Mezhep Nedir

Mezhep Nedir ? Mezhep Ne demek ?

1-)bir müctehidin dini kaynaklardan çıkardığı hükümlerin hepsi. Müctehid alim tarafından, imanda ve amelde (ibadetlerde ve işlerde) Allahü tealanın rızasına kavuşmaları için Müslümanlara gösterilen yol. Bir müctehidin, İslamiyeti kaynaklardan anlamak ve anlatmak hususunda takib ettiği usuller ve bu usullere bağlı olarak çıkardığı hükümler. Mezhep, lügatte gitmek, takip etmek, gidilen yol manalarına gelir. Genel olarak görüş, doktrin, akım manalarına da kullanılmıştır.

Mezhep kelimesi, bilhassa günümüzde dini bir tabir olarak kullanılmaktadır. Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinde de mezhepler ortaya çıkmıştır. Yahudiliğin mezhepleri (Sadukiler, Esseniler, Talmutçular... gibi) kısmen unutulmuş, Hıristiyanlıkta ise her bir mezhep (Katolik, Ortodoks, Protestanlık... gibi) birbirinden tamamen uzak ayrı dinler halini almıştır. Aralarındaki ayrılıklar, birbirleriyle harpler ve katliamlar yapacak derecede kin ve düşmanlığa dönüşmüştür. Nitekim 24 Ağustos 1572’de, Saint Barthelemy Yortu Gününde, Dokuzuncu Şarl ve Kraliçe Katerin’in emriyle Paris ve civarında 60.000 Protestan öldürülmüştür. Hıristiyanlık dünyasında mezhepler arasında bunun gibi büyük katliamlar çok olmuştur (Bkz. Hıristiyanlık)

İslamiyette mezhep: İslam dininde, iman edilecek şeylerde mezheplere ayrılmak yoktur. İslamiyet, Müslümanlardan Resulullah efendimizin inandığı ve bildirdiği gibi iman etmelerini istemektedir. Peygamberimiz bir tek iman bildirmiştir. Eshab-ı kiramın hepsi, O’nun bildirdiği gibi inanmış, itikatta (inançta) hiçbir ayrılıkları olmamıştır. Peygamberimizin vefatından sonra insanlar, İslamiyeti Eshab-ı kiramdan sorarak öğrendiler. Hepsi aynı imanı bildirdiler. Onların, Peygambemrimizden naklederek bildirdikleri bu imana “Ehl-i sünnet itikadı” denilmiştir. (Bkz. Ehl-i Sünnet) Eshab-ı kiram bu iman bilgilerine, kendi düşüncelerini, felsefecilerin sözlerini, nefsani arzularını, siyasi görüşlerini ve buna benzer başka şeyleri; asla karıştırmadılar. Eshab-ı kiram, hepsinde kemal derecede mevcut bulunan Allahü tealayı tenzih ve takdis etmek, O’nun bildirdiklerini tereddütsüz kabul edip inanmak, müteşabih (manası açık olmayan) ayetlerin teviline dalmamak.. gibi vasıfları ile imanlarını Peygamberimizden işittikleri gibi muhafaza ettiler. İslamiyetteki iman esaslarını insanlara, soranlara; saf; berrak ve aslı üzere tebliğ ettiler, bildirdiler.

Eshab-ı kiramın Resulullah’tan naklen bildirdikleri bu tebliği olduğu gibi, hiçbir şey eklemeden ve çıkarmadan kabul edip, böylece inanıp, onların yolunda olanlara “Ehl-i sünnet vel cemaat fırkası”, bu doğru ve asıl (hakiki) İslamiyet yolundan ayrılanlara da “Bid’at fırkaları (dalalet fırkaları, bozuk, sapık yollar” denildi.

İslamiyette itikadi fırkalar (veya mezhepler): İslamiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imanı ve itikadı emretmektedir. Bu imanın esaslarını ve nasıl itikad edileceğini bizzat Muhammed aleyhisselam tebliğ etmiştir. İnsanlara, kendilerini ve her şeyi yaratan Allahü tealayı haber veren Peygamberimiz, Allahü tealaya, O’nun yarattıklarına ve O’nun emir ve yasaklarına imanın nasıl olacağını da bildirmiştir. Hazret-i Muhammed’e ve O’nun bildirdiklerine temiz, dürüst ve hakiki bir iman, ancak O’nun bildirdiğini tam ve hiç şüphesiz kabul edip inanmakla mümkün olur. Bu hususta çok az, kıl kadar da olsa bir ayrılığın, O’ndan ayrılmak olacağı meydandadır. Böyle bir ayrılığa düşenlerin öne sürecekleri dini, siyasi, beşeri, içtimai, fenni vs. gibi sebeplerin ayrılmalarını haklı gösterecek hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü İslamiyet her ne suret ve sebeple olursa olsun, imanda ve itikatta ayrılığa asla izin vermemekte, yasaklamaktadır.

