Nur Nedir

Nur Nedir ? Nur Ne demek ?

1-)NÛR



Işık, aydınlık, ziya, parlaklık; şan, şeref; eşyayı ortaya çıkaran ve onun gerçekliğini gözler tarafından görünür kılan. Çoğulu "envar"dır. Ziya kelimesiyle eş anlamlı olduğu kabul edilir. Ancak, bu iki kelime arasında ifade ettikleri şeyler açısından bazı farklılıklar ileri sürülmüştür. Parlaklığı bizzat kendinden olan cisimlerin yaydığı ışıklara ziya; başka bir ışık kaynağı vasıtasıyla parlak olan cisimlerin saçtığı ışığa ise nur denilmektedir. Bu tanım, şu ayeti kerimeye dayandırılmaktadır: "Güneşi, ışıklı (ziyalı) ayı nurlu kılan... (Yunus,10/5). Bu ayeti esas alan bazıları, ziyanın, nurdan daha kuvvetli bir anlamı olduğunu iddia etmişlerdir.

Işık olarak nur ile ziya arasında bir ayırım yapılmadan, Kozmoğrafya ve fizikle ilgilenen bilim adamları tarafından bir takım çalışmalar yapılmış ve ışığa has özellikler tesbit edilerek cisimlerle olan ilişkileri açıklanmaya çalışılmıştır. Bu konudaki çalışmaların en mühimi İbnul-Haysem'in optik ilminden bahseden Kitabul-Menazir'idır. İbnul-Haysem, ışık açısından cisimleri iki grup olarak değerlendirmektedir. Bunlardan biri, parlaklığının kaynağı bizzat kendisi olan cisimler (güneş, yıldızlar ve ateş gibi) ve karanlık olan cisimler. Karanlık cisimler ise kendi arasında saydam, yarı saydam ve saydam olmayanlar gibi bir tasnife tabi tutulurlar.

Aydınlığı bizzat kendisinden olan cisimlerin ışığı onların cevheri bir vasfıdır. Karanlık olup, başka bir kaynaktan gelen ışığı yansıtan ve bu yüzden parlak olan cisimlerin bu durumu, onlar için arazdır. Ancak ışık, her iki durumda da karşısında bulunan cisimleri aydınlatır.

Kazvini de, bir kısmını kozmoğrafyaya tahsis ettiği, Âcaibu'l-Mahlukat ve Garaibu'l-Mevcudat" isimli eserinde konuyla ilmi olarak ilgilenmiş ve bazı deneylere dayanarak ışığın özellikleri hakkında bir takım çıkarımlarda bulunmuştur.

Nur (ışık) kavramı, antik çağlara ait mitolojilerde, efsanelerde, gerçek ve batıl dinlerde etkileyici bir unsur olarak yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Ayrıca, mistik ve metafizik ile ilgili açıklamalarda, ilahiyat ve kozmolojide, nur-ışık-aydınlık motifi sürekli işlenmiştir.

Nur, bazan sadece fiziki anlamda, bazan da esrarlı bir remz, bir sembol olarak kalp ile algılanan mecazi anlamda kullanılır. Mecazi olarak kullanıldığında; nitelediği kişiyi, nesneyi yüceltir. Ona bir kutsiyet kazandırır. Bunun içindir ki, dini olarak önemli ve büyük kabul edilen şahıslar ışıklı, nurlu bir çerçeve içerisinde telakki edilerek insanüstü vasıflarla nitelenirler. Bazı dinler ve felsefi inançlar tamamen nur motifi üzerine kurulmuşlardır. Bunlardan birisi Maniheizm olup, bu inanışa göre evren deki bütün varlıklar aydınlık ve karanlık (nur ve zulmet) karşıtlığı üzerine kurulmuştur. Nur iyiliğin, zulmet de kötülüğün sebep ve kaynağıdır. Evren bu karşıtlığın mücadele alanıdır ve iki güç arasındaki savaş kesintisiz olarak devam eder. Bu tanım, aynı şekilde Mecusiliğin dualist (iki tanrılı) inancıyla da uyum içerisindedir. Zaten onlar iyilik tanrısını sembolize eden ve bir ışık kaynağı olan ateşe tapmaktaydılar (bk. Mecusilik mad.).

