbirinin tamamlayıcısıdır. Yüce Allah; "Peygamber'e itaat eden Allah'a itaat etmiş olur" (en-Nisa, 4/80) buyurur.

Kur'an-ı Kerim'in içine aldığı hükümler; ibadetler, muameleler ve ceza olmak üzere genel olarak üçe ayrılır.

1. İbadetler:

Kur'an'da ibadetler icmali olarak emredilmiştir. Namaz, oruç, hac, zekat ve diğer sadakalar bunlar arasında sayılabilir. Otuzdan fazla ayette namaz emredilmiş, ancak onun vakitleri, rükün ve şartları hadislerle belirlenmiştir. Allah elçisi; "Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın" (Buhari, Ezan, 18, Edeb, 27). Haccın esasları da Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır: "Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alınız" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 318, 366). Zekatı da Allah elçisi bizzat uygulamış ve zekat memurlarına uygulama şartlarını açıklamıştır.

Keffaretler de temelde ibadet niteliğindedir. Çünkü bir kısım günahların affı bunlarla sağlanmaktadır. Kur'an'da yer alan keffaretler üç tanedir. Yemin keffareti (el-Maide, 5/89; bk. "Yemin Keffareti"), bir mü'mini yanlışlıkla öldürme keffareti (en-Nisa, 4/92 bk. "Katı Keffareti") ve zıhar keffareti (el-Mücadele, 58/1-4; bk. "Zıhar Keffareti" mad.).

2. Muameleler:

Evlenme, boşanma, nafaka, velayet, mali, iktisadi konular, akitler, savaş ve barış gibi ferdin fertle, ferdin devletle veya devletlerin birbiriyle olan birtakım ilişkileri bu bölümde yer alır.

Kur'an-ı kerim mali konularda haksız kazancı yasaklamış ve akitlerde karşılıklı rıza esasını getirmiştir. Allahü Teala şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Malı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rızaya dayanan ticaretle yeyin, haram ile kendinizi mahvetmeyin" (en-Nisa, 4/29). Diğer yandan ticari yatırımlarda karın meşru oluşu "risk" esasına bağlanmıştır. İslam, riske katılmaksızın sermaye için alınacak miktarı önceden belirlenmiş fazlalığa "faiz" adını vermiş ve bunu yasaklamıştır (bk. el-Bakara, 2/275-280). Nakit tasarrufunu başkasına veren kimse, bunu karz-ı hasen yoluyla vermiştir. Bu takdirde rizikoya katılmaz, sadece verdiği cins paradan, verdiği kadarını alma hakkı doğar. Ya da gelir elde etme amacıyla vermiştir. Bu da İslam'da riske katılma yoluyla olabilir Mufavaza, inan veya mudarabe yöntemlerinden birisiyle vermesi gerekir ki her birinde sermaye zarar riskine girer ve kardan, serbest sözleşmeyle belirlenecek yüzde kadar pay alır.

Aile hukuku ile ilgili hükümler de Kur'an da genişçe yer alır. Karşılıklı haklar yanında, aile fertlerinin birbirlerine karşı tavır ve davranışları da açıklanır. Ölümden sonrası için miras hükümleri belirlenir.

İdare edenlerle idare edilenler arasındaki ilişkilerde adalet, şura, yardımlaşma ve koruma ilkeleri gözetir.

a. Adalet bütün hakların ve mülkün temelidir. Kur'an'da şöyle buyurulur:

"Şüphesiz ki, Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder" (en-Nisa, 4/58). Şu ayet de adaletin önemini belirtmektedir: "Şüphesiz, Allah adaleti, iyilik yapmayı ve hısımlara yardım etmeyi emreder. Taşkın kötülüklerden, meşru olmayan şeylerden, zulüm ve zorbalıktan nehyeder" (en-Nahl, 16/90). Kur'an adaleti, idare edenlerle idare edilenler, devlet başkanı ile tebea ve bütün halkın birbirine adaletli davranması esasına dayanır. İnsanlar arasında ırk, renk, dil, zenginlik ve yoksulluk ayırımı yapılmaz. Zimmet ehli olan ehl-i kitabın hakları korunur.

b. Şura: Kur'an-ı Kerim şurayı (istişare) emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Dünyaya ait işlerde onlarla istişare et. Bir kere karar verince de, artık Allah'a güvenip dayan " (Âlu İmran, 3/159). "Onların işleri aralarında şura (danışma) yoluyladır" (eş-Şura, 42/38). Bu ikinci ayet, İslam yönetiminin müslümanlar arasında şura esasına dayandığını ifade etmektedir. Diğer yanda ayet, herkesle tek tek istişare imkanı bulunmadığı için, yönetimde bir istişare heyetinin işbaşına getirilmesi görevini İslam toplumuna yüklemektedir. Nass'ın işaretinden bu anlam ve sonuç ortaya çıkmaktadır (Ebu Zehra, Usulü'l-Fıkh, Daru'l Fıkri'l-Arabi tab'ı Mısır, t.y., s. 100,101,141,142). Burada şura şekil ve unsurlarının kapalı bırakılması, bu prensibe, ileriki çağların getireceği yeni durumlara ve sosyal yapılara göre esneklik kazandırmak için olsa gerekir.

