Oruç Nedir

Oruç Nedir ? Oruç Ne demek ?

1-)Alm. Fasten (n), Fr. Jeune (m), İng. fast. İslamın beş şartından biri. Diğerleri; kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek ve hacca gitmektir. İslamın beş şartından dördüncüsü, mübarek ramazan ayında, her gün oruç tutmaktır. Oruç, Hicretten on sekiz ay sonra, şaban ayının onuncu günü, Bedir Gazasından bir ay evvel farz oldu. “Ramazan”, yanmak demektir. Çünkü, bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur (Bkz. Ramazan). Oruca Arapçada savm denir. Oruç tutmaya ve orucun başladığı vakte “imsak”, orucu açmaya da iftar adı verilir (Bkz. İftar). Oruç tutmak için gece kalkıp yenilen yemeğe de sahur denir. (Bkz. Sahur)

Oruç, imsak vaktinden yani fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar yemek ve içmekten uzaklaşmak demektir. Bunun manası, insanlara açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu öğretmektir. Tok, hiçbir zaman açın halini bilmez ve ona merhamet etmez. Oruç, toklara aç insanların neler çektiğini öğretir. Aynı zamanda nefse hakimiyeti talim eder. Farz olan oruç tutma zamanı arabi aylara göre tayin edildiğinden, her sene evvelki seneye göre on gün evvel gelir. Bu sebepten bazan yaza, bazan kışa isabet eder. Yaz orucuna dayanamayan hasta kimseler orucu kışın kaza edebilecekleri gibi, büsbütün oruç tutamayacak olan çok ihtiyar kimseler oruç mukabilinde fidye, yani sadaka vererek bu borçlarını eda ederler. (Bkz. Fidye, Sadaka)

İslam dininde zor, işkence yoktur. Sıhhatini feda ederek, hastalanarak, ibadet etmeyi Allahü teala hiçbir zaman istememiştir. Allah, çok kerim ve gafur ve rahimdir. Tövbe edenleri affedici ve merhametlidir.

Oruç tutmak, Müslümanlara vazife olduğu gibi diğer ilahi dinlerde de emredilmişti. Kur’an-ı kerim’de mealen; “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de Ramazan orucu farz kılındı. Umulur ki, Allah’a karşı gelmekten sakınırsınız!” (Bakara suresi: 183) ve; “Sizden kim Ramazan ayında bulunursa oruç tutsun!” (Bakara suresi: 185) buyruldu. Bir hadis-i şerifte de buyruldu ki: “Bir kimse Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir, vazife bilir ve orucun sevabını yalnız Allahü tealadan beklerse, geçmiş günahları affolur.”

İslamiyetin ilk yıllarında her ay üç gün ve aşure orucu tutulurdu. Bu emir, ramazan orucu farz kılınınca nesh edildi, kaldırıldı. Bu günlerde oruç tutmak herkesin arzusuna bırakıldı.

Şaban ayının son günü, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hutbelerinde buyurdu ki: “Ey Müslümanlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece (kadir gecesi), bin aydan daha faydalıdır. Allahü teala, bu ayda her gün oruç tutulmasını emretti. Bu ayda, geceleri teravih namazı kılmak da sünnettir. Bu ayda, Allah için ufak bir iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmış gibidir. Bu ayda bir farz yapmak, başka ayda, yetmiş farz yapmak gibidir. Bu ay sabır ayıdır. Sabredenin gideceği yer, cennettir. Bu ay, iyi geçinmek ayıdır. Bu ayda müminlerin rızkı artar. Bir kimse, bu ayda, bir oruçluya iftar verirse, günahları affolur. Hak teala, onu Cehennem ateşinden azad eder. O oruçlunun sevabı kadar, ona sevab verilir.”

Orucun şartları: Oruç; akıllı ve büluğ çağına giren, sıhhatli olan, yolcu, misafir olmayan, kadınlardan hayız (adet) ve nifas lohusa) halleri bulunmayan her Müslümana farzdır. Ramazan-ı şerif orucu bu şartlara sahip her Müslümana farz olduğu gibi, tutamayanların kaza etmeleri de farzdır.

Oruç ve Ramazan hilali: Müslümanların Ramazan ayı girince oruç tutması farzdır. Ramazan hilali görülünce oruca başlanır. Hilal, gökte ayın kavis şeklindeki ilk görüntüsüdür. Ramazan olmak için hilali, yani gökte ayı görmek veya görülmezse, şaban ayı otuz gün tamam olmak lazımdır. Hadis-i şerifte; “Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrar görünce, orucu bırakınız!” buyruldu. Bu emre göre, Ramazan ayı hilalin (yeni ayın) görülmesiyle başlar. Hilali görmeden önce yapılan hesap ile başlanmaz. Ramazan hilali hesapla bulunan günde veya bir gün sonra görülebilir. Fakat hiçbir zaman hesapla anlaşılandan önce görülmez. Şaban ayının otuzuncu gecesi, bir şehirde hilal görülünce bütün dünyada oruca başlamak lazım olur. Gündüz görülen hilal gelecek gecenin hilalidir. Gökte ramazan hilalini aramak ve görünce devletin tayin ettiği yetkili kimseye haber vermek, Müslümanlara emirdir, vazifedir.

Oruca fecr-i sadık denilen beyazlığın ağarması ile başlanır. Oruç, fecrin ağarmasından, güneş batıncaya kadar, yemeği, içmeği ve cima’ı, cinsi münasebeti terk etmektir. Bir gün evvel güneş batmasından, oruç günü dahve-i kübra (kaba kuşluk) ya kadar, Ramazan orucuna kalp ile niyet etmek de farzdır. Belli gün olan adak orucunun ve nafile orucunun niyet zamanı da böyledir. Her gün ayrı niyet etmek lazımdır. Ramazan orucuna niyet ederken Ramazan demeyip, yalnız oruç demek, nafile oruç demek de caizdir. Dahve vakti, oruç müddetinin yarısıdır ki, öğleden bir saat kadar evveldir. Kaza ve keffaret orucuna ve muayyen olmayan adak oruçlarına fecirden sonra niyet edilmez. (Bkz. Fecir)

Kutuplara ve ay’a giden Müslümanın da, seferi olmaya niyet etmedi ise, bu ayda gündüzleri oruç tutması lazımdır. Yirmi dört saattan daha uzun günlerde, oruca saat ile başlar ve saat ile bozar. Gündüzü böyle uzun olmayan bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyar. Eğer oruç tutmazsa, gündüzleri uzun olmayan yere gelince kaza eder. Kafir memleketinde bulunan esir, Ramazan ayının zamanını bilemezse, araştırıp zannettiği vakitte bir ay oruç tutar. Sonra, zamanını öğrenince, zamanından önce tutmuş ise, hepsini kaza eder. Zamanından sonra tutmuş ise, caiz olup, kaza yerine geçer.

