Nefis Nedir

Nefis Nedir ? Nefis Ne demek ?

1-)insanda bulunan kalp ve ruh gibi bir cevher. Bunların varlığını ilahi dinler bildirmektedirler. Bu üç cevher, birbirinin aynı değildir. Herbirinin ayrı ayrı hassaları, özellikleri vardır. Kur’an-ı kerim, üçünün de varlığını haber veriyor.

Allahü teala, insanlarda da şehvet ve gadab kuvvetlerini yaratmış ise de, insanların muhtaç oldukları şeylere kavuşmaları, bulduklarını kullanabilmeleri ve korktuklarına karşı savunabilmeleri için, bu kolaylığı ihsan etmiştir. Yalnız, en lüzumlu olan havayı her yerde yaratmış, ciğerlerine kadar kolayca girmesini insanlara da ihsan etmiş, ikinci derecede lüzumlu olan suyu, her yerde bulmalarını ve kolayca içmelerini insanlara da ihsan etmiştir. Bu iki nimetten daha az lüzumlu olan ihtiyac maddelerini elde etmeleri ve elde ettiklerini kullanabilecekleri hale çevirmeleri için, insanları çalışmaya mecbur kılmıştır. İnsanlar çalışmazlarsa, muhtaç oldukları, gıda, elbise, mesken, silah, ilaç gibi şeylere kavuşamazlar. Yaşamaları, üremeleri çok güç olur. Bir insan, muhtaç olduğu bu çeşitli maddeleri yalnız başına yapamayacağı için, birlikte yaşamaya, iş bölümü yapmağa mecbur olmuşlardır. Allahü teala, insanlara merhamet ederek, seve seve çalışabilmeleri, çalışmaktan usanmamaları için, insanlarda üçüncü bir kuvvet daha yarattı. Bu kuvvet, nefis kuvvetidir. Bu kuvvet, şehvetlere kavuşmak ve gadap edilenlerle mücadele etmek için insanı zorlar. Fakat insanın nefsi, bu işinde bir sınır tanımaz. Yaptığı işler, hep aşırı, hep zararlı olur. Mesela hayvan susayınca, temiz suyu kolayca bulur, içer. Doyunca, artık içmez. İnsanı nefsi zorlayarak doyduktan sonra da içirir. Sığır aç olunca, çayırda otlar. Doyunca, yatar, uyur. İnsan aç olunca, çayırda otlayamaz. Bulduğu otlar arasında seçim yapması, seçtiğini soyup, temizleyip, pişirmesi lazımdır. Nefis, bu yorucu, usandırıcı işleri seve seve yaptırır. Fakat, hoşuna gideni, doydukdan sonra da yedirir.

İnsanlara verilen akıl nimeti, nefsin iyi ve kötü isteklerini ayırması, aşırılıklarına mani olması içindir. Akıl bu işleri elinde bir ölçü olmadan ve mutlak doğru netice veren kaideler bulunmadan yapamayacağından ve insanların nefisleri tarafından felakete sürüklenmemeleri için Allahü teala ayrıca peygamberler ve dinler göndermiştir. İnsanın aklı, nefsin isteklerinin zararlı olduklarını anlayıp, peygamberlere uymak lazım olduğunu kalbe bildirir. Kalp de bunu dinleyip, peygamberlere uyunca insan saadete kavuşur. İlahi dinlerin bildirdiği emir ve yasaklar hem nefis arzularına uymağı sınırlamakta hem de nefsi temizleyip emmarelikten, yani aşırı ve taşkın olmaktan kurtarmaktadır. Allahü tealanın peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği emir ve yasakların tamamına “ilahi dinler” veya “İslamiyyet” denir. Nefis, şehveti ve gadabı aşırı olarak çalıştırdığı için buna uymak insana tatlı gelir. İslamiyyete uymak ise bu arzuları frenlediği, tahdit ettiği için insana acı, zor gelmektedir. Bunun için insan İslamiyyete uymak istemez, nefse uymak ister. İnsan bu haliyle hakikatte dünyada ve ahirette sonsuz felaketlere sürüklenmektedir. Saadeti felaketten, doğruyu eğriden ayırabilecek şekilde yaratılan akıllarını kullanıp İslam dinine uyarsa, nefsi emmarelikten kurtulup “mutmainne” olur. Bu vakit şehveti ve gadabı da faydalı olarak çalıştırır. Böylece yaratılışta karanlık ve pis olan nefis kalbin emri, idaresi altına girip, İslamiyyete tam uyarak tezkiye bulur, temizlenir, yaratılışındaki pislikten kurtulur ve saadete kavuşur.

Nefsin Makamları: Nefsin İslamiyyetin emir ve yasaklarına uyması ile tezkiyesi, temizlenmesi mümkündür. Nefsin tezkiyesi, doğru bir imana sahip olduktan sonra, İslamiyetin hükümlerini, yani farzları, haramları, vacib ve sünnetleri öğrenip, bütün işleri öğrenilenlere göre yaptıktan sonra mümkündür. Nefis tezkiyesi ile kalp de, kötü düşüncelerden, tasfiye olur, pislikleri temizlenir. Nefsin, Allahü tealaya tam teslimiyeti, evliyalık makamının en yüksek derecesidir ki, buna “Nefs-i kamile” denir. Nefis bu makama kavuşmadan önce altı makamdan geçer.

1- Nefs-i emmare: Buna nefs-i natıka da denir. Hep kötülük ve aşağılık ister. Allahü tealanın gönderdiği dinlere inanmaz, iman etmez, kafirdir. Nefs-i emmare, hiç kimsenin emri altına girmeyip, herkese emir etmek ister. İnsanların nefs-i emmaresi, mevki almak, başa geçmek sevdasındadır. Onun bütün arzusu şef olması, herkesin kendisine boyun bükmesidir. Kendisinin kimseye muhtaç olmasını, başkasının emri altına girmeyi istemez. Nefsin bu arzuları ilah olmak, mabud olmak, herkesin kendisine tapmasını istemektir. Hatta nefs-i emmare o kadar alçaktır ki, ortaklığa razı olmayıp amir, hakim, yalnız kendi olsun, her şey yalnız onun emriyle olsun ister. Yusuf suresi 53. ayetinde mealen; “Muhakkak ki nefs hep günah işlemeyi (kötülüğü) emredicidir.” buyruldu.

Nefs-i emmare, kötülükler deposudur. Yaratılışı günahlara meyillidir. Kendini iyi sanarak cahilliği daha çok artmıştır. Hele gençlik çağı nefs-i emmarenin en azgın olduğu zamandır. Kafirlik, cahillik, kibir (büyüklük taslamak), hırs, kızgınlık, cimrilik, şehevi arzulara düşkünlük, haset (çekememezlik), boş ve faydasız şeylerle uğraşmak, alay etmek, eziyet ve sıkıntı vermek vb. kötü huylar hep onun sıfatlarındandır. Bir hadis-i kudside Allahü teala buyuruyor ki: “Nefsine düşmanlık et! Çünkü nefis benim düşmanımdır.”

Nefs-i emmareyi, yıpratmak, azgınlığını önlemek için İslamiyetin emir ve yasaklarına uymaktan başka çare yoktur. Nefsin temizlenmesi, onunla cihad etmekle olur.

2. Nefs-i levvame: Nefis, kötülükleri emretmekten pişmanlık duyup, kendini çok levm eylediğinden (ayıpladığından) ismi “Levvame= çok ayıplayan” olmuştur. Nitekim Allahü teala Kıyame suresi 2. ayetinde mealen; “Ne kadar taat etse de, yine bunları az görüp daima kendini kınayan nefse yemin ederim.” buyurmuştur.

Nefs-i levvame sahipleri, kötülükleri ayıplamak taat ve ibadetlere heves etmek, tefekkür halinde bulunmak, hayret ve taaccüpleri çok olmakla beraber, insanlara itirazları, kahır ve sıkıntı göstermeleri, onlara minnet etmeleri, gizli riyaya düşmeleri, makam ve şehvet sevgisi gibi kötü huylarla sıfatlanırlar. Fakat bu nefis, bildirilen sıfatları ile hakkı hak, batılı batıl görür ve bilir ki, bu sıfatlarla huzursuzdur. Ne yapsın ki kurtulmaya gücü yoktur. İslamiyete sevgisi ve hakiki İslam alimlerine bağlılık isteği daimi ve kararlıdır. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat, sadaka vermek gibi salih amelleri vardır. Fakat kendisini henüz ucub (ibadetlerini beğenmek) ve gizli riyadan (gösterişten) kurtaramamıştır.

3. Nefs-i mülhime: Doğrudan doğruya Allahü tealanın ilhamına kavuşan nefistir. Şeytan ona musallat olamaz. Onun vesvesesine kulak vermez. Rabbiyle bağlılığı öyle artmıştır ki, melek bile aracı değildir. Nefsin bu makamı, hakiki imana kavuşma anlarının başlangıcıdır. Allahü tealadan başkası ile bağlılığı kalmamıştır. Ruhlar alemine yükselmiştir. İlim, cömertlik, tevazu, sabır, tahammül, özürü kabul, başkaları hakkında hep hüsn-i zan etmek ve onların eziyetlerine katlanmak gibi sıfatlara sahip olmuştur.

4. Nefs-i mutmainne: İslamiyetin emir ve yasaklarından kıl kadar ayrılmayan ve Resulullah efendimizin ahlakı ile ahlaklanmaktan zevk, lezzet alan nefistir. Allahü teala Kur’an-ı kerim’de Fecr suresi yirmi yedinci ayet-i kerimesinde mealen bu nefse; “Ey mutmainne olan nefis!” kelamıyla hitap etmektedir. Böyle olan kimsenin her sözü ve hareketi Kur’an-ı kerim’e uygun, Peygamberimizin hadis-i şeriflerine mutabıktır. Cömertlik, yumuşaklık, güler yüzlülük, sabır, tevekkül, rıza, doğruluk, teslimiyet, şükür, huzur ve tazim gibi bütün güzel sıfatlar kendisinde mevcuttur. Allahü tealanın her işinden razıdır. Allahü teala da ondan razı olmuştur. “Kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyenlerdendir.

5. Nefs-i radiyye: Allahü tealadan razı olan nefistir. Her halinde rıza ile sıfatlanmıştır. Allahü teala bu nefse; Kur’an-ı kerimde Fecr suresi yirmi sekizinci ayet-i kerimesinde mealen; “Rabbine, sen O’ndan razı ol ve O senden razı olarak dön!” kelamıyla hitap etmektedir. Beşeri sıfatlardan temizlenmiş olarak kemale gelmiştir. Bu nefsin hali ancak zevk ile tadarak anlaşılır. Tam bir teslimiyet ve rıza üzeredir. Allah’tan başka her şeyi unutmuştur. Her türlü haramlardan ve şüphelilerden vera, ibadetlerinde ihlas, muhabbet ve huzur içindedir. Birçok kerametlere kavuşmuştur. Bu halleri sebebiyle alemde meydana gelen her şeyi itirazsız, gönül hoşluğu ile kabul edip, hazzalır. Hiçbir kötülüğü, kendinden gidermek için uğraşmaz, didinmez. Kendi haline bırakmıştır. Bu halde iken bile insanlara nasihatla emir ve nehiy (yasak) edebilir. Bu hal onu Allah’ın kullarını (irşattan alıkoymayıp işine devam eder. Sözünü duyan ondan istifade eder.

Nefsi bu makama kavuşan kimse, Hakk’ın huzuru ile edep deryasına dalar. Duası asla redd olmaz. Fakat edep ve hayası çok olduğundan bir şey istemez. Çaresiz kalsa, dua eder ve duası kabul olur. Bu kimse, Allahü tealanın katında aziz ve mükerremdir. İnsanlardan ileri gelenler ve avam arasında da muhteremdir. İnsanlar ona niçin tazim ve saygı gösterdiklerini bilemezler bile. Onun ise, bu saygı ve tazime rağmen, insanlara asla meyli olmaz. O hep Allahü teala ile meşguldür.

6. Nefs-i mardiyye: Allahü teala tarafından razı olunmuş nefistir. Allahü tealanın ahlakı ile ahlaklanmıştır. İnsanlık sıfatlarının hemen hepsini terk etmiş ve en güzel ahlak ile süslenmiştir. Hataları affetmek, ayıpları örtmek, kimse hakkında su-i zann etmemek, kötü düşünmemek ve hüsn-i zanda bulunmak, herkese lütuf ve şefkat göstermek gibi sıfatlarla sıfatlanmıştır. İnsanları, tabiatlarının zulmetlerinden karanlıklarından, pisliklerinden, ruhlarının nurlarına çıkarmak için onlara meyil ve muhabbet ederler. Bu meyil ve muhabbet Allah içindir. Bu, insanlara olan merhamettendir. Nefs-i emmaredeki sevgi ve meyil gibi değildir. Böyle olmak nefs-i mardiyyeye mahsus olup, halk ileHalık’ın (yaratıcının) sevgisini birleştirebiliyor. Bu şaşılacak bir hal olup, ancak bu makama kavuşanlara nasib olur. Onun için bu makamda olan kamil insan, görünüşte diğer insanlardan ayrılmaz, ama kalbi kibrit-i ahmer gibi olup, misli, benzeri bulunmayacak kadar azdır. Bunlar, seçilmişlerin seçilmişidir. Nur menbaı, esrar madeni, seçilmişlerin önderidir ve hali ilm-i ilahi dairesidir. Kalbi, Allahü tealadan başkasından kurtulmuştur. Bu makamın sahibi, Allahü tealanın ve insanların yanında beğenilmiştir. Kendisi, Allahü tealanın razı olduğu her şeyden razıdır. Değeri çok yüksektir. Allahü tealanın kendisine ihsan ettiği marifetlerden, hikmetlerden, insanların anlayacağı şekilde söyler ve onlara faydalı olmaya çalışır.

7. Nefs-i kamile (kamil insan): Evliyalık makamının en yüksek derecesidir. Bütün kemalata, olgunluklara, yüksekliklere kavuştuğu için nefse “kamile” ismi verilmiştir. Diğer nefislerde bulunan bütün güzel huylar ve sıfatlar, bu nefsin de sıfatlarıdır. Bu makamın sahibi olan kimse, bütün maksat ve arzularına kavuşmuştur. Bir tek muradı vardır. O da, Allahü tealanın rızasını kazanmaktır. Her hareketi taat ve ibadet olup, hep sevap olan işlerdir. Sözleri tatlı olup, ilim ve hikmet doludur. Yüzünü gören, huzura kavuşur. Bunu görenin kalbine Allahü tealanın zikri ve fikri gelir. Allahü tealanın emir ve yasakları ona çok kolay gelir.

Nefsin bu makamına kavuşan kimse, tam bir veli, olgun bir mürşid (rehber) dir. Her an ibadetle meşguldür. Bedenin her uzvu ile ibadettedir. Dili, eli, ayağı, gözü vs. haramlardan uzak olup, kalbi bir an Allah’tan gafil değildir. Hep istiğfar eder. Rızası ve sevinci, halkın Allahü tealaya bağlanmasındadır. Kızması ve üzülmesi, onların Hak’tan gaflet ve yüz çevirmelerindedir. Hakkı, doğruyu isteyenlere rağbet ve muhabbeti, öz evladına olandan çoktur. Herkese emr-i maruf ve nehy-i münker, yani nasihat edip, yumuşak ve alçak gönüllülükle söyler. Muhabbet ehlini sever. Sevilmeyeceklere sevgisizlik gösterir. Bununla beraber, kalbinde kimseye kötülük beslemez. Allah için olan işleri yapar. Ayıplayanların ayıplamasından çekinmezler, korkmazlar. Her işinde adalet üzeredir.

Hevay-ı nefs: Kalp hastalıklarının, yani kötü huyların birisi de nefsin hevasına, şehvetlerine, isteklerine, lezzetlerine tabi olmaktır. Bunun kötü olduğu, ayet-i kerimelerde açıkça bildirilmiştir. Nefsin arzularının, insanı Allah yolundan saptırıcı oldukları, Kur’an-ı kerim’de haber verilmiştir. Çünkü nefis daima Allahü tealayı inkar, O’na inad, isyan etmek ister. Her işte, nefsin arzularına uymak, nefse tapınmak olur. Nefsine uyan küfre veya bid’at sahibi olmaya yahut fıska yani haram işlemeye başlar.

Ebu Bekr Tamistani diyor ki: “Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nimetlerinin en büyüğüdür. Çünkü nefis, Allah ile kul arasındaki perdelerin en büyüğüdür.” Sehl bin Abdullah Tüsteri diyor ki: “İbadetlerin en kıymetlisi, nefse uymamaktadır.”

Resulullah efendimiz uzun bir hadis-i şerifin sonunda buyurdu ki: “İnsanı felakete sürükleyen şeyler üçtür: Hasislik, nefse uymak, kendini beğenmek.” Hadis-i şerifte; “Ümmetimin iki kötü huya yakalanmalarından çok korkuyorum. Bunlar, nefse uymak ve ölümü unutup, dünya arkasında koşmaktır.” buyruldu. Nefse uymak, İslamiyete uymağa mani olur. Ölümü unutmak, nefse uymağa sebep olur.

Hadis-i şerifte: “Aklın alameti, nefse galip ve hakim olmak ve öldükten sonra lazım olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti, nefse uyup, Allah’tan af, merhamet beklemektir.” buyruldu. Nefse uyup da, tövbe ve istiğfar etmeden, af ve Cennet beklemek ahmaklık olmaktadır. Sebebine yapışmadan bir şey beklemeğe “temenni” denir. Sebebine yapıştıktan sonra beklemeğe “reca” denir. Temenni, insanı tembelliğe götürür. Reca ise, çalışmağa sebep olur. Nefsin sevdiği, istediği şeylere “heva” denir. Nefis, yaratılışında kötülükleri, zararlı şeyleri sevici ve isteyicidir.

Nefsinden sakın daim, ona güvenme asla.

Yetmiş şeytandan daha fazla düşmandır sana

beyti tam yerinde söylenmiştir.

Nefsin, insanı haramlara ve mekruhlara sürüklemesinin zararları meydandadır. İstekleri hep hayvani arzularıdır. Hayvani arzular ise, hep dünyadaki ihtiyaçlardır. İnsan bu arzuların peşinde olduğu müddetçe, ahiret ihtiyaçlarını hazırlamakta geri kalır. Çok mühim bir şey de, nefis, mübahlarla doymaz. Mübahları kullanmayı arttırdıkça, isteklerini arttırır. Yine de doymaz. İnsanı haramlara sürükler. Bundan başka, mubahları aşırı kullanmak, elemlere, dertlere, hastalıklara sebep olur. Böyle insan, hep midesini, zevkini düşünür. Hasis ve rezil olur.

Nefis muhasebesi: İslam dininde çok büyük önemi olan ve her Müslümanın her zaman ve hiç değilse günde birkaç kere yapması istenen nefis muhasebesi, bir Müslümanın yaptığı işlerin İslamiyete göre iyilerini kötülerinden, doğrularını yanlışlarından, güzellerini çirkinlerinden ayırması, kötülüklerine pişman olup, tövbe etmesi ve bir daha yapmamaya karar verip azmetmesi, iyiliklerine de şükredip devam üzere ve daha fazlasını yapmaya karar vermesidir.

Bu işin nasıl yapılacağını İmam-ı Gazali hazretleri özetle şöyle bildirmektedir:

“Aklı olanlar, din büyükleri, bu dünyanın bir pazar yeri gibi olduğunu ve burada, nefsiyle alış-verişte bulunduklarını anlamışlardır. Bu ticaretin kazancı Cennet’tir. Ziyanı da Cehennem’dir. Yani karı, ebedi saadet, ziyanı da, sonsuz felakettir. Bunlar nefislerini, ticaretteki ortak yerine koymuşlardır. Ortak ile, önce şartname yapılır, sözleşilir. Sonra işlerine, sözünde durup durmadığına dikkat edilir. Nihayet hesaplaşılıp, hiyanet yapmışsa mahkemeye verilir. Bunlar da nefisleriyle, bir ortak gibi, sıra ile şu işleri yaparlar: Şirket kurmak, onu murakabe edip, gözetmek; muhasebe, yani hesaplaşmak; muakabet, yani cezalandırmak; mücahede, yani onunla uğraşmak ve muatebet, yani onu azarlamaktır.

Birinci iş, şirket kurmaktır. Ticaret ortağı insanın para kazanmakta ortağı olduğu gibi, bazan da, hıyanet yapınca düşmanı olur. Halbuki, dünyada kazanılan şeyler, geçicidir. Aklı olan buna kıymet vermez. Aklı olan kimse, hergün sabah namazından sonra, hatırına hiçbir şey getirmeyip, ortağı olan nefsine demelidir ki:

“Benim sermayem, yalnız ömrümdür. Başka birşeyim yoktur. Bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes, hiçbir şeyle tekrar ele geçemez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. Ömür bitince, ticaret sona erer. Ahirete yarıyan ticarete sarılalım ki, vaktimiz azdır ve ahiret uzun ise de; orada ticaret ve kar olmaz. Bu dünya günleri, o kadar kıymetlidir ki, ecel gelince, bir gün izin istenir, fakat ele geçemez. Bugün, bu nimet elimizdedir. Aman nefsim, çok dikkat et de, bu büyük sermayeyi elden kaçırma! Sonra ağlamanın sızlamanın faydası yoktur. Bugün, ecelin geldiğini, daha bir gün müsade etmeleri için, yalvardığını, sızlandığını ve sana, bir gün bağışladıklarını ve şimdi o günde bulunduğunu farz et. O halde, bu günü elden kaçırmaktan, bununla, saadete kavuşmamaktan, daha büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi, dilini gözlerini ve yedi azanı haramdan koru!

Cehennemin yedi kapısı var demişlerdir. Bu kapılar senin yedi uzvundur. Bu uzuvları haramdan korumaz isen ve bugün ibadet yapmaz isen, seni cezalandırırlar! Nefis asi, emirleri yapmak istemez ise de, nasihat dinler ve riyazet yapmak, istediklerini vermemek, ona tesir eder. İşte nefis muhasebesi böyle olur.”

Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Akıllı kimse ölmeden önce hesabını gören, ölümden sonra kendisine yarayacak şeyleri yapan kimsedir.” Bir kere de buyurdu ki; “Yapacağın her işi, önce düşün, Allahü tealanın razı olduğu izin verdiği bir iş ise, onu yap! Böyle değilse, o işten kaç!” İşte her gün nefis ile böyle konuşmalı, hiçbir zaman onun oyuncağı haline gelmemelidir.

İkinci iş, murakabedir. Yani nefsi kontrol etmek, ondan gafil olmamaktır. Ondan gafil olursan, kendi şehvetlerine ve tembelliğine döner. Allahü tealanın, her yaptığımızı, her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar, birbirinin dışını görür. Allahü teala ise, hem dışını hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin, işleri ve düşünceleri edepli olur. Zaten buna inanmayan kafirdir. İnanıp da muhalefet etmek ise, büyük cesarettir.

Üçüncü iş, amellerden sonra yapılacak muhasebedir. Hergün yatarken, o gün yaptığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermayeyi, kardan ve zarardan ayırmalıdır. Sermaye farzlardır. Kar da, sünnetler ve nafilelerdir. Ziyan ise, günahlardır. İnsan ortağına aldanmamak için, onunla hesaplaştığı gibi, nefse karşı daha uyanık davranmak lazımdır. Çünkü nefis, çok hileci ve yalancıdır. Kendi arzularını, sana iyi, faydalı gösterir. Her mubahı bile sormalı, “Bunu niçin yaptın?” demelidir.

Fakat insanlar kendilerini hesaba çekmiyorlar. Eğer her günah işledikte, odasına bir kum koysa, bir kaç sene içinde oda kum ile dolar. Eğer omuzlarımızdaki katib melekler, her günahı yazmak için bir kuruş isteseydi, malımızın hepsini vermemiz lazım gelirdi.

Dördüncü iş, nefse ceza yapmaktır. Nefsi ile hesap yapıp, kusurlarını görüp, ceza verilmez ise, cesaret bulur, şımarır. Kendisiyle başa çıkılamaz. Şüpheli şey yemiş ise aç bırakılmalı, yabancı kadınlara bakmış ise, mübahlara baktırmamalı. Her azaya böyle ceza vermelidir. Cüneyd-i Bağdadi rahmetullahi aleyh diyor ki: İbn’l-Keziti, bir gece cünüb oldu. Gusül etmeye kalkarken nefsi tembellik etti ve hava soğuk, hasta olursun, sabret yarın hamama git, dedi. Entari ile gusül etmeye yemin eyledi. Öyle yaptı ve “Allahü tealanın emrinde gevşeklik yapan nefsin cezası budur.” dedi.

Beşinci iş, mücahededir. Bazı büyükler nefisleri kabahat yapınca ceza olarak çok ibadet ederlerdi. Abdullah ibni Ömer radıyallahü anh bir namazda, cemaate yetişmeseydi bir gece uyumazdı. Hazret-i Ömer bir cemaati kaçırdığı için, iki yüz bin dirhem gümüş kıymetindeki bir malı sadaka verdi. Abdullah bin Ömer radıyallahü anh bir akşam namazını geciktirmişti. Hava kararıp iki yıldız görünmüştü. Bu kadar geciktirdiği için, iki köle azad eyledi. Böyle yapanlar çoktur. Nefsine ibadetleri seve seve yaptıramayan kimseye en iyi ilaç salih bir zatın yanında bulunmaktır. Onun, ibadetleri zevkle yaptığını görerek, kendi de alışır. Birisi diyor ki, ibadet yapmak için, nefsimde tembellik gördüğüm zaman, Muhammed bin Vasi ile sohbet ediyorum, onunla birlikte bulunmakla nefsimin bir hafta içinde, ibadetleri seve seve yaptığını görüyorum. Din bilgisi, aklı ve ihlası olan bir Allah adamını bulamayanlar, daha evvel yaşamış, salih insanların hayatını okumalıdır.

Altıncı iş, nefsi tekdir etmek, azarlamaktır. Nefis yaratılışta iyi şeylerden kaçıcı, kötülüklere koşucudur. Ve hep tembellik etmek ve şehvetlerine kavuşmak ister. Allahü teala, bizlere nefislerimizi, bu huyundan vazgeçirmeyi, yanlış yoldan, doğru yola çevirmeyi emir buyuruyor. Bu vazifemizi başarabilmek için, onu bazan okşamamız, bazan zorlamamız ve bazan da sözle işle idare etmemiz lazımdır. Çünkü nefis öyle yaratılmıştır ki, kendine iyi gelen şeylere koşar ve buna kavuşmakta iken rastlayacağı güçlüklere sabreder. Nefsin; saadete kavuşmasına mani olan en büyük perdesi, gafleti ve cehaletidir. Gafletten uyandırılır, saadetinin nelerde olduğu gösterilirse, kabul eder. Bunun içindir ki Allahü teala Zariyat suresi 55. ayet-i kerimesinde mealen; “Onlara nasihat et! Nasihat müminlere elbette fayda verir.” buyurdu. Nasihat ve tenbih, ona tesir eder. İnsan önce kendi nefsine nasihat edip onu azarlamalıdır. Hatta, onu azarlamaktan hiç geri kalmamalıdır. Ona denir ki: Ey nefsim! Akıllı olduğunu iddia ediyorsun ve sana, ahmak, diyenlere kızıyorsun. Halbuki senden daha ahmak kim var bak! Ömrünü boş şeylerle, gülüp eğlenmekle geçiriyorsun. Senin halin şu katile benzer ki, polislerin kendisini aradıklarını ve yakalayınca idam edeceklerini bildiği halde, zamanını eğlence ile geçiriyor. Bundan daha ahmak kimse olur mu?

Ey nefsim! Ecel yaklaşmakta, Cennet ve Cehennem’den biri seni beklemektedir. Ecelinin, bugün gelmeyeceği ne malum? Bugün gelmezse, bir gün elbette gelecek. Başına gelecek şeyi, geldi bil. Çünkü ölüm kimseye vakit tayin etmemiş ve gece veya gündüz çabuk veya geç, yazın veya kışın gelirim dememiştir. Herkese ansızın gelir ve hiç ummadığı zamanda gelir. İşte ona hazırlanmadın ise, bundan daha çok ahmaklık olur mu? O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Günahlara dalmışsın. Allahü teala, bu halini görmüyor sanıyorsan, kafirsin! Eğer gördüğüne inanıyorsan, çok cüretkar ve hayasızsın. O’nun azabını hafif mi görüyorsun, parmağını aleve tut! Yahut, kızgın güneş altında bir saat otur! Yahut da, hamam halvetinde fazlaca kal da, zavallılığını, dayanamayacağını anla! Yok eğer, dünyada yaptıklarına ceza vermeyecek sanıyorsan, Kur’an-ı kerim’e ve yüz yirmi dört bin Peygambere (aleyhimüssalevatü vetteslimat) inanmamış ve hepsini yalancı yapmış oluyorsun. Çünkü Allahü teala, Nisa suresinin 122. ayetinde; “Günah işleyen, cezasını çekecektir.” buyuruyor. Kötülük eden, kötülük görür. O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Günah işleyince, O kerimdir, rahimdir, beni affeder diyorsan, dünyada, yüz binlerce kişiye niçin zahmet, açlık ve hastalık çektiriyor ve tarlasını ekmeyenlere mahsulünü vermiyor! Şehvetlerine kavuşmak için, her hileye baş vuruyorsun ve o vakit Allahü teala kerimdir, rahimdir, istediklerimi zahmetsiz bana gönderir demiyorsun. O halde, yazıkla olsun sana ey nefsim!

Belki inandığını fakat sıkıntıya gelemeyeceğini söyleyeceksin. Fazla sıkıntıya dayanamayanların, az bir zahmetle bu sıkıntıyı önlemeleri lazım geldiğini, Cehennem azabından kurtulmak için, dünyada zahmete katlanmanın farz olduğunu, demek ki bilmiyorsun. Bugün dünyanın bir miktar zahmetine dayanamazsan, yarın Cehennem azabına ve ahiretteki zillet ve alçaklığa ve tard olmağa, kovulmağa nasıl dayanacaksın! O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Para kazanmak için çok zahmet ve aşağılıklara katlanıyor ve hastalıklardan kurtulmak için, bir Yahudi doktorun sözü ile bütün şehvetlerinden vazgeçiyorsun da, Cehennem azabının, hastalıktan ve fakirlikten daha acı olduğunu ve ahiretin dünyadan çok uzun olduğunu bilmiyorsun. O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Sonra tövbe ederim ve iyi şeyler yaparım diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tövbe etmeği, bugün etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun. Çünkü tövbe, geciktikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca, hayvana yokuş önünde yem vermeye benzer ki, faydası olmaz. Senin bu halin, dersine çalışmayıp, imtihan günü hepsini öğrenirim sanan ve ilim öğrenmek için uzun zaman lazım olduğunu bilmeyen talebeye benzer. Bunun gibi pis nefsi temizlemek için de, uzun zaman mücadele etmek lazımdır. Ömür boşuna geçince, bir anda, bunu nasıl yapabilirsin? İhtiyarlamadan önce gençliğin, hasta olmadan önce sıhhatin, sıkıntı çekmeden önce rahatlığın ve ölmeden önce hayatın kıymetini niçin bilmiyorsun? O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Ey nefsim! Anladım ki, dünyanın nimetlerine ve lezzetlerine alışmış ve kendini onlara kaptırmışsın! Cennet’e ve Cehennem’e inanmıyorsan, bari ölümü inkar etme! Bu nimet ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın! Bunları istediğin kadar sev, istediğin kadar sıkı sarıl, ayrılık ateşi, ne kadar seversen o kadar çok olur. O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Dünyaya niye sarılıyorsun? Bütün dünya senin olsa ve dünyadaki insanların hepsi sana secde etse, az zaman sonra sen de onlar da, toprak olacaksınız! İsimleriniz unutulacak, hatırlardan silinecek. Geçmiş padişahları hatırlayan var mı? Halbuki sana dünyadan az bir şey vermişler. O da bozulmakta, değişmektedir. Bunlar için, sonsuz Cennet nimetlerini feda ediyorsun. O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Bir kimse, kıymetli ve sonsuz dayanıklı bir mücevheri verip, bununla, kırık bir saksı satın alırsa, ona nasıl gülersin? İşte dünya, alınan saksı gibidir. Onu kırıldı bil ve ebedi cevheri elinden çıktı bil ve sana pişmanlık ve azap kaldı bil!

Bunlarla ve bunlar gibi sözlerle, herkes nefsini azarlayarak, kendi hakkını ödemeli ve nasihate, önce kendinden başlamalıdır.


2-)Öz varlık, kişilik
Örnek:Çoğunu kendi nefsini kurtarmak için öldürmüştü. Ö. Seyfettin


3-)İnsanın yeme içme vb. gereksinimlerinin bütünü.


4-)Pek hoş, istek uyandıran, çok güzel
Örnek:Akşamları soğuk yemekler yiyorum, ama nefis şeylerdi. R. H. Karay


5-)çok hoş, hoşa giden, beğenilen


6-)Hoşa giden, beğenilen; en güzel.


7-)(Bak: Nefs)


8-)Pek beğenilen, pek güzel, pek iyi.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Excellent.
İngilizcesi İngilizce
Exquisite.
İngilizcesi İngilizce
Fine.
İngilizcesi İngilizce
Marvellous.
İngilizcesi İngilizce
Marvelous.
İngilizcesi İngilizce
Beautiful.
İngilizcesi İngilizce
Delicious.
İngilizcesi İngilizce
Yummy.
İngilizcesi İngilizce
Dainty.
İngilizcesi İngilizce
Ambrosial.
İngilizcesi İngilizce
Awfully nice.
İngilizcesi İngilizce
Beyond praise.
İngilizcesi İngilizce
Delectable.
İngilizcesi İngilizce
Peachy.
İngilizcesi İngilizce
Scrumptious.
İngilizcesi İngilizce
Stunning.
İngilizcesi İngilizce
Delightly.
İngilizcesi İngilizce
Brilliant.
İngilizcesi İngilizce
Dreamy.
İngilizcesi İngilizce
Great.
İngilizcesi İngilizce
Heavenly.
İngilizcesi İngilizce
Lovely.
İngilizcesi İngilizce
Luscious.
İngilizcesi İngilizce
Smashing.
İngilizcesi İngilizce
Tremendous.
İngilizcesi İngilizce
Self.
İngilizcesi İngilizce
Personality.
İngilizcesi İngilizce
The flesh.
İngilizcesi İngilizce
The body.
İngilizcesi İngilizce
The cravings of the flesh.
İngilizcesi İngilizce
One's own personality.
İngilizcesi İngilizce
Sensuality.
İngilizcesi İngilizce
Essence.
İngilizcesi İngilizce
Essential value.
İngilizcesi İngilizce
One's bodily appetites.
İngilizcesi İngilizce
The craving of the flesh.
İngilizcesi İngilizce
Of superior quality.
İngilizcesi İngilizce
Choice.
İngilizcesi İngilizce
Detectable.
İngilizcesi İngilizce
Bang-on.
İngilizcesi İngilizce
Elegant.
İngilizcesi İngilizce
Galumptious.
İngilizcesi İngilizce
Nice.
İngilizcesi İngilizce
Splendid.

  • Açık dünya konsepti, otoritelerden tam puan alan hikayesi ve Nefis grafikleriyle kesinlikle çok başarılı bir oyun.
  • Madrid Nefis bir Akdeniz şehri.

Sizde içinde Nefis kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Nefis kelimesi anlamı 502 defa okunmuştur. [239423] Nefis kelime anlamı, Nefis nedir, Nefis ne demek, Nefis sözlük anlamı

Paylaş