Mucize Nedir

Mucize Nedir ? Mucize Ne demek ?

1-)MUCİZE



Kudret'in karşıtı olan "acz" kökünden if'al babında "i'caz" masdarından türetilen bir ism-i fail olarak "aciz bırakan, karşı konulamayan, benzeri yapılamayan, harika" anlamında bir terim. Kur'an-ı Kerim'de, "mucize" anlamında çok defa, "ayet, ayat, beyyine, delil ve delail" kelimeleri kullanılmıştır. Âyet; belli olan bir alamet, bir şeyi ispat eden delil veya işaret demektir. O halde genel olarak mucize ya bir işaret, delil ve ispat manasına; veya "ilahi bir haber" yahut "tebliğ edilen kelam" anlamına gelir. Birinci mana, mucizenin dini bir terim olarak yapılan tarifine daha uygundur. İkinci mana içine, çok defa Kur'an ayetleri, bazen de bizzat Kur'an-ı Kerim girmektedir. Bu kelimenin, hem ilahi bir haber olan Allah'ın kelamı Kur'an-ı Kerim, hem de, onu tebliğ eden Peygamber (s.a.s)'in risaletini ispat için kullanılmasında önemli bir hikmet vardır. O da; ilahi bir kelam ve hidayet rehberi olan Kur'an-ı Kerim'in hak ve gerçek olduğuna bizzat kendisinin en kuvvetli bir delil olmasıdır. Nitekim Peygamber Efendimizin her devirde geçerliliğini koruyan en büyük (akli) mucizesi Kur'an-ı Kerim'dir. Gerçekte mu'cize; tabiat kanunları ve adetler üstü, fevkalade, harika bir olaydır. Hak Teala onunla inkarcıları, bir benzerini getirmekten aciz bırakır; peygamber olarak seçtiği zatı tasdik eder, peygamberlik iddiasının doğruluğunu ispat etmek için onda adetler üstü harika bir şey gösterir. İşte bu, onun peygamberliğini ispat eden bir delil yani bir mucizedir. Bir harika olan mucizenin iki ana özelliği vardır. Bunlardan biri; "meydan okumak" diğeri, inkarcıları "aciz bırakmak"tır. Ehl-i Sünnet alimleri, mucizeyi, keramet gibi diğer harikalardan ayıran unsur ve şartları dikkate alarak çeşitli ifadelerle tarif etmişlerdir. Bunlardan en uygun ve açık olanı şöyledir; Mucize; Peygamberlik iddiasında bulunan ve inkarcılara meydan okuyan zatın bu iddiasının doğruluğunu tasdik etmek için, Hak Teala'nın, onun vasıtasıyla izhar ettiği ve onları bir benzerini 'mislini) yapmaktan aciz bırakan, tabiat kanunları ve adetler üstü harikulade bir hadisedir (et-Taftazani, Şerhul-Akaid en-Nesefiyye; Kahire 1939, s. 459-460; Diğer tarif için bk. el-Cürcani, Şerhu'l-Mevakıf, III,177; el-Ceziri, Tavdihu'l-Akaid, 140).

Bu tariften anlaşılacağı üzere mucize, Allah'ın bir fiilidir. Onu Peygamberi elinde yaratan ve gösteren, bizzat Allah (c.c) tır. Peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan ve inkarcılara karşı meydan okuyan bir zatın elinde, onu inkar eden herkesi aciz bırakan böyle bir harika izhar edilmesi, peygamberlik iddiasını ispat ve tasdik manası taşır. Çünkü peygamberin böyle bir harika göstermesi, "kulum, peygamberlik iddiasında sadıktır, kendiside, tebliğ ettiği sözler de, doğru ve gerçektir" demektir. Tarifteki, "peygamberlik iddiasında bulunmak" ve "meydan okumak" (tahaddi) şartlar, mucizeyi, Allah'ın salih kulları olan evliya'nın gösterdikleri "keramet" adı verilen ve benzeri diğer fevkalade hadiselerden ayırır. Çünkü Allah dostları olan evliyanın, "peygamberlik iddiası" ve "meydan okuma" vasfı yoktur. Onların gösterdiği kerametler, tabi oldukları ve şeriatı üzere yaşadıkları peygamberlerin bir tür mucizesi sayılır (Celal ed-Devani, Şerhu'l-Akaidi'l-Adudiyye, II, 277).