Eshab-ı kiramın iman ve itikatta hiçbir ayrılıkları olmadı. Eshabdan olmayanlar ve daha sonraki asırlarda gelenler arasında ise zamanla imanda, itikatta bazı ayrılıklar ortaya çıkarıldı ve bid’at fırkalarının sayısı 72’ye ulaştı. Bu ayrılıkları çıkaranların ve bunların sözlerine inanarak bozuk düşüncelerini benimseyenlerin ileri sürdükleri sebepler çok çeşitli ve herbirine göre farklı olmakla beraber, esas sebepler; Münafık ve başka dinden olanların çıkardıkları fitneler, Kur’an-ı kerim’in müteşabih ayetlerini kendi anlayışlarına göre tevil etmeye kalkışmaları, eski Hind ve Yunan felsefesi ile, Mecusi inançlarının İslamiyete sokulma çabaları, Eshab-ı kiramın maslahata (meseleye) ait konulardaki ictihad ayrılıklarını anlayamama ve bunları kendi nefsani arzularına, siyasi maksat ve ihtiraslarına perde veya alet etme, kısa zamanda çok geniş ülkelere yayılan İslamiyetin henüz yeni Müslüman olmuş büyük kitlelerce tam anlaşılmadan birtakım insanların eski din ve inançlarına ait bazı unsurları tamamen terkedememeleri ve bunları İslamiyetten sayma yanlışına düşmeleri şeklinde özetlenebilir. Ancak, İslam tarihinde görülen 72 sapık fırkanın ortak vasfı; siyasi ve dünyevi menfaat ve saiklerle ortaya çıkmış olmalarına rağmen, hemen hepsi Kur’an-ı kerim’deki muhkem ve bilhassa müteşabih ayet-i kerimeleri kendi akıllarına göre tefsir yoluna gitmişler, böylece felsefe yaparak ve bu ayetleri, iddiaları istikametinde tevil ederek,yorumlayarak kendilerine Kur’an-ı kerimden deliller bulduklarını ileri sürmüşlerdir (Bkz. Tefsir). Mesela, Kur’an-ı kerim’de geçen, Allah’ın eli, yüzü, tahtı vb. sıfatlarını gösteren ifadeleri, kendi düşüncelerine ve konuşma dilindeki manalarıyla kabul ederek, Allahü tealayı zatı ve sıfatlarıyla tecsim eden, yani cisimlendiren ve insan şeklinde düşünen bu sapık fırkalar, Kur’an-ı kerim’in doğru manası olan murad-ı ilahiyi anlayamamışlar, doğrusunu anlatan Ehl-i sünnet alimlerinin açıklamalarını kabul etmedikleri gibi, ayrıca onlara fikren ve fiilen saldırmışlardır.

İslamiyette ilk itikat ayrılıkları, hazret-i Osman’ın şehid edilmesi hadisesinden sonra, Abdullah ibni Sebe adındaki münafık olan bir Yahudinin ortaya çıkması ile başlamıştır. Müslümanların saf ve berrak imanlarını bozmak gayesiyle itikattaki birlik ve beraberliklerini parçalamak için çıkarılan ilk fitne hareketi budur. Abdullah İbni Sebe, hazret-i Ali’nin halifelik meselesini bahane ederek, Müslümanları bölmek gayretine düştü. Kendisine taraftar toplamak ve onlara görüşlerini kabul ettirmek için, “hazret-i Ali’nin Peygamber olduğundan, Allahü tealanın ona hulul ettiğine” varıncaya kadar pekçok şeyler uydurdu. Bir kısım insanları aldattı. Abdullah ibni Sebe’ye aldananların içinde siyasi hırs ve gayretle hareket edenler çoktu. Böylece hazret-i Ali taraftarıyız diyerek, İslam dinine bozuk inançlar karıştırdılar. Zamanla hilafet, Ali’nin hakkıdır diyen ve bu inanca sahip olanlara “Şia” (Şii) denildi (Bkz. Şiilik). Şiiler, zamanla başka konularda da Ehl-i sünnetten ayrılıp, kendi içlerinde çeşitli kollara bölündüler.

Hazret-i Ali’nin hilafeti, hakem tayini yoluyla hazret-i Muaviye’ye bırakmasını beğenmeyip, hazret-i Ali’ye ve hazret-i Muaviye’ye karşı çıkıp ayrılanlara ise “Harici” ismi verildi (Bkz. Hariciler). Haricilerden bir kısmı Kur’an-ı kerim’in bazı bölümlerini kabul etmezler. Bir kısmı da sapıklıklarında yeni bir peygamber geleceğine inanacak kadar ileri gitmişlerdir.

Bozuk fırkalardan biri olan Mu’tezile ise, Hasan-ı Basri’nin derslerinde bulunan Vasıl bin Ata tarafından ortaya çıkarılmıştır. Büyük Ehl-i sünnet alimi ve veli bir zat olan Hasan-ı Basri; “Büyük günah işleyen ne mümindir ne de kafirdir” diyerek Ehl-i sünnetten ayrılan Vasıl bin Ata için; “I’tezele anna Vasıl” yani “Vasıl bizden ayrıldı.” buyurmuştu. Buradaki “I’tezele= ayrıldı” kelimesinden dolayı Vasıl’a ve onun yolunu tutanlara “Mu’tezile” ismi verilmiştir. Sonraki yıllarda bilhassa felsefe eğitimi yapmış ve felsefeye meraklı kişiler, Vasıl bin Ata’nın yolundan yürüyerek Allahü tealanın zatı ve sıfatları ile kader, amellerle (ibadetlerle, muamelatla...) iman arasındaki münasebet ve diğer konularda İslam dininin sınırlarını zorlayacak kadar ileri derecelere varan ayrılıklara düşmüşlerdir.