İmam-ı Rabbani rahmetullahi aleyh Mektubat kitabının birinci cilt, kırk beşinci mektubunda buyuruyor ki: “Ramazan-ı şerif ayında yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda, bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azad olur. Resulullah, bu ayda, esirleri azad eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene, bu işleri yapmak nasib olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer. Bu ayı fırsat bilmelidir. Elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü tealanın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ay, ahireti kazanmak için büyük fırsattır. Kur’an-ı kerim Ramazanda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Ramazan-ı şerifte, hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince; “Zehebezzama’ vebtelletil uruk ve sebe-tel-ecr inşaallahü teala” duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak mühim sünnettir.

Orucun farzları: 1) Niyet etmek, 2) Niyeti ilk ve son vakitleri arasında yapmak, 3) Fecr-i sadık, yani tan yeri ağarmasından güneşin batmasına kadar olan zaman içinde, orucu bozan şeylerden sakınmaktır.

Orucun çeşitleri: 1) Farz oruçlar: Farz oruç da, iki kısımdır: Muayyen zamandaki oruç ve Ramazan-ı şerif orucu. 2) Muayyen zamanda olmayan farz oruçlar: Kaza ve keffaret oruçları böyledir. Fakat, keffaret oruçları farz-ı amelidir. Yani, inkar eden kafir olmaz. 3) Vacib oruçlar: Bunlar da, muayyen olur. Belli gün veya günler oruç adamak gibi. 4) Sünnet olan oruçlar: Muharremin dokuzuncu ve onuncu günleri oruç tutmak gibi. 5) Müstehab oruçlar: Her arabi ayın 13,14 ve 15. günleri oruç tutmak gibi ve yalnız cuma günü oruç tutmak ve kurban bayramı arefesinde oruç tutmak gibi. Yalnız cuma günü oruç tutmak mekruh olur da denildi. Cuma günü oruç tutmak isteyenin, perşembe veya cumartesi günü de tutması iyi olur. Çünkü, sünnet veya mekruh denilen bir işi yapmamak lazımdır. 6) Haram oruçlar: Fıtır (Ramazan) bayramının birinci günü ve Kurban bayramının her dört günü oruç tutmak haramdır. 7) Mekruh oruçlar: Muharrem’in yalnız onuncu günü (Aşure’de) oruç tutmak ve yalnız cumartesi günleri oruç tutmak ve nevruz ve mihrican günleri oruç tutmak ve bütün sene, her gün oruç tutmak ve konuşmamak şartı ile oruç tutmak mekruhtur.

Orucu bozan şeyler: Ramazan ayında, oruçlu olduğunu bildiği halde ve fecir ağarmadan evvel niyet etmişken, faydalı bir şey yemekle, içmekle, yani gıda veya deva olarak yenilmesi adet olan veya zevk ve keyif veren bir şeyi ağızdan mideye sokmakla ve cima yapmak yapılmakla oruç bozulur ve kaza ve keffaret lazım olur. Bu tarife göre, sigara içmek orucu bozar. Hem kaza, hem keffaret lazım olur. Çünkü dumandaki katı ve sıvı zerreler tükrük ile mideye giderler.

Orucu bozup yalnız kaza gerektiren şeylerden bazıları şunlardır:

1) Hata ile bozularak, mesela abdest alırken boğazına su kaçmak, 2) Boğazına kar, yağmur kaçmak, 3) Tehditle, zorla orucu bozulmak, 4) Taharetlenirken içeriye su kaçmak, 5. Burnuna sıvı ilaç koymak, 6) Burnuna kolonya çekmek. 7) Ud ağacı ve anber ile tütsülenip dumanını çekmek. 8) Başkasının içtiği sigara dumanını isteyerek çekmiş olmak. 9) Kulağın içine yağ ve ilaç damlatmak. 10) Derideki yaraya konan ilacın içeriye girmesi. 11) Vücudun herhangi bir yerine iğne ile ilaç şırınga etmek. 12) İsteyerek, zorlayarak ağız dolusu kusmak. 13) Dişi kanayan veya diş çektiren bir kimsenin ağzındaki kanı yutması. Veyahut tükürükle müsavi (eşit) miktarda karışık kanı yutmak. 14) Uyurken ağzına su akıtmak. 15) Boğazına huni ile bir şey akıtmak. 16) Ramazanda sabaha kadar niyet etmeyip, sonra bir şey yiyip içmek. 17)Fecir olduğunu yani imsak vaktinin bittiğini bilmeden yiyip içmek. 18) Güneş battı zannederek orucu bozmak. 19) Geceden dişleri arasında kalan nohut kadar şeyi yutmak. Nohuttan küçük ise bozmaz. 20) Oruçlu olduğunu unutarak yiyip-içmeye devam etmek. Eğer orucunun bozulmadığını bildiği halde yiyip içmeye devam ederse keffaret de lazım gelir. 21) İhtilam olduktan sonra orucunun bozulduğunu zannederek yiyip içmeye devam etmek. Bozulmadığını bilerek yiyip içerse keffaret de gerekir. 22) Ağrıyan dişini morfin vurdurarak çektirmek zorunda kalan kimse, orucu bozulduğu için yiyip içerse sadece kaza icab eder. 23) Seferde iken ikamete niyet edip, sonra yiyip içmek. 24) Mukim iken sefere çıkınca yiyip içmek. 25) Uyku halinde bir şey yemek.

Orucun kazası: Arka arkaya olduğu gibi ayrı ayrı günlerde de bir gün için, bir gün oruç tutmaktır. Aralıklı tutarken, araya başka Ramazan gelirse, önce Ramazanı tutmalıdır.

İhtiyar olup, ölünceye kadar Ramazan orucunu veya kazaya kalmış oruçlarını tutamayacak kimse ve iyi olmasından ümit kesilen hasta zengin ise, her gün için bir fıtra miktarı, yani 1750 gram buğday veya un veya kıymeti kadar altın veya gümüş parayı, bir veya birkaç fakire vermelidir. Ramazanın başında veya sonunda toptan hepsini bir fakire de verebilir. Sonradan kuvvetlenirse, Ramazan oruçlarını ve kaza oruçlarını tutması lazımdır.

Orucun keffareti: Ramazan ayının hürmet perdesini yırtmanın, yani Ramazan orucunu bile bile bozmanın cezasıdır. Oruç keffareti için ard arda altmış gün oruç tutmak lazımdır. Altmış gün sonra, tutmadığı orucu da tutması lazımdır. Ramazan günü özürsüz bir orucu bozmanın cezası altmış gün, bir gün kazası ile 61 gün oluyor. Bunun için keffarete halk arasında “61” denmektedir.