Mu'cize sahih ve kabule şayan olması için, bazı şartları gerektirir.

1- Mucize, Allahu Teala'nın fiili olmalıdır. Çünkü Allah, fail-i muhtar'dır; yani dilediğini yaratır. Ancak, kendi tarafından yaratılan bir fiilin doğruluğunu tasdik eder. Mesela, Hz. Musa'nın elindeki asayı yılana çevirmek, İsa (a. s)'nın ölüyü diriltmesi gibi mucizelerdeki fiiller, Hak Teala'nın irade ettiği ve yarattığı fiillerdir. Bunların peygamberlere nisbeti mecazidir.

2- Mucize, bilinen tabiat kanunları ve adetler üstü bir harika olmalıdır. Ancak o zaman o fiil Allah katından bir tasdik derecesine ulaşır. Tabiat kanunlarına ve kainatın normal nizamına göre meydana gelen (güneşin doğması gibi) hadiselerde fevkaladelik özelliği yoktur.

3- İtiraz edilmesi imkansız olmalıdır. Çünkü icaz'ın fonksiyonu, karşı çıkan muarızların aczini ortaya koyarak onları susturmaktır.

4- Mucize, Allah'ın tasdikine bir delil olarak, peygamberlik iddiasında bulunan zatın elinde meydana gelmelidir.

5- Gösterilen mucize peygamberin iddiasına, yani yapacağını ilan ettiği şeye uygun olmalıdır. İddiasına uymayan başka bir harika gösterse, mucize sayılmaz.

6- İddiasına uygun olarak gösterdiği mucize, kendisini tekzip ederek yalanlamamalıdır.

7- Mucize, iddiadan önce veya çok sonra olmamalı, peygamberlerin sözünü (iddiasını) müteakip hemen meydana gelmelidir (el-Cürcani, Şerhu'l-Mevakıf, III, 177-179).

Mucizenin son şartına aykırı olarak peygamberlik iddiasından önce meydana gelen harikulade olaylar, mucize sayılmasa da, evliya'nın kerameti cinsinden bir harika sayılır. Peygamberler, peygamberlik gelmeden önce, evliya derecesinde Allah dostlarıdır. Onlarda peygamberlik yaklaştığında görülen fevkalade hadiseye "irhas" denir. Bunlar, gelecek olan peygamberliği tesis maksadıyla peygamber adaylarında görülen bazı harikalardır.

Mu'cizenin Peygamberliğe Delaleti

Şartlarına uygun olarak meydana gelen mucizenin peygamberlik iddiasında bulunan zatın peygamberliğine delaleti, kat'i ve zaruridir. Çünkü Hak Teala'nın yalancı bir zatın elinde, böyle misli gösterilemeyen fevkalade bir mucize izhar etmesi aklen imkansızdır. Zira bu, yalancı bir kimseyi tasdik etmek olur. Yalancıyı tasdik etmek kötü bir fiil olduğundan, Hak Teala hakkında muhaldir. Gerçek şudur ki; peygamberlik denince, iki ana esas akla gelir. Birincisi; Allahu Teala'nın büyük bir lütfu olan ilahi vahye mazhar olmak ve onu tebliğ ederek insanları dünya ve ahiret saadetine ulaştırmak; İkincisi ise, peygamberliği ispat eden ve onu tasdik eden "Mucize" göstermektir. Şayet peygamberler, kudreti herşeye yeten Hak Teala tarafından teyid edilmeseler; yani onlara inkarcıları aciz bırakan mucizeler verilmese idi, Allah'ın Rasulü olduklarına kimseyi inandıramazlardı. Mucize göstermek o zatın peygamberliğini bilfiil tasdik etmek, "doğru söyledin, sen hak peygambersin" demektir. Buna, günümüzde şöyle bir örnek verilebilir: Nasıl ki bir devletin elçisi gittiği devlet başkanına, yalnız elçilere mahsus olan "güven mektubu" sunarak, kendi devlet başkanının sefiri olduğunu ispat eder ve kendine inandırırsa; peygamberler de, kesin bir delil sayılan "mucize" göstererek, Allah'ın Rasulü olduklarına, kendi milletlerini inandırmış olurlar.