Ayrıca Mürcie, Kaderiyye, İbahiye, Mücessime, Cebriyye gibi birçok bozuk fırka, İslam tarihi boyunca çeşitli yerlerde ortaya çıkmış, kendi içlerinde de sayılamayacak kadar çok kollara ayrılarak bir müddet yaşayıp sonra unutulup gitmişlerdir. Ancak son asırlarda zuhur eden Vehhabilik, bilhassa Arabistan’da yayılmış ve bugün de, çeşitli İslam ülkelerindeki Müslümanlar arasında yayılması için çalışılmaktadır. (Bkz. Vehhabilik)

Bozuk fırkaların çoğu tarih içinde kaybolup gitmişlerdir. Ehl-i sünnet vel cemaat ise her devirde çok olmuş, İslamiyet iman, itikat, amel ve ahlak esasları olarak Ehl-i sünnet alimleri tarafından her asırda, aslı üzere müdafaa ve muhafaza edilerek, bugüne ulaştırılmıştır. Bugün dünyadaki Müslümanların yarıdan çoğu, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadı üzeredirler.

Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler, imanda parçalanmanın, fırkalara (mezheplere) ayrılmanın kötü olduğunu bildiriyor. Allahü teala Nisa suresi 115’inci ayetinde mealen; “Hidayeti (kurtuluş yolunu) öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fena olan Cehenneme atarız.” Âl-i İmran suresi 103’ncü ayetinde de mealen “Hepiniz Allah’ın ipine (Kur’an-ı kerime) sımsıkı sarılınız. Fırkalara bölünmeyiniz.” buyurmaktadır. Hazret-i Peygamberimiz de Müslümanlar arasında imanda ve itikatta ayrılıkların felaket olduğunu bildirerek, Tirmizi’nin rivayet ettiği meşhur bir hadis-i şerifinde; “Beni-İsrail (Yahudiler), yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehenneme gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur. Nasara (Hıristiyanlar) da, yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehenneme gitmiştir. Bir zaman sonra benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehenneme gidip, yalnız bir fırka kurtulur.” buyurmaktadır. Eshab-ı kiram bu bir fırkanın kimler olduğunu sorduğunda; “Cehennemden kurtulan fırka, benim ve eshabımın gittiği yolda gidenlerdir.” buyurdu.

El-Milel ven-Nihal kitabının başında geçen başka bir hadis-i şerifte; “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan bir fırka kurtulacak, diğerleri helak olacaktır.” buyurduğunda Eshab-ı kiram; “Kurtulan fırka hangisidir?” diye sorunca, “Ehl-i sünnet vel cemaattir.” buyurdu. Eshab-ı kiram bu defa; “Ehl-i sünnet vel cemaat nedir?” diye sordular. “Bugün benim ve Eshabımın bulunduğu yolda olanlardır.” buyurdu.

Yine Taberani’nin bildirdiği bir hadis-i şerifte; “Kur’an-ı kerime tabi olmak hepinize farzdır. Onu terk etmeniz için hiçbir özür olamaz. Kur’an-ı kerimde bulamadığınız işlerde sünnetime uyunuz. Sünnetimde de bulamazsanız, Eshabımın sözüne uyunuz. Çünkü Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz.” buyurdu.

İmam-ı Eş’ari ve İmam-ı Matüridi, Eshab-ı kiramın, Tabiinin, dört mezhep imamının ve sonra Ehl-i sünnet alimlerinin nakil ve tevatür yoluyla bildirdikleri iman ve itikad bilgilerini açıklamışlar, anlaşılmasını kolaylaştırmak için kısımlara bölmüşler ve herkesin anlayabileceği şekilde yaymışlardır. Bunlardan İmam-ı Eş’ari, İmam-ı Şafii’nin talebesi zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Matüridi ise İmam-ı A’zam’ın talebesi zincirindedir (Bkz. İmam-ı Matüridi). Ehl-i sünnet itikadının açıklanmasında bu iki imam meşhur olmuş, yaşadıkları zamanlarda itikatta doğru yoldan ayrılmış sapıkların ve Yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış maddecilerin bozuk düşüncelerine karşı Ehl-i sünnet vel cemaat itikadını izah etmekte bazı bakımlardan farklı usuller takip etmişlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet alimleri, bu iki imamın koyduğu usüllere uyarak Ehl-i sünnet itikadını nakletmişlerdir.

İslamiyette ameli mezhepler: Âmel; iş, hareket demektir. İslam dinindeki ibadetler ve yapılması emir edilen veya yasaklanan işler, davranışlar amel esaslarıdır.