Bazı batılı filozoflar ve onların İslam dünyasındaki uzantıları olan felsefeciler, çoğu zaman varoluşu ve bu varoluşun evrelerini ışık kavramı üzerine oturturlar. Allah'ın varlığını ve zatını, vahyin dışında, aklı kullanarak izah etmeye çalışanlar, ilahlığı ışıkla veya ışığın akılla olan ilişkileriyle tanımlama yoluna gitmişlerdir. Böyle bir inanç sisteminin temelleri Platon tarafından atılmış ve Aristo tarafından oldukça tekamül ettirilmiştir. Batılı filozoflar tarafından geliştirilen metafizik ve ilahiyata dair bu nazariyeler pek az değişiklikle onların uzantıları olan Farabi ve İbn Sina tarafından iktibas edilmiştir. Onlar, ışık inancını akıl ile bağlantılı olarak kullanmışlardır. Farabi, Akl'ın ışığını ele alırken bir çok eş anlamlı kelimeler kullanmıştır. İbn Sina, Farabi'nin açıklamalarını genişletmiş, onun ilahiyatındaki ışık kavramını ruh ile beden arasında bir birleşme olarak telakki etmiştir.

Sufiler de, nur (ışık) terimini yaygın bir şekilde kullanmışlardır. Bunlardan bazıları, Kur'an-ı Kerim'de geçen ve Allah Teala'nın yüklediği anlamlar çerçevesi içerisinde kalmış; diğer bazıları da doğu ve batıdaki nur (ışık) akidelerinin tesiri altında kalarak farklı mecralarda yol almışlardır.

Burada, salt ışık akidesi üzerine kurulmuş felsefi bir ekol olan ve Mecusiliğin nur-zulmet akidesinin tesiri kadar, batılı filozofların ışık inançlarının tesirinde de kalarak ortaya çıkan İşrakilikten bahsedilmesi gerekmektedir. İşrakiliğin kurucusu, Eyyubiler devrinde yaşamış olan ve yaydığı düşünceler İslam akidesiyle çeliştiği için Halep'te 1191 yılında idam edilen Şihabüddin Sühreverdi'dir. O, İşraki doktrinini oluştururken, İbn Sina'yı ve İslam öncesi Pisagorculuk, Eflatunculuk ve Hermetizm esaslarını kaynak almıştır. Ancak onun felsefesi bu felsefeyi temellendiren kaynakların çokluğuna rağmen, eklektik bir felsefe olarak nitelendirilmekten uzak olup, orijinal özelliklere sahiptir. Meşşai ekolün, hakikatın akıl yoluyla keşfine önem vermesine karşılık; o, gerçeğin ancak sezgi yoluyla kavranabileceği tezini ileri sürmüştür.

İşrak kelimesi Arapça'da hem doğu hem de aydınlarıma ve ışık alemiyle alakalıdır. Sühreverdi, Kosmosun gerçekliğini açıklamaya çalışırken bu iki anlamı iç içe kullanmıştır. O, coğrafi Doğu-Batı yatay çizgisini dikey boyuta çevirir. Bu onun felsefesinde kutsal coğrafyayı oluşturur. Doğuyla kastedilen; madde ve karanlıktan tamamen soyutlanmış, dolayısıyla fani gözlere görünmeyen saf ışıklar veya baş melekler alemidir. Batı ise, madde ve karanlıklar dünyasıdır. Orta batı da, ışığın karanlıklarla karışık olduğu görünür semalardır.

Sühreverdi'ye göre varlığın gerçekliği, çeşitli yoğunluk derecelerine sahip olan ışıktan başka bir şey değildir. Ona göre, hakikatın cevheri olan nur'un tanımlanması mümkün değildir. Bu, ışıktan daha açık ve belirgin bir varlığın mevcud olmayışından dolayıdır. Işık ise, tüm eşyanın açık ve belirgin hale gelmesinin yegane sebebidir. O, varlığı incelerken bir ışıklar hiyerarşisi tesbit eder. Işıklar ışığı (nurul-envar) dediği saf ışık; ışığının yoğunluğu ve parlaklığı sebebiyle gözlerin idrak edemeyeceği, kör edici ilahi zattır. Bu ışıklar ışığı tüm varlığın kaynağıdır: Ve mevcudatın gerçeklik boyutları, ışık ve karanlığın derecelerinden başka bir şey değildir.