Peygamberler, eğer mucize ile desteklenmemiş olsalardı, sözlerini kabul etmek ve onları tasdik etmek gerekmezdi. Peygamberlik davasında sadık (doğru ve samimi) olan ile, kazip (yalancı) olan birbirinden ayırdedilemezdi. Mucize gösterilince, iddia sahibinin doğru söylediği ve peygamber olduğu kesin olarak anlaşılmış olur. Çünkü Hak Teala, mucizenin hemen ardından; onu görenlerde, peygamberin sadık, sözünün doğru olduğuna dair bir bilgi yaratır. Bu bilgi, şu benzer olaydaki gibi şöyle hasıl olur: Bir zat, bir topluluğa gelerek; "Ben, şu kralın size gönderdiği elçiyim" dese, sonra orada bulunan krala dönerek, "Eğer beni kendine elçi tayin etmekte sadık isen, adetine muhalefet et; üç defa yerinden kalk ve adetine aykırı bir yere otur" dese, kral da bunu yapsa; toplulukta, o zatın doğru söylediği, kralın elçisi olduğu hususunda zorunlu ve kesin bir bilgi hasıl olur" (Fazla bilgi için bk. Şerhu'l-Akaidil-Nesefiyye, 460, el-Cürcani, Şerhu'l-Mevakıf, III, 181, 182).

Burada önemli bir hususu belirtmek, konumuza daha açıklık getirecektir. Bazı kişilerin ilmini ve usulünü öğrenerek yaptıkları sihir, asla bir çeşit mucize sayılmaz. Çünkü sihir, normal bir insanın maddi gücü dışında görünse de, insanın ruhi, nefsi ve ilmi gücü ve takatı dışında olağanüstü bir hadise vasfında değildir. Şayet öyle olsaydı, sihir de (mucize gibi vehbi) öğrenilemez ve bir sanat haline getirilemezdi. Mucize; insanların her türlü güçleri dışında kalan, çalışarak elde edilemeyen ve ancak Hak Tealanın yüce iradesi ve verdiği ilahi güçle yapılan fevkalade bir hadisedir. Sihir gibi kesbi (çalışılarak) değil, vehbidir. İlahidir. Bu bakımdan, kötü maksatlarla ve şerir kimseler tarafında öğrenilerek bir sanat ve geçim aracı haline getirilen sihirbaılık, dinen haram kılınıp yasaklanmış ve büyük günahlardan sayılmıştır. Ayrıca çalışılarak elde edilen sihirbazlıkla yapılan sihirlerde, peygamberlerin gösterdiği mucizelerde bulunan şartlar; yani meydan okuma (tahaddi), insanları aciz bırakma ve peygamberlik iddiası yoktur. Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'de birkaç defa açıklanan "Hz. Musa'nın mucize asası ile Firavunun sihirbazları arasında geçen olaylarda çok açık olarak görülmektedir.

Bu bakımdan sihir mucizeye benzemez; mucizenin peygamberliğe kesin ve zorunlu delaletini iptal eden bir engel sayılmaz (Ali Arslan Aydın, İslam'da İman ve Esasları, İstanbul 1990, 200, 201).

Mucizeye Inanmanın Hükmü

Her müslümanın, Allahu Teala'nın insanlara zaman zaman göndermiş olduğu peygamberlerinin davalarında sadık ve haklı olduklarını ortaya koyan ve Allah tarafından desteklendiklerini ispat eden mucizeler verdiğine inanması farzdır. Hiç bir peygamber yoktur ki, Hak Teala ona bir mucize ihsan ederek onu tasdik etmiş olmasın. Bu husus, Kur'an'da adı geçen her peygamber hakkında indirilen müteaddid ayetlerle sabit olmuş ve onlara verilen mucizeler açıklanmıştır. O halde mucize gerçeğine iman; Kitap, Sünnet ve İcma-ı Ümmet ile sabittir. Kur'an'la sabit olan "İsra" ve "İnşikak-ı Kamer" gibi hissi ve kevni mucizeleri inkar, küfrü gerektirir. Her Peygambere mucize verildiğine dair pek çok ayetler olduğu gibi Peygamber (s.a.s)'in şu sahih hadisi de zikredilebilir: "Hiç bir peygamber yoktur ki Ona insanların imanına sebep olan mucizeler verilmiş olmasın. Bana verilen mucize ise, ancak bana vahyolunan bir vahiydir. Onun için kıyamet gününde ümmeti en fazla olan peygamber ben olacağımı ümit ediyorum" (Buhari, Fezailul-Kur iın, 1; Müslim, İman, 239).

