Medine-İ Münevvere Nedir

Medine-İ Münevvere Nedir ? Medine-İ Münevvere Ne demek ?

1-)Arabistan Yarımadasında, Hicaz bölgesinde bulunan meşhur iki mübarek şehirden biri; İslam Devletinin ilk başşehri. Hicaz’da bulunan ikinci mübarek şehir Mekke’dir. İkisine beraber “Haremeyn” ve “Hicaz”da denir. Son Peygamber hazret-i Muhammed Mekke’den çıkarak Medine’ye hicret etmiş, burada ilk İslam Devletini kurmuştur. Peygamberimizin kabr-i şerifleri ve Mescid-i Nebi de bu şehirde bulunmaktadır. Bu sebeplerden dolayı Medine-i münevvere yani nurlanmış şehir ismiyle anılır. İlk halifeler zamanında İslam devletinin idare merkeziydi.

Medine yeryüzünün 25° 20’ kuzeyi ile 37° 03’ doğu meridyeni arasında olup, Mekke’nin dört yüz kilometre batısında ve Kızıldeniz’in yüz kilometre güneyinde bulunan çölün bittiği yerde, güneye doğru uzanan az dalgalı, bir ovanın eteğindedir. Medine’nin kuzeyinde ve dört beş kilometre uzağında Uhud; doğusunda Taberiye; güney doğusunda Ayr Dağı bulunmaktadır.

Medine; Hicaz’da, Akik, Batıhan, Mehzur, Müzeynip, Kanat gibi vadilerin güzelliği, tatlı sulu kuyu kaynaklarının bolluğu ile tanınır. Medine’nin suları, güneyden ve Harre mevkilerinden çıkar. Medine’ye çok yağmur yağar yağmurların sellere sebebiyet verdiği çok olur. Medine arazisi çok verimli ve ziraata elverişlidir. Medine’de lahana, karnıbahar, pırasa ve enginardan başka, her çeşit sebzeyle karpuz, kavun, şeftali, incir, limon, turunç, acur, üzüm, elma, nar, muz ve hurmanın en iyileri yetişir. Hava raporlarına göre Medine’nin en soğuk ayı aralık olup, bu ayda ısı ortalaması (10-11) derecedir. En sıcak ay ise, temmuz ayı olup bu ayda ısı ortalaması (32) derecedir.

Medine’nin isimleri: Tarihi kayıtlara göre Amalika kavminden, Medine’ye ilk önce gelip yerleşen kimsenin ismi Yesrib olduğundan, Medine, o zamandan itibaren bu isimle anılmıştır. Yesrib, lügatta “fesad, ayıplanmış, cimri” manalarına geldiğinden, peygamberimiz, halkın Medine’ye Yesrib demelerini hoş görmemiş, O, “Medine’dir.” demiştir. Peygamberimiz; “Medine’ye bir defa Yesrib diyen kimse, on defa Medine desin!”, “Medine’ye Yesrib diyen kimse, Allah’tan af dilesin! O, Tabe’dir.” demiş ve “Allah’tan af dilesin!” sözünü de üç defa tekrarlamıştır.

Medine’nin; Tabe, Tayyibe, Âsıme, Darul-Îman, Darüs-Sünnet, Barreh, Beytür-Resul, Habibe, Mahbube, Darül-Ebrar, Darül-Hicre, Darüs-Selam, Darül-Feth, Mehfuza, Harem-i Resul, Medinet-ür-Resul (Peygamber Şehri) gibi birçok isimleri vardır. İslam tarihi yazarlarından Semhudi, Vefa adıyla yazdığı kitabında; “İsim çokluğu, isim sahibinin şerefliliğine delalet eder.” dedikten sonra, çeşitli kaynaklara dayanarak, Medine’nin doksan dört ismini sayar ve bunlar hakkında geniş açıklama yapar. Ayrıca, Medine’nin Tevrat’ta kırk isminin bulunduğunu da bildirir.

Peygamberimiz, Tebük Gazasından dönerken Medine görününce; “İşte Tabe!” demiş, Tab ve Tayyibe isminin, Medine’ye Allahü teala tarafından verildiğini açıklamıştır. Peygamberimiz, İsra ve Mi’rac hadisesini anlatırken de şöyle buyurmuştur: “Burak’a bindim. Yanımda Cebrail de bulunuyordu, gittim. Cebrail, in ve namaz kıl! dedi. Kıldım. Nerede namaz kıldın biliyor musun? Tayyibe’de kıldın ve oraya hicret edeceksin!” Medine’nin haremliği ve dokunulmazlığı hakkında Peygamber efendimiz; “Her peygamber için, bir Harem, dokunulmaz bir yer vardır. İbrahim aleyhisselam Mekke’yi haremleştirdiği gibi, ben de Medine’nin iki kara taşlığı (Ayr ve Sevr tepeleri) arasını haremleştirdim. Onun otları biçilmez, ağaçları kesilmez, orada çarpışmak için silah taşınmaz. Orada kötü bir adet çıkarana veya o adeti çıkaranı evinde barındırana Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti olsun! Onun, ne tövbesi, ne de fidyesi kabul olunur!” buyurmuşlardır. Medine-i münevverede Mescid-i Nebevi; Mekke-i mükerremede Mescidil-Haramdan sonra dünyanın en kıymetli yeridir. Mekke-i mükerreme ayrıca Müslüman devletin ilk başşehridir.

Medine tarihi: Tufan olayından sonra, hazret-i Nuh neslinden Amalika kavmi; Hicaz’da, Mekke’de ve Medine’de yerleşmişler, ilk önce ev bark yapmak, hurma yetiştirmek suretiyle Medine’yi de onlar kurmuş ve imar etmişlerdir.

Buhtunnasar, Beytül-makdis’i (Kudüs’ü) yıkıp ahalisini sürüp İsrailoğullarını esir ettikten sonra, İsrailoğullarından bir topluluk, Hicaz’a giderek Vadilkura’da, Teyma’da ve Medine’de yerleştiler. O zaman, Medine’de Amalika’nın kalıntıları ile Cürhümilerden bir kavim yaşamaktaydı. Bunlar, Medine’de hurmalıklar ve tarlalar meydana getirmişlerdi. Yahudiler de orada yerleşmeye ve gittikçe çoğalmaya başladılar. Yahudiler, günden güne azalan Cürhümilerle Amalikalıları zamanla Medine’den sürüp çıkardılar; onların mallarını, mülklerini ele geçirdiler.

Yemen’deki Me’rib Seddini (Barajını) ilk önce, fareler oymaya başlamış, sonra da Allahü teala, dehşetli bir sel gönderip bu seddi yıkmıştır. Kur’an-ı kerimde Sebe’ suresinin 15-17. ayetleri bu seddin yıkılış sebebini izah etmektedir.

Evs ve Hazreclilerin ataları, Me’rib Seddi yıkılıp yurtları seller altında kaldıktan sonra Medine’ye gelip yerleştiler. Medine’ye gelen ve önceleri, Medine’nin dış kısımlarında yerleşen Evs ve Hazrec kabilelerinden Hazrec’in büyük babası Sa’lebe bin Amr, sayıca çoğalıp kuvvetlenince, Yahudileri Medine’den çıkardı. Şehre kendi kavmini yerleştirdi. Bu defa da Yahudiler, Medine’nin dış kısmında yaşadılar.

Evs ve Hazrec adlı bu iki büyük kabile, Harise bin Sa’lebe’nin oğulları idi. Annelerinin ismi Kayle olduğu için, Kayleoğulları diye de anılırlardı. Tarihi silsile cetvelinde görüleceği üzere Medine’de ikamet eden Hazrecliler kavmi Resulullah efendimize, dedesi cihetinden Abdülmuttalib’in annesi “Selma, Âmir bin Zeyd’in kızı olduğundan, Hazreclilerle Resulullah efendimizin akrabalıkları tarihen sabittir. Ayrıca, “Neccariler” Peygamber efendimizin dayıları olmaları sebebiyle şerefleri daha fazladır. Peygamber efendimiz, babası hazret-i Abdullah cihetinden mekkeli ise de, annesi hazret-i Âmine tarafından Medinelidir. Bununla beraber gerek annesi hazret-i Âmine’nin nesebi, gerek babası hazret-i Abdullah’ın nesebi Kusay bin Kilab’ta birleşmektedir. Ayrıca Peygamber efendimizin Medine’ye hicret buyurduklarında evlerinde misafir kaldıkları hazret-i Halid Ebu Eyyubel Ensari de Hazrec kabilesinden olup, o da Resulullah efendimizin akrabasıdır.