İslamiyet, hayatın bütün safhalarını içine alan bir dindir. Bir insanın ömrü boyunca yapacağı iş ve hareketlerin İslam dininde mutlak surette bir hükmü vardır. Çünkü İslamiyet, Müslümanlardan her an ve her işinde Allahü tealanın rızası üzere bulunmayı istemektedir. Bu ise önce, imanın ve itikadın doğruluğu ile olur. Böyle doğru bir iman ve itikada sahip olan Müslüman, Ehl-i sünnet vel cemaat yolundadır. Ancak salih ve kamil bir Müslüman olmak için her türlü iş ve harekette de Allahü tealanın rızasını gözetmek şarttır. Âmeli mezhepler, Ehl-i sünnet olan Müslümanlara fiil ve işlerinde Allahü tealanın razı olduğu usül, yol ve şekli gösterirler.

Allahü teala Kur’an-ı kerim’de insanlara iman etmelerini emretmekte ve inananların da salih ameller işleyerek rızasını kazanmalarını istemektedir. Eshab-ı kiram (İlk Müslümanlar) iman ettikten sonra her işlerinde çok büyük bir hassasiyetle Allahü tealanın rızasını aradılar. Kur’an-ı kerim’de açıkça bildirilen emirleri (farzları) eksiksiz olarak ve hulus-i kalble yerine getirdiler. Açıkça bildirilen yasaklardan (haramlardan) şiddetle kaçındılar.

Peygamber efendimiz, Kur’an-ı kerim’i, hadis-i şerifleriyle açıklayarak Allahü tealanın ayetlerinin doğru anlaşılmasını temin etti. Eshab-ı kiram, Kur’an-ı kerim’den anlayamadıklarını gelir, Peygamber efendimize sorar, öğrenir ve işlerini ona göre yapardı. Kur’an-ı kerim’de açıkça bildirilmeyen hususlarda, Peygamber efendimiz nasıl yapıyorsa ve nasıl yapılmasını istiyorsa öylece tatbik ederlerdi. Bu Resulullah’a tabi olmak Eshab-ı kiramda öylesine yüksek bir seviyedeydi ki; Kur’an-ı kerim’e ve Resulullah’ın sünnetine uymayan bir işi yapmaktan korkarlar, ürperirler ve şiddetle kaçınırlardı. Şayet karşılarına ayet-i kerime ve hadis-i şerifle açıkça bildirilmeyen bir iş çıkarsa kendileri ictihad eder, bu işte Allahü tealanın rızasını araştırır ve bulduklarına göre amel ederlerdi. Nitekim Peygamber efendimiz, uzak yerlere vali ve kadı (hakim) olarak gönderdiği Eshabına, Kur’an-ı kerim’de ve hadis-i şerifte hükmünü açıkça bulamadığı mesele hakkında ictihad etmesini emir buyurdu. Buna Muaz bin Cebel’i vali olarak Yemen’e gönderirken aralarında geçen şu konuşma en güzel misali teşkil ediyor: Peygamber efendimiz Muaz bin Cebel’e şöyle buyurdu:

“Ya Muaz! Karşına çıkan bir işte neye göre hüküm vereceksin?” Muaz bin Cebel “Allah’ın kitabı(Kur’an-ı kerim) ile, ya Resulallah!” diye cevab verdi. “Ya Kur’an-ı kerimde açıkça bulamazsan?” diye tekrar sorunca “Resulullah’ın sünneti ile.” diye cevap verdi. Tekrar; “Ya Resulullah’ın sünnetinde de açıkça bulamazsan?” diye sorunca Muaz; “O zaman ictihad ederim ya Resulullah!” diye cevap verdi.

Bunun üzerine Peygamberimiz; “Resulünün elçisini, kendi razı olduğunda ve Resulünün razı olduğunda muvaffak kılan Allah’a hamdolsun.” buyurdu.

Ayrıca, vahiyle bildirilmeyen işlerde ve bizzat Resulullah ve Eshab-ı kiram ictihad ediyorlar, Eshab-ı kiramın ictihadının Resulullahın ictihadına uymadığı da oluyordu.

Eshab-ı kiramın hepsi müctehid idiler. Onlar din bilgilerini bizzat Resulullah’tan aldılar. O’nu bizzat görmenin, O’nun sohbetinde bulunmanın kazandırdığı çok yüksek manevi kemallere (olgunluklar, üstünlükler) erdiler. Nefisleri mutmeinne olup, herbiri ihlas, edeb, ilim ve irfanda Eshabdan olmayanlardan hiçbir alimin ve evliyanın sahip olamayacağı üstünlüklere kavuştular. Herbirinin hidayet yıldızları olduğu hadis-i şerifle bildirildi. Hepsinin imanı, itikadı birdi. Haklarında nass (ayet ve hadis) bulunmayan meselelerde ictihad ettiler. Herbiri, amelde mezhep sahibiydiler. Çoğunun ictihadlarından çıkardıkları hükümler birbirine benzerdi. İctihadları toplanıp, kitaplara geçirilmediği için mezhepleri unutuldu. Bunun için bugün Eshab-ı kiramdan herhangi birinin mezhebine uymak mümkün değildir.