Peygamberlerin mucize göstermelerinin aklen de mümkün olduğuna en açık delil; mucizeyi yaratan Hak Teala'nın her şeyi yaratacak kudrette bir "Kadir-i Mutlak" olmasıdır. Çünkü; kainatta, yerde ve gök yüzündeki canlı cansız varlıklar alemine dikkatle bakılarak ondaki incelik, şaşmaz düzen ve muhkem nizam incelenip düşünülünce, bütün bunların yaratıcısı olan Hak Teala'nın, peygamberlerini tasdik etmek maksadıyla gerektiğinde, herbirinin elinde, ezeli ilmine ve külli iradesine uygun olarak mucize adı verilen fevkalade bir şey yaratmasının aklen mümkün olduğu kolayca anlaşılır. Allah (c.c)'a, sonsuz kudret ve azametine inanan herkes; mucizeye, onun aklen mümkin ve fiilen sabit olduğuna tereddütsüz iman eder. İnsanlık tarihi bu gerçeğin canlı örnekleriyle doludur.

Mucizenin Çeşitleri

Akaid ve Kelam ilmine ait muteber ana kaynaklarda mucizeler iki ana gruba ayrılmış, sonra her gruba giren mucize(erin çeşitleri beyan edilmiştir. Bunlardan birincisi, "hissi ve kevni mucizeler"; diğeri ise, "akli (manevi) mucizeler" dir.

Birinci gruba giren hissi ve kevni mucizeler de, mahiyet ve keyfiyet bakımından iki büyük grupta toplanır. Birinci grup; Hak Teala'nın elçileri olarak seçtiği üstün vasıflı şahsiyetler olan peygamberlerin mümtaz zatları ve kamil sıfatları ile ilgili fevkalade haller, üstün meziyetler, yüce tecelli ve özelliklerdir. İkinci grupta ise; peygamberlerin zat ve sıfatları dışında meydana gelen ve her peygambere verilen, o zamanki insanların duyu organları ile müşahade ettikleri tabiat üstü olaylar hissi ve kevni mucizeler grubuna girer. Bunlar her peygamberin peygamberliğini ispat etmek için Allah'ın izniyle gösterdiği, o zamanki insanları aciz ve hayran bırakan ve o devirde en inandırıcı görünen fevkalade eşsiz hadiselerdir. Bazı alimler, özellikle Peygamber (s.a.s) tarafından vahye ve Kur'an ayetlerine dayanarak haber verdiği, geçmişe ve geleceğe ait hadiselere, "Mu'cizat-ı Haberiyye" adı vererek bunları aynı türde mucizeler olarak mütalaa etmişlerdir. Başta Hatemül-Enbiya Hz. Muhammed (s.a.s) olmak üzere, Allah'ın sevgili ve mümtaz kulları, insanlığın hidayet rehberleri ve gerçek eğitici ve öğreticileri olan ve bizzat Allah (c.c) tarafından terbiye edilen peygamberlerin mümtaz zat ve kamil şahsiyetleri, onlar hakkında her müslümanın inanması gereken kemal sıfatlar, onların peygamberliğini ispat eden zati mucizelerdir.

Gerçek şudur ki; başta Hz. Muhammed (s.a.s) olmak üzere, bütün peygamberlerin herkese güven ve emniyet veren güçlü ve dürüst şahsiyetleri, sağlam karakter, güzel ahlak, cesaret ve istikametleri, parlak zeka ve dirayetleri, elde ettikleri eşsiz başarılar, sahip oldukları belağat ve fesahatları gösterdikleri, hissi mucizelerden daha tesirli ve açık olarak, herbirinin, Allah'ın Rasulü olduğuna kesinlikle delalet etmektedir.