Evs ve Hazrec kabileleri, iki kardeşten üreyip, çoğalmış oldukları halde aralarında sık sık anlaşmazlıklar çıkar, kılıçlara sarılırlar, birbirleriyle çarpışırlardı. Yahudiler de, bunları birbirine düşürmek için, aralarına fitne sokmaktan geri durmazlardı. Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki çarpışmaların sonuncusu Buas çarpışması idi ki, hicretten beş altı yıl önce olmuştu. Hazret-i Âişe’nin buyurduğu gibi, hicret sırasında Evs ve Hazrec kabilelerinin toplulukları dağılmış, en asil ve şerefli adamları öldürülmüş veya yaralanmış bulunuyordu.

Medinelilerden altı kişilik bir kafile, Mekke’de Akabe denilen yerde Peygamberimizle buluşup Müslüman oldukları zaman, Peygamberimize şöyle demişlerdi: “Biz kavmimizi, hem birbirlerine karşı, hem de kavmimizden olmayan bir kavme (Yahudilere) karşı, aralarında düşmanlık ve kötülük olduğu halde, geride bırakmış bulunuyoruz. Umulur ki Allahü teala, onları da senin sayende bir araya toplar. Biz, hemen Medine’ye dönüp onları da senin buyruğuna davet edecek, bu dinden kabul ettiğimiz şeyleri, onlara da anlatacağız. Eğer Allahü teala, onları bu din üzerinde toplar, birleştirirse, senden daha aziz ve şerefli bir kimse olmaz!”

Bundan sonra Medinelilerden on iki kişilik ikinci kafile, Mekke’ye gelip Akabe’de Peygamberimize iman ve biat etti. Peygamberimiz, Mus’ab bin Umeyr’i, Kur’an-ı kerim ve din muallimi (öğretmeni) olmak üzere onlarla birlikte Medine’ye gönderdi. Ayrıca Abdullah bin Ümmül Mektum’u da gönderdi.

Nübüvvetin 13. yılında Akabe’de Peygamberimize iman ve biat eden Medineliler 73 erkek ve 2 kadındı. Bu zamanda Medine’de hemen hemen Peygamberimizin ismi anılmayan ev kalmamış gibiydi.

“Hiçbir şehir, kolay kolay fetholunmamıştır. Medine ise, Kur’anla kolayca fetholunmuştur” sözü bir vakıayı, bir gerçeği ifade etmektedir. Bununla beraber, hicret gerçekleşmeden önce Medine’de Peygamberimize henüz iman ve biat etmemiş olanlar da vardı. Medineli Müslümanlara “Ensar” denir. Ensar, Evs ve Hazrec kabilelerine mensup Müslümanların herbirine verilen bir isimdir. Gaylan bin Cerir’in “Siz, öteden beri mi Ensar ismiyle anılırdınız, yoksa bu ismi size Allahü teala mı koydu?” sorusuna, Enes bin Malik; “Evet, bize bu ismi Allahü teala koydu.” demiştir. Kur’an-ı kerimde Ensar hakkında mealen şöyle buyurulur: “Muhacirlerle Ensardan ilk önce, İslamiyeti kabul ile başkalarını geçenler ve onlara ihsan ile tabi olanlar var ya, Allah, onlardan razı oldu. Onlar da Allah’tan razı oldular. Onlar için, altından ırmaklar akan, içinde devamlı kalacakları Cennetler hazırladı. İşte bu, en büyük bir kurtuluştur.” (Tevbe suresi: 100)

Hicret olayı ve Medine: Peygamber efendimiz, Allahü tealanın emri üzerine yol arkadaşı hazret-i Ebu Bekir ile Miladi 622’de Mekke’den Medine’ye hicret etmek üzere yola çıktılar. Rebi’ul-evvelin on ikinci Pazartesi günü, Medine’de Kuba köyüne geldiler. Peygamber efendimiz burada üç gün kaldılar ve Kuba Mescidini yaptılar. Bu mescitte ilk Cuma namazını kıldılar ve hutbe okudular. Bu mescid günümüze kadar gelmiştir. Hicri 655, 671, 733, 840, 877, 881 yıllarında ve son olarak Hicri 1244’te Osmanlı padişahlarından İkinci Sultan Mahmud tarafından yıktırılıp yeniden yaptırılmıştır. Mihrap, kubbe, tak ve kuyu üzerindeki kitabeler de o zaman yazdırılmıştır.

Peygamberimiz, Kuba’dan Medine’ye hareket etmek istediği zaman, dedesi Abdülmuttalib’in dayıları olan Neccaroğullarına haber gönderdi. Onlar da silahlanıp geldiler. Peygamberimizle hazret-i Ebu Bekir’e selam verdiler ve; “Emniyetiniz sağlanmıştır. Sizlere yardımcı olarak geldik, develerinize bininiz!” dediler.

Cuma günü, güneş yükselince, Peygamberimiz, devesi Kusva’ya bindi. Hazret-i Ebu Bekir arkasında, Neccaroğullarının yiğitleri de sağ ve sollarında olduğu halde Kuba’dan yola çıktılar.

Peygamberimiz, Kuba’dan çıkıp Ensar (Medineli Müslümanlar) ın evlerinin önlerinden geçerken onlar, Kusva’nın önüne geriliyorlar: “Ya Nebiyyallah! Ya Resulallah! bizde kuvvet, cemaat ve servet var! Bize buyur bize!” diyerek yardım ve himaye vadinde bulunuyorlar. Peygamberimiz de gülümsüyor: “Allah, onları size hayırlı ve mübarek kılsın!” diyerek dua ediyor ve; “Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği ona buyrulmuştur!” diyordu.

Peygamberimiz, Medine’nin içine doğru ilerlediği zaman, Medine sevinçten çalkalanıyordu. Erkekler, kadınlar, evlerin üzerlerine çıkmışlar; gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüş, “Ya Muhammed! Ya Resulallah! Ya Muhammed! Ya Resulallah!” diyerek bağırıyorlardı. Çocuklar ve hizmetçiler yollarda ve damlarda, “Resulullah geldi! Allahü ekber! Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi!” diyorlardı. Habeşiler de sevinçlerinden, harbelerle kılıç kalkan oyunları oynuyorlardı. Kadınlar ve çocuklar, bir ağızdan:

“Veda yokuşundan doğdu dolunay bize! Allahü tealaya yalvaran oldukça şükretmek gerekir halimize.

Ey bize gönderilen Peygamber! Sen

Boyun eğmemiz gereken bir emir ile geldin bize!” diye şiirler okuyorlardı. Bu günün kıymetini anlatmak bakımından Enes bin Malik; “Ben, Resulullah’ın Medine’ye girdiği günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim!” demiştir. Peygamberimiz, hazret-i Ebu Eyyubel Ensari’nin evinde altı ay kaldılar. (Bkz. Hicret)

Peygamberimizin Medine’de icraatları: Peygamberimiz Medine’de önce “Mescid-i Nebevi”yi yapmıştır. Bu mescid, dörtgen şeklinde yükseltilen dört duvarla bir mihrap ve üç kapıdan ibaretti. Peygamberimizin aileleri için mescidin yanına kerpiçten iki oda yapıldı ve bu odaların üzerleri hurma kütüğü ve dallarıyla tavanlandı. Âişe’nin (radıyallahü anha) odasının kapısı mescide giden yola doğru idi. Peygamberimiz, başka hanımlar ile evlenince oda sayısı arttırıldı. Peygamberimizin odasının örtüsü, servi ve ardıç kütüğü üzerine gerilmiş bir kıl dokumadan ibaretti. Oturduğu sedir, kuru ağaçlar, hurma lifi ile birbirlerine sıkıca bağlanmak suretiyle yapılmıştır. Bütün eşyası çok sadeydi. Gösterişten uzaktı.

