Nakib, Nakibu'l-Esraf Nedir

Nakib, Nakibu'l-Esraf Nedir ? Nakib, Nakibu'l-Esraf Ne demek ?

1-)NAKÎB, NAKÎBU'L-EŞRÂF



Hz. Muhammed (s.a.s)'in neslinden gelen kişilerle ilgili işleri gören kimse.

Pek çok anlamı içeren nakib kelimesi, bir topluluğun veya kabilenin reisi veya vekili anlamlarına geldiği gibi, tekkelerde şeyhlerin yardımcısı konumundaki en kıdemli derviş veya dede manasına da gelir. Ancak bu kelimenin daha çok, Hz. Muhammed (s.a.s)'in soyundan gelen kişilerin işlerini görmek üzere içlerinden devlete tayin edilen memur anlamında kullanıldığı görülmektedir.

Bilindiği üzere Hz. Peygamber'in nesli, kızı Fatımatü'z-Zehra (r.an) ile damadı ve amca oğlu Hz. Ali (r.a)'den devam etmiştir. Hz. Ali'nin, büyüğü Hz. Hasan ve küçüğü Hz. Hüseyin o(an oğullarından gelen zürriyet zamanımıza kadar ulaşmıştır. Birbirlerinden farklı olduğunu göstermek için, Hz. Hasan'dan gelen kola "şerif", Hz. Hüseyin'den gelen kola ise "seyyid" denilmiştir. Ehl-i beytten olanlara, İslam tarihinin ilk devirlerinden günümüze kadar, her devlet ve iktidar tarafından çok hürmet ve saygı gösterilmiştir. Nakibül-eşraf adı verilen kişi, bu soydan gelenler arasından seçilir ve Hz. Peygamber (s.a.s) neslinden gelenlerin işlerine bakar, neseplerini kaydeder, doğumlarını ve ölümlerini deftere geçirir, gelişigüzel mesleklere girmelerine engel olur, fey ve ganimetlerden kendilerine ait. paylarını alıp aralarında dağıtır, hanımların denkleri olmayan erkeklerle evlenmelerine mani olurdu. Bu açıdan nakibül-eşraf, Peygamber (s.a.s) hanedanı mensuplarının umumi bir vasisi hükmünde idi (Mehmet Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1983, II, 647).

Nakibül-eşraflık makamı, gördüğü fonksiyonların şerefi itibariyle, en yüksek mertebelerden biri kabul edilir ve halifeden sonra protokolde yerini alırdı. Bu sebepten dolayıdır ki, Abbasi halifesi el-Kadir Billah zamanında nakibül-eşraflık görevini yürüten Şerifü'r-Radi, halifeye hitaben yazdığı bir şiirde, "Aramızda bir fark varsa, o da sen halifesin ben değilim. Başka yönlerden birbirimizden farkımız yok!" demişti (Pakalın, a.g.e., II, 647).

Kaynaklara göre, Abbasi halifesi Harun er-Reşid ile oğlu Me'mun dönemlerinde seyyid ve şerifler yeşil sarık sarıp yeşil cübbe giyerlerdi. Ancak bir süre sonra bu usul terkedilmiş olduğundan halk içinde farkedilmez olmuşlardı. Mısır'da Türk Memluk sultanlarından Melik Eşref Şaban (773-1371) zamanında şeritlerin başlarına yeşil bir alamet sarmaları emrolunmuştur. Bu yeşil alamet Osmanlı döneminde de bu kişilerin özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Osmanlılar, seyyidlere "emir", başlarına sardıkları yeşil sarığa da "emir sarığı" derlerdi. Hz. Peygamber (s.a.s) soyundan gelen kadınlar da başlarına yeşil bir alamet takıyorlardı. Şerif ve seyyidler her zaman yeşil sarıkla gezmeye mecburdu, ancak bunlardan biri şeyhülislam olacak olursa o zaman şeyhülislamlara mahsus beyaz sarık sarardı (İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Ankara 1984, s. 163).

Osmanlı Devletinde nakibül-eşraflık makamı, Ramazan 802/Mayıs 1400'de Sultan Yıldırım Bayezid döneminde tesis edilmiş ve Emir Buhari talebelerinden Bağdatlı Seyyid Ali Nita' b. Muhammed adında biri, Anadolu'daki seyyid ve şeriflere nazır tayin edilerek, kendisine aynı padişah tarafından Bursa'da yaptırılmış olan Ebu İshak Kazeruni Zaviyesi'nin tevliyeti verilmiştir (Nevizade Atai, Hadaikul-Hakaik, İstanbul 1268, s. 176; H. Adnan Erzi, "Bursa'da İshaki Dervişlerine Mahsus Zaviyenin Vakfiyesi ", Vakıflar Dergisi, II, 424).

Ankara Savaşı'nda esir edilen Seyyid Nita', kısa bir süre sonra serbest bırakılmış ve haccını eda ettikten sonra II. Murad zamanında Bursa'ya gelerek eski görevine dönmüştür. Vefatından sonra oğlu Seyyid Zeynelabidin, seyyid ve şeriflere nazır olmuştur. Zeynelabidin'in ölümünden sonra Fatih Sultan Mehmed, bu makamı ortadan kaldırmışsa da, sonraları seyyidlik iddiasında bulunan bazı kişiler türediği için, bu konu tekrar ele alınarak bazı yeni düzenlemelere gidilmiştir.

Nakibül-eşraflık ünvanı Osmanlılarda XV. yüzyıl sonlarından itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Bu ünvanın kullanılması ile ilgili olarak şu olay nakledilir: Sultan II. Bayezid döneminde, padişahın hocası Seyyid Abdullah oğlu Seyyid Mahmud, 900/1494te şerif ve seyyid teşkilatının başına getirilmişti. Seyyid Mahmud, Arap ülkelerinde seyyid ve şeriflere nezaret eden kişiye "nakibül-eşraf" denildiğini görmüş ve bu durumu hükümete intikal ettirerek kendisine bu ünvanın verilmesini talep etmişti (Atai, a.g.e., s.176). Bunun üzerine sözkonusu ünvan kendisine verilmiştir. Nakibül-eşraflık makamı, Osmanlı saltanatının ilgasına kadar devam etmiştir.

Nakibül-eşrafların, Osmanlıların ilk dönemlerinde devletçe ödenen yevmiyeleri yirmi beş akçe iken, daha sonra artarak XVI. asrın sonlarında günde yetmiş beş akçeye yükselmiş ve bu rakam sonraki dönemlerde giderek artmıştır. Nakibül-eşraflar, kadılar gibi belirli bir süre için atanmadıklarından uzun seneler bu makamda kalır, gerekli görülürse değiştirilirlerdi. Nakibül-eşrafların resmi elbiseleri, XVIII. yüzyıldan itibaren kazasker elbiselerinin aynı idi; ancak başındaki "örf" denilen kavuğun yerine "küçük tepeli" adı verilen kavuk giyip üzerine seyyid ve şeriflere mahsus yeşil renk tülbent sarardı (Uzunçarşılı, a.g.e., s. 166-167).

Nakibül-eşrafların, kendi konaklarında daireleri ve maiyyetlerinde hizmet eden adamları vardı. Nakibül-eşraflar, eyalet, sancak ve kazalarda, yine seyyid ve şeriflerden olan kaymakamları aracılığıyla ülkedeki bütün seyyid ve şeriflerin isimlerini içeren defterler tutarlardı. "Şecere-i tayyibe" adı verilen bu defterlerde her seyyid veya şerifin ismi, hüviyeti, silsilesi, evladı, ahvali ve ikametgahına dair bilgiler bulunurdu.

İslam aleminde seyyid ve şeriflere gösterilen bu rağbetten dolayı birçok kimse bunu istismar edip kendisinin seyyid olduğunu (müteseyyid) iddia eder oldu. Her yer ve zamanda görülmesi mümkün olan bu ve benzeri iddiaların önünü alabilmek, gerçek seyyid ile müteseyyid (seyyid olmadığı halde seyyidlik taslayan)leri birbirinden ayırma işine çok önem veriliyordu. Bunun için de yeni doğan her seyyidin neseb defterinin tutulması, isminin kaydedilmesi ve anne ile babasının da belirtilmesi gerekiyordu. Osmanlı devletinde bu iş biraz daha sıkı kontrol ediliyordu. Bunlar deftere kaydedildikleri gibi ellerine de "temessük" adı verilen tanıtıcı bir belge (hüviyet cüzdanı) veriliyordu. Nitekim, H. 976 senesi Receb ayının başlarında (1568 Aralık sonu) Defterdar Ahmed Çelebi'ye gönderilen bir hükme göre;

Hacı Mansur ve Bayram adındaki kimseler seyyid olduklarını iddia etmektedirler. Bunun üzerine adı geçenler nakibül-eşraf önünde gerçekten seyyid olduklarını isbat ederlerse deftere kayd ettirilip ellerine temessüklerinin verilmesi istemektedir (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defteri nr. 7, s. 979).

Seyyid ve şeriflerin kanun ve adetlere aykırı hareketleri olursa ve İstanbul'da ise nakibül-eşraf, taşralarda ise kaymakamları tarafından cezaya çarptırılırdı. Cezalandırma sırasında, önce başındaki yeşil sarık alınarak öpülür; ceza işlemi bittikten sonra başlık iade edilirdi. (Öte yandan mahkemelerde ve divanlarda, davacılar arasında seyyid ve şerifler varsa, bunların davalarına diğerlerinden önce bakılırdı (Uzunçarşılı, a.g.e., s. 167169).

Padişah cüluslarında hükümdara, önce nakibül-eşraf bey'at edip dua eder, sonra protokol bey'atını yapardı. Bayram tebriklerinde de öncelik nakibül-eşrafa aitti. Her iki tebrikte de rütbesi ne olursa olsun, padişah nakibül-eşrafa ayağa kalkar ve alkış yapılırdı. Osmanlı padişahlarının cüluslarında bazı nakibül-eşraflar, kılıç alayı merasiminde yeni padişaha kılıç kuşatmışlardır (Uzunçarşılı, a.g.e., s. 169-170).

Diğer taraftan nakib kelimesi, tekkelerde şeyh vekili makamında bulunan sülukü ilerlemiş dervişler hakkında da kullanılmaktaydı. Rifai, Sa'di ve Bedevi tarikatlarında süluklerini ilerletmelerine rağmen "nukeba" derecesine ulaşamamış dervişlere "nakib" denilmekteydi (Pakalın, a.g.e., II, 648). Ayrıca bu kelime ile ilgili olarak, "nakib-i imaret" terimine vakfiyelerde karşılaşılmaktadır. Burada kelime, imaret şeyhinin yardımcısı anlamına gelir.

Mefail HIZLI


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?

Bu kelime Dini bir Terimidir.

Sizde içinde Nakib, Nakibu'l-Esraf kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Nakib, Nakibu'l-Esraf kelimesi anlamı 48 defa okunmuştur. [242372] Nakib, Nakibu'l-Esraf kelime anlamı, Nakib, Nakibu'l-Esraf nedir, Nakib, Nakibu'l-Esraf ne demek, Nakib, Nakibu'l-Esraf sözlük anlamı

Paylaş