Hissi ve Kevni Mucizeler

Peygamberlerden bahsedilince akla gelen ve Kur'an-ı Kerim'de bazı peygamberlerin gösterdiği bildirilen mucizeler, genellikle bu çeşit hissi ve kevni mucizelerdir. Her peygamber, Hak Teala'nın elçisi olduğunu ispat etmek için genellikle göze hitap eden hissi mucizeler göstermiştir. Bu fevkalade hadiseler, her peygamberin içinde yaşadığı dönem gereği ve insanların anlayışına göre emsalsiz sayılan ve başkalarının benzerini yapmakta aciz kalarak hayret edecekleri türden mucizelerdir. Mahiyet ve keyfiyeti bakımından hissi ve kevni olan bu mucizelerin çoğu Kur'an-ı Kerim'de açıklanmıştır. Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)'in gösterdiği ve Kur'an-ı Kerimle sabit olan bu tür mucizelerden bazılarını şöyle özetlemek mümkündür:

1- Hz. İbrahim (a.s)'ın, Babil hükümdarı Nemrut tarafından-mancılıkla-ateşe atıldığı halde yanmayarak kurtulması.

2- Musa Peygamberin elindeki asanın, Firavunun sihirbazlarının yaptıklarını yutan bir ejderha haline girmesi, sonra eski haline dönmesi. Aynı asayı Hz. Musa'nın Kızıldenize vurmasıyla, denizin yarılması... Böylece Hz. Musa, yanındaki İsrail oğullarıyla karşı sahile geçerek kurtulmuşlar, deniz eski haline dönmüş ve Firavn yanındakilerle beraber boğulmuştur.

3- Hz. İsa (a.s)'nın, Allah'ın izniyle ölüleri diriltmesi, hastalara dokunarak onları iyi etmesi gibi fevkalade hadiseler, birer hissi mucizedir.

Rasulullah (s.a.s) Efendimizin pek çok hissi ve kevni mucizeleri vardır. Bunlardan Kur'an-ı Kerim'de zikredilen ve tevatür derecesine ulaşan sahih hadislerle sabit olan ikisi şunlardır:

1- İsra ve Mirac mucizesi: Kur'an-ı Kerim, İsra suresinde; "Kulunu (Muhammed'i), ona ayetlerini göstermek üzere, bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı ne yücedir..." (el-İsra, 17/1) buyurulmuştur. Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz, ilahi emir üzerine Cebrail (a.s)'ın refakatinde bir gecenin belirli bir kısmında, Mekke-i Mükerremedeki Mescid-i Haram'dan, Kudüs'te bulnan Mescid-i Aksa'ya süratle götürülmüş; oradan da, yedi kat gökyüzüne yükseltilerek "sidre-i Münteha" ya ve diğer yüce makamlara çıkarılmış; bir çok ilahi lütuflara (Füyuıatı Rabbaniyeye) mazhar olduktan sonra, tekrar Mekke-i Mükerreme'ye ulaştırılmıştır, Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde mevcut meşhur bir hadise göre; bu mucize, Hicret'ten bir buçuk yıl önce Receb ayının yirmiyedinci gecesi vuku bulmuştur. İsra'nın, ruh ve ceset birlikte tahakkuk ettiğinde icma vardır. İsra hadisesi, yukarda kaydedilen ayetle sabit olduğundan, inkar eden kafir olur. Mirac hadisesinde de, icma-ı ümmet varsa da, keyfiyetin de, yani oluş şeklinde ittifak olunmamıştır. Ancak alimlerin büyük çoğunluğuna göre, Mi'rac ta, ruh ve ceset birlikte ve uyanık olarak tahakkuk etmiştir. Bu hadise, Rasulü Ekrem Efendimiz'in en büyük hissi mucizesi olarak kabul edilmiştir (Ayrıca bk. İsra ve Mirac maddesi).

2- İnşikak-ı Kamer, Ay'ın ikiye bölünmesi mu'cizesi: Peygamber (s.a.s) Efendimizin bu büyük hissi mucizesi de Kur'an'la sabittir. Nitekim; Kamer suresinde (54/1): "(Kıyamet)saat(i) yaklaştı, ay (ikiye) bölündü (yarıldı)" buyurulmuştur. Bazı sahih hadislerde nakledildiğine göre; müşriklerden bir grup, bir mucize olarak, ayın iki kısma ayrılmasını, Rasul-i Ekrem (s.a.s)'den istediler. Hz. Peygamber (s.a.s) da, Allah'u Teala'ya yönelerek niyazda bulundu. Ay, Allah'ın kudret ve izniyle derhal ikiye ayrıldı; bir kısmı Hıra dağı üzerinde, diğer kısmı ise, aşağıda ve tam karşısında görüldü. Müşrikler, inat ve tekebbürlerine kapılarak bu büyük mucizeyi inkar ettiler ve "Bu, ancak bir sihirdir" dediler. Şayet bu mucize, diğer Mekkelilerce de görülmemiş olsaydı, ona delalet eden ayetle tekzip edilmiş olur ve kimse Hz. Muhammed (s.a.s)'e iman etmez, hatta inananlardan irtidat edenler bile olurdu. Halbuki böyle bir şey olmamıştır (bk. Ay mucizesi mad.)