Işıklar ışığından sonra, sırasıyla melekler hiyerarşisini ve sonuçta şuhud alemini (görünen varlık), aynı ışık sembolizmini kullanarak açıklar. Sühreverdi, bu konuda da İslami anlayıştan tamamen soyutlanmış olarak hareket eder. Madde alemini incelerken, madde aleminin arketipleri olan melekleri sıralar. Bu ise Mazdeki melek anlayışının aşağı yukarı aynısıdır. Ayrıca bu, yıldızlara tapan putperestlerin yıldızlar için tayin ettikleri arketipler olan meleklerden pek de farklı değildir. Sühreverdi'nin ortaya koyduğu ve bağlılarının geliştirdiği İşraki felsefe, bazı sufi akımlar ve felsefi ekoller üzerinde derin tesirler bırakmıştır.

Nur kavramı Kur'an-ı Kerim'de bazan salt fiziki anlamda; çoğu zaman da Kalbi-ruhi gerçekleri ifade etmede mecazi anlamlarda kullanılmaktadır. Kur'an-ı Kerim, vahyin dışında ve onunla zıtlaşacak bir biçimde şekillenen bütün düşünce ve sistemleri, "zulumat" (karanlıklar) olarak nitelendirmektedir. Bunun karşısında ise ilahi vahyin nuruyla aydınlanmış tevhid çizgisi üzerinde uzanan yol bulunmaktadır. Ayetlerde bu yol "nur" olarak nitelenmektedir. Ayetlerdeki kullanımı dikkate alındığında, hidayeti içeren ve kurtuluşa götüren her şeyin nur olarak adlandırıldığı görülmektedir. Allah Teala her şeyi aydınlatan ve varlığı, rahmet nuruyla kuşatan bir nurdur. Kur'an-ı Kerim ve onu getiren peygamber; insanları şirkin, putperestliğin cahili hayatın karanlığından kurtarıp hidayet aydınlığına ulaştıran bir nurdur. Nur suresinde Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru içinde ışık bulunan bir kandil yuvası gibidir. Kandil cam içindedir. Cam da sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Ne tam doğuda ne de tam batıda olan mübarek bir zeytin ağacının yağıyla tutuşturulur. Yağ neredeyse ateş değmeden bile tutuşup ışık verecek kadar saf ve parlaktır. Bu, nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. Allah herşeyi çok iyi bilendir" (en-Nur, 24/35).

Müfessirler bu ayeti tefsir ederlerken Allah Teala'nın, nur ile vasfedilmesini işrakilerin ve bazı sufilerin yaptığı gibi gizemli ve batıni yorumlarla değil, lafız ve manasındaki i'cazı gözönünde bulundurarak açıklamışlardır.

Bu ayet sınırsız olanı sınırlı olan insan idrakine yakınlaştırmak için bir örnektir. Göklerde ve yerlerde bulunan bütün varlıkları aydınlatan, dilediğini nuruyla hidayete erdiren Allah Teala kastedilmektedir. Yoksa işrakilerin ve diğerlerinin iddia ettiği gibi Allah Teala'nın zatının, nur olduğunu söylemek sapıklıktır. Allah Teala, nurun yaratıcısı ve var edicisidir:

"Hamd gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) var eden Allah'a mahsustur" (el-En'am, 6/1).

Ayetin müteşabih olduğu gayet açıktır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, ayette, mucizevi bir ifade ile Allah Teala'nın, bütün kainatı ortaya çıkaran, insanlara bunun varlığını gösterip idrak ettiren, varlığa dair gerçekleri onlara bildiren, kalbleri huzura kavuşturan ve dilediğine hidayet yolunu açan gerçek Rab olduğu gerçeğinin kastedilmiş bulunduğu açığa çıkmaktadır. Bu kelime Allah hakkında dar ve sınırlı anlamıyla değil, ancak mutlak anlamıyla kullanılabilir. Yani yalnızca o, tezahürün, görünmenin, ortaya çıkmanın gerçek ve asıl nedenidir; aksi halde kainatta karanlıktan başka hiç bir şey olmaz. İşık veren ve başka şeyleri aydınlatan her şey, ışığını ondan alır. Hiç bir şeyin ışığı kendinden değildir.

Nur kelimesi, "bilgi" anlamında da kullanılır. Dolayısıyla, cehalete "karanlık" denir. Allah, bu anlamda da kainatın nurudur. Çünkü, hakikat ve hidayetin bilgisi yalnızca O'ndan gelir. O'nun nuruna başvurmadan, dünyada karanlıkla cehalet ve neticede kötülük ve şerden başka bir şey olmayacaktır (Mevdudi, Tefhimu'l-Kur'an, İstanbul 1986, III, 488).

Ayetteki; "O'nun nurunun misali..."cümlesi, "Allah göklerin ve yerin nurudur" ifadesinden doğabilecek bir yanlış anlamayı ortadan kaldırmaktadır. Burada Allah için "nur" kelimesinin kullanılması, hiç bir zaman O'nun zatının nur olduğu anlamına gelmez. Nurun kaynağı olarak mükemmelliğinden dolayı, Allah'a "nur" denilmiştir. Ayetin başında yer alan "Allah göklerin ve yerin nurudur" anlamındaki "Allahu nurissemavati vel ard " nazmının delaletiyle, İslami kaynakların tamamında, ayetten bağımsız olarak kullanıldığı zaman, bu cümle ile mutlak anlamda Allah Teala'nın kastedildiği anlaşılır.

Allah Teala için kullanılan "nur" kelimesinden; her şeyi kuşatan ve aydınlatan, vahyinin ve o vahyin içerdiği kurtuluş ve gerçek iç aydınlığının kastedildiğini belirten ayetler vardır. Bir ayet -i kerimede Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

"Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır" (et-Tevbe, 9/32; es-Saf 61/8). Buradaki nur, Resulullah (s.a.s)'a vahyedilen İslam'dır.

Allah Teala, insanların şirkin ve cehaletin karanlığından İslam'ın aydınlığına ulaşmalarını sağlamak için, İslam dışılığın sembolü olan "zulmet" ve İslam'ın hidayetinin sembolü olan "nur" kelimelerini bir arada, birbirine kıyaslanabilecek şekilde bir çok ayeti kerimede kullanmaktadır. Ayrıca, Allah'ın dinine tabi olmak; zulmetten (karanlıktan) çıkıp nur (aydınlık)a ulaşmak şeklinde ifade edilmektedir:

"Allah, o kitabda rızasına tabi olanları selamet yollarına eriştirir. Onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Ve onları doğru yola iletir" (el-Maide, 5116).

Bazı ayetlerde nur, Allah'ın ayetlerini içeren kitablardır:

"Şüphesiz Biz, içinde hidayet ve nur bulunan Tevrat'ı indirdik" (el-Maide, 5/44); "Biz, (Meryem oğlu İsa'ya) içinde hidayet ve nur olan İncil'i verdik..." (el-Maide, 5/46).

Şu ayeti kerimede olduğu gibi, bazan, Resulullah (s.a.s.)'in özelliklerinden söz eden bir tarzda kullanılmaktadır:

"Ey Peygamber! Biz seni, bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allah'ın izniyle Allah'a davet eden bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik" (el-Ahzab, 33/45-46).

Diğer bazı ayetlerde de nur, ahirette dünyadaki iyi amelleri yüzünden mükafatlandırılacak kimseler için bir mükafat olarak zikredilir. Yani o kimseler kıyamet gününde onları bütün endişelerden sıyıran bir nur'a sahip olacaklardır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

"O gün mümin erkeklerin ve mümin kadınların nurlarının önlerinde ve sağlarında koştuğunu görürsün. Melekler onlara "Bugün sizin müjdeniz altından ırmaklar akan cennetlerdir..." (el-Hadid, 57/ 12). Allaha ve peygamberlerine iman edenler, işte onlar gerçekten doğru olanlar ve şehitlerdir. Bunların Rableri katında mükafatları ve nurları vardır " (el-Hadid, 57/19).

Hadis-i şeriflerde de nur kelimesinin bazı vahyi gerçekleri ifade etmek için kullanıldığı görülmektedir. Bu kullanım nitelik olarak Kur'an-ı Kerim'deki kullanımla uyum içerisinde olup, hiçbir yanlış tefsir ve anlamaya sebep vermeyecek bir netliktedir.

Allah'ın kitabı, içinde hidayet ve nur bulunan bir kitabtır. Onun syetleri tabi olanları nihai kurtuluşa ulaştırıp nuruyla kalbleri ve gönülleri aydınlatarak, insanlığı kötülüklerin karanlığından, hidayet ve aydınlığa kavuşturur. Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır:

"Ben size iki şey bırakıyorum. Onlardan biri, içinde hidayet ve nur bulunan Allah Teala'nın kitabıdır. Allah'ın kitabındakileri alın ve ona sımsıkı yapışın..." (Ahmed b. Hanbel, IV, 367).

Yine hadisler, Kur'an ayetlerinin kıyamet günü bir nur olarak onları okuyanları aydınlatacağını haber vermektedir.

"Kim Allah Teala'nın kitabından bir ayet dinlerse, ona kat kat sevap yazılır. Her kim de onu okursa o kimse için o, kıyamet gününde bir nur olacaktır" (Ahmed b. Hanbel, II, 341).

Namaz da müminler için bir nur olarak zikredilmektedir:

"Namaz bir nurdur. Sabır da bir ziyadır" (Müslim, Taharet, 1).

Başka bir hadiste de; "Gecenin karanlığında namaza yürüyen kimseye Allah Teala onu kıyamet gününde bir nur olarak o kimseye gönderir" (Darimi, Salat, 133).

Kıyamet gününde nur, yalnızca mümin kimselere ait olarak sürekli var olacaktır. Kafirlerden farklı olarak, nifaklarının bir cezası olarak münafık kimselere bir nur verilecek; ancak o, kısa bir süre sonra Cehennem'e yuvarlanmalarıyla sönecektir. Bir hadiste Resulullah (s.a.s) bu durumu şöyle açıklamaktadır.

"...Mümin veya münafık her insana bir nur verilecek, sonra o nurun peşine takılacaklar. Cehennem köprüsünün üzerinde bir takım çengeller ve pıtrak dikenleri vardır. Bunlar Allahın dilediklerini tutacaklar, sonra münafıkların nuru sönecek, müminler kurtulacak. Onlardan ilk zümre yüzleri Bedr gecesinde ay gibi (parlak) yetmiş bin kişi olarak hesap görmeden kurtulacaklar, sonra onların arkasından gelenler gökteki yıldız nurları gibi gelip geçecekler..." (Müslim, İman, 84).

Nur kavramı yaradılışla alakalı olarak melekler ve Resulullah (s.a.s) için kullanılan fizik ötesi bir manayı ifade etmektedir. Allah Teala melekleri nurdan yaratmıştır. Bir hadiste şöyle denilmektedir: "Melekler nurdan yaratıldı. Cinler ise dumanlı alevden yaratıldılar. " (Müslim, Zühd, 10):

Acluni, Cabir (r.a)'dan şöyle bir hadis nakletmektedir: "Babam anam sana feda olsun ya Resulullah, Allah'ın eşyadan önce yarattığı ilk şeyin ne olduğunu bana haber ver" dedim: Resuulullah (s.a.s) şöyle dedi: Ey Cabir! Allah Teala, eşyayı yaratmadan evvel kendi nurundan senin nebinin nurunu yarattı" Bu nur, Allah'ın dilediği şekilde onun kudretiyle deveran ediyordu. Bu vakitte, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem, Mülk, Sema, Yer, Güneş, Ay, Cin ve İnsan ortalarda yoktu. Ne zaman ki Allah, mahlukatı yaratmayı diledi; bu nuru dört parçaya böldü. Birinci bölümden kalemi, ikincisinden levh'i, üçüncüsünden de Arş'ı yarattı. Sonra da dördüncü bölümü tekrar dört parçaya ayırdı. Bunun ilk parçasından Hameletül Arş'ı, ikincisinden Kürsi'yi, üçüncüsünden de kalan melekleri yarattı. Sonra da dördüncü parçayı tekrar dört kısma ayırdı. Bunların ilkinden gökleri, ikincisinden yerleri; üçüncüsünden de Cennet'i ve Cehennem'i yarattı. Dördüncü kısmı tekrar dörde böldü. Birinci bölümle müminlerin gözlerinin nürunu, ikincisiyle marifetullah (Allah bilgisi) olan kalplerin nurunu, üçüncüsüyle de Kelime-i Tevhidi yarattı". Acluni'nin naklettiği bu hadisi Abdurrezzak, İbn Cabir'den rivayet etmiştir. Acluni, Mevahib'de de hadisin aynı şekilde rivayet edildiğini kaydetmektedir (el-Acluni, Keşful-Hafa, Kahire t.y., I, 311).

Bu hadis ve diğer bazı hadisler çerçevesinde Arş'ın Kalem'den önce yaratılışı hakkında ihtilafların varlığı zikredilmiş ve hadiste geçen nur'un ne anlama geldiği açıklanmaya çalışılarak, yanlış bir anlamanın önüne geçilmek istenmiştir: "Allah Teala için muhal olduğundan dolayı O'nun nurundan kastedilen, kelimenin zahirine göre, O'nun zatıyla kaim olan bir nur değildir. Çünkü nur ancak cisimlerle birlikte var olabilir. Burada kastedilen, Muhammed'i, nurundan önce yaratılmış bir nurdan varettiğidir. Buna ek olarak şu ihtimal de eklenebilir. Muhammed'i yarattığı nur, O'nun zatıdır. Ancak bu, Muhammed'in yaratıldığı nurun madde olduğu anlamında değildir. Aksine Allah Teala'nın, hiç bir şeyi aracı kılmadan, nuru yaratması hakkındaki iradesine ilişkin bir manası vardır (Acluni, 312).

Bu açıklama, işrakilerin, maddi nur anlayışı ile ilahi gerçekliği ortaya koymaları felsefesinin çarpıklığını da göstermektedir. Allah Teala'nın her türlü yakıştırmaların ötesinde olduğu, Kur'ani ve mutlak bir gerçektir. Ve onun zatının gerçekliği, insan aklının kavrayabileceği sınırların çok ötesindedir.

Bu hadislere dayanan bazı sufilerin Muhammedi nur'un intikali hakkında ileri sürdükleri şeyler, akli verilere dayanmakta olup; mesnedten yoksundurlar. Aynı zamanda nübüvvetin devamını niteleyen nur-i Muhammedi'nin Resulullah'tan sonra masum imamlar yoluyla Ehl-i beyt'te devam ettiğini iddia etmenin de hiçbir tutarlı dayanağı yoktur.

Nur, Allah Teala'nın elinde olan ve dilediğini delalete, sapıklığa düşmekten kurtardığı ve onunla insanları hidayete erdirdiği ilahi bir hakikattır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

"Veya inkar edenlerin amelleri derin bir denizdeki karanlıklara benzer. Bir deniz ki, onu üst üste dalgalar örtmüş dalgaların üstünden de bulutlar, bir biri üstüne yığılmış kat kat karanlıklar, insan elini çıkaracak olsa neredeyse onu bile göremeyerek. Her kime ki, Allah nur vermedi, artık onun nuru yoktur" (en-Nur, 24/40).

Ömer TELLİOĞLU


2-)Aydınlık, ışık, parıltı, ziya.


3-)İlahi bir güç tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık
Örnek:Kuru kadın okurken önündeki mezarın bir yeşil nurla tutuştuğunu gördü. Ö. Seyfettin


4-)1. aydınlık, parıltı, parlaklık, niran. 2. mekke&


5-)8217;deki hıra dağı. ışığın bir şeye yansımasından meydana gelen parlaklık. zünnureyn: hz. peygamberin 2 kızıyla evlendiği için hz. osman&


6-)8217;a verilen unvan, onur sahibi. kur&


7-)8217;an-ı kerim&


8-)8217;in 24. suresinin adı ve toplam 20 ayette geçmektedir.


9-)Aydınlık, ışık, parıltı.


10-)Tanrısal bir güç tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık.


11-)Kur´anıkerim.


12-)Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Hard knot in wood; also, a hard knob of wood used by boys in playing hockey.
İngilizcesi İngilizce
Mere , no better than , none but , nothing but , only.
İngilizcesi İngilizce
Light.
İngilizcesi İngilizce
Glory.
İngilizcesi İngilizce
Radiance.
İngilizcesi İngilizce
Nimbus.
İngilizcesi İngilizce
Divine light.
İngilizcesi İngilizce
Heavenly light.
İngilizcesi İngilizce
Divine radiance.

  • İran kısa ve orta menzilli füzeler denedi İran Deniz Kuvvetleri'nin, tatbikatın beşinci gününde"Nur"ve"Kadir"füzelerini başarıyla fırlattığı bildirildi.
  • Savaş gemisinden denizdeki hedeflere fırlatılan"Nur"füzesi ile karadan denize fırlatılan"Kadir"füzesinin önceden belirlenen hedefleri başarıyla imha ettiği kaydedildi.

Sizde içinde Nur kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Nur kelimesi anlamı 107 defa okunmuştur. [250775] Nur kelime anlamı, Nur nedir, Nur ne demek, Nur sözlük anlamı

Paylaş