c. Yardımlaşma: Yönetimle toplum ve bütün mü'minler birbiriyle yardımlaşma ve dayanışma içinde bulunmalıdır. Kur'an'da şöyle buyurulur: "Birbirinizle iyilik ve takvada yardımlaşın, günah işleme ve haksızlıkta yardımlaşmayın" (el-Maide, 5/2).

d. Koruma: Toplumun, mal, can, ırz ve namusunu korumak gerekir. Bunlar da ceza hukukunu uygulamak ve zayıfı güçlüye ezdirmemek yoluyla gerçekleşir.

Sonuç olarak Kur'an-ı Kerim, fert ve toplum yararı için gerekli özlü prensipler getirmiş, fert ve topluma zarar verebilecek şeyleri yasaklamıştır. Kur'an'ın okunması, dinlenmesi, açıklanması, üzerinde düşünülmesi ve içindeki prensiplerin uygulanması birer ibadettir. Sözünü, iş ve mesleğini ona göre düzenlemek manevi huzur ve mutluluk kaynağıdır. Ona tutunan en sağlam kulpa yapışmış, hidayet yolunu bulmuş olur. Ancak Kur'an'ın iniş amacı, yalnız okunup sevap kazanılması ve saygı ile duvara asılmasından ibaret değildir. Asıl amaç, anlamına eğilmek ve günlük hayatımızda gücümüz yettiği ölçüde onu uygulamaya ve toplum hayatına hakim kılmaya çalışmaktır.

Hamdi DÖNDÜREN

Naci YENGİN


2-)Allahü teala Kur'an-ı kerimde mealen buyurdu ki:

De ki, insanlar ve cinler birbirlerine yardımcı olarak, (belagat, güzel nazm ve kamil manada) bu Kur'an-ı kerimin bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, yemin olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar. (İsra suresi: 88)

Kur'an-ı kerim için, bu sihirdir, bu ancak bir insan sözüdür, dedi. İşte bunu söyleyeni, şiddetli bir ateş içinde, Cehennem'e atacağım. Şiddetli ateşin ne olduğunu sen ne bilirsin? O, (içine girenleri) ne çıkartır, ne azabdan vaz geçer. İnsanın derisini karartır, yakar. Orada on dokuz (azab yapan melek) vardır. (Müddessir suresi: 24-30)

Her kim beş vakit farz namazda Kur'an-ı kerim okursa, Hak teala her harfine yüz sevab verir. Her kim namazdan başka vakitlerde Kur'an-ı kerim okursa, her harfine on sevab verir. Her kim, (tegannisiz ve hürmetle okunan) Kur'an-ı kerimi ayakta veya oturarak hürmet ile dinlerse, her harfine bir sevab verir. Her kim Kur'an-ı kerimi hatm eylese (baştan sona okusa), o kulun duası Allah indinde kabul edilir. (Hadis-i şerif-Ey Oğul İlmihali)

Kur'an-ı kerim okuyanın ana-babası kafir olsalar bile, azabları hafifler. (Hadis-i şerif-Tenbih-ül-Gafilin)

Kur'an-ı kerime, ehliyeti olmadan mana veren, Cehennem'de azab görecektir. (Hadis-i şerif-Berika)

Kur'an-ı kerim, Muhammed aleyhisselamın sözü değildir. Allah kelamıdır. Hiçbir insan öyle düzgün söyleyemez. Kur'an-ı kerimde bildirilenlerin hepsine İslamiyet denir. Hepsine inanan insana mü'min ve müslüman denir. Birini bile beğenmemeye imansızlık, yani küfür denir. (Abdülhakim-i Arvasi)

Kur'an-ı kerimin her bir harfinde bin bir derde bin bir türlü deva (şifa) vardır. (Ebü'l-Leys Semerkandi)

Modern ilmin on dört asır geriden takib ettiğiKur'an, ben şehadet ederim ki, Allah kelamıdır. (Kaptan Dr. Coustea)

Kur'an'ın içinde pekçok tekrarlar vardır. Onu okuduğumuz zaman, bu tekrarlar bizi usandıracak sanılıyor, fakat biraz sonra bu kitap bizi kendisine çekiyor. Bizi hayranlığa ve sonunda büyük saygıya götürüyor. (Goethe)

İslam dininin kaynağı olan Kur'an'da cihan medeniyetinin dayandığı bütün temeller bulunmaktadır. O kadar ki, bugün bizim uygarlığımızın, Kur'an'ın bildirdiği temel kaideler üzerine kurulduğunu kabul etmemiz gerekir. (Gaston Karl)


3-)Allahü tealanın en son gönderdiği; emir ve yasaklarını, iman ve ibadet bilgilerini, güzel ahlakı içine alan ilahi kitap. Edille-i şer’iyyenin ilki, yani İslam dinindeki hükümlerin birinci ana kaynağı; semavi kitapların sonuncusu.