Akli Mucizeler Akli mucize, akla ve vicdana hitab eden ve her devirde geçerli olan olağanüstü eşsiz bir harikadır. Bu tür mucizeye en canlı örnek, yalnız Rasulullah (s.a.s) Efendimiz'e verilen ve onun en büyük mucizesi sayılan Kur'an-ı Kerim'dir. Çünkü o, her zaman ve mekanda onun peygamberliğini simgeleyen en etkili mucizedir. Daha önceki peygamberlere verilen hissi mucizelerin fonksiyonu Kur'anla sona ermiş; onların, hatıralarda anılan tarihi fevkalade bir olay olmaktan öte, artık bir etkisi kalmamıştır. Böyle bir akli mucizenin, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) Efendimize verilip, daha önceki peygamberlerin hiç birine bir benzerinin verilmemesinin hikmeti; onların peygamberliklerinin bir sonraki peygamberin gönderilişine kadar ki belirli zamana ve belirli bir millete mahsus olmasıdır. Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamberliği ise, kıyamet gününe kadar baki olduğu için, ona; bütün insanların peygamberi olduğuna tanıklık edecek Kur'an-ı Kerim gibi, her devirde geçerli, akli ve eşsiz bir mucize verildi. Kur'an'ın pek çok olan icaz yönleri, genel olarak şu iki kısımda toplanarak özetlenebilir:

1- Bütün insanları hedef alan i'cazı: Kur'an'ın o zamana kadar duyulmayan, adı sanı bilinmeyen gaybi hakikatlerden haber vermesi ve bunların aynen çıkması. Aynı şekilde, geçmiş ümmetlerden ve onların kıssalarından bahsetmiş olması da, Kur'an'ın icazına örnek sayılır. Ayrıca, bütün devirlerde, her yerde ve her millete uygulanabilen genel ve eşsiz bir hukuk sistemi ortaya koyması da, ilmi bir mucizedir. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.s) ümmi idi, okuması yazması yoktu. Onun herhangi bir alim ve mürşidden ders almadığı, hukuk ve kanun okumadığı tarihen sabittir. O halde, böyle ümmi bir zatın, Kur'an-ı Kerim gibi, Arap belagat ve fesahatının zirvesinde olan ilahi hikmetlerle dolu eşsiz bir hukuk sistemini, kendi karihasından meydana getirebilmesi mümkün müdür? İşte Kur'an-ı Kerim'in bu yöndeki icazını ve onun büyük bir mucize olduğunu aklı selim sahibi herkes rahatlıkla kavrayabilir.

2- Kur'an-ı Kerim'in Araplara yönelik bulunan icazına gelince; bu Kur'an'ın ilahi lafzının, "nesir"in alışılmış uslub ve yöntemleriyle tam tamına uyuşmayan; "şiir" in bilinen vezinleriyle de bağdaşmayan kendine mahsus üstün ve parlak nazmıdır. Bunun yanında, Kur'an'ın hayret verici, insanı teshir eden yüce bir belağatı ve eşsiz bir fesahatı vardır. O öyle yüce bir usluba sahiptir ki; ondan, avam olsun, kültürlü olsun veya ihtisas sahibi bir alim olsun, herkes mutlaka faydalanır ve manevi zevk alır. Eşsiz bir uslup, geniş ve engin bir mana hazinesi olan Kur'an-ı Kerim, asırlardır tekrar tekrar meydan okuduğu halde, Arap edebiyatı, belağat ve fesahat üstadları bu güne kadar Kur'an'ın bir benzerini yapmaktan aciz kalmışlardır. Nitekim bu konuda Allah Teala şöyle buyurur: "Eğer kulumuz (Muhammed)'e indirdiğimiz (Kur'an)'dan şüphe ediyorsanız, haydi siz de ona benzer bir sure getirin. Allah'tan başka bütün şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın; eğer doğru iseniz (bunu yapın) yok eğer yapamadınızsa, ki yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkarcılar için hazırlanmış ateşten sakının" (el-Bakara, 2/23-24). Başka bir ayette; "Deki: Andolsun eğer bütün insan(lar) ve cin(ler) şu Kur'an'ın bir benzerini meydana getirmek için (biraraya gelip) toplansalar yine onun bir benzerini yapamazlar" (el-İsra, 17/88) diye meydan okumuyor ve "Yoksa Onu uydurdu mu diyorlar? Hayır, onlar inanmıyorlar. Doğru iseler, haydi onun gibi bir söz meydana getirsinler" (et-Tur, 52/33-34) buyuruluyor.