Mescidin kuzey duvarında, hurma dalları ile bir gölgelik ve sundurma da yapılmıştı ki, buna Suffa denirdi. Burada “Ehl-i Suffa”, yani Medine’de kavim ve kabileleri, evleri barkları bulunmayan, mescidin sofasında yatıp kalkan fakir sahabiler kalırlardı. Ehl-i Suffa, geceleri namazla, Kur’an-ı kerim okumakla ve ders görüp ilim öğrenmekle geçirirler, gündüzleri de su taşır, odun toplayıp satarlar ve bunun parası ile yiyecek alırlardı. Suffa, ilim öğrenme yeriydi. Peygamber efendimiz mescidde vaaz eder, namazı Ehl-i Suffa ile kılardı. Kur’an-ı kerim öğreten hafızlar, Ehl-i Suffa’ya Kur’an-ı kerimi tecvit ile kıraat ve talim ettirirlerdi. Burası sonradan medreselere model, olmuştur. Ehl-i Suffa’dan Ebu Hüreyre ve Selman-ı Farisi gibi yüksek ilim sahibi sahabiler yetişmiştir.

Peygamberimiz, Medine’de Müslümanlar arasında selamlaşmayı, aralarında müsafehalaşmayı teşvik etmiş, Mekkeli Muhacirlerle Medineli Müslümanlar (Ensar) arasında kardeşlik bağları kurmuştur. Peygamberimizin ikişer ikişer birbirleriyle kardeş yaptığı Müslümanların sayısı, ellisi Muhacirlerden, ellisi Ensardan olmak üzere yüz kişiydi. Bunların arasında kurulan kardeşlik, maddi manevi yardımlaşma ve birbirlerine çoluk çocuklarından önce varis olma esasına dayanıyordu. Sonradan gelen bir ayetle bu şekilde varis olma durumu ortadan kaldırılmıştır. Bunun sebebi, yurttan, yuvadan, kavim ve kabileden ayrı düşmenin Muhacirlere verdiği garipliği, mahzunluğu gidermek; Mekkelileri Medine’ye ve Medinelilere ısındırmak, kendilerine destek ve kuvvet kazandırmak gayesini güdüyordu. Muhacirlerle Ensar arasında sıkı bağlarla kurulmuş olan bu kardeşlik daha sonra, gelişmiş, kaynaşmış ve ilk İslam devletinin temellerinin atılmasına sebep olmuştur. Netice olarak da, bundan sonra Peygamber efendimiz Medine İslam Devletini kurmuştur. Peygamberimiz, Medine İslam Devleti için dünyada ilk defa olmak üzere elli beş maddelik bir Anayasa hazırlamıştır. Yabancı devletlere elçiler gönderip onları Müslüman olmağa davet etmiştir. Bu Anayasa, Medine’nin bütünleşmesini temin etmiş ve Peygamberimizin son zamanlarında bütün Arabistan’ı kuşatan bir yayılmaya zemin hazırlamıştır.

Peygamberimiz Medine’de ayrıca çarşı pazar işlerini düzene koymuş, ticari hayatı Yahudilerin tekelinden alarak, Medineli Müslümanların zenginleşmesine yardımcı olmuştur. Alım-satımda faizi önlemiş, ticaretin bereketli olmasını sağlamıştır. Medine’de, Müslümanların ilim öğrenmelerini emretmiş, ilim öğrenenlerden en ehliyetlilerini devlet işlerinde çalıştırmıştır. Medine’de ziraatı geliştirmiş, hastalıkların önlenmesine çalışmıştır. Medine ve civarında bulunan Yahudileri İslamiyete davet etmiş, bunlardan bazıları İslamiyetle şereflenmiştir. Çokları da inatlarından ve fesatlıklarından Müslüman olmamışlardır.

Medine’de, Peygamberimizin hicretinden sonra bir şehir devleti kurulacak çapta siyasi ve dini gelişmeler, Mekkeliler tarafından dikkatle takip ediliyordu. Gelişmelere mani olmak maksadıyla Mekkeliler, Medineli Müslümanlara tehdit dolu ültimatom gönderiyorlardı. Bu arada hicret dolayısıyle Medine’ye göç eden Müslümanların geride kalan mallarına da Mekkeliler el koymuşlar, göç etmeyenlere de İslamiyeti kabul ettiklerinden dolayı çok çeşitli işkenceler yapmışlardı. Bütün bunlarda ulaşılmak istenen hedef İslamiyetin yayılmasını engellemekti.

Mekkelilerin bu davranışlarına karşı Peygamber efendimiz bazı tedbirlere başvurdu. Aynı zamanda hasım tarafı iktisaden güçsüz düşürmek için, Medine havalisinden, Mekkelilere ait kervanların geçmesini yasakladı. Zira Mekkeliler, Suriye ve Mısır’a gitmek istedikleri takdirde, Medine yakınlarından geçmek mecburiyetindeydiler. Nihayet Mekkeliler bu yasağa uymayıp yasak edilen yerden geçmek istediklerinde Medine’den, Mekkelilere ait kervanlara zarar vermek, onları müşkülata uğratmak üzere askeri müfrezeler gönderilmeye başlandı. Bu duruma Mekkelilerin tepkisi, kuvvet kullanarak kervan yolunu açık tutmak isteyişleri olmuştur. Taraflar arasında bu mücadele zamanla harplere dönüşmüştür.

Hicretten sonra 624 yılında Bedir Muharebesi oldu (Bkz. Bedir). 627’de Uhud (Bkz. Uhud), yine 627’de Hendek Muharebeleri yapıldı. Hendek Muharebesinde Selman-ı Farisi’nin tavsiyesiyle şehrin etrafına hendek kazıldı (Bkz. Hendek). 628’de yapılan Hudeybiye Muahedesiyle Medine’nin önemi arttı (Bkz. Hudeybiye). 630’da Mekke kan dökülmeden fetholundu (Bkz. Mekkenin Fethi). Huneyn ve Tebük seferleri yapıldı.

Peygamberimizin vefatından sonra sırasıyla hazret-i Ebu Bekir, hazret-i Ömer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali Müslümanların başına halife seçildiler. Bu halifelerden ilk üçü zamanında Medine şehri devlet merkezi olarak kaldı. Hazret-i Ali zamanında devlet merkezi Kufe’ye taşındı. Bu tarihten sonra sakin bir hayat geçirmek isteyenler, kutsal hatıralarla dolu olan bu şehre gelip yerleştiler. Medine, bundan sonra da bazı olaylara şahit oldu. Halife Yezid zamanında Medine halkı isyan etti (M. 683), fakat halifenin orduları, Harra Savaşında onları yendi. Emevilerin son zamanlarında Hariciler, Kubayd yakınında Medinelileri yendiler. Fakat Emevi halifelerinden İkinci Mervan, bunların isyanını bastırdı. Haricilerin elebaşlarını cezalandırdı (M. 745). Abbasiler zamanında da sözde hazret-i Ali taraftarı görünen bazı kimseler (M. 762’de) iktidarı (hilafeti) ele geçirmek için teşebbüste bulundular, fakat sonuç alınamadı. Hazret-i Ali’nin torun ve akrabalarının bunlarla ilgisi yoktu. Mısır’daki Abbasi halifesi Vasık’ın halifeliği zamanında, Süleym ve Beni Hilal kabilelerinin saldırıları, şehir halkına (Medinelilere) çok zarar verdi. Fatımiler, Mısır’a hakim olunca Hicaz’ın kutsal olan Mekke ve Medine şehirlerini tehdide başladılar. Büveyhoğullarından Adudüddevle, Medine’nin iç kısmını tehlikelerden emin olmak için bir surla çevirtti (M. 974). Medinelilerin büyük bir kısmı sur dışında oturduğundan, göçebelerin saldırılarına uğruyordu. Suriye Atabeki Nureddin Mahmud bin Zengi, şehrin daha büyük bir kısmını içine alan, kapı ve burçları bulunan ikinci bir sur yaptırdı (1162). Medine’nin etrafını kuşatan ve 35-40 ayak yükseklikte olan bugünkü suru yaptıran da Osmanlı Devleti Sultanlarından Kanuni Sultan Süleyman Handır. Sultan Abdülaziz Han ise, sur yüksekliğini yirmi beş metreye çıkartmıştır.