İslamiyeti Eshab-ı kiramdan öğrenen Tabiin ve bunlardan öğrenen Tebe-i tabiinden de din bilgilerinde yükselip, mutlak müctehidlik derecesine ulaşan büyük imamlar yetişti. Bunlar da amelde mezhep sahibiydiler ve herbirinin ictihadlarından meydana gelen hükümlere, o alimin mezhebi denildi. Bu alimlerden de çoğunun mezhebi kitaplara geçirilmediği için unutuldu. Yalnız dört büyük imamın ictihadları, talebeleri tarafından kitaplara geçirilerek muhafaza edildi ve Müslümanlar arasında yayıldı. Yeryüzünde bulunan bütün Müslümanlara doğru yolu gösteren ve İslam dinini değişmekten, bozulmaktan koruyan bu dört imamın birincisi İmam-ı A’zam Ebu Hanife, ikincisi İmam-ı Malik bin Enes’tir. Üçüncüsü İmam-ı Muhammed bin İdris Şafii, dördüncüsü Ahmed bin Hanbel’dir.

Ehl-i sünnet itikadında olan bu dört imamdan İmam-ı A’zam’ın yoluna “Hanefi Mezhebi”, İmam-ı Malik’in yoluna “Maliki Mezhebi”, İmam-ı Şafii’nin yoluna “Şafii mezhebi”, İmam-ı Ahmed bin Hanbel’in yoluna da “Hanbeli mezhebi” denilmiştir. Bugün bir Müslümanın Allahü tealanın rızasına uygun ibadet-iş yapabilmesi ancak bu dört mezhepten birine uyması ile mümkündür. Her Müslümanın ictihad yaparak Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerden hüküm çıkaracak büyük bir İslam alimi, yani mutlak müctehid olması hem mümkün değildir, hem de Hicri dördüncü asırdan sonra böyle bir alim yetişmemiştir.

Kur’an-ı kerim’den herkesin kendi aklına göre mana verip, hüküm çıkarması da yasak edilmiştir. Hadis-i şerifte; “Kur’an-ı kerimden kendine göre mana çıkaran kafir olur.” buyuruldu. Kur’an-ı kerimdeki hükümlerin hepsini müctehid olan din alimleri bile çıkaramayacakları için Resulullah efendimiz, Kur’an-ı kerim’in hükümlerini hadis-i şeriflerle açıklamıştır. Kur’an-ı kerim’i ancak Resulullah açıkladığı gibi, hadis-i şerifleri de yalnız Eshab-ı kiram ve müctehid imamlar anlayabilmişler ve açıklamışlardır. Allahü teala Kur’an-ı kerimde Enbiya suresi yedinci ayetinde mealen; “Bilmiyorsanız, zikir ehline (alime) sorunuz” buyurmaktadır. Hadis-i şerifte; “Bilmediklerinizi bilenlerden sorunuz. Cehaletin ilacı sorup öğrenmektir.” buyuruldu. Bu ayet-i kerimeler ve hadis-i şerif, ibadetlerin ve işlerin nasıl yapılacağını bilmeyenlerin bilenlerden sorup öğrenmelerini emretmektedir. Yani avamın (müçtehid olmayanların) mutlak müctehidlerden sorup öğrenmesi lazımdır.

İmam-ı A’zam Ebu Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii ve İmam-ı Ahmed bin Hanbel, Kur’an-ı kerim’den ve hadis-i şeriflerden ictihad ederek, İslam dinindeki emirleri, yasakları, helalleri, haramları açıkladılar.

İslamiyette bütün din bilgileri dört kaynaktan çıkarılmıştır. Bunlar Kur’an-ı kerim, hadis-i şerifler, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha’dır. Bütün müctehidler, bir işin nasıl yapılacağını, Kur’an-ı kerim’de açık olarak bulamazlarsa, hadis-i şeriflere bakarlar. Hadis-i şeriflerde de açıkça bulamazlarsa, bu iş için icma varsa, öyle yapılmasını bildirirler. İcma sözbirliği demektir. Yani, bu işi, Eshab-ı kiramın hepsinin aynı suretle yapması veya söylemesi demektir. Eshab-ı kiramdan sonra gelen Tabiinin de icmaı delildir, senettir. Daha sonra gelenlerde bir icma hasıl olmamıştır (Bkz. İcma)

Bir işin nasıl yapılması lazım olduğu, icma ile de bilinemezse, müctehidlerin kıyasına göre yapmak lazım olur. İmam-ı Malik, bu dört delilden başka, Medine-i münevverenin o zamanki ahalisinin sözbirliğine de senet dedi. Bu adetleri, babalarından, dedelerinden ve nihayet, Resulullah’tan görenek olarak gelmiştir, dedi. Bu senet, kıyastan daha sağlamdır, dedi. Fakat diğer üç mezhebin imamları, Medine ahalisinin adetini senet olarak almadı.