Keffaret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özür ile veya bayram günlerine rastlamak sebebiyle bozulursa veya Ramazana rastlarsa, yeniden başlanması lazımdır. Kadınlar özür sebebiyle bozunca, yeniden başlamazlar. Özrü bitince geri kalan günleri tutarak, altmışı tamamlar. Devamlı hasta ve çok yaşlı olup altmış gün oruç tutamıyan kimse, altmış fakiri bir gün doyurur. Aç olan altmış fakiri, bir günde iki kere doyurmak lazımdır. Bir fakiri, her gün iki defa doyurmak üzere altmış gün yedirmek de olur. Altmış fakirin her birine 1750 gram buğday veya un, yahut bunların kıymeti kadar ekmek, başka mal veya altın, gümüş vermek veya bunları bir fakire altmış gün vermek lazımdır.

Orucu bozmayan şeyler: 1) Oruçlu olduğunu unutarak yiyip içmek. 2) Rüyada ihtilam olmak. 3) Tentürdiyot ve yağ sürünmek ve sürme çekmek. 4) Gıybet etmek (gıybet orucu bozmaz ise de sevabına manidir). 5) İstemeyerek ağız dolusu kusmak. 6) İsteyerek, zorlayarak biraz kusmak. 7) Kulağına su kaçmak. 8) Ağzından, burnundan, boğazına toz, duman ve sinek kaçmak. 9) Oksijen gazı tüpü ile sun’i hava verilmek. 10) Başkalarının içtiği sigaranın dumanı sakındığı halde ağzına burnuna girmek. 11) Ağzını yıkadıktan sonra, ağzında kalan yaşlığı tükürükle yutmak. 12) Gözüne ilaç koymak. 13) Diş çukuruna ilaç koymak. 14) Yutmadan yemeğin tadına bakmak. 15) Çiçek ve kolonya koklamak. 16) Dişler arasında sahur vaktinden kalan nohuttan küçük şeyi yutmak. 17) Ağzına gelen kusuntunun geri gitmesi. 18) Orucu bozmaya niyet edip de bozmamak. 19) İğnesiz diş çektirmek. 20) Diş çıkartınca gelen kanı tükürmek. Yahut kan tükürükten az ise yutmak da orucu bozmaz. 21) Arı sokmak, orucu bozmaz.

Oruçluya mekruh olan şeyler: 1) Herhangi bir şeyin tadına bakmak. 2) Sakız çiğnemek (çiklet sakız gibi değildir, orucu bozar). 3) Serinlemek için yıkanmak (çünkü böyle bir hareket ibadet hususunda sıkıntı çektiğini göstermek demektir). 4) Zayıf düşme ihtimali varken, kan aldırmak, orucu bozmaz ise de mekruhtur. Yani orucun sevabını azaltır. Zaruret olmadıkça yapmamalıdır.

Orucun faydaları: Oruç, insanı hasta yapmaz. Oruç zayıfları kuvvetlendirir, zihinleri açar, Allahü teala, faydalı şeyleri emreder. Zararlı şeyi emretmez. Orucun daha birçok faydaları vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1. Allahü teala, yemek ve içmekten münezzehtir. Oruç tutmakla Allahü tealanın ahlakından birine yapışılmış olur. Hadis-i şerifte buyruldu ki: “Bir kimsede Allahü tealanın ahlakından bir ahlak bulunursa, o kimse cennetliktir.”

2. Oruç gizli bir ibadettir. Hadis-i şerifte buyruldu ki: “Gizli verilen bir gümüş, aşikare verilen yedi yüz gümüşten daha üstündür.”

3. Oruç tutan nefsini yenebilir. Bu da üstün bir ibadettir.

4. Oruç tutmakla şeytanı da yenmek mümkündür. Hadis-i şerifte buyruldu ki: “Şeytan damarlarınızda kan gibi dolaşır. Oruç tutmakla, yolunu daraltınız!”

5. Oruç tutmakla, meleklere benzemiş olunur. Hadis-i şeriftlerde buyruldu ki: “Salihlerin hasletinden kimde bulunursa kıyamette onlarla haşr olur.”

Allah yolunda bir gün oruç tutanın bedenini, Allahü teala Cehennemden yetmiş sene uzak tutar.

6. On bir ay devamlı çalışan mide ve ona bağlı olan azalar dinlenmiş ve sıhhate kavuşmuş olur. Vücutta birikmiş enerjileri harcar.

7. Oruç tutarak aç kalan Müslümanların aç kalan fakirleri hatırlama ve onlara yardım etme arzusu ve gayreti artar.

8. İftar davetleriyle dostluk, akrabalık bağları kuvvetlenir.

9. Oruç münasebetiyle yemek yeme işleri kısaldığından, yiyeceklere talep az olduğundan ucuzluk olur.

10. Oruçlu insan kızmaz, kalp kırmaz, kimseyi hatta hayvanları bile incitmez.

11. Rızkı genişler. Para ve malı artar.

Orucun, insan bedeninde sağladığı faydalardan bazıları da şunlardır: Oruç tutanlarda gündüz kan hacminin azaldığı, doku suyunun azaldığı ve sonuçta minima (küçük) tansiyonun düştüğü, kalbin rahatladığı tetkikler sonucu anlaşılmıştır.

Oruç tutan kişinin sinir sistemi de bir rahatlama içindedir. Bir ibadeti yerine getirme mutluluğu gerginlikleri, sıkıntıları azaltır, yok eder.

Orucun hakikatı: Oruçtan beklenen, yüksek faydaya kavuşabilmek için. 1) Gözü faydasız şeylere, haramlara bakmaktan korumalıdır. Kalbi meşgul eden ve iyi işlerden alıkoyacak hususlardan gözü korumalıdır. 2) Dilini, yalan, gıybet, koğuculuk gibi kötü işlerden alıkoymalıdır. Orucun sevabını muhafaza edebilmek için dili, her türlü kötülükten uzak tutmalıdır. Hadis-i şerifte buyruldu ki: “Oruç bütün kötülüklere kalkandır. Oruçlu kimse cahillik edip de kötü söz söylemesin! Şayet birisi kendisiyle itişip kakışmak isterse, ben oruçluyum diye mukabelede bulunsun!” Oruçlu kimse, salih Müslüman gibi olmalı, kendisine sataşmaya kalkanlara karşılık vermemelidir. Herkesle iyi geçinmelidir. 3) Gıybet edenleri dinleyen, günaha ortak olduğu için, haram ve faydasız şeylerden kulağı muhafaza etmelidir. 4) Gözü, dili, kulağı kötülüklerden koruduğu gibi, el, ayak ve diğer uzuvları da haramlardan ve şüphelilerden korumak lazımdır. Mideye haram lokma sokmamaya çalışmalıdır. 5) Sahurda çeşitli ve kuvvetli gıdalar yemekte mahzur yoksa da, iftar vakti tıka-basa yiyerek, oruçtan beklenen faydalara mani olmamalıdır. 6) İftardan sonra, acaba tuttuğumuz oruç kabul edildi mi diye korkmalıdır.