Osmanlı Devleti, Mısır’ı aldığı sırada, Memluklerin nüfuzu altında bulunan Hicaz emiri Şerif Ebü’l-Berekat, oğlu Ebu Numey’i göndererek Yavuz Sultan Selim’e bağlılığını bildirdi. Bu suretle Medine Türk hakimiyeti altına girdi (1517). Yavuz Sultan Selim Han 1517’de Hicaz’ı fethettiği zaman hutbede kendi ismini “Hakim-ül Haremeyn” olarak okuyan hatibe itiraz etmiş, “Biz bu mübarek şehirlerin hakimi olamayız! Ancak hadimi, yani hizmetçisi oluruz” demiş, Kabe’nin içini süpürmeye mahsus olan süpürgelerden birisi getirildikte, süpürgeyi bir taç gibi kaldırarak başına koymuştur. Kendinden sonra gelen sultanların taçlarına koydukları süpürge işareti buradan gelmektedir. O zaman Mekke ve Medine’nin güvenliği için, her yıl sıra ile Mısır’daki yedi ocaktan Padişahın buyruğuyla Mekke ve Medine’ye koruma ve kollama görevlisi olarak muhafız askerler gönderilir, bu iki şehrin kadıları tayin edilirdi.

Osmanlılar zamanında şehirde on mescid, on yedi medrese, bir orta, bir ilk mektep, on iki kütüphane, sekiz tekke, 932 dükkan ve mağaza, dört han, iki hamam, yüz sekiz misafirhane vardı. Nüfusu da yirmi bin kadardı. Son asırlardaki Osmanlı Sultanlarından, Sultan İkinci Mahmud-ı Adli, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanlarında sayılamayacak kadar kıymetli hizmetler bu şehrin halkına ve bilhassa Mescid-i Nebi ve Harem-i Şerife yapılmıştır.

Sultan İkinci Mahmud Han, yıkılan ve harab edilen bütün İslami eserleri yeniden inşa ve ihya eyledi. Hücre-i Saadete hediyye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği şiiri kendisinin ve bütün Osmanlı Sultanlarının Resulullah’a olan hürmet ve sevgisinin bir vesikasıdır. Bu şiir:

Şamdan ihdaya eyledim cüret ya Resulallah!

Muradımdır -Ulyaya hizmet, ya Resulallah!

Değildir ravdaya şayeste, destaviz-i naçizim,

Kabulünde kıl ihsan ve inayet, ya Resulallah!

Kimim var hazretinden gayri halimi eyleyem i’lam,

Cenabındandır ihsan ve mürüvvet, ya Resulallah!

Dahilek-el-eman, sad-el-eman, dergahına düştüm,

Terahhüm kıl, bana eyle şefaat ya Resulallah!

Du-alemde kıl istishab Han-ı Mahmud-i Adliyi,

Senindir evvel ve ahırda devlet ya Resulallah!

Kendisinden sonra oğulları Abdülmecid ve Abdülaziz Hanlar da, yapılan hizmetleri tezyin için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermiştir. Yaptıkları hizmetleri şan ve şöhret için değil, bu beldelerin hadimi (hizmetçisi) olarak yaptıklarını da ayrıca tekrar tekrar zikretmişlerdir.

Abdülmecid Han, Medine’deki Ayn-ı Zerka adındaki çeşmeyi tamir edip genişletti. Sultan Abdülaziz Han da Medine çevresindeki sur duvarlarını sağlamlaştırdı. Ayrıca büyük bir tophane, hükumet konağı, hapishane ve bir de cephanelik (silah deposu) yaptırdı.

İkinci Abdülhamid Hanın yaptıkları daha öncekilerin yaptıklarını geride bıraktı. Medine-i münevvereye 1900’de telgraf hattı döşetti. 1902’de Hamidiye-Hicaz demiryolu Zerka’ya kadar işletildi. Mescid-i Nebevi’yi ve Mekke’de bulunan Mescid-i Haram’ı gözleri kamaştıracak derecede tamir ve tezyin ettirdi. Peygamberimizin ilk hanımı Hadicetül-Kübra’nın türbesini, Fatımatüz-Zehra’nın doğum yerlerini de tarifsiz güzellikte ihya ettirdi. Mina şehrini su şebekeleriyle donattı. Eshab-ı kiramın, Seyyid Ahmed Rufai hazretlerinin ve birçok velinin kabir ve türbelerini de tamir ve ihya ettirdi. Daha sayılamıyacak hizmetleri tarihe mal oldu.

Mekke-i mükerreme ve Medine-i münevvere, Osmanlılar tarafından adalet ve hürmetle idare edilip, milyonlar sarfedilerek, mukaddes makamlar Vehhabilerin yıkımından sonra tekrar tamir ve tezyin edildi. Haremeynin mübarek ahalisi, rahat ve refah içinde yaşadı. Bu saadet zamanı Birinci Cihan Harbine kadar devam etti. Birinci Cihan Harbi, (1914-1918) sonunda, İslam birliğini parçalamak arzusuna kavuşan düşmanlar, Mekke emiri olan Şerif Hüseyin bin Ali’yi ve Ehl-i sünnetten ileri gelenleri, Hicaz’dan çıkardılar. Suudoğullarını Mekke’ye getirerek, bunları Hicaz ülkesine emir ve hakim yaptılar. (Bkz. Vehhabilik)

Medine, mukaddes bir şehirdir. Çünkü burada bulunan Peygamberimizin kabri “Ravda-i Mutahhera” yeryüzünün en kıymetli üç yerinden biridir. Diğerleri Kabe ve Mekke şehridir. Bu sebeple Hacca giden Müslümanlar, bu mübarek şehirde bulunan yerleri ziyaret etmeyi vazife bilirler. Nitekim Peygamberimiz; “Beni ziyaret için gelip, başka bir iş yapmayarak, yalnız ziyaret edene, kıyamette şefaat etmek, bende hakkı olur.” “Bana selam verene, ben de selam veririm.” buyurmaktadır.

Bugünkü Medine: Medine, “şehir, medeni yer” demektir. Medine sokakları temizdir. Evlerin ekserisi sağlam bina edilmiştir. Çoğunun etrafında bahçeleri vardır. Şehrin doğusunda Baki Kabristanı yer alır. Burada sevgili Peygamberimizin yakınlarından birçok sahabi, hazret-i Osman-ı Zinnureyn, hazret-i Hasan ve daha pekçok Eshab-ı kiramın kabirleri bulunur. Medine şehri otuz metre yüksek bir duvarla çevrilidir. Bunun kırk kulesi, dört kapısı vardır. Harem-i şerifin boyu yüz altmış beş, eni yüz otuz adımdır. Harem-i şerifin güneybatı köşesinde mermerler ve altın yazılarla süslü “Babüsselam” kapısı vardır. Harem-i şerifin içinde güney doğu köşesinde “Hücre-i Nebevi” bulunur. Kıble duvarı önünde, kıbleye karşı duran kimsenin sağ tarafında Babüsselam, sol tarafında da Hücre-i Seadet yer alır. Bunun her yeri kıymetli zinetlerle süslüdür. Medine evleri, Mekke evleri gibi kargir olup, çoğu dört beş katlıdır. Güneyde, şehre 5 km mesafede (Kuba) köyü bulunur. Sultan Süleyman Han, Kuba’dan şehre su yolu yaptırmıştır. Uhud Dağı şehre iki saat mesafede ve kuzeydedir.