Fakat bütün bu meydan okumalara rağmen onlar, hiç bir şey yapamadılar ve Kur'an'a cevap verme cesareti gösteremediler. Bu ayetler ve bütün Kur'an, asırlardır, değişik anlayış ve inançta bulunan belağat üstadlarına, şair ve edebiyatçılara meydan okumaya devam ettiği halde, onunla kıyaslamaya yarayacak güzellikte herhangi bir çalışma yapılamamıştır. İşte bu, gözlem ve deneye dayalı ilmi delillerle ortaya konmuş bulunan gerçek, Kur'an'ın ilahi icazını ve en büyük mucize oluşunu ispat eden belgedir.

Mucize Dışındaki Diğer Harikalar Bunlar başlıca beş çeşit olup, şöylece özetlenebilir:

1- İrhas: Peygamber olmaya namzet bir zatın, peygamber olarak gönderileceğine delalet eden olağanüstü bir hadisedir. Böyle fevkalade bir hadise, o zata peygamberlik gelmeden önce meydana gelir. Hz. İsa (a.s)'nın daha beşikte iken konuşması, bazı ağaçların ve taşların Peygamber (s.a.s) Efendimize selam vermesi, bulutun onu gölgelemesi gibi... İrhas da, mucize gibi yalnız peygamberlere mahsus bir harikadır.

2- Keramet: İlahi emirleri dikkatle yerine getiren, günahlardan titizlikle sakınan ve Allahu Teala'ya çokça ibadet ve taatla yaklaşan, zühd ve takva sahibi bazı büyük zevatta görülen harikalardır. Allah dostu veli ve evliya diye anılan bu gibi zevatın, gerektiği zaman "keramet" göstermesi, Ehl-i Sünnete göre haktır. Bir çok hikmet ve faydalar vermesi ve etrafındakileri uyarması maksadıyla zühd ve takva sahibi bazı salih mü'minlere verilen bu ilahi lütuf ve ihsan, onların tabi olduğu peygamberlerin bir mucizesi sayılır. Keramet, mucize derecesine: veli de, nebinin derecesine asla ulaşamaz. Bu sebeble, keramet peygamberlik davasıyla ve istenilen zamanda gösterilemez.

3- Meunet (Yardım, destek): Salih müslümanlardan olduğu halde, halk arasında hali gizli kalmış, iç alemi anlaşılmayan bilinmeyen; meczup bilinen veya saf dil görünen kimselerden, bir iddiada bulunmadan meydana gelen bazı harikalardır. Bu hal, sahibinin bazı bela veya musibetten kurtulmasına ve geçiminin kolaylaşmasına yardımcı olur. Karşılarındaki insanların aklından geçenleri, maksat ve niyetlerini keşfetmek, bir çeşit meunet sayılır.

4- İstidrac: Küfrü ve fıskı açık olan bazı kimseler elinde, arzularına uygun olarak meydana gelen harikalara "istidrac" adı verilir. Bu, Allah Teala'nın, inad, kibir, hased ve ihtirasları sebebiyle yola gelmeyen, münkirlere istediği fırsatı vermesidir ki; kötülüğe ve günah işlemeye devam ederek, daha çok azaba müstahak olmaları hikmetine dayanır. Bu gibi zalim, fasık ve inkarcı kimselerin dünya ile ilgili isteklerine, kavuşmaları, arzu ve duaların kabulu, "istidrac" sayılır.