2-)ORUÇ



İslamın dört temel ibadetinden ve beş esasından biri. Farsça'dan Türkçe'ye geçmiş bir isimdir. Kelimenin aslı "Ruze"dir. Önceleri "Oruze" (günlük) olarak kullanılmış; daha sonra "Oruç" şeklinde telaffuz edilmeye başlanmış ve bu şekliyle yaygınlaşmıştır. Arapça karşılığı "savm" veya "sıyam"dır. Savm kelimesinin lügat manası; yeyip-içmekten kendini tutmak, imsak, hareketsiz kalmak ve herşeyden el, etek çekmektir. Kur'an-ı Kerim'de bazan "susmak" manasına kullanılmıştır (Meryem, 19/26). İslami ıstılahta oruç, "İkinci fecirden (fecr-i sadık'tan)" itibaren, güneşin grubuna kadar yemekten, içmekten, cinsel ilişkiden ve orucu bozan diğer şeylerden, Allahü Teala (c.c)'ya kulluk niyetiyle nefsi alıkoymaya verilen isimdir. Bilindiği gibi oruç, yalnız bedenle yapılan ibadetlerden biridir. Dolayısiyle, her mükellefin kendi nefsi için farz-ı ayn'dır. Resul-u Ekrem (s.a.s)'in; "Bir kimse, başka bir mükellefin yerine oruç tutmaz. Yine bir kimse, başka bir mükellefin yerine namaz kılmaz" (İbnül-Hümam, Fethül-Kadir, Beyrut 1315, II, 85) buyurduğu bilinmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de; "Ey iman edenler!.. Sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı). Ta ki, korunasınız" (el-Bakara, 2/183) buyurulmuştur. Oruç ibadetinin; Hicret'ten sonra farz kılındığı hususunda görüşbirliği vardır. Sahih olan rivayete göre, Bedir savaşından kısa bir süre sonra farz kılınmıştır. Hz. Âişe (r.a) validemizden rivayete göre; Resulullah (s.a.s) daha önce "Aşure orucu"na devam etmiş ve Sahabe'ye tutmaları tavsiyesinde bulunmuştur. Muaz b. Cebel (r.a)'den rivayet edilen bir haberde de, Medine'de her ay üç gün oruç tutmuştur. İmam Merginani:

"Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Çünkü Allahu Teala (c.c) "Sizin üzerinize oruç farz kılındı" diye buyurur. Ayrıca farziyyeti hususunda kat'i icma teşekkül etmiştir. Bundan dolayı, Ramazan orucunun farziyyetini inkar eden kimse kafir olur" (Merginani, el-Hidaye, I, 118) diyerek, meselenin hassasiyetine işaret etmiştir.

Oruç ibadetinin nedenine gelince; Usul uleması, ibadetlerde asıl olanın Allahu Teala (c.c)'ya ihlasla kulluk olduğunu, sebeplerinin tesbit edilip edilememesinin önemli olmadığını; hikmetlerinden bazılarını kavramanın ve açıklamanın mümkün, ancak teabbüdi olan bu hususlarda illeti tesbit etmenin güç olduğunu söylemişler ve ihlasla Allah'a kulluğun esas alınmasını tavsiye etmişlerdir.

Resul-u Ekrem (s.a.s)'in: "Oruç insanı Cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır. Tıpkı sizi harpte ölüme karşı muhafaza eden bir kalkan gibi" (Nesai, Savm, IV, 167) buyurduğu bilinmektedir. Oruç, mükellefi her türlü şehvetten alıkoyan ve ihlası artıran bir ibadettir. Açlığa, susuzluğa ve nefsin diğer arzularına karşı direnmek oldukça önemlidir. Allahu Teala (c.c)'ya iman eden ve O'nun dini uğruna cihada karar veren müminler; oruç ibadeti ile kuvvetli bir iradeye sahip olurlar. Hicri takvim ayın hareketlerine göre değiştiği için, her yıl diğerine nisbetle on veya on bir gün önce gelir. Dolayısıyle insan bazen kışın (20) derecede, bazen yazın (+ 40) derecede oruç tutar. Bu bir anlamda mükellefin "Dondurucu bir soğukta ve kavurucu bir sıcakta dahi; Allahu Teala'nın emirlerini eda etmeye hazırım" taahhüdünde bulunmasıdır. Ayrıca bir ay süre ile Allah Teala (c.c)'nın rızasını kazanmak için, nefsinin bütün şehvetlerini terk etmesi oldukça önemli bir hadisedir.

Oruç ibadetine riyanın karışması da mümkün değildir. Nitekim bir Hadis-i Şerif'te; orucun ve oruçlunun mahiyeti şu şekilde ortaya konulmuştur:

"Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü (kem) söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene iki defa "Ben oruçluyum"desin ve uymasın. Ruhum yed-i kudretinde olan Allahu Teala (c.c)'ya yemin ederim ki; oruçlu ağzın (açlık) kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha temizdir. Cenab-ı Hak buyurmuştur ki: "Oruçlu kimse benim rızam için yemesini, içmesini ve cinsi arzularını bırakmıştır. Oruç doğrudan doğruya bana edilen (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun sayısız sevabını da, doğrudan doğruya ben veririm. Halbuki başka ibadetlerin hepsi on misliyle ödenmektedir" (Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI, 248, Hadis no: 897).

Orucun Şartları

Bir insana orucun farz olması için onda üç şartın bulunması gerekir. Birincisi; İslam'dır. Bilindiği gibi, bir ibadetin sahih olabilmesi için mükellefin ihlasla tevhid akidesine bağlanması şarttır. İkincisi; akıl'dır. Delilere ve ehliyet arızası bulunan kimselere oruç farz değildir. Zira teklifin mahiyetini bilmesi gerekir. Üçüncüsü; buluğa ermiş olması lazımdır (Fetavay-ı Hindiyye, Beyrut 1400, I, 195). İbn-i Abidin "Reddül Muhtar" isimli eserinde bu konu ile ilgili olarak şunları zikreder: "Niyet ederek gündüzün orucu bozan şeylerden kendini tutmaktan ibaret olan oruç, İslam diyarında olsun, Darül harb'te olsun, aynı şekilde orucun farz olduğunu bilsin veya bilmesin, hayız ve nifastan temiz olan müslümandan tahakkuk eder. Ancak akıl ve buluğ; Ramazan orucunun farz olması için şarttır. Sahih olmasının şartı değildir" (İbn-i Abidin, IV, 231). Dolayısıyle oruç; çocuklara buluğa ermedikleri süre içerisinde farz değildir. Ancak onların belirli bir yaştan itibaren bu ibadete alıştırılmaları ve teşvik olunmaları lazımdır.