Medine-i münevverede ve civarında bulunan mübarek yerlerden bazıları şunlardır: Mescid-i Nebevi: Peygamberimiz hazret-i Muhammed’in yaptırıp namaz kıldırdığı ve o zamandan beri namaz kılma ve ziyaret yeri, Kabe ve Mescid-i haramdan sonra en kıymetli mesciddir. (Bkz. Mescid-i Nebi)

Ravda-i Mutahhera (Cennet Bahçesi): Mescid-i Nebevi içerisinde, peygamberimizin kabr-i şerifi ile caminin o zamanki minberi arasındaki yerdir. Ravda-i Mutahhera’nın sütunları beyaz olup mescidin diğer kısımlarının (Mescid-i Nebi’ye sonradan ilave edilen) sütunları değişik renktedir. Burası Cennet bahçelerinden bir bahçedir. (Bkz. Ravda-i Mutahhera)

Ehl-i Suffe yeri: Peygamberimizin mübarek arkadaşlarından olup vakitlerini ilim ve ibadetle geçiren kimsesiz Müslümanların Mescid-i Nebevi’deki yeridir. Önce Mescid-i Nebevi’ye bitişik idi. Mescid-i Nebevi genişletilirken burası Mescid-i Nebevi’ye dahil edilmiştir.

Fedek: Hayber yakınlarında hurmalığı çok ve meşhur olan yerdir.

Cennet-ül Baki: İçerisinde sahabe-i kiramın kabr-i şeriflerinin bulunduğu Medine mezarlığıdır. Bu kabristandaki türbeler ve mezar taşları Vehhabiler tarafından yıktırılmıştır. Şimdi bu mezarlık bir tarla gibidir (Bkz. Vehhabilik).

Uhud Şehitliği: Uhud Dağı eteğinde, Uhud Savaşında şehit olan başta hazret-i Hamza ve diğer sahabe-i kiramın kabir ve türbelerinin bulunduğu yerdi. Türbe ve mezarlar Vehhabiler tarafından yıkıldığı için şimdi yalnız hazret-i Hamza’nın mezar yeri türbesi yıkılmış halde mevcuttur.

Kuba Mescidi: Medine’ye yaya bir saat uzaklıktaki Kuba köyündedir. Bu mescid Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicretleri sıralarında yapılmıştır. Kabe, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi, Mescid-i Aksa’dan sonra camilerin en faziletlisidir.

Medine-i münevverenin fazileti hakkında hadis-i şeriflerin bazıları şunlardır:

“Beyt-i şerifi (Ka’beyi) ziyaret edip de beni ziyaret etmeyen bana cefa etmiş olur.” “Her kim benim mescidimde (Medine-i münevvere mescidi) hiçbir vakit kaçırmayarak kırk vakit namaz kılarsa, onun için Cehennemden azad olmak ve azab ve nifaktan kurtulma beratı yazılıdır.”

“Bir kimse Haremeyn (Mekke ve Medine) ahalisine eza ederse Cenab-ı Hak onu suyun tuzu erittiği gibi mahveder.”

“Sizden biriniz Medine’de vefat etmeye gücü yetiyorsa, orada vefat etsin! Çünkü ben Medine’de vefat edenlere kıyamet gününde şefaat ederim.”

“Medine’ye Mesih Deccal’ın (değil kendisi) kokusu (bile) giremeyecektir. O fitne günlerinde Medine’nin yedi kapısı olacak her kapıda (muhafız) iki melek bulunacaktır.”

“Mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hariç, başka mescitlerde kılınan bin namazdan hayırlıdır. Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz da, sair mescitlerde kılınan yüz bin namazdan efdaldir.”


2-)MEDİNE-İ MÜNEVVERE



İlk İslam devletinin kurulduğu ve içinde
yeryüzünde ibadet kasdıyla yolculuk yapılabilecek üç
mescidden biri olan Mescid-i Nebi'nin bulunduğu Arabistan'ın
Hicaz bölgesinde yer alan kutsal şehir.

Şehrin eski adı Yesrib olup, Hicretten sonra
Resulullah (s.a.s) bu adı değiştirerek buraya Medine
demiştir. Medine'nin kelime anlamı "şehir"dir.
Ancak, bir yere nisbet edilmeksizin kullanıldığı zaman
Medine şehri kastedilmiş olur. Medine kelimesi Kur'an-ı
Kerim'de Mekki ayetlerde "Medain" şeklinde çoğul
olarak geçen bir cins isimdir. Medeni ayetlerde ise, Yesrib'in yerine
özel isim olarak kullanılmıştır (et-Tevbe, 9/101,
120; el-Ahzab, 33/60; el-Münafıkun, 63/8). Yesrib adı ise
sadece bir yerde zikredilmektedir (el-Ahzab, 33/13).

Bu şehrin asıl adı Medine olmakla
birlikte, yine İslami devirde ortaya çıkmış,
diğer bir takım isimleri de vardır. Bunlardan
bazıları şunlardır: Tabe, Tayyibe, Daru'l-İman,
Daru's-Sünne, Azra, Cabire, Mecbure, Muhabbe, Mahbube, Kasime,
Kasametul-Cabire, Yendede (Abdullah el-Endelusi, Muc'emu Ma
İste'ceme, Beyrut 1983, IV, 1201, 1202).

Medine, Mekke'den yaklaşık olarak dörtyüz
km. kuzeyde, Kızıldenizden de yaklaşık iki yüz km.
içerdedir. Deniz seviyesinden yüksekliği altıyüz otuz dokuz
metredir. Dünya üzerindeki yeri, 39° 44' enlem ve 24° 33' boylamlarıdır.

Medine şehri, kuzey doğu tarafında dört
km. uzaklıkta Uhud dağı ve Avr dağları ile
çevrili, kuzeye doğru hafif meyilli bir ovada bulunmaktadır. Bu
ova doğu ve batı yönlerinde harra denilen siyah bazalt taşları
ile kaplı arazi ile çevrilmiştir. Doğu harraları
şehirden uzaktadır ve bu harralar ile şehir arasında
kalan arazi oldukça verimlidir. Ova güney tarafında tamamen açık
olup, çorak Arabistan ovaları içerisinde bolca suya sahip olması
ona ayrı bir özellik vermektedir.

Buradaki yer üstü sularının
kaynağı yağan yağmurlardır. Bu yağmurlar
toprak altındaki su seviyesinin yükselmesine ve her taraftan
kaynakların fışkırmasına sebep olurlar. Çok yağmur
yağdığı zamanlar bu kaynaklar ve yağmur
suları şehrin güney tarafındaki mahalleleri tehdit ederdi.
Hz. Osman zamanında sel sularının şehri böyle bir
tehlikeye maruz bırakması onun bir set inşa ettirerek bu
tehlikeyi önleme yoluna gitmesine sebep olmuştu. Toprak
yapısının suyun yer altında depolanmasına
elverişli olması Medine halkının bu arada tarımla
uğraşmasına imkan sağlamıştır.
Üretilen mahsullerin başında hurma gelmektedir. Ayrıca
portakal, limon, üzüm, şeftali, muz, incir ve kayısı
bağları bulunmaktadır.

Medine'de yazlar sıcak geçer, ancak bununla
birlikte havası bunaltıcı olmayıp gayet latiftir. Kışlar
ise hava serin ve yağmurludur. Medine'nin rutubetli iklimi
Arabistan'a hakim kurak çöl ikliminden buraya gelenlerin ateşli
hastalıklara yakalanmalarına sebep oluyordu. Nitekim Mekke'den
buraya hicret eden muhacirlerden bir kısmı Medine'nin
havasına alışana kadar oldukca muzdarip
olmuşlardı. Hz. Ebu Bekir'in ateşi o kadar yükselmişti
ki o, durumunu ölüme ayağındaki ayakkabılarından
daha yakın olduğunu ifade eden bir şiirle Resulullah (s.a.s)'e
bildirmişti (Buhari, Fedailul-Medine, 12).

Eski devirlerde Amalikalılar ve Curhumlular'dan
bir grup buraya gelip yerleşmiş ve bedevilerin aksine evler inşa
ederek yerleşik ve tarıma bağlı bir yaşam sürmeye
başlamışlardı. Bedeviler, bu durumlarından
dolayı onları, "Nabatiler" adını takarak küçümsüyorlardı.
Tarıma elverişli Medine ovasında yerleşen bu
kimselerin çoğalmaları sonucu evler
sıklaşmış ve burası küçük bir şehir
halini almıştı.