5- İhanet: (Hakir ve zelil kılmak): Küfrü ve fıskı açık olan bazı kişiler elinde arzu ve isteklerine aykırı olarak meydana gelen bir takım harika olaylardır. Bu hale "hizlan" adı da verilir. Bu tip yalancı ve münkirler elinde meydana gelen menfi harikalar, Hak Teala'nın onları yalanlamak ve rezil etmeyi dilemesi ile ortaya çıkar. Nitekim rivayete göre; Peygamberlik, davasında bulunan "Müseylemetü'l Kezzab" diye anılan yalancı bir sapık, mucize göstermek maksadıyla tek gözü kör bir adama gözü açılsın diye dua etmiş; adamın gören diğer gözü de kör olmuş!

Sonuç olarak; harika türlerinden, yalnız keramet ve irhas, sahibinin büyüklüğüne ve yüksek derecesine delalet eder. Sihir ise, dinen haram olup, yukarıda belirtilen sebeblerle, bu harika çeşitlerinden hiç birine girmez ve dinen hiç bir değer taşımaz. Sihirbazlar dinen makbul kişiler değildir.

Mucizeler ile Harikalar Arasındaki Fark

En önemli farklar şunlardır:

1- Mucize, ancak peygamberlik şerefine mazhar olan Allah'ın sevgili kullan, mümtaz şahsiyetler tarafından ve davalarına uygun olarak meydana gelir. Diğer harikalarda bu şartlar bulunmaz.

2- Mucize, genellikle halkın istemesi üzerine gösterilir ve ortaya çıkar. Bu esnada halka, "Bir benzerini de siz getirin" diye meydan okunur ve halk aciz kalarak bir benzerini yapamazlar. Veliler ve diğer harika sahipleri, böyle bir iddiada bulunamazlar.

3- Mu'cize gösteren peygamberler, her türlü ahlaki fazilet ve üstün vasıflarla muttasıf birer ahlak ve fazilet timsali olurlar. O kadar ki, bu halleri de, onların peygamberliklerine delalet eden birer harika derecesinde görülür. Bu sebeble, vehbi olan peygamberlik sıfatlarıyla muttasıf olmayanlar, mucize gösteremezler (Fazla bilgi için bk. Şerhu'l-Mevakıf III, 177-181, Şerhu'l-Makasıd, II, 130-135, İslam'da İman ve Esasları 204-220).



Ali Arslan AYDIN


2-)(Mıracle) Peygamberlerin
kendilerine İnanmayan İnsanlara peygamberliklerini ispat etmek amacıyla
gösterdikleri olağanüstü özellikler. Rasyone.1 olarak İzahı mümkün olmayan
doğaüstü olay.


3-)İnsanları hayran bırakan, tabiatüstü sayılan olay.


4-)İnsan aklının alamayacağı olay
Örnek:Şırınga nasılsa umduğumdan çok daha iyi bir tesir yaptı ve zavallı Hacı Ömer, bunu benim bir mucizem gibi gördü. R. N. Güntekin


5-)Olağanüstü, şaşırtıcı
Örnek:Onların aşkı ve evlilikleri zaten bir mucize değil miydi? T. Buğra


6-)Allah'ın izni ve emri ile yalnız peygamberlerin gösterdiği, özellikle peygamberlere karşı çıkanları ikna etmek, iman etmeyenlerin iman etmelerini sağlamak, inananların imanını güçlendirmek amacı taşıyan olağanüstü işler, hareketler, haller, tansık.


7-)Hayran bırakan, doğaüstü sayılan olay.


8-)İnsan aklının alamayacağı olay.


9-)hayran bırakan, olağanüstü olay. insan aklının alamayacağı


10-)İnsanların, yapmasında aciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasib olan harika. Kerametten yüksek, fevkalade hadise. (Osmanlıca'da yazılışı: mu'cize)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?

Bu kelime Dini bir Terimidir.

Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Miracle.
İngilizcesi İngilizce
Marvel.
İngilizcesi İngilizce
Wonder.
İngilizcesi İngilizce
Prodigy.

  • Mucizevi şeyler hayal ile başlar.
  • Fakat Mucize halkın hür iradesiyle geldi ve ortaya UÇK ( Milli Hürriyet Savaşçıları ) çıktı.

Sizde içinde Mucize kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Mucize kelimesi anlamı 782 defa okunmuştur. [242280] Mucize kelime anlamı, Mucize nedir, Mucize ne demek, Mucize sözlük anlamı

Paylaş