Mekke’Nin Fethi Nedir

Mekke’Nin Fethi Nedir ? Mekke’Nin Fethi Ne demek ?

1-)sayıca az olan ilk Müslümanların müşriklere karşı imanlarını korumak ve yaymak maksadıyla hicret ettikleri Mekke’yi, on yıl sonra güçlü ve kalabalık bir ordu halinde geri dönüp fethetmeleri. Hicretin altıncı yılında Peygamber efendimizle Hudeybiye Antlaşmasını yapan Mekkeli müşrikler, iki yıl sonra bu antlaşmayı bozdular. Sulhun devamı için Müslümanlara yapılan yeni tekliflere de uymadılar. Peygamber efendimizin hazırladığı İslam ordusu, hicretin onuncu yılında müşriklerden Mekke’yi kan dökülmeden aldı.

Mekkeli müşrikler; Muhammed aleyhisselama Peygamberlik verilip insanları şirkten, puta tapmaktan vazgeçmeye ve Allahü tealaya iman etmeye davete başladığı günden itibaren sevgili Peygamberimizle Müslümanlara şiddetli düşmanlık gösterdiler. Bunun üzerine Allahü teala tarafından Müslümanların hicret etmelerine izin verildi. Böylece Mekkeli Müslümanlar mallarını mülklerini bırakarak Medine’ye hicret ettiler. (Bkz. Hicret)

Peygamberimizin Mekkeli müşriklerle sulh ve harp devri olmak üzere iki şekilde münasebeti oldu. Sulh devrinde müşriklerin alay, hakaret, işkence bütün münasebetleri kesme ve şiddete başvurma gibi çeşitli safhalarda sürdürdükleri düşmanlık, hicretin ikinci yılında harp şekline dönüştü.

Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicret etmesinden sonra da düşmanlıklarını devam ettiren müşrikler, ordu hazırlayıp Medine’de bulunan Müslümanlar üzerine yürüdüler. Bedir, Uhud, Hendek gibi kanlı savaşlar yapıldı (Bkz. İlgili mad.). Bu savaşlarda Müslümanlar karşısında tutunamayıp perişan oldular. Nihayet hicretin altıncı yılında Peygamberimizle sulh yapmayı kabul ettiler ve Hudeybiye Antlaşmasını imzaladılar.

On yıl süre için imzalanan bu antlaşmanın bir maddesine göre Kureyş kabilesi dışında kalan diğer Arap kabileleri, Müslümanlardan veya müşriklerden istedikleri tarafın himayesine girebileceklerdi (Bkz. Hudeybiye Antlaşması). Bu antlaşma gereğince Huzaa kabilesi Peygamberimizin, Beni Bekr kabilesi de müşriklerin himayesine girmişti. Bu iki kabile arasında eskiden beri sürüp gelen bir düşmanlık vardı. Bahaneler arayarak hadise çıkarmak isteniyordu. Bir gün Mekkeli müşriklerin himayesindeki Beni Bekr kabilesinden biri şiir okuyarak Peygamber efendimizi hicvetmeye yeltendi. Huzaa kabilesinden bir genç buna razı olmayıp, hicvedici şiir okuyan adama bundan vazgeçmesini söyledi. Fakat o vazgeçmedi. Bunun üzerine başına vurup, yardı ve susturdu. Beni Bekr kabilesi bu hadiseyi bahane ederek Huzaa kabilesi üzerine aniden saldırdı. Kureyş müşrikleri de bu saldırıda Beni Bekr kabilesine yardımda bulundukları gibi kıyafet değiştirerek onlarla birlikte Huzaa kabilesi üzerine saldırdılar. Hudeybiye Antlaşması gereğince emin bulunan Huzaa kabilesi, bu ani saldırıda hazırlıksızdı. Yerleşmiş oldukları Vetir Suyu denilen yerden Mekke’ye kadar kaçmak zorunda kaldılar. Kabe’ye ve hareme sığınmış oldukları halde üzerlerine hücum edildi ve neticede Huzaa kabilesinden yirmi üç kişi öldürüldü.