Daha sonra varlıklarını İslami
döneme kadar sürdürecek olan Yahudilerin buraya gelip şehir
halkından izin alarak şehrin dış taraflarına
yerleştikleri görülmektedir. Yahudilerin Medineye ne zaman gelip
yerleştikleri kesin olarak bilinmemektedir. Yaygın olan görüş;
Buhtannasr'ın Kudüs'ü işgal edip Yahudileri buradan çıkarmasıyla
(İbnu'l-Esir, el-Kamil, Beyrut 1979, I, 262) onların güneye doğru
göç edip Makna, Teyma, Vadi'l-Kura, Hayber ve Fedek'e dağılarak
buralara yerleştikleridir (Muhammed Hamdullah, İslam Peygamberi,
çev. Salih Tuğ, I, 594). Ayrıca, Suriye'nin Rumlar veya
Filistinin Romalılar tarafından işgal edilmesi Yahudilerin
buralara göç etmesine sebep gösterilmekle beraber, Medine'nin eski
devirlerdeki tarihi hakkındaki bilgiler güvenilir olmaktan uzaktır.

Medine'ye sığıntı olarak gelen
Yahudiler, bir zaman sonra güçlenerek, Curhumiler ve Amalikalılar'ı
buradan çıkartıp şehre hakim oldular. İlk önceleri,
Kaynukaoğulları Yahudileri lider konumda iken, daha
sonraları Kurayza ve Nadiroğulları şehrin yönetimini
ele geçirdiler. Yahudiler, dışardan gelebilecek
saldırılara karşı bir takım kaleler de inşa
etmişlerdi.

Ancak daha sonraları, Yemen'li iki kardeş
kabile Evs ve Hazrec'lilerin buraya gelip yerleşmeleri Medine
tarihinde yeni bir safha açmıştı. Rivayetlere göre,
Ma'rib seddinin sel sularıyla yıkılmasından sonra,
kuzeye doğru yapılan göçlerden birinde Evs ve Hazrec, münbit
arazilerle çevrili Medine'ye yerleşmek istemişlerdi. Şehre
hakim olan Yahudiler, onlara dış mahallelerde yerleşme izni
vermişlerdi. Evs ve Hazrec Yemenli Harise b. Sa'lebe'nin
oğulları olup, anneleri Kayle'ye nisbetle onlara
Kayleoğulları da denilmekteydi. Zamanla güçlenen Evs ve Hazrec
kabileleri Yahudilerin hakimiyetine son vererek şehrin idaresini ele
geçirdiler. Bu tarihten sonra Yahudiler, kendilerine oturma izni verilen
Medine'nin dış mahallelerinde varlıklarını devam
ettirebildiler.

Evs ve Hazrecliler iki kardeş kabile olmakla
birlikte, Resulullah (s.a.s)'ın hicretine kadar devam eden büyük
bir çatışma içerisinde idiler. Yahudi kabilelerin kimisi Evs
ile kimisi de Hazrec ile ittifak kurmuş ve bu çatışmayı
kızıştırarak uzun müddet sürmesine sebep olmuşlardı.
Evs ile Hazrec'in sürtüşmesi Yahudilerin işlerini
kolaylaştırdığı için onlar bu durumdan
memnundular. Bununla birlikte Yahudi kabileler arasında da bir birlik
yoktu. Evs ve Hazrec arasında çıkan kanlı savaşlara
taraf oldukları da görülmektedir (İbnü'l-Esir, a.g.e., I,
658-687).

Bu savaşlar, Evs ve Hazrec'in gücünü
tüketirken, Yahudilerin iktisadi bakımdan güçlenerek, Medine
ekonomisine hakim olmalarına sebep oldu. Medine'de bulunan Yahudiler,
dinleri hariç tamamen araplaşmışlardı. Onların
kabile taksimatından, şahıs adlarına dek her
şeyleri Araplarla aynıydı. Bu durum bazı müsteşriklerin,
onların Arap asıllı olup Yahudiliği sonradan kabul
etmiş kimseler olduğu fikrini ileri sürmelerine sebep olmuştur
ki, bu doğru değildir. Zira Kur'an-ı Kerim'de onlara
İsrailoğulları diye hitap edilmektedir (el-Bakara, 2/47).

Hicretten bir kaç yıl önce vuku bulan Buas savaşında
Evs ve Hazrec'in ileri gelenlerinin çoğu hayatını
kaybetmişti. Son Buas savaşına kadar yüz yirmi sene süren
kanlı çatışmalar her iki tarafı oldukça zayıflatmıştı.
Bunun içindir ki, Kureyş'lilerle bir ittifak anlaşması gerçekleştirebilmek
için Mekke'ye heyetler gönderilmekteydi. Hicretten üç yıl önce,
son savaşta mağlup durumdaki Hazrec kabilesine mensup altı
kişilik heyet, Akabe mevkiinde Resulullah (s.a.s)'ın çağrısına
uyarak müslüman olmuşlardı. Bu esnada onlar Resulullah'a
Medine'deki durumu şöyle anlatıyorlardı: "Biz
kavmimizi, hem birbirlerine karşı, hem de kavmimizden olmayan
bir kavme (Yahudiler) karşı aralarında düşmanlık
ve kötülük olduğu halde geride bırakmış
bulunuyoruz. Umulur ki Allah onları da senin sayende bir araya
toplar. Dönüp, onları da senin buyruğuna davet edeceğiz
ve öğrendiklerimizi onlara da öğretmeye çalışacağız"
demişler ve Medine'ye dönerek hemen tebliğe
girişmişlerdi. Kısa aralıklarla gerçekleşen
Akabe bey'atlarından sonra Resulullah (s.a.s), Medine'ye hicret
kararı aldığında İslam, Medine'de hakimiyetini
sağlamış durumda idi.

Yahudiler, Kitap ehli oldukları için putperest
Medinelilere nazaran bilgili kimselerdirler. Onlar mağlup duruma düştükleri
müşrik Araplara; "Bir peygamber gelmek üzeredir. O peygamber
gelince ona tabi olacağız. İrem ve Ad kavimleri gibi kökünüzü
kazıyacağız" derlerdi (Asım Köksal, İslam
Tarihi (Mekke Devri), İstanbul 1981, 374).

Ancak, Peygamber'e Medineli Araplar tabi olmuş,
Yahudiler ise ona düşmanlık etmekten başka bir tavır
takınmamışlardı. Bu düşmanlıkları
onların Medine'den, peşinden de Arap yarımadasından köklerinin
kazınmasına sebep teşkil etmişti.

Hicretle birlikte Medine'de ilk yapılan şey,
bir İslam devleti kurularak, herkesin (müslim-gayrimüslim) haklarını
ve görevlerini tesbit eden bir anayasanın hazırlanması
olmuştur. Kurulan bu devletin tabii başkanı Resulullah
(s.a.s) olup, bütün işler onun emir ve talimatları
doğrultusunda yürütülüyordu. Resulullah (s.a.s), toplumun teşkilatlandırılması
ve buraya hicret eden muhacirlerin problemlerinin çözümlenmesi ile uğraşırken
diğer taraftan kurulan yeni devleti tehdid eden müşrik güçlere
karşı korunabilmesi için tedbirler alıyordu.

Hicretten hemen sonra Resulullah (s.a.s)'ın ilk
iş olarak yaptığı şeylerden birisi de, bir mescit
inşa etmek olmuştur. Bu mescid günlük beş vakit
namazların kılındığı yer olmanın
yanında, aynı zamanda kurulan devletin idari merkezi
konumundaydı. Siyasi, askeri, sosyal bütün meseleler burada
çözüme kavuşturulduğu gibi, eğitim, öğretim
faaliyetleri de burada yürütülürdü. Ayrıca bu mescit, Beytullah
ve Mescid-i Aksa'nın yanında yeryüzünde, ibadet maksadıyla
yolculuğa çıkılıp ziyaret edilen üçüncü
mescittir. Bu durum Medine'ye, Mekke ve Kudüs'te olduğu gibi bir
kutsallık kazandırmaktadır.