Semavi kitaplar ikiye ayrılır. Bir kısmı küçük sahifeler halindedir. Bunlara “suhuf”; büyüklerine ise “kitap” denir. İnsanlara bildirilen yüz suhuf ve dört kitaptır. Bunlardan on suhuf Âdem, elli suhuf Şis (Şit), otuz suhuf İdris, on suhuf İbrahim aleyhimüsselama indirilmiştir. Tevrat hazret-i Musa’ya, Zebur hazret-i Davud’a, İncil hazret-i İsa’ya ve Kur’an-ı kerim hazreti Muhammed’e inmiştir.

Kur’an lügatte “okumak” ve “toplamak” manasınadır. Kerim “şerefli, kıymetli” demektir. Kur’an-ı kerim, nazm-ı ilahidir. Nazım, lügate, incileri ipliğe dizmeye denir. Kelimeleri de, inci gibi yanyana dizmeye nazım denilmiştir. Şiirler birer nazımdır. Kur’an-ı kerim’in kelimeleri Arabi olup, bunları yanyana dizen, Allahü tealadır. Dizilmiş olan bu kelimeler, ayetler halinde gelmiştir. Cebrail ismindeki bir melek, bu ayetleri, bu kelimelerle ve bu harflerle okumuş, Muhammed aleyhisselam da, mübarek kulakları ile işiterek ezberlemiş ve hemen Eshabına okumuştur. Allahü teala Kur’an-ı kerimi Kureyş kabilesinin lügatı ile gönderdi. (Bkz. Kıraat)

Kur’an-ı kerim vahy-i ilahidir. Vahy, fısıldamak, konuşmak manalarına gelir. Dini bir terim olarak, Peygamberlere ilahi bilgilerin aktarılması, Cebrail aleyhisselamın, Allahü tealanın emir ve yasaklarını peygamberlerine okumasıdır.” (Bkz. Vahy)

Kur’an-ı kerim, Peygamber efendimize bir defada, toptan gelmeyip, lüzumuna ve hadiselere göre, ayet ayet, bazan sure sure vahyolundu. Yirmi üç senede tamamlandı. Mekke’de nazil olan ayet-i kerimelere Mekki, Medine’de nazil olanlara da Medeni dendi. Diğer semavi kitap ve suhuflar ise bir defada inmişlerdir.

Peygamber efendimiz kendisine gelen vahyi ezberler ve asla unutmazdı. A’la suresinin altıncı ayet-i kerimesinde mealen; “Sana (Cebrail’in öğreteceği üzere Kur’an’ı) okuyacağız ve sen hiç unutmayacaksın.” buyrulmuştu. Resulullah efendimiz, kendisine gelen vahyi Eshab-ı kiramına okur, onlar da ezberlerdi. Emrinde hususi vahiy katipleri vardı. Gelen vahyi, vahiy katiplerine yazdırır, her ayet-i kerimenin hangi sureye yazılacağını bildirirdi. Kur’an-ı kerim ayetleri, Resulullah efendimizin sağlığında; derilere, kemiklere, taş parçalarına, hurma kabuklarına yazılıp en emin yerlerde hürmet ve itina ile muhafaza edildi.

Cebrail aleyhisselam her sene bir kere gelip, o ana kadar inmiş olan Kur’an-ı kerimi, Levh-i mahfuzdaki sırasına göre okur, Peygamber efendimiz dinler ve tekrar ederdi. Âhirete teşrif edeceği sene, iki kere gelip, tamamını okudular. Muhammed aleyhisselam ve Eshabdan çoğu, Kur’an-ı kerimi tamamen ezberlemişti. Bazıları da, bazı kısımları ezberlemiş, birçok kısımlarını yazmışlardı.