Bu saldırıda himayelerinde bulunan Beni Bekr kabilesine at ve silah vermek gibi yardımda bulunmaktan başka bilfiil çarpışmaya da katılan Kureyş müşrikleri, Hudeybiye Antlaşmasını bozdular.

Huzaa kabilesi durumu Peygamber efendimize arz etmek üzere kabileden 40 kişilik bir heyeti Medine’ye gönderdiler. Peygamberimiz Huzaa kabilesinden gelen heyeti, kendilerine mutlaka yardım edeceklerini vaad ederek, yurtlarına geri gönderdi.

Sevgili Peygamberimiz bunun üzerine Mekkeli müşriklere haber göndererek; “Ya Huzaa kabilesinden öldürülenlerin diyetini (kan bedelini) ödeyiniz veya Beni Bekr kabilesini himayeden vazgeçiniz. Bunlardan birini kabul etmezseniz Hudeybiye Antlaşmasını bozduğunuzu ve bunun neticesi olarak sizinle harb edeceğimizi biliniz.” teklifinde bulundu.

Mekkeli müşrikler bu teklifleri kabul etmediklerini ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. Böylece Hudeybiye Antlaşması resmen bozulmuş oldu. Antlaşmayı bozan Kureyş müşrikleri, kısa bir müddet sonra da antlaşmayı yenilemek istediler. Bu maksatla o zaman henüz Müslüman olmamış olan Ebu Süfyan’ı Medine’ye gönderdiler.

Ebu Süfyan Medine’de kendi kızı ve Peygamberimizin zevcesi olan Ümmü Habibe’ye ve Eshab-ı kiramın ileri gelenlerine, sonra da Peygamberimize gidip, sulhu yenilemek istediklerini söylediyse de müsbet cevap alamadı. Ebu Süfyan son olarak hazret-i Ali ile görüştü. Ali radıyallahü anh ona; “Sen Kureyşin ileri gelenisin, çıkıp halk içinde antlaşmayı yeniliyorum.” dersin, diyerek başından savdı.

Ebu Süfyan, Peygamberimizin mescidine girdi; “Ey insanlar ben her iki tarafı da himayeme alıyor sulhu yeniliyorum.” dedi. peygamberimiz; “Ya Eba Süfyan! Bunu sen söylüyorsun, ben değil.” buyurdu. Ebu Süfyan bundan sonra Mekke’ye döndü. Mekke’ye varınca Kureyş müşriklerine durumu anlatıp; “Hayatımda eshabının Muhammed’e gösterdiği bağlılık ve itaat gibi bir itaatle bağlanan bir kavim görmedim.” dedi. Müşrikler; “Sen hiçbir şey yapmamışsın, senin kendi kendine ilan ettiğin sulhun hiçbir hükmü olmaz. Sen bize sulh haberi getirmedin ki emin olalım, harp haberi de getirmedin ki harbe hazırlanalım.” diyerek Ebu Süfyan’a sitem ettiler.

Ebu Süfyan Mekke’den döndükten sonra, Peygamberimiz, hazret-i Ebu Bekr’le Ömer’i çağırdı. İstişare yaptı ve harbe karar verdi. Hazırlığa başlanıp, ordu toplandı. Bütün hazırlıklar gizli tutuldu. Mekke yollarının tutulması ve kontrol işi Huzaa kabilesine verildi. Bu kontrol son derece titizlikle yapıldı. Ancak bu durum Medine’den Mekke’ye gitmekte olan bir kadın vasıtasıyla gönderilen mektupla Mekkelilere haber verilmek istendi. Bazı sebeplerle girişilen bu teşebbüs Peygamberimize Allahü teala tarafından Cebrail aleyhisselamla gönderilerek bildirildi. Peygamberimiz, hazret-i Ali ile hazret-i Zübeyr bin Avvam ve Mikdad bin Esved’i (radıyallahü anhüm) çağırıp; “Sür’atle gidiniz Hah denilen yere vardığınızda bir hatun bulursunuz. Onda bir mektup vardır. O mektubu alıp bana getiriniz.” buyurdu. Süratle gidip kadını buldular. Mektubu istediklerinde kadın; “Benim yanımda mektup yok.” diyerek gizlemek istedi. Hazret-i Ali kılıcını çekip; “Resulullah asla yalan söylemez.” deyince kadın saç örgüsünün arasına sakladığı mektubu çıkarıp verdi. Böylece haber verme teşebbüsü engellendi.