Hicretten sonra Medine, Mekke'li müşriklerin
askeri hedefi haline gelmişti. Bedir savaşıyla
varlığını tüm Arap yarımadasına duyuran
İslam devleti, Uhuddan sonra, bir savunma harbi niteliğinde
olan Hendek savaşında düşman güçleri ağır bir
yenilgiye uğrattı. Artık hiç kimsenin Medine ı
üzerine yürüme cesareti kalmamıştı. On sene gibi siyasi
tarih açısından çok kısa sayılabilecek bir zaman
zarfında, Resulullah (s.a.s)'ın komutasındaki İslam
orduları Arap yarımadasının tamamına
yakınını İslam'a boyun eğdirdiğinde, Medine
zamanın süper güçlerinden biri olan Bizans'a meydan okuyacak güce
ulaşan büyük İslam devletinin başkentliğini devam
ettirmekle birlikte, ilk günkü mütevazi ve sadeliğinden hiç bir
şey kaybetmemişti. Medine Resulullah (s.a.s)'den sonra, Ebu
Bekir (r.a), Ömer (r.a) ve Osman (r.a)'ın hilafetlerinde İslam
devletinin merkezi olma hüviyetini korumuştur. Hz. Osman
(r.a)'ın hilafetinin sonlarına kadar müslümanların
fitneden uzak bir hayat yaşadıkları, Medine, Hz. Osman
(r.a)'ın şehid edilmesiyle çalkantılı günler yaşadı.
Hz. Ali (r.a)'ın halife seçilmesiyle İslam devletinin başkenti
Kufe'ye nakledilmişti. Siyasi çekişmelerden uzak kalan Medine
bundan sonra, Resulullah (s.a.s)'ın şehrinin manevi havasını
teneffüs etmek ve onun sünnetini bizzat kaynağında öğrenmek
isteyen kimseler için bir sığınak olmuştur.
Ashab'ın ileri gelen alimlerinin bir kısmı, İslam coğrafyasının
değişik yerlerine dağılırken, diğer bir
kısmı da Medine'den uzaklaşmayarak burada insanlara Sünneti
öğretmek için gayretli çalışmalar yaptılar.
Fıkhi mezheplerin ekolleşmeye başlamasıyla birlikte,
Medine'de de Sünnete sıkı sıkıya bağlı
kendine has bir fıkıh anlayışı
oluşmuştu. Irak'ta İmam Azam'ın ders halkalarında
Hanefi fıkhı şekillendiği sırada, Medine'de de
Medine'nin imamı Malik b. Enes'i çevreleyen ders halkalarında
Medine fıkhı tedvin edilmeye başlanmıştı.

Yezidin haksız bir şekilde hilafet
makamına getirilmesiyle başlayan olaylar, ümmet için büyük
musibetlere sebep oldu. Yezid'in zalimane davranışlarını
tasvip etmeyen Medine halkı, Abdullah b. Hanzala'ya bey'at ederek,
Yezid'i tanımadığını bildirdi ve onun valisini
şehirden kovdu. Yezid on iki bin kişilik bir çapulcu ordusunu,
başına Müslim b. Ukbe'yi geçirerek Medine üzerine gönderdi.
Harra mevkiinde yapılan savaşta Medine ordusu bir ihanet
neticesinde mağlup olmuş, ancak ordunun her ferdi şehit
olana dek çarpışmayı sürdürmüştü. Zira onlar,
İslam'ın esaslarıyla bağdaşmayan
davranışlar içerisinde bulunan zalim bir kimseyi Medine'ye
hakim olara:c görmektense, Peygamber şehrini savunarak ölmeyi
tercih etmişlerdi. Medine'ye giren Müslim, şehri üç gün
süreyle yağmalattı (bk. Harra Olayı).

Emevilerin sonuna doğru Medine üzerine yürüyen
Hariciler, Medinelileri Kudayd yakınında yapılan
savaşta mağlup ettiler (İbn Cerir et-Taberi, Tarih, Beyrut
1967, VII, 398).

Medine'yi ele geçiren Harici Ebu Hamza, Merva'nın
gönderdiği orduya karşı Medinelileri yanına almak için
adaletin ve Sünneti ihya etmenin savaşını verdiğini
bildirmişti. Ancak Vadi'l-Kura'da yapılan savaşı
kaybedip ve mağlub olarak Medine'ye dönen Ebu Hamza'nın ordusu,
Medinelilerce imha edilmişti (Taberi, a.g.e, VII, 399).

Bütün bu siyasi çekişmelerde Medineliler, hiç
bir zaman dünyevi saltanata sahip olmak için savaşmamışlardı.
Onlar, İslam'ı ellerinden geldiği kadar Resulullah
(s.a.s)'ın sünneti çerçevesinde korumaya çalışmışlar,
zalim ve sapık sultanlara karşı verdikleri mücadelelerinde
seve seve şehadete koşmuşlardı.

Medine, Haçlılarca tehdit edilmiş,
Moğol istilası sırasında ise tehlikeli anlar
yaşamıştır. Haçlılar, Kızıldeniz
sahillerine çıkarma yapıp Medine'ye doğru yürüyüşe
geçtikleri zaman, Selahaddin Eyyubi'nin kardeşi tarafından
geri püskürtülmüşlerdi (578/1182).

Büveyhoğullarından Adudu'd-devle, Medine'yi
savunmayı kolaylaştırmak için bir sur inşa
etmişti. Ancak bu bir iç kale niteliğinde olup, Medine'nin büyük
bir bölümü güvenlik içinde sayılmazdı. Bunun içindir ki,
Suriye Atabeği Nureddin Zengi, Medine'nin tamamına
yakınını içine alan ikinci bir sur inşa
ettirmişti (557/1162).

Medine'nin geçirdiği en büyük tehlikelerden
biri, 654 (1256)'da şehrin yakınlarında bir
yanardağın infilak ederek etrafa lavlar saçmaya başlamasıdır.
Volkan patlamasından önce ve sonra günlerce süren yer sarsıntılarıyla
Medineliler dehşet dolu anlar yaşamıştı.
Yanardağdan fışkıran lavlar doğu tarafından
bir lav nehri oluşturarak akıp şehrin yakınından
kuzeye yönelmişti. Medine halkı Mescid-i Nebi'ye doluşarak
Allah Teala'ya sığınmışlardı. Bazı
alimler kıyamet alametlerinden biri olarak zikredilen Hicaz'dan bir
ateşin çıkması olayını, bu volkan
patlamasına hamletmişlerdir (Sahih-i Müslim, Tercüme ve
şerhi, İstanbul 1980, XI, 6985). Aynı yıl kandilcinin
ihmali yüzünden çıkan yangında Mescid-i Nebi
yanmış, Resulullah (s.a.s)'ın hatırasını
yaşatan minber ve diğer bir takım önemli eşyalar kül
olmuştu.

Osmanlılar döneminde Medine sakin bir hayat yaşadı.
Kanuni, Medine'yi kapılar ve burçlarla donatılmış
35-40 ayak yüksekliğinde ikinci bir surla çevrilemişti. Bu
sur, Abdulaziz zamanında yirmi beş metre yüksekliğe çıkarılmıştır.
Bu sur büyük bazalt ve granit taşları kullanılarak
inşa edilmiştir. Yaptığı surun etrafına bir
hendek kazdıran Kanuni, kapalı bir su yolu ile güneydeki tatlı
su kaynaklarından şehre su getirtti. Osmanlı dönemi
boyunca Mescid-i Nebi on altı defa önemli restorasyon çalışmaları
ile yenilendi. Padişahlar kendileri için Hadimu'l-Harameyn (Mekke ve
Medinenin hizmetçisi) unvanını kullanarak bunu büyük bir
şeref kabul ettiler. 1804'de Vahhabiler'in eline geçen Medine'de
bir takım tahribatın yapıldığı görülmektedir.
Vahhabiler şehirdeki hazineleri ve Mesciddeki kıymetli taş
ve mücevheratı talan ettiler. Kabir ziyareti konusundaki
aşırılıkları yüzünden Resulullah (s.a.s)'ın
kabrinin ziyaret edilmesini yasakladılar. 1814'de Osmanlı
Devletinin Asi Mısır valisi Mehmed Ali Paşa, oğlu
Tosun Paşa komutasında Hicaz'a gönderdiği kuvvetlerle
Medine Vahhabilerden geri alındı. Abdullah b. Su'ud,
Osmanlı hakimiyetini tanımak zorunda kaldı.