Peygamber efendimizin vefatından sonra, hazret-i Ebu Bekr’in hilafeti devrinde mürtedlerle yapılan YemameHarbinde, yetmişten fazla kurra (hafız) şehid düştü. Bu durumdan hazret-i Ömer endişe edip, Kur’an-ı kerimin toplanması için halife hazret-i Ebu Bekr’e müracaat etti. Bunun üzerine hazret-i Ebu Bekr’in emriyleZeyd binSabit başkanlığında büyük bir heyet tarafından Kur’an-ı kerim sayfaları bir araya toplandı. Her surenin ayetleri, Peygamber efendimizin bildirdiği tertibe göre, bir araya getirildi. Hazret-i Ebu Bekr, bu heyete bütün Kur’an-ı kerimi kağıt üzerine yazdırdı. Böylece Mushaf (veya Mıshaf) denilen bir kitap meydana geldi. Kur’an-ı kerimin bu şekilde toplanıp tertib edilmesine “tevkifi” dendi. Otuz üç bin Sahabi, bu mushafın her harfinin tam tamına yerinde olduğuna söz birliği ile karar verdi. Sureler birbirinden ayrılmamıştı. Üçüncü halife hazret-i Osman, hicretin yirmi beşinci senesinde sureleri birbirinden ayırdı ve sıraya koydu. Altı mushaf daha yazdırıp; Bahreyn, Şam, Bağdat, Yemen, Mekke ve Medine’ye gönderildi. Bugün, dünyada bulunan, bütün mushaflar, hep bu yedi mushaftan çoğaltılmış olup, aralarında bir nokta farkı bile yoktur.

Kur’an-ı kerim’de 114 sure ve 6236 ayet vardır. Âyetlerin sayısının 6236’dan az veya daha çok olduğu mesela 6666 ayet olduğu da bildirildi ise de, bu ayrılıklar, büyük bir ayetin, birkaç küçük ayet sayılmasından veya birkaç kısa ayetin, bir büyük ayet, yahud surelerin evvelindeki Besmelelerin bir veya ayrı ayrı ayet sayılmasından ileri gelmiştir.

Hazret-i Osman zamanında istinsah edilerek çoğaltılan mushaflarda hareke ve nokta yoktu. Müslümanlar, nokta ve harekeye muhtaç olmadan bu mushafları kendi tabii okuyuşlarına göre okudular. Hazret-i Osman devrinden, Emevi halifesi Abdülmelik bin Mervan, (vefatı 705/H.86) devrine kadar kırk küsur sene okumaya devam ettiler. Ne zaman ki Arap olmayan milletlerin Müslüman olmaları ve dillerinin de başka olması, Kur’an-ı kerime nokta ve hareke konması ihtiyacını hissettirdi. Haccac bin Yusuf 714 (H.95), Kur’an-ı kerimin yanlış okunmasını önleyecek işaretlerin bulunarak mushaflara konulması hususunda tedbirler aldı. Kur’an-ı kerime ilk harekeyi Ebü’l-Esved ed-Düeli; noktalama işaretlerini de, Yahya bin Ya’mer koydu.

Eski mushaflarda ayet sonları iyice belirtilmediği gibi ayet arası vakıf yerleri de işaretli değildi. Baştan başa Kur’an-ı kerim ayetleri tarandı ve nerelerde durmak lazım geldiği tek tek incelenip belirlendi. Mushaf yazan hattatlar da zamanla ayet-i kerimeleri birbirinden ayırmak için ayet sonlarına yuvarlak bir daire veya gül deseni şeklinde muntazam işaretler koydular. Müslümanlara yol göstermek için bu konuda vakıf ve ibtida adıyla başlı başına eserler yazıldı. Böylece Müslümanların anlayacağı şekilde izah edildi. Altıncı asırda yaşayan Muhammed bin Tayfur Secavendi, kıraata dair çalışmalarıyla meşhur oldu. Vakf ve İbtida adlı eserinde, Kur’an-ı kerim okurken icab eden vakıf ve ibtidaları açıkladı. Fas ve Cezayir gibi magrib memleketleri hariç, bütün şark memleketlerindeki Kur’an-ı kerim nüshalarında, Secavendi’nin yolu takib edildi. Bugün mushaflarda kullanılan bu işaretlere, Secavend denmesi bu zatın ismi sebebiyledir.

İslam alimlerinin büyüklerinden, Osmanlı Devletinin dokuzuncu şeyhülislamı Ahmed ibni Kemal Paşa Kur’an-ı kerimin secavendlerini, yani duraklarını yazdığı şiirinde şöyle bildirmektedir:



Cim: : Caiz geçmek ondan, hem reva,

: Durmak fakat, evladır sana!

Ze: : Caiz, onda dahi durdular,

: Geçmeği, daha iyi gördüler.

Tı: : Mutlaka durmak nişanıdır.

: Nerde görsen, orda hemen dur!

Sad: : Durmakta ruhsat var dediler.

: Nefes almaya izin verdiler.

Mim: : Lazım durmak burada elbet,

: Geçmede, küfürden korkulur pek!

La: : Durulmaz! demektir her yerde,

: Durma hiç! Alma hem nefes de!

: Bu tertible oku, itmam et,

: Sevabın cümleye ihsan et!

Ayn: Bu harf, rüku demektir. Ömer Faruk’un (radıyallahü anh) namaz kıldırırken, ayakta okumayı bitirip rükua eğildiğini gösterir. Ayn işareti, hep ayetlerin sonunda bulunmaktadır.