Sevgili Peygamberimiz bütün hazırlıkları tamamladıktan sonra on bin kişilik bir ordu ile Mekke’ye doğru yola çıktı. Medine’den hareket Ramazanın ilk günlerinde idi. Bu sırada hazret-i Abbas da Medine’ye hicret ediyordu. Yolda İslam ordusu ile karşılaştı. Daha önce Müslüman olduğu halde durumu müşriklerden gizleyerek Mekke’de kalmıştı. Peygamberimiz, amcası hazret-i Abbas’a; “Muhacirlerin sonuncusu sen oldun.” buyurdu.

Peygamberimiz ordusuyla Mekke’ye yaklaşırken yollar tamamen tutulmuş olduğu için Kureyş müşrikleri üzerlerine gelen İslam ordusundan habersizdi. Sevgili Peygamberimiz, savaş düzenine soktuğu ordusunda kabilelere bayrak ve sancaklar verdi. Merru’z-Zahran denilen yere varınca karargah kuruldu. Burada Peygamberimiz, gece vakti on bin ateş yakılmasını emretti. Her birlik kendi çadırı önünde ateş yaktı. Bir anda her tarafı aydınlatan binlerce ateşin yandığını gören Mekkeliler neye uğradıklarını bilemeyip iyice şaşırdılar. Hemen Ebu Süfyan’ın yanına toplandılar. Ebu Süfyan yanına aldığı üç dört kişiyle durumu öğrenmek için İslam ordusunun bulunduğu yere doğru yürüdü. Karargaha yaklaştığı sırada İslam askerleri onu yakaladılar. Hazret-i Abbas onu alıp Resulullah’ın huzuruna götürdü. Peygamberimiz Ebu Süfyan’ı affedip, amcası Abbas’a; “Onu bu gece çadırına götür sabah bana getir.” buyurdu. Sabah olunca Resulullah’ın huzuruna götürüldüğünde; “Ey Ebu Süfyan! Henüz, La ilahe illallah, diyeceğin vakit gelmedi mi?” buyurdu. Ebu Süfyan Peygamberimize; “Anam babam sana feda olsun. Bu kadar cefadan sonra beni hidayete çağırıyorsun, ne hoş hilm ve ne güzel kerem sahibisin. İnandım ki Allahü tealadan başka ilah yoktur.” dedi. Sevgili Peygamberimiz; “Benim peygamber olduğumu da tasdik etme zamanın gelmedi mi?” buyurunca Ebu Süfyan, Kelime-i şehadeti söyleyerek Müslüman oldu.

Peygamberimiz Ebu Süfyan’a (radıyallahü anh); “Kim Ebu Süfyan’ın evine, Kabe’ye, Mescid-i Haram’a ve kendi evine sığınırsa emindir.” buyurarak Mekkeli müşriklere bunu bildirmesini emretti. Ebu Süfyan, Mekke’ye dönmek üzere izin istediğinde Peygamberimiz amcası hazret-i Abbas’a; “Ebu Süfyan’ı al, ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götür İslam ordusunun büyüklüğünü görsün.” buyurdu. Abbas (radıyallahü anh); onu alıp ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götürdü. Ordu hareket edip, Eshab-ı kiram kabile kabile Ebu Süfyan’ın önünden geçiyor “Allahü ekber” sedaları her tarafı çınlatıyordu. Her birlik geçtikçe Abbas (radıyallahü anh) ona tanıtıyordu. En son Peygamberimizin bulunduğu birlik geçti. Bundan sonra Ebu Süfyan süratle Mekke’ye döndü. Mekke’ye varınca kendisini heyecan ve endişe ile bekleyen Kureyşlilere: “Ey Kureyş! Bu gelen Muhammed’dir (sallallahü aleyhi ve sellem) karşısına çıkılmayacak bir kuvvetle Mekke’ye geliyor. Her kim Ebu Süfyan’ın evine, Mescide sığınır veya kendi evine kapanırsa emindir.” dedi.

Ebu Süfyan’ın (radıyallahü anh) sözlerini heyecanla dinleyen Kureyş müşrikleri büyük bir şaşkınlık içine düşüp, bir kısmı Ebu Süfyan’ın evine bir kısmı Harem-i şerife girdi. Bir kısmı da kendi evine kapanıp dışarı çıkmadı. Silahını alıp sokaklarda dolaşanlar da görülüyordu.

Peygamberimiz, Mekke’ye girerken kumandanlara şehre hangi semtlerden gireceklerini gösterip, orduyu dört kola ayırdı ve; “Size karşı konulmadıkça ve saldırılmadıkça hiç kimseyle çarpışmaya girmeyiniz! Hiç kimseyi öldürmeyiniz!” buyurdu. Yalnız Mekkelilerden bazı kimselerin bunun dışında olduğunu bildirdi.

İslam ordusu, kollar halinde Mekke’ye girdi. Sadece Halid bin Velid’in (radıyallahü anh komuta ettiği birliğe karşı bir grup müşrik karşı koydu. Halid bin Velid hücum edenlerin on üçünü öldürdü, diğerlerini dağıttı.

Peygamberimiz, Kusva adlı devesi üzerinde Fetih suresini okuyarak Mekke’ye girdi. Sağında Ebu Bekr, solunda Üseyd ibni Hudayr, etrafında Muhacirin ve Ensar’dan bir kısım eshab vardı. Kabe’yi görünce tekbir getirdiler. Yükselen tekbir sadalarının akisleri dağlardan geliyordu. Peygamberimiz Kusva adlı devesinin üzerinde Harem-i şerife girdi. Kabe’yi deve üstünde yedi defa tavaf etti. Tavaf sırasında Kabe’deki putlar, elindeki değnekle işaret ettikçe ve dokundukça, devriliyor ve; “De ki hak geldi batıl zail oldu, çünkü batıl yok olmaya mahkumdur.” mealindeki İsra suresi 8. ayetini okuyordu. Yüksek yerlerde bulunan putların da devrilmesi için Hazret-i Ali; “Ya Resulallah! Omuzuma basarak deviriniz.” deyince, “Ya Ali, sen nübüvvet sikletine tahammül edemezsin, sen benim omuzuma bas bu işi yerine getir.” buyurdu. Allah’ın Arslanı, emre uyarak mübarek omuzuna basıp yüksekte bulunan putları devirdi ve büyük nimetlere kavuştu.

Peygamberimiz daha sonra Kabe’nin anahtarını isteyip kapısını açtırdı. Hazret-i Ömer ile Osman bin Talha’ya Kabe’nin içine girip oradaki putları devirmelerini ve putlardan temizlemelerini emretti. Onlar da girip buradaki putları kırıp parçaladılar. Böylece Kabe’nin içi putlardan temizlendi. Sonra Peygamberimiz, Ömer, Bilal-i Habeşi, Üsame-tübni Zeyd ve Osman bin Talha (radıyallahü anhüm) ile birlikte Kabe’nin içine girdi. İki rekat namaz kıldı ve Beyt-i şerifin içini dolaşıp her tarafında tekbir getirdi ve bir müddet Kabe’nin içinde kaldı. Bu sırada Mekkeli Kureyş müşrikleri de, Mescid-i Haram’a toplanıp, Kabe’nin etrafını sararak haklarında verilecek kararı heyecanla bekliyorlardı.

Peygamberimiz, Kabe’nin kapısının eşiğine durup sabırsızlıkla bekleyenlere karşı şöyle buyurdu: “Allah’dan başka ilah yoktur. Yalnız Allah vardır. O’nun eşi ve ortağı yoktur. O vaadini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Bütün düşmanlarımızı dağıttı. İyi biliniz ki cahiliyye devrine ait olan eski görenekler, kan ve mal davaları artık şu iki ayağımın altındadır, ortadan kaldırılmıştır. Yalnız Kabe hizmetiyle hacılara su dağıtma işi bırakıldı.

Ey Kureyş cemaati! Allah sizden eskiden kalma gururu, babalarla, soylarla övünmeyi giderdi. Bütün insanlar Âdem’den, Âdem de topraktan yaratılmıştır.” Peygamberimiz devam ederek; “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve sizi milletlere, kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız (öğünesiniz diye değil) Allah katında en iyiniz takvası en çok olanınızdır. Şüphesiz ki, Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır. Mealindeki ayet-i kerimeyi okudu (Hucurat suresi: 13).

Sonra da; “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi size nasıl muamele edeceğimi sanıyorsunuz?” diye sordu. Kureyşliler: “Hayır umarız, sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız.” dediler. Peygamberimiz “Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi ben de size: Bugün artık size geçmişten sorumluluk yoktur, derim. Haydi gidiniz, serbestsiniz.” buyurdu. O gün öğle namazı vaktinde Bilal-i Habeşi Sevgili Peygamberimizin emriyle ezan okudu.

Mekke’nin fethinin ikinci günü Peygamberimiz bir hutbe daha okudu. Bu Müslümanların kardeş olduğunu ve karşılıklı haklarını ve daha birçok hususu bildirdi. Peygamberimiz umumi af ilan ettikten sonra, Kureyşliler Müslüman oldular. Seneler önce kendilerini imana davet ettiğinde inanmayanlar, o gün Safa Tepesinde Peygamberimize biat ettiler. Erkekler, Allahü tealadan başka ilah olmadığına, Muhammed aleyhisselamın Allahü tealanın kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederek İslamiyet ve cihad üzerine; Kadınlar, imandan sonra Allahü tealaya şirk koşmamak, hırsızlık ve zina yapmamak, çocuklarını öldürmemek ve asi olmamak üzere biat ettiler.

Mekkeli müşrikler içinden bazı azılı kimseler umumi aftan hariç tutulmuştu. Bunlardan Mekke’nin fethi sırasında kaçanların bazısı yakalandıkları yerde öldürüldü. Fakat pek çoğu yine affedildi. Bunlardan affa uğrayıp, Müslüman olanlardan Ebu Cehil’in oğlu İkrime, Abdullah bin Sad, Vahşi ve Ebu Süfyan’ın hanımı Hind, Safvan, Ka’b ibni Züheyr ve Habban (radıyallahü anhüm) gibi kimseler vardı.

Peygamberimiz fetihten sonra on beş gün Mekke’de kaldı. Bu sırada Mekke çevresindeki yerlerde bulunan putlar da kırıldı. Böylece Mekke ve çevresi putlardan temizlendi. Orada bulunanlar Müslüman olmakla şereflenerek dünya ve ahiret saadetine kavuştular.

Mekke’nin fethi İslam tarihinde değil, bütün cihan tarihinde benzeri bulunmayan bir hadisedir. İmanları-İslamlıkları sebebiyle yurtlarından ayrılan Sevgili Peygamberimiz ve Eshab-ı kirama Allahü tealanın en büyük lütuflarından biridir. Bu fetihle Arabistan Yarımadasında şirkin (Allah’a ortak koşmak) cemiyet ve güç halindeki varlığı sona ermiş, Kabe ve civarı putlardan temizlenmiş, tevhid inancı kesin hakimiyetini ilan etmiştir. Mekke’nin fethi ile Arabistan Yarımadasında ilk İslam Devleti de kuruluşunu tamamlamış, bundan sonra İslamiyet üç kıtaya hızla yayılmaya başlamıştır. Mekke’nin fethi, İslamiyette öylesine derin mana ve hikmetlerle doludur ki, daha sonraki asırlarda yaşamış İslam alim, evliya ve kumandanları da çeşitli vesilelerle bu fethi kendilerine örnek alıp, hal ve işlerine de ölçü kabul etmişlerdir.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Sizde içinde Mekke’Nin Fethi kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Mekke’Nin Fethi kelimesi anlamı 8 defa okunmuştur. [239075] Mekke’Nin Fethi kelime anlamı, Mekke’Nin Fethi nedir, Mekke’Nin Fethi ne demek, Mekke’Nin Fethi sözlük anlamı

Paylaş