II. Abdülhamid 1901'de İstanbul'u Medine'ye
bağlayacak olan Hicaz demir yolunun yapım çalışmalarını
başlattı. Böyle bir demiryolu ile hem hac yolculuğu
kolaylaşacak hem de bölgenin merkeze bağlılığı
kuvvetlendirilmiş olacaktı. Demiryolunun stratejik önemi
oldukça büyüktü. Gerektiğinde ordular çok süratli bir
şekilde bölgeye sevkedilebilecekti. Demiryolu 1908'de Medine'ye
kadar ulaşmıştı. Abdülhamid her yolu deneyerek artık
dayama tedbirle ayakta zor durabilen devleti emperyalist batı
devletlerine karşı savunabilmek için İslam ümmetinin
birliğini sağlamaya çalışıyordu. Ancak,
İngilizlerle işbirliği yaparak isyan eden Şerif Hüseyin,1916'da
kendini Hicaz kralı ilan ederek Osmanlı kuvvetleriyle
savaşmaya başladı. Medine'de müdafaa savaşı
veren Osmanlı kuvvetleri 1918'de I. Dünya savaşına son
veren mütareke ile şehri boşalttılar.

Şerif Hüseyin kendini halife ilan etmek istedi;
ancak bunu hiç kimseye kabul ettiremedi. İngilizlerin
desteğinin yön değiştirmesi ile Hicaz bölgesi,
Vahhabileri idaresi altında toplayan İbn Su'ud'un eline geçmiş
oldu (1924). Hicaz ve dolayısıyla Medine bu tarihten itibaren
Su'ud hanedanının yönetimi altındadır. Vahhabiliği,
resmi mezhep kabul eden bu hanedan, iktidarlarını sürdürebilmek
için İslamın hizmetinde olduklarını göstermeye çalışmaktadırlar.
Bu krallıklarını kendilerine Hadimü'l-Harameyn ünvanını
verdikleri halde, bu ünvana yaraşır bir tavır
sergiledikleri görülmemiştir. Her ne kadar Mekke ve Medine'deki
Haremlerde ve Hacla ilgili diğer kutsal mekanlarda bir takım
çalışmalar yapıyorlarsa bile, gerçekte bu göstermelik
bir faaliyet olmaktan öteye gitmemektedir. İslam'ın temel
prensiplerinden birisi olan Hac farizasını ifa etmek isteyen müslümanların
önüne çeşitli engeller koyarak, bu ibadeti yerine getirmelerini
zorlaştırmaktadırlar. Günümüzde A.B.D. yanlısı
ve onun çıkarlarının kollayan bir politika izleyen Suudi yönetimi,
İslam prensiplerine göre müslümanların tamamının
ortak malı olan kutsal topraklan, İslam düşmanlarının
arzu ve istekleri doğrultusunda inananlara yasaklarken, aslında
bu topraklara girmesi haram olan müşrik batılıların
serbestçe dolaşmalarına ses çıkarmamaktadır.

Medine, Mekke'den sonra müslümanlar için Allah
Teala'nın kutsal kıldığı ikinci şehirdir.
Resulullah (s.a.s), Hicretten hemen sonra bir devlet kurup Medine
halkının birbiriyle olacak ilişkilerini düzenleyen bir
anayasa hazırladığı zaman, ilk başta bir
şehir devleti niteliğinde olan devletin hudutlarını da
tesbit etmişti. İşaretlenen bu hudutlar dahilinde kalan bölge,
Mekke'ye benzer şekilde harem kılınmıştır.
Resulullah (s.a.s) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:

Medine, şuradan şuraya kadar haremdir. Bu
harem içerisinde olan ağaçlar kesilmez ve bu sahada Kitap ve
Sünnete muhalif amel işlenemez. Her kim burada Kitap ve Sünnete aykırı
bir amel icad ederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların
laneti onun üzerinedir" (Buhari, Fedailu'l-Medine, 1). Resulullah
(s.a.s)'ın işaret ettiği sınır, Uhud ile Ayr
dağı arasında kalan bölgedir (Tecrid-i Sarih tercemesi,
Ankara 1980, VI, 228).

Diğer bir hadis-i şerifte şöyle
denilmektedir: "Ben bir karyeye hicret etmekle emrolundum ki, o karye
diğer bütün karyelere galip gelir. Bu karyeye Yesrib denilmektedir.
O, Medine'dir. Demirci körüğünün demirin kirini giderdiği
gibi, pis insanları giderir (dışına atar) "
(Buhari, Fedailu'l-Medine, 2).

Müslüman olmayan bir kimsenin Medine'de üç günden
fazla ikamet etmesi caiz değildir. Hz. Ömer (r.a), Yahudi, Hristiyan
ve Mecusilerin getirdikleri malları satmaları için onlara
Medine'de üç gün kalma izni veriyordu (Muhammed Revvas Kal'acı,
Mevsu'atı Fıkhı Ömer İbnü'l Hattab, 1981, s. 601).

Resulullah (s.a.s), Medine'yi çok severdi. Bir
seferden döndüğü zaman Medine'yi uzaktan gördüğünde bineğini
hızlandırırdı (Buhari, Fedailu'l-Medine, 10). Hz.
Ömer (r.a)'ın yaptığı bir duada Sahabelerin Medine'ye
olan sevgileri açık bir şekilde görülmektedir: Allah'ım!
Beni senin yolunda şehit olmakla rızıklandır ve benim
Ölümümü Resulünün şehrinde (Medine) kıl" (Buhari,
Fediulu'l-Medine, 11).

Ömer TELLİOĞLU


3-)Allahü teala Kur'an-ı kerimde mealen buyurdu ki:

Onlar (münafıklar); "Eğer Medine'ye dönersek, andolsun en şerefli ve kuvvetli olanımız oradan en hakir ve zaif olanı muhakkak çıkaracaktır" diyorlardı. Halbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Allah'ındır, Peygamberinindir, mü'minlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler. (Münafikun suresi: 8)

Medine-i münevvereye Mesih Deccal'in (değil kendisi) kokusu bile giremeyecektir. O fitne günlerinde Medine'nin yedi kapısı olacak ve her kapıda muhafız iki melek bulunacaktır. (Hadis-i şerif-Ahbaru Mekke)

Medine-i münevvere, Mekke-i mükerremenin batısında ve Kızıldeniz'in doğusunda yer alan kuzeye doğru meyilli çölün ve güneye doğru uzanan az dalgalı bir ovanın bittiği yerde kurulmuştur. Çok verimli ve tarıma elverişli topraklarında her çeşit sebze, çeşitli meyveler ile muz ve hurmanın en iyileri yetişir. Arabistan yarımadasının diğer bölgelerine göre serin bir iklime sahibdir. (Eyyub Sabri Paşa)

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Mekke-i mükerremede insanları on üç sene müddetle İslam dinine davet ettikten sonra Allahü tealanın emri ile Medine-i münevvereye 622 senesi Rebi-ul-evvel'in sekizinci Pazartesi günü hicret etti. Burada İslamiyet'i her tarafa yaydı. On sene sonra yani 632 senesi Haziran'ında, Rebi-ul-evvelin on ikinci Pazartesi günü Medine-i münevverede vefat etti. (Mevlana Halid-i Bağdadi)

Peygamber efendimizin yaptırdığı Mescid-i Nebi içerisinde yer alan "Kabrim ile minberim arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir" buyurarak medh ettiği Ravza-i mütahhera (Cennet bahçesi), Peygamber efendimizin kabr-i şerifi, Uhud şehidliği, başta hazret-i Osman olmak üzere pekçok Sahabe-i kiramın (Peygamberimizin arkadaşları) kabirlerinin bulunduğu Cennet-ül-Baki' kabristanı gibi mübarek yerler Medine-i münevverededir. (Eyyub Sabri Paşa)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Sizde içinde Medine-İ Münevvere kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Medine-İ Münevvere kelimesi anlamı 2588 defa okunmuştur. [239061] Medine-İ Münevvere kelime anlamı, Medine-İ Münevvere nedir, Medine-İ Münevvere ne demek, Medine-İ Münevvere sözlük anlamı

Paylaş