İctihad, lügatte insan gücünün yettiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demektir. Dini bir terim olarak, Kur’an-ı kerim’de ve hadis-i şeriflerde, tam anlaşılır ve açık bir şekilde bildirilmemiş bulunan hükümleri ve meseleleri, açık ve geniş anlatılmış meselelere benzeterek, meydana çıkarmaya uğraşmaktır. Bunu ancak Peygamberimiz ve O’nun Eshabının hepsiyle, diğer Müslümanlardan ictihad makamına yükselenler yapabilir ki, bu çok yüksek insanlara (müctehid) denir (Bkz. Müctehid).

İctihad yolu ikidir: Biri, Irak alimlerinin yolu olup, buna “Re’y yolu” denir. Yani kıyas yoludur. Bir işin nasıl yapılacağı,Kur’an-ı kerim’de ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmemişse, buna benzeyen başka bir işin nasıl yapıldığı aranır, bulunur. Bu iş de, onu gibi yapılır(Bkz. Kıyas). Eshab-ı kiramdan sonra, bu yolda olan müctehidlerin reisi, İmam-ı A’zam Ebu Hanife’dir.

İkinci yol, Hicaz alimlerinin yolu olup, buna “Rivayet yolu” denir. Bunlar, Medine-i münevvere ahalisinin adetlerini, kıyastan üstün tutar. Bu yolda olan müctehidlerin büyüğü, İmam-ı Malik’dir ki, Medine-i münevverede oturuyordu. İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik’in yolunu öğrendikten sonra Bağdat tarafına gelerek İmam-ı A’zam’ın talebesinden okuyup, bu iki yolu birleştirdi. Ayrı bir ictihad yolu kurdu. İmam-ı Şafii, kendisi çok beliğ, edip olduğundan, ayet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin ifade tarzına bakıp, kuvvetli bulduğu tarafa göre iş görürdü. İki tarafta da kuvvet bulamazsa, o zaman, kıyas yolu ile ictihad ederdi. Ahmed ibni Hanbel de, İmam-ı Malik’in yolunu öğrendikten sonra Bağdat taraflarına gidip, İmam-ı A’zam’ın talebesinden kıyas yolunu almış ise de, pek çok hadis-i şerif ezberlemiş olduğundan önce, hadis-i şeriflerin birbirini kuvvetlendirmesine bakarak, ictihad etmiştir. Böylece, ahkam-ı şeriyyenin çoğunda, diğer üç mezhepten ayrılmıştır.

Bu dört mezhebin hali, bir şehir ahalisinin haline benzer ki, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağı kanunda bulunmazsa, o şehrin eşrafı, ileri gelenleri toplanıp, o işi kanunun uygun bir maddesine benzeterek yaparlar. Bazen uyuşamayıp, bazısı devletin maksadı, beldeleri tamir ve insanların rahatlığıdır der. O işi, rey ve fikirleriyle, kanunun bir maddesine benzetir. Bunlar, Hanefi mezhebine benzer. Bazıları da, devlet merkezinden gelen memurların hareketlerine bakarak, o işi, onların hareketine uydurur ve devletin maksadı, böyle yapmaktır derler. Bunlar da, Maliki mezhebine benzer. Bazıları ise kanunun ifadesine, yazının gidişine bakarak, o işi yapma yolunu bulur. Bunlar da, Şafii mezhebi gibidir. Bir kısmı ise, kanunun başka maddelerini de toplayıp, birbiriyle karşılaştırarak, bu işi doğru yapabilmek yollunu arar. Bunlar da, Hanbeli mezhebine benzer. İşte şehrin ileri gelenlerinden her biri, bir yol bulur ve hepsi, yolunun doğru ve kanuna uygun olduğunu söyler. Kanunun istediği ise, bu dört yoldan biri olup, diğer üçü yanlıştır. Fakat, kanundan ayrılmaları, kanunu tanımadıkları için, devlete karşı gelmek için olmayıp, hepsi kanuna uymak, devletin emrini yerine getirmek için çalıştıklarından, hiçbiri suçlu görülmez. Belki, böyle uğraştıkları için, beğenilir. Fakat, doğrusunu bulan daha çok beğenilip, mükafat alır. Dört mezhebin hali de böyledir. Allahü tealanın istediği yol, elbette birdir. Dört mezhebin ayrıldığı bir işte, birinin doğru olup, diğer üçünün yanlış olması lazımdır. Fakat, her mezhep imamı, doğru yolu bulmak için uğraştığından, yanılanlar af olur ve hatta sevap kazanır. Çünkü Peygamberimiz; “Ümmetime, yanıldığı ve unuttuğu için ceza yoktur.” buyurdu. Dört mezhebin bu ayrılıkları bazı işlerde olup, dinin temellerinde ve inanılacak şeylerde, aralarında tam birlik bulunduğundan, yani Ehl-i sünnet itikadında olduklarından birbirini severler ve asla kötülemezler. Bu dört mezhepten herbirine Ehl-i sünnetten milyonlarca kimse uydu. Dört mezhebin itikadı bir olduğundan birbirlerine yanlış demez, bid’at sahibi, sapık bilmezler. Doğru yol, bu dört mezheptedir, deyip her biri kendi mezhebinin doğru olmak ihtimali daha çoktur, bilir. İctihadla anlaşılan işlerde, İslamiyetin açık emri bulunmadığı için Ehl-i sünnet olan ve dört mezhepten birine uyan her Müslüman; “Benim mezhebim doğrudur, yanlış olmak ihtimali de vardır. Diğer üç mezhep yanlıştır, doğru olmak ihtimali de vardır” der ve öyle inanır. Dört mezhebin amellere, yani ibadetlere, işlere ait belli birkaç şeyde birbirlerinden ayrılmaları, Müslümanar için rahmet ve kolaylıktır. Hadis-i şerifte; “İş hayatında, Müslümanların mezheplere ayrılması, Allahü tealanın rahmetidir.” buyruldu ki, bununla amellerde olan ayrılık bildirilmektedir. Îmanda ve itikatta ayrılık felakettir ve kesinlikle yasaklanmıştır. Allahü teala ve Peygamberi, müminlere merhametli olhdukları için, bazı işlerin nasıl yapılacağı, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilseydi, öylece yapmak farz olurdu. Yapmıyanlar günaha girer, kıymet vermeyenler de kafir olurdu. Müminlerin hali çok güç olurdu. İşte böyle işleri mezhep imamları açıkça bildirilenlere benzetmekte, birbirlerinden bazı bakımlardan ayrılmışlardır.