Kur’an-ı kerim Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğüdür ve insan sözüne benzememektedir. Her şairin, nazım yapmak kabiliyeti başkadır. Mesela, Mehmed Âkif’in ve Nabi’nin şiirlerini iyi bilen usta bir edebiyatçıya, Mehmed Âkif’in, son yazdığı bir şiirini götürüp, bu, Nabi’nin şiiridir desek, bu şiiri, hiç işitmemiş olduğu halde, okuyunca; “Yanılıyorsunuz! Ben Nabi Efendinin ve Mehmed Âkif’in şiirlerini iyi bilirim. Bu şiir Nabi’nin değil, Mehmed Âkif’indir” der. İki Türk şairinin Türkçe kelimeleri nazm etmesi, dizmesi çok farklı olduğu gibi, Kur’an-ı kerim hiç bir insan sözüne benzemiyor. Kur’an-ı kerimin insan sözü olmadığı tecrübe ile de isbat edilmiştir ve her zaman edilebilir. Şöyle ki, bir Arab şairi, bir sayfada, edebi sanat inceliklerini göstererek, bir şey yazmış, bunun arasına birkaç satır hadis-i şerif ve başka yerine de, aynı şeyi anlatan bir ayet-i kerime koyup, hepsi bir arada, İslamdan ve Kur’an’dan haberi olmayan, Arabisi kuvvetli birisine, bir adamın yazısı diye okutturulmuştur. Okurken, hadis-i şerife gelince, durmuş ve; “Burası, yukarısına benzemiyor. Buradaki sanat daha yüksek” demiştir. Sıra ayet-i kerimeye gelince, şaşkın bir halde; “Burası hiç bir söze benzemiyor. Mana içinde, mana çıkıyor. Hepsini anlamağa imkan yok.” demiştir.

Kur’an-ı kerim, hiçbir dile, hatta Arapçaya da tercüme edilemez. Herhangi bir şiirin, kendi diline bile, tam tercümesine imkan yoktur. Ancak izah edilebilir, açıklanabilir.

Cebrail aleyhisselam dahi, Kur’an-ı kerimin manasını ve esrarını Resulullah’a sorardı. Resulullah’ın, Kur’an-ı kerimin hepsinin tefsirini, Eshabına bildirdiğini İmam-ı Süyuti haber vermektedir.

Hülasa, Kur’an-ı kerimin manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Kur’an-ı kerimi tefsir eden O’dur. Doğru tefsir kitabı da, O’nun hadis-i şerifleridir. Din alimlerimiz, uyumayarak, dinlenmeyerek, istirahatlarını feda ederek bu hadis-i şerifleri toplayıp, tefsir kitaplarını yazmışlardır. Beydavi Tefsiri bunların en kıymetlilerindendir. (Bkz. Tefsir)

Kur’an-ı kerimin hakiki manasını anlamak, öğrenmek isteyen bir kimse, din alimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır. Bu kitapların hepsi, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden alınarak yazılmıştır. Kur’an tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mana veremez. Okuyan kimseler, tercüme edenin bilgi derecesine göre anlamış olduğunu öğrenir. Bir cahilin, bir dinsizin yaptığı tercümeyi okuyan da, Allahü tealanın buyurduğunu değil, tercüme edenin bozuk ve yanlış fikirlerine kapılarak ya bozuk itikat sahibi olur veya dinden çıkar.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanıp 1961’de, neşredilen Kur’an-ı Kerimin Türkçe Meali adındaki tercümenin önsözünde de diyor ki: “Kur’an-ı kerim gibi ilahi belagat ve i’cazı haiz bir kitab, yalnız Türkçeye değil, hiç bir dile hakkıyla çevrilemez. Eski tefsirlerin ışığı altında verilen manalara da tercüme değil, meal demek uygundur. Kur’an’ın yalnız manasını ifade eden sözleri, Kur’an hükmünde tutmak, namazda okumak ve aslına hakkıyla vakıf olunmadan ahkam çıkarmak caiz olmaz. Hiçbir tercüme, aslının yerini tutamaz. Kur’an-ı kerimde, muhtelif manalara gelen lafızlar vardır. Böyle bir lafzı tercüme etmek, çeşitli manalarını bire indirmek olur ki, verilen tek mananın, murad-ı ilahi olduğu bilinemez. Bunun için, Kur’an tercümesi demeye cesaret edilemez. Kur’an-ı kerimi tercüme etmek başka, tercümeyi Kur’an yerine koymaya kalkışmak başkadır.”

Önsözden sonra yapılan açıklamalarda diyor ki; “Bu ilahi, beşer üstü ve muciz kitabın tam hakkını vererek aynen Türkçeye çevrilmesi mümkün değildir. Bu itibarla, en isabetli yol; ayetleri kelime kelime aynen tercüme etmek yerine, Arapça aslından anlaşılan mana ve meali Türkçe ile ifade yolu olsa gerektir. Kur’an’ın nazm-ı celilini, aslındaki i’caz ve belagatini muhafaza ederek tercüme etmek mümkün değildir. Fakat, meal olarak tercümesi mümkündür. Bir dilden başka bir dile yapılan tercümelerde, her iki dilin hususiyetlerini hakkıyla belirtmeye imkan yoktur. Avrupa’da ilk Kur’an tercümesi 1141 (H.537)de Latinceye yapılmıştır. 1513 (H.919)te İtalyancaya, 1616 (H. 1025)da Almancaya, 1647 (H.1056)de Fransızcaya ve 1648 (H.1057)de İngilizceye tercüme edilmiştir. Bugün, bu dillerin herbirinde otuz kadar tercümeleri vardır.ÊAncak çeşitli eğilimli kimselerin yaptıkları tercümelerde, pek yanlış hatta garazkarane olanlar vardır.”

Kur’an-ı kerimin tefsiriyle ilgili bir diğer husus da şudur: Mısır, Irak, Hicaz, Fas Arapçaları birbirine benzemiyor. Kur’an-ı kerim, bunlardan hangisinin dili ile açıklanacak? Kur’an-ı kerimi anlamak için, şimdiki Arapçayı değil, Kureyş dilini bilmek lazımdır. Kur’an-ı kerimi anlamak için, çalışıp, yıllarca dirsek çürütmek lazımdır. Böyle çalışıp anlayan, İslam alimlerinin yazdığı tefsirlerden, açıklamalardan okuyup anlamalıdır. Derme çatma tercümeleri okuyanlar, Kur’an-ı kerimi mitolojik hikayeler, lüzumsuz, faydasız düşünceler, bayağı sözler sanır. Kur’an’dan, İslamdan soğuyup imanını kaybedebilir.

Allahü teala, Kur’an-ı kerimde mealen; “Benim kitabım Arabidir. Muhammed’e (aleyhisselam), bu Kur’an’ı Arabi dil ile indirdim.” buyurdu. O halde, Allahü tealanın melek ile indirdiği kelimelerin, harflerin ve manaların toplamı Kur’an’dır. Böyle olmayan kitaplara, Kur’an-ı kerim denemez. Bu kitaplara Kur’an diyen Müslümanlıktan çıkar. Başka dile, hatta Arabiye çevrilirse, Kur’an açıklaması denir. Manası bozulmadan da, bir harfi bile değişince, Kur’an olmaz. Hatta hiç bir harfi değişmeden, okunmasında ufak değişiklik yapılırsa Kur’an denmez.

Kur’an-ı kerimin, Latin harfleri ile yazılmasına da imkan bulunmamaktadır. Çünkü bu harflerde, Kur’an-ı kerim harflerinin hepsinin karşılığı olmadığından, mana bozulmaktadır. Okunan, Kur’an olmayıp, manasız veya rastgele manalar veren, bir ses yığını olmaktadır.

Geçmişteki ve gelecekteki bütün ilimler, Kur’an-ı kerimde mevcud olup, bütün kitaplardan üstün ve kıymetlidir. Peygamber efendimizin en büyük mucizesidir. İnsanlar, Kur’an-ı kerimin en kısa suresi gibi bir söz söylemekten aciz bırakıldılar. Kur’an-ı kerimin belagatı, fesahatı insan gücünün üstündedir.

Mevduat-ül-Ulum’da diyor ki: “Kur’an-ı kerimdeki bilgiler üç kısımdır: Birincisini hiçbir kuluna bildirmemiştir. Kendisini, isimlerini ve sıfatlarını kendinden başka kimse bilemez. İkinci kısım bilgileri, yalnız Muhammed aleyhisselama bildirmiştir. Bu yüce Peygamberden ve onun varisi olan rasih alimlerden başka kimse bunları anlayamaz. Müteşabih ayetler böyledir. Üçüncü kısım bilgileri, Peygamberine bildirmiş ve ümmetine öğretmesini emir buyurmuştur. Bu ilimler de ikiye ayrılır: Birinciler, geçmiş insanların hallerini bildiren kısas ve dünyada-ahirette yaratmış olduğu ve yaratacağı şeyleri bildiren haberler yani ahbar’dır. Bunlar, ancak Resulullah’ın bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ile, tecrübe ile anlaşılamaz. Üçüncü kısım bilgilerin ikincileri, akıl, tecrübe, Arabi ilimler ile anlaşılabilir. Kur’an-ı kerimden ahkam çıkarmak ve fen bilgilerini anlamak böyledir.”

Kur’an-ı kerim, önce gelen bütün kitapları ve onlardaki hükümleri kaldırdı. Zaten Tevrat, Zebur ve İncil tahrif edilip asılları kalmamıştır. Kur’an-ı kerimin, kıyamete kadar hiçbir zaman tahrifat (değişiklik), unutulmak, ziyade ve noksanlık olmayıp, gönderildiği gibi muhafaza edileceği, Hicr suresi 9. ayet-i kerimesinde mealen; “Hiç şüphe yok ki, Kur’an’ı biz indirdik ve muhakkak ki, onu tahrif ve tebdilden (değişikliğe uğramaktan) biz koruyacağız.” buyruldu.

Kur’an-ı kerimde kimsenin yapamayacağı, söyleyemeyeceği şeyler sayılamayacak kadar çoktur. Bunlardan altısı şöyledir:

Birincisi: İ’caz ve belagattır. Yani az söz ile, pürüzsüz ve kusursuz olarak, çok şey anlatmaktır.

İkincisi: Harfleri ve kelimeleri, Arab harflerine ve kelimelerine benzediği halde, ayetler, yani sözler ve cümleler, onların sözlerine ve şiirlerine ve hutbelerine hiç benzemiyor. Kur’an-ı kerim, insan sözü değildir. Allah kelamıdır. Kur’an-ı kerimin yanında onların sözleri, cam parçalarının elmasa benzemesi gibidir. Dil mütehassısları bunu pek iyi görüyor ve teslim ediyor.

Üçüncüsü: Bir insan, Kur’an-ı kerimi ne kadar çok okursa okusun bıkmıyor, usanmıyor. Arzusu, hevesi, sevgisi ve zevki artıyor. Halbuki, Kur’an-ı kerimin tercümelerinin ve başka şekillerde yazmalarının ve diğer bütün kitapların okunmasında, böyle arz ve lezzet artması olmuyor. Usanç hasıl oluyor. Yorulmak başkadır, usanmak başkadır.

Dördüncüsü: Geçmiş insanların hallerinden bilinen ve bilinmeyen birçok şey Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir.

Beşincisi: İlerde olacak şeyleri bildirmektedir ki, bunlardan çoğu zamanla meydana çıkmış ve çıkmaktadır.

Altıncısı: Kimsenin hiçbir zamanda, hiçbir suretle bilemeyeceği ilimlerdir ki, Allahü teala, ulum-i evvelini ve ahirini Kur’an-ı kerimde bildirmiştir.

Kur’an-ı kerimde bildirilen ilimlerden bazıları şunlardır:

1. Mahlukları inceleyerek, Allahü tealanın var olduğunu ve bir olduğunu anlamayı göstermektedir. Fen bilgileri bu kısımdadır. İçindeki bilgilerden ancak bir kısmı bu günkü insanlar tarafından bulunabilmiştir. Halbuki, bu ilmi ve fenni esaslar, 1400 küsur sene evvel Kur’an-ı kerimde bildirilmiştir. Bunlardan birkaçı şöyledir:

Dünyanın nasıl meydana geldiği hakkındaki modern bilgiler, 50-60 sene öncesine kadar bilinmiyordu. Kur’an-ı kerimde Enbiya suresi 30-33. ayet-i kerimesinde mealen; “İnkar edenler, gökler ve yer küresi birbirlerine yapışık iken onları ayırdığımızı bilmezler mi?” Yasin suresi 37 ve 38. ayet-i kerimelerinde; “İnkar edenlere bir delil de gecedir. Biz ondan gündüzü ayırırız, sıyırırız da karanlıkta kalıverirler. Güneş de kendi mahrekinde (yörüngesinde) yürür.”

İnkar edenler, bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi? (Enbiya suresi: 30)

İnsanı sudan yaratarak erkek ve kadın akrabalar yapan Allah’tır. (Fürkan suresi: 54)

Yerin yetiştirdiklerinden ve kendilerinden ve bilmedikleri bir çok şeylerden çift çift (yani bol bol) yaratan Allahü teala her türlü ayıp ve noksanlıktan münezzehtir. (Yasin suresi: 36)

Buradan bitki ve hayvanat bilgilerine, fakat bunların yanında bilmedikleri birçok şeyler diye insanların ancak zamanla ve yavaş yavaş bulabildikleri atom enerjisi gibi yeni kaynakları inceleyen ilim adamlarına imalar vardır. Nitekim cenab-ı Hak, Rum suresinin 22. ayeti kerimesinde mealen; “Gökleri ve yerleri yaratması, renklerinizin ve lisanlarınızın ayrı olması, O’nun varlığının ayetlerinden (işaretlerinden)dir. Doğrusu burada alemler (insanlar, melekler ve cinler) için ibret vardır.” buyuruyor.

Bu sözler bugün genetik (kalıtım) ile uğraşan ilim adamlarına bir işarettir. Demek oluyor ki, “dil ve renk farklarında” henüz bizim bugün daha bulamadığımız bazı incelikler vardır. Zamanla meydana çıkmaktadır.

2. Tarihi inceleyerek iman edenlerin, İslamiyete uyanların mesud olduklarını, imansızların ise, dünyada azab içinde yaşadıklarını anlatmaktadır.

3. Âhiretteki nimetleri ve azapları bildirerek, imanlı olmaya teşvik etmektedir.

4. Dünyada ve ahirette saadete kavuşmak için, nasıl yaşamak lazım olduğunu öğretmektedir.

5. Müşriklerle (inanmayanlarla), münafıklarla (inanmış görünenlerle), Yahudilerle ve Hıristiyanlarla nasıl mücadele yapılacağı bildirilmektedir.

Kur’an-ı kerimi okuyup ona uygun iman eden, hidayet üzere olur. Doğru yolda bulunur. Allahü tealaya kavuşturacak olan doğru yolu bulur. Cehennem azabından kurtulur. Hatta bunun sevabı dedelerine, çocuklarına ve torunlarına tesir eder. Îtikadı düzgün bir kimse Kur’an-ı kerimi okuyup, salih Müslümanların yazdığı ilmihal kitaplarında bildirdiği üzere amel ettiği, ibadet yaptığı takdirde büyük sevablara kavuşur. Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki:

Hoca çocuğa besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teala çocuğun anasının, babasının ve hocasının Cehenneme girmemesi için senet yazdırır.

Ümmetimin yaptığı ibadetlerin en kıymetlisi Kur’an-ı kerimi mushafa bakarak okumaktır.

Namazda okunan Kur’an-ı kerim, namaz dışında okunan Kur’an-ı kerimden daha sevaptır.

Kur’an-ı kerim okunan evden arşa kadar nur yükselir.

Ebu Hüreyre buyurdu ki: “Kur’an-ı kerim okunan eve, bereket, iyilik gelir. Melekler oraya toplanır. Şeytanlar oradan kaçar. Kur’an-ı kerim okunmazsa bunun aksi olur.”

Kur’an-ı kerimi okumak, mühim sünnettir. Tecvid ilmine uygun olarak ve hürmet ile okunan Kur’an-ı kerimi dinlemek farz-ı kifayedir. Okuyanlara verilen sevapların aynısı, dinleyenlere de verilir.

Kur’an-ı kerim hakkında batılı ilim adamları hayranlıklarını gizleyemeyip itiraflarda bulunmuşlardır. Dünyanın meşhur ediplerinden olan Goethe (1749-1832), Batı-Doğu Divanı adlı eserinde şöyle diyor: “Kur’an’ın içinde pekçok tekrarlar vardır. Onu okuduğunuz zaman, bu tekrarlar bizi usandıracak sanılıyor, fakat biraz sonra bu kitap bizi kendisine çekiyor. Bizi hayranlığa ve sonunda büyük saygıya götürüyor.”

Prof. Edward Monte; “Allah’ın birliğini en temiz, en yüksek, en kutsal ve inandırıcı ve başka hiçbir din kitabının üstün gelemeyeceği bir dil ile anlatan kitap, Kur’an’dır.” demektedir.

Gaston Kar; “İslam dininin kaynağı olan Kur’an’da cihan medeniyetinin dayandığı bütün temeller bulunmaktadır. O kadar ki, bugün bizim medeniyetimizin Kur’an’ın bildirdiği temel kurallardan kurulduğunu kabul etmemiz gerekir.” demektedir.

İngiliz Rahibi Beowerth-Simith, Muhammed ve Muhammed’e bağlı Olanlar adlı eserinde; “Kur’an üslub temizliği, ilim, felsefe ve hakikat mucizesidir” diyor.

Prof. Carlyle; “Kur’an okundukça onun alelade, gelişi güzel bir edebi eser olmadığını hemen hissedersiniz. Kur’an, kalpten gelen ve başka kalplere hemen nüfuz eden bir eserdir. Diğer bütün eserler bu muazzam eser yanında çok sönük kalır. Kur’an’ın göze çarpan ilk karekteri onun doğru ve mükemmel bir yol gösterici, dürüst bir rehber olmasıdır. İşte bence Kur’an’ın en büyük meziyeti budur. Bu meziyet diğer bir çok meziyetlere de yol açmaktadır.” diyor.


4-)İslam dininin temel ilkelerini, Hz. Muhammed'e gönderilen Tanrı buyruklarını içeren, Müslümanlığın temel kitabı, Kur'an, Kelamıkadim, Mushaf.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?

Bu kelime Dini bir Terimidir.

  • Mısırlı hafızlardan tam not Mısırlı'kurra'hafızlar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kur'an-I Kerim okuyuşuna tam not verdi.
  • Bağlan Emniyet Müdürlüğü de teslim olan Talibana birer Kur'an-I Kerim ve kaptan hediye etti.

Sizde içinde Kur'an-I Kerim kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Kur'an-I Kerim kelimesi anlamı 1661 defa okunmuştur. [242082] Kur'an-I Kerim kelime anlamı, Kur'an-I Kerim nedir, Kur'an-I Kerim ne demek, Kur'an-I Kerim sözlük anlamı

Paylaş