Oruçun edasının farz olması için gerekli şartlar:

Bir mükellefe orucun edasının farz olması için onda iki şartın bulunması gerekir. Birincisi: Sıhhatli olmaktır. Ramazan ayına hasta olarak giren bir kimse, mümin ve mütehassıs bir doktora müracaat ederek, orucun kendisine zarar verip vermeyeceğini öğrenmelidir. Eğer orucun edası mümkün olmazsa, sıhhat bulduğu zamanda kaza eder veya o hastalık sebebiyle ölürse, yakınları durumu araştırırlar: Hastalıktan kurtulmuş ve nefsine mağlup olarak tutmamışsa fidye vermeleri müstehaptır. İkincisi: Mukim olmaktır, yani seferi halde bulunmamaktır. Hanefi fukahası; "Sefer halinde bulunan kimseye oruç zarar vermeyecekse, tutması menduptur. Çünkü Allahu Teala (c.c): "Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" (el-Bakara, 2/184) buyurmuştur. Resul-u Ekrem (s.a.s)'in: "Sefer halinde iken oruç tutmak bir (itaat ve iyilik) değildir" hadisi, "güçlük durumuna hamledilir" hükmünde görüş birliğindeler. Bilindiği gibi ruhsat; kulların özürlerine binaen meşru kılınmış hükümleri içine alır. Seferi halde bulunmak güçlükten uzak olmaz. Ancak Ramazan ayında tutulan oruçla, diğer zamanlarda tutulan oruç aynı değildir. Dolayısıyle "Ruhsat-ı Terfih"teki esas; azimetle amelin meşruiyetini düşürmesidir. İslam alimlerinden bazıları; yukarıda zikrettiğimiz hadisin zahirini esas alarak "Seferi halde iken oruç tutulmaması gerektiğini" ifade etmiştir.

Oruç'un edasının sahih olmasının şartları: Bu hususta da iki şartın bulunması gerekir. Birincisi, niyet etmek; ikincisi, kadınlar için hayızdan ve nifas'tan temizlenmektir. Bilindiği gibi niyet; kalbe ait olan kat'i bir azimdir. Mükellefin oruç tutacağını kalbi ile bilmesi ve azmetmesi niyet hükmündedir. Bunu dili ile söylemesi ise sünnettir. Nehrü'l Faik'te de bu şekilde zikredilmiştir (Fetevay-i Hindiyye, I, 195). Ramazan-ı Şerif ayında her günün orucu için ayrı ayrı niyet etmek esastır (Fethül-Kadir, II, 46). Zira her günün orucu başlıbaşına bir ibadet hükmündedir.

Oruç'un Vakti:

Kur'an-ı Kerim'de "Oruç (günlerinin) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için, siz de onlar için birer libbassınız. Allah nefislerinize karşı zayıf göstermekte olduğunuzu bildi de, tevbenizi kabul etti, sizi bağışladı. Artık (bundan sonra geceleri) onlara yaklaşın ve Allah'dan hakkınızda yazdığını isteyin. (Bütün gece) fecr(i sadık) olarak ak iplik, kara iplikten seçilinceye kadar yeyin, için!. Sonra geceye kadar orucunuzu tamamlayın " (el-Bakara, 2/187) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Serahsi, bu ayet-i kerime'de zikredilen "siyah ve beyaz iplik" kelimelerinin renk manasına kullanıldığını, ufuktaki yaygın beyazlığın zahir olması ile oruca başlamak gerektiğini kaydetmektedir (Serahsi, el-Mebsut, III, 54). Esasen İslam bilginleri "Orucun vaktinin fecr-i sadıkla başlayacağı ve güneş batıncaya kadar devam edeceği" hususunda müttefiktirler. Sadece ikinci fecrin (fecr-i sadık'ın) ilk doğduğu ana mı, yoksa beyazlığın ufukta dağılmaya başladığı zamana mı itibar edileceği hususunda farklı görüşler vardır. Şemsü'leimme el-Hulvani bu hususta "Birinci görüşe uymak yani ilk ana bakmak, ihtiyata daha uygundur. İkinci görüş ise, oruç tutacaklar için daha geniştir. Âlimlerin çoğu da bu görüşü benimsemişlerdir" demiştir (el-Fetevay-ı Hindiyye, I, 194).

Sahur'a Kalkmak:

Malik b. Enes (r.a)'den rivayet edilen Hadis-i Şerif'te Resul-u Ekrem (s.a.s)'in: "Sahur yemeği yiyiniz. Çünkü sahur yemeğinde bolluk (bereket) vardır" buyurduğu bilinmektedir. İmam-ı Merginani, bu hadis-i şerifi zikrettikten sonra:

"Müstehap olan sahur yemeğini yemek ve onu geciktirmektir. Zira Resul-u Ekrem (s.a.s), "Üç şey mürsellerin ahlakındandır: İftarda acele etmek; sahuru geciktirmek ve misvak kullanmak" buyurmuştur. Ancak mükellef fecr-i sadık'ın durumu hakkında şüpheye düşerse, haramdan kurtulmak için yemeyi, içmeyi terketmelidir (Merginani, el-Hidaye, I,129) diyerek konuya açıklık getirir. Şurası muhakkaktır ki; sahura kalkıp bir şeyler yemek, oruç tutmak niyetiyle olur. Nitekim Fetevay-ı Hindiyye'de:

"Ramazan-ı Şerif ayında sahura kalkmak bir niyettir. Necmüddin Nesei de böyle der. Ancak sahura kalkmak, sadece o günün orucu için niyet hükmündedir. Başka bir günün orucu için niyet yerine geçmez" (I,195) diye kaydedilir.

Sahurun delili, Ebu Davud'un dışındaki hadis imamlarının Hz. Enes (r.a)'den rivayet ettikleri hadistir. Resulullah (s.a.s) "Sahura kalkın!. Çünkü sahurda bereket vardır" buyurdu. Buradaki bereketten murad, ertesi günün orucuna kuvvet kazanmak veya sevabın ziyadeliği olduğu söylenmiştir. Sahur, seher vaktinde yenilen yemektir". Bu gecenin son altıda birindedir. İslam alimlerinin sözlerinde bu sünnetin sadece su ile yerine getirileceğini açık olarak görmedim. Ama hadisin zahiri bunu ifade ediyor. Hadis, İmam Ahmed (r.a)'in rivayet ettiği "Sahurun hepsi berekettir. Onu bırakmayın!. Velev ki biriniz bir yudum su olsun içsin. Çünkü sahura kalkanlara Allah (c.c) ve melekleri salat eylerler" hadis-i şerifidir. Mükellef olan her mümin sahura kalkma hususunda titiz olmak durumundadır. Bunun müstehap olduğunda icma vardır. Meşru bir mazeret sebebiyle sahura kalkamayanların durumu müstesnadır.

Orucun Çeşitleri: Oruç ibadeti farz, vacib ve nafile olmak üzere üçe ayrılır. Farz olan oruç da kendi arasında ikiye ayrılır. Birincisi Ramazan-ı Şerif orucu gibi muayyen olan farz oruç; İkincisi, muayyen olmayan farz oruç; Meşru bir sebeple kazaya bırakılan Ramazan orucu ve kefaret sebebiyle tutulacak oruç gibi. Hükmen vacib olan oruçlar da, kendi aralarında muayyen ve gayr-i muayyen olmak üzere ikiye ayrılır. Muayyen olan vacib oruç, mükellef tarafından gün tayin edilerek adanan oruçtur. Mesela, "falanca ayın ilk gününde oruç tutmak üzerime vacib olsun" diyerek, kendi nefsine vacib kılmak gibi!. Eğer mükellef muayyen bir vakit tayin etmeksizin oruç nezrederse, dilediği zaman eda edebilir. Buna da gayri muayyen vacib oruç denilir. Allahu Teala (c.c)'nın rızasını kazanmak niyetiyle tutulan nafile oruçlar da, ayrı bir türdür.

Orucu Bozmayan Şeyler: Resul-u Ekrem (s.a.s)'in, unutarak yiyen ve içen bir sahabeye hitaben "Orucunu tamamla!. Sana ancak Allahu Teala (c.c) yedirdi ve içirdi" (İbnül-Hümam, Felhül-Kadir, ll, 62) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyle oruç tutan bir mükellef unutarak yer, içer veya cima ederse orucu bozulmaz. Bu hususta orucun farz veya nafile olması arasında fark yoktur (Molla Hüsrev, Dürerül-Hükkam, I, 64).

Oruca niyet etmiş bir mümin uyur ve uykuda iken ihtilam olursa, orucu bozulmaz. Zira Resul-u Ekrem (s.a.s) "Üç şey vardır ki, bunlarla oruç, tutan kimse iflas etmiş olmaz: Kan aldırmak, kusmak ve ihtilam" hükmünü beyan buyurmuştur. Esasen ihtilamda cinsi münasebetin ne sureti, ne mahiyeti mevcut değildir. Herhangi bir kadına baktığı ve bu sebeble menisi geldiği zamanda da durum aynıdır. Bu da düşünerek menisi gelen kimse gibidir (Merginani, Hidaye, I, 122).

Resul-u Ekrem (s.a.s)'in "Kim kusmak zorunda kalırsa, ona kaza yoktur. Her kim de kasden kusarsa kaza etsin"buyurduğu sabittir. Hanefi fukahası; "Kusma ile oruç bozulmaz. Fakat isteyerek ve kasden kusan kimse ağız dolusu ve bir kaç defa kusarsa, kaza etmesi gerekir" hükmünü, zahirü'r rivaye olarak benimsemiştir. Bunların dışında: "Göze sürme çekmek, krem ve zeytinyağı gibi yağlı maddeleri vücuda sürmek, dedi-kodu ve gıybet yapmak, kendi arzusu ve fiili olmaksızın boğazına duman, un, toprak tozu veya sinek kaçması; cünüp olarak sabahlamak; iftar etmeye niyet edip de iftar etmemek; yemeksizin herhangi bir maddenin tadını boğazında hissetmesi; mesaneye geçmemek şartı ile erkeğin tenasül uzvuna su veya yağ gibi maddelerin akıtılması; yara üzerine konan kuru ilaç; burunda birikmiş olan sümüğü boğaza çekip yutmak; nohut tanesinden daha küçük olan ve dişler arasında bulunan yiyeceği yutmak" orucu bozmaz (Fetevay-ı Hindiyye, I, 202-204). Ancak başta dedi-kodu ve gıybet olmak üzere, bu fiillerin tamamından kaçınmak gerekir. Nitekim Resul-u Ekrem (s.a.s)'in: "Kim yalan söylemeyi ve yalan ile amel etmeyi bırakmazsa, Allahu Teala (c.c) o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına hiç kıymet vermez, iltifat buyurmaz"hadisi, önemli bir konuyu gündeme getirmektedir: Yalan, gıybet ve dedikodu gibi fiiller, orucun sevabına zarar verir. Hatta İmam Evzai'nin ve Süfyan-ı Sevri'nin "Gıybet ve yalan orucu bozan hallerdendir. Oruçlu iken gıybet eden kimselerin ve yalan söyleyenlerin kaza etmeleri gerekir" (İbn Hacer, Fethul-Bari, Kahire 1959, IV, 73) buyurduğu bilinmektedir. Bu müctehidlerin "Evzai'lik" ve "Sevrilik" mezheplerinin kurucusu olduğu dikkate alınırsa, meselenin ciddiyeti daha iyi kavranır. Bugün bu iki mezhebin izleyicileri yoktur. Ancak yalan, dedi-kodu ve gıybetin bütün Ehl-i Sünnet'in müctehid imamlarınca "haram" kabul edildiği sabittir. Dolayısıyla, oruç tutan her mükellef gerek zahiri, gerek batini şartlarına riayet hususunda çok titiz olmak mecburiyetindedir.

Orucu Bozan ve Kefareti Gerektiren Haller:

Resul-u Ekrem (s.a.s)'in: "Oruç, vücuda girenden dolayı bozulur" (İbnül-Hümam, II, 72) buyurduğu bilinmektedir. İnsan, fıtratının gereği olarak gıda maddelerini boğaz vasıtasıyla vücuduna ulaştırır. Malum olduğu gibi en tabii yol budur. Bunun dışında kulak, burun, ön ve arka menfezler gibi, arızi yollarla da vücuda ilaç vs. gibi şeylerin girmesi mümkündür: Kur'an-ı Kerim'de "Amellerinizi iptal etmeyiniz" (Muhammed, 47/33) hükmü beyan buyurulmuştur. Farz olan Ramazan-ı Şerif orucunu kasden ve taammüden bozmak büyük bir cinayettir. İhlasla niyet ettiği bir ameli meşru bir sebep yokken bozmak "Ameli iptal etmek" hükmündedir. Fukaha, Resulullah (s.a.s)'ın "Kim Ramazan ayında orucunu bozarsa; onun üzerine zıhar yapan kimsenin üzerine lazım gelen şey (keffaret) gerekir" hadisini esas alarak, "Kasden orucunu bozan mükellef; arka arkaya olmak şartı ile altmış gün oruç tutmak mecburiyetindedir. Bu, o mükellef üzerine farzdır. Ayrıca aynı (bozduğu) orucu kaza etmesi gerekir. Bir mükellefe hem kaza, hem keffaret'in gerekli olması için bazı şartların tahakkuku gereklidir.

1) Kasden orucu bozmuş olmak şarttır: Oruca niyet eden mükellef hata ederek iftar ederse, sadece kaza gerekir. Mesela abdest alırken ağzına su verdiği anda, elinde olmayarak boğazına su kaçarsa orucu bozulur. Ancak bu fiilde kasıt unsuru mevcut değildir. Günü gününe kaza etmesi gerekir.

2) Kendi iradesi ile bozmuş olmalı; zorlama ve ikrah bulunmamalıdır: Kendisiyle cim'a edilen kadın, bu fiile razı olmuşsa; hem kaza, hem keffaret gerekir. Ancak cima zorlama ve ikrah sonucu olmuşsa, kadına sadece gününe gün kaza gerekir. Çünkü orucunu bozması hususunda zorlanmıştır, ihtiyarı mevcut değildir.

3) Oruca başladıktan sonra hastalanmaması veya sefere çıkmaması esastır: Mükellef oruca niyet ettikten sonra hastalanır veya sefere çıkarsa, muhayyerdir. İster durumuna katlanır orucunu tamamlar; ister iftar ederek gününe gün kaza eder.

4) Mükellef Ramazan orucunu tutarken, geceden niyet etmiş olmalıdır.

5) Mükellef orucunu bozarken, tabii gıdalardan veya gıda yerine geçebilecek yiyecek ve içeceklerden faydalanmış olmalıdır: Mesela çakıl taşını veya demir parçasını yutan kimsenin orucu bozulur. Ancak keffaret gerekmez. Zira bunlar gıda olmadığı gibi, gıda yerine geçecek besleyici özelliğe de sahip değildirler (Merginani, Hidaye, I, 124).

Orucu bozan ve sadece kazayı gerektiren hususlara gelince; Mükellefin herhangi bir kasdı olmadan, zorlama ve hata sonucu orucu bozulursa, gününe gün kaza etmesi gerekir. Mesela Ramazan ayında oruca niyyet eden bir mümin, unutarak yeyip-içer veya cima eder, daha sonra da sırf cehaleti sebebiyle orucunun bozulduğu zannına kapılarak iftar ederse; günü gününe kaza eder. Keza, kustuğu için veya kan aldırdığı için orucunun bozulduğunu zanneden ve sırf bu zan sebebiyle orucunu yiyen kimsenin durumu da aynıdır. Zorla iftar ettirilmiş olan kimsenin veya hataen orucunu bozmuş olan mükellefin de sadece kaza etmesi esastır. Keffaret lazım gelmez (Fetevay-ı Hindiyye, I, 201).

Bu durumlarda şu kaide uygulanır: Kasden ve kendi ihtiyariyle herhangi bir meşru özrü bulunmadan Ramazan orucunu bozan mükellefe hem kaza, hem keffaret gerekir. Bunun dışında, kendi ihtiyarı olmaksızın ve meşru bir özür sebebiyle orucunu bozan kimseye, sadece gününe gün kaza gerekir.

Orucu bozan ve sadece kazayı gerektiren hususlar şunlardır.

1) Mazmaza ve istinşak (Ağıza ve buruna su verme) anında midesine su kaçıran kimsenin orucu bozulur. Gününe gün kaza gerekir.

2) Cünub olarak sabahlayan bir mümin gusül abdesti alırken boğazına su kaçırırsa orucu bozulur; kaza gerekir. Bu sebeble, cünüb olarak sabahlamamaya özen göstermek veya gusül abdesti alırken dikkatli olmak şarttır.

3) Oruca niyet eden mükellef çakıl, kuru çamur, pamuk, kuru ot ve kağıt gibi gıda özelliği olmayan maddeleri yutarsa orucu bozulur; kaza gerekir.

4) Meşru bir özür sebebiyle; makadından şırınga (iğne) yaptıran veya mesanesine ilaç veren kimsenin orucu bozulur, gününe gün kaza gerekir.

5) Kendi iradesi olmaksızın ağzına kar ve yağmur tanesi kaçan ve bunu yutan kimsenin orucu bozulur; gününe gün kaza gerekir.

6) Bir kimse oruçlu iken karısını öpse ve bu sebeble inzal vaki olsa, orucu bozulur. Gününe gün kaza gerekir.

7) Ramazan ayının dışında herhangi bir oruca niyet eden mükellef, orucunu kasden dahi bozsa, kaza vacib olur; keffaret gerekmez. Keffaret sadece Ramazan-ı Şerif orucunun bozulması ve bu fiilde mükellefin kasdı sebebiyle gündeme giren bir cezadır.

Boğaza huni ile bir şey akıtmak; ağzına aldığı bir şeyle boyanmış tükrüğü yutmak; karnında veya başında olan bir yaraya akıtılan ilaç mideye veya beyine ulaşmak; zorla oruç bozmak; dişleri arasında kalan nohut tanesi kadar şeyi yemek; unutarak bir şey yedikten sonra orucun bozulduğunu sanarak bile bile yemek ve içmek; kendi isteğiyle ağız dolusu kusmak; ağız dolusu gelen veya getirilen kusmuğu geri çevirmek; kendi isteğiyle boğazına veya genzine duman çekmek; sabah olmuşken, daha vakit var diye sahur yapmak; güneş batmadan, battı zanniyle oruç açmak; Ramazan orucundan başka bir orucu bozmak; Ramazan orucuna niyyet etmeyerek gündüz yiyip içmek; oruçlu ve mukim iken yolculuğa çıkıp orucunu bozmak; makata su veya yağ akıtmak, bez veya pamuk sokmak; uyurken birisinin ağzına su damlatmak; Oruca niyet etmeden bütün günü oruçlu gibi yemeden içmeden ve cinsi ilişkide bulunmadan geçirmek; kadının tenasül uzvuna bir şey damlatması, yaş parmağı ile rutubet salması veya tıkadığı bezin kaybolması; Ramazan orucunu gündüzün bozduktan sonra hastalık, hayız ve lohusalık gibi şer'i bir özrün meydana gelmesi gibi durumlarda oruca kaza gerekir.

Ramazan da bunlardan biriyle orucu bozulan kimseye, fecrin doğuşundan sonra temizlenen hayızlı ve nifaslı kadına, ikamet eden misafire, sıhhat bulan hastaya, iyileşen deliye, buluğa eren çocuğa, müslüman olana günün geri kalan kısmını oruçlu gibi geçirmek farzdır. Bir görüşe göre de müstehaptır. Bu şekilde vaktin hakkı verilmiş olur. Son ikisi hariç diğerlerinin, tutamadıkları oruçları uygun bir vakitte kaza etmeleri gerekir.

Resul-u Ekrem (s.a.s)'in: "Sana şüphe veren şeyi terk et; şüphe vermeyen şeye bak!. " (Fethül-Kadir, II, 94) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, her mümin oruç ibadetini eda ederken titiz olmak mecburiyetindedir. Mesela, oruçlu iken banyo yapmak veya denize girmek, yutmamak şartı ile herhangi bir şeyin tadına bakmak ve bunun gibi bir çok husus "mekruh" olarak nitelendirilmiştir. Ancak meşru bir özür sebebiyle bunlara cevaz verilmiştir. Meşru bir özür mevcut değilken bir şeyin tadına bakmak veya denize girmek, ibadeti tehlikeye sokabilir. Kaldı ki orucu bozulan kimsenin dahi gündüz boyunca imsak etmesi (yeyip-içmemesi) vacibtir.

Oruçluya mekruh olan hususlar şunlardır:

Bir şeyi dilinin ucuyla gereksiz yere tatmak (sinirli bir kocanın karısı, eşinin kızacağından korkuyorsa yemeğin tuzuna bakabilir); lüzumsuz yere bir şey çiğnemek (ufak çocuğu için bir şeyi çiğnemesi gereken bir kadın oruç tutmayan başka birini bulamazsa kendisi çiğneyebilir); sakız çiğnemek (sakızın evvelce çiğnenmiş” beyaz ve dağılmaması şarttır. Aksi takdirde mekruh olmakla kalmaz, oruç bozulur; kendisinden emin olmayan bir kişinin hanımını öpmesi, boynuna sarılması veya kucağına alması; tükürüğü ağızda biriktirip yutmak; kan aldırmak ve kendini zayıf düşüreceğini tahmin ettiği yorucu bir işte çalışmak.

Oruçluya Mekruh Olmayan Şeyler

Misk ve gül gibi bir şey koklamak; gözüne sürme çekmek; bıyığına yağ sürmek; zayıf düşmeyecekse, kan aldırmak; misvak kullanmak, ağzı fırça ile yıkamak; ağza su alıp gargara yapmak; burnuna su çekmek; nefsinden emin olmak ve ileri derecede olmamak şartıyla öpmek ve sarılmak; serinlemek ve harareti gidermek için duş almak veya ıslak beze sarınmak (Bu görüş Ebu Yusuf'a aittir. Fetva da buna göredir).

İftar vaktinde: "Allahümme leke sumtü ve bike amentü ve aleyke tevekkeltü ve ala rızkike eftartü ve savmi ğadin min şehri Remadane neveytü fağfir ma kaddemtü ve ma ahhartü" demek sünnettir. Anlamı: "Allahım senin rızan için oruç tuttum, sana inandım, sana güvendim senin verdiğin rızıkla orucumu açtım, yarın ki Ramazan orucuna da niyyet ettim. yaptığım günahları bağışla". Ayrıca hurma ile; yoksa su ile oruç açmak da sünnettir.

Oruç Tutmamayı Mübah Kılan Özürler:

Kur'an-ı Kerim'de "Ey iman edenler!. Sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldır (farz kılındı). Ta ki korunasınız. (O Ramazan ayı) sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar). İhtiyarlığından veya şifa ümidi olmayan hastalığından dolayı (oruç tutmaya) gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lazımdır). Bununla beraber kim gönül isteği ile bir hayır yaparsa, işte bu onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hakkınızda (fidye vermenizden) hayırlıdır; bilirseniz" (el-Bakara, 2/183-184) hükmü beyan buyurulmuştur. Dikkat edilirse, hangi hallerin oruç tutmamayı mübah kıldığı nasla belirtilmiştir.

I) Hasta Olmak: Mükellef, hastalık sebebiyle nefsinin telef olmasından veya bir azasını kaybetmekten korkarsa, oruç tutmaz. İmam Merginani "Hastalığın artması veya uzaması bazen ölüme götürebilir. Bu durumda ondan sakınmak (artmasından veya uzamasından kaçınmak) gerekir" diyerek konunun hassasiyetine işaret eder. Hastalık, tecrübe veya mümin bir mütehassıs doktorun teşhisiyle kesinlik kazanır.

2) Sefere çıkmak (Yolculuk): Ramazan ayında sefere çıkacak olan bir mükellef, geceden oruca niyet etmeyebilir. Bu mübahdır ve nasla sabittir.

3) Şeyh-i Fani (İhtiyar) Olmak: Oruç tutmaya gücü yetmeyen ihtiyar kimse iftar eder ve her gün için bir yoksula fidye verir. İmam Merginani "Bu hususta asıl olan Allahu Teala (c.c)'nın "Oruç tutmaya gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye vermek lazım gelir" hükmüdür. Şayet oruç tutmaya gücü yeterse, fidye batıl olur. Çünkü fidyenin oruç yerini tutabilmesinin şartı, acizliğin devam etmesidir" (el-Hidaye, I, 127). Şeyh-i fani olma hali hangi yaşta başlar? Fukaha bu soruya cevap verirken, farklı yaşlar üzerinde durmuştur. Ancak şeyh-i fanilik (fazla ihtiyarlık) hali, insandan insana farklılık gösterir. Fetevay-ı Hindiyye'de (I, 207):

"Şeyh-i fani, ölüme kadar hergün kuvveti noksanlaşan kimsedir ki, bunlar tekrar kuvvet bulmadan vefat ederler. Bahru'r-Raik'te de bu şekilde tarif edilmiştir. Bu durumda olan kimseler, dilerlerse fidyelerini Ramazan-ı Şerif ayının başında, bir defada verirler. İsterlerse bunu ayın sonuna bırakırlar. Fidye verdikten sonra oruç tutmaya gücü yeter hale gelirse, vermiş olduğu fidyenin hükmü geçersiz olur. Bu kimsenin önceden tutamamış olduğu oruçlarını kaza etmesi gerekir" diye kaydedilir.

4) Hayız ve Nifas Hali: Hayız ve nifas halindeki kadınların oruç tutmaları haramdır. Hz. Âişe (r.anha) validemiz, "Bizlerden birisi Resul-u Ekrem (s.a.s) zamanında, hayızdan temizlendikten sonra orucunu kaza eder, namazı ise kaza etmezdi" (Fethül-Kadir, I,114) buyurduğu sabittir. Dolayısıyle hayız ve nifas halindeki kadınlar, o hal içerisinde iken oruç tutamazlar. Daha sonra geçirdikleri günleri (temizlendikten sonra) kaza ederler.

5) Hamilelik ve Çocuk Emzirmek: Dürrü'l-Muhtar'da: "Zann-ı galip ile, kendi hayatından veya