Bir Müslümanın, dört mezhepten hangisinde ise o mezhepteki bilgileri öğrenmesi, her işinde o mezhebe uyması lazımdır. Bir mezhebe uyan bir Müslüman, mezhebinin imamının Kur’an-ı kerim’den ve hadis-i şeriflerden ve icma-ı ümmetten çıkardığı delillere uymaktadır. Bu delilleri bilmesi şart ve lazım değildir. Amellerde asıl olan, ayet-i kerime ve hadis-i şerif ezberlemek değil, işleri Allahü tealanın rızasına uygun yapmaktır. Mezhep imamları, ömürlerini vererek, Allahü tealanın razı olduğu bilgileri bütün Müslümanlara sağlam vesikalarla haber vermişlerdir. Müslümanlar, asırlardır olduğu gibi şimdi de bu dört mezhepten birine uymakta ve işlerini buna göre yapmaktadır. Şayet bir işin yapılmasında haraç, zorluk bulunursa, yani kendi mezhebine göre yapmasına imkan kalmazsa, bu işini diğer üç mezhepten birine göre yapması caiz olur. Fakat, ikinci mezhebin o işe bağlı şartlarını gözetmesi de lazımdır.

Görüldüğü gibi, eğer mezhep imamları arasında bu farklılıklar olmasaydı, Müslümanlar karşısına çıkan bir işte şaşkın, çaresiz ve sıkıntı içinde kalacaktı. Bugün nikah, talak, zekat, gusül, abdest, namaz, setr-i avret ve daha birçok mühim meselede dinen makbul bir zarurete, sıkıntıya düşen dört mezhepten birindeki Müslümanlar diğer mezheplerden birinin o konudaki hükmüne uyarak İslamiyete uygun yaşamak imkanına kavuşmaktadır. Ancak, bir işte dinin kabul ettiği bir zaruret olmadan kendi mezhebinin hükmünü bırakıp, bir başka mezhebe uymak ve keyfine göre bir işi filan mezhebe, başka bir işi öteki mezhebe, bir diğer işi de daha başka bir mezhebe göre yapmak kesinlikle yasaktır ve İslamiyette buna “Telfik” veya “mezhepsizlik” denir. Böyle olan bir kimse, işlerinde Allahü tealanın rızasını değil, kendi arzusunu düşünüyor demektir. Bunun ise; dini, insanların isteklerine göre değiştirebilen bir oyuncak haline getirmeye kadar gideceği açıktır.

İslam alimleri mezhepsizliğin, dinsizliğe giden bir köprü olduğunu bildirmişlerdir. Müslümanlardan İslam alimlerine uymaları istenmektedir. Hadika kitabında bildirilen hadis-i şeriflerde alimler hakkında; “Din alimleri, peygamberlerin varisleridir.”, “Talebesi arasında alim, ümmeti arasında peygamber gibidir.” “Fıkıh alimleri kıymetlidir. Onlarla beraber bulunmak ibadettir.”“Ümmetimin alimlerine saygılı olunuz. Onlar yeryüzünün yıldızlarıdır.” buyuruldu.

İslam alimlerine uymak, bir mezhepten birinde bulunmakla olur. Asırlardır gelip geçmiş bütün İslam alimleri de bu dört mezhepten birinde bulunan alimlerden ders alarak yetişmişler ve bu mezheplere uymuşlardır. Ehl-i sünnet alimleri, hükümleri eksiksiz kayda geçirilmiş bulunan, her Müslüman tarafından işitilen, bilinen ve asırlardır. Müslümanların tabi olduğu, uyduğu dört hak mezhepten birine uymadan yapılan amelin batıl olacağını sözbirliğiyle bildirmişlerdir.

Mezhepleri beğenmeyen, onlardan birine uymayan veya mezheplerin kolaylıklarını birleştirmeye çalışan bir kimse, asırlardan bu yana gelip geçmiş milyonlarca Müslümanın yolundan ayrılmış, kendi başına yeni bir yol tutmuş olur. Allahü teala Kur’an-ı kerim’de Nisa suresi 115’inci ayetinde mealen; “Müminlerin yolundan ayrılanı Cehenneme atarız.” buyurmaktadır.

Dört mezhep imamının ve bunların yetiştirdiği müctehid olan alimlerin çözdüğü meselelerin sayısı milyonları aşmaktadır. Bunlardan yalnız İmam-ı A’zam hazretlerinin 500 binden fazla fıkıh meselesini çözdüğü kıymetli kitaplarda bildirilmektedir. Dört mezhebin imamları ve bunlara bağlı müctehidleri, Müslümanların başlarına gelebilecek hemen her işin dindeki hükmünü bildirmişlerdir. Asırlardır dört hak mezhebe uyan Müslümanlardan, herhangi bir müşkülün cevabını bulamayan hiç duyulmamıştır. Bu gün de dünyanın her yerinde yaşayan Müslümanın her türlü işlerinin cevabı, bu dört hak mezhebin kitaplarında vardır. Yeniden ictihadı icab ettiren, cevapsız kalan, çözülmemiş bir mesele bırakmamışlardır. Âhirette mesuliyetten kurtulmak için Müslümanlar, amellerini nasıl yapacaklarını mezheplerinin inceliklerine vakıf Ehl-i sünnet alimlerinden sorarak veya bunların kitaplarından okuyarak kolaylıkla öğrenmektedirler.

Çoğu Hıristiyan papazı olan Avrupalı müsteşriklerin ve peygamberliğe inanmayan modern teoloji filozoflarının kitaplarında veya bunların kitaplarından yapılan tercüme ve iktibaslarda yalan ve iftira olarak bu dört hak mezhep mensupları arasında tartışmalar, hatta silahlı mücadeleler vuku bulduğunun yazıldığı esefle görülmektedir. Halbuki İslam tarihinde hiçbir devirde Hanefilerle Şafiiler, Malikiler vb. arasında mezhep ayrılığı sebebiyle en küçük bir sürtüşme bile vuku bulmamıştır. Başta dört mezhebin imamları birbirlerini daima hürmet ve sevgiyle yadetmişler, birbirlerinin ictihadlarına asla yanlış dememişler ve kötülememişlerdir. Siyasete ve hükümet işlerine hiçbir devirde karışmamışlardır. Bunlara uyan Müslümanlar da mezhep imamlarının yolundan giderek, dört mezhepten birine uyan din kardeşleriyle sevişmişler, asırlar boyu birarada huzur ve rahat içinde yaşamışlardır. Müslümanları bölmeye, aralarını açıp birbirleriyle düşman etmeye ve çatıştırmaya matuf bu iddia ve iftiralar İslamiyeti bilen, tarih bilgisi doğru ve kuvvetli, kültürlü Müslümanlar arasında hiçbir itibar görmemekte, gerek ülkemizde ve gerekse diğer İslam ülkelerindeki dört hak mezhepteki Müslümanlar, birbirlerini severek, sayarak, kardeşçe, rahat ve huzur içinde yaşamaktadırlar. Ehl-i sünnet itikadındaki Müslümanlar, dört hak mezhebe uymanın değil, uymamanın bölücülük ve tefrika çıkarmak olduğunu çok iyi bildiklerinden, birbirlerine olan muhabbetleri derinleşmektedir.


2-)Bir dinin görüş, yorum ve anlayış ayrılıkları sebebiyle ortaya çıkan kollarından her biri
Örnek:Anasının hatırasına bu derin hürmet, ömrünün sonlarına doğru, babamda adeta bir mezhep halini almıştı. Y. K. Karaosmanoğlu


3-)Anlayış, görüş.


4-)Öğreti.


5-)Bk. öğreti


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Sectarian.
İngilizcesi İngilizce
Sect.
İngilizcesi İngilizce
Doctrine.
İngilizcesi İngilizce
Creed.
İngilizcesi İngilizce
Order.
İngilizcesi İngilizce
Cult.
İngilizcesi İngilizce
Denomination.
İngilizcesi İngilizce
Religion.
İngilizcesi İngilizce
Religious sect or denomination.
İngilizcesi İngilizce
School of thought.
İngilizcesi İngilizce
Persuasion.
İngilizcesi İngilizce
Religious order.

  • Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir süre önce yaptığı açıklamada Irak'ın Şii Başbakanı Nuri el Maliki'yi Mezhep ayrımcılığı gözettiği gerekçesiyle eleştirmişti.
  • Suriye'de çatışmanın daha da askeri boyuta taşındığına ve Mezhep çatışması olasılığına dikkat çekti.

Sizde içinde Mezhep kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Mezhep kelimesi anlamı 911 defa okunmuştur. [239168] Mezhep kelime anlamı, Mezhep nedir, Mezhep ne demek, Mezhep sözlük anlamı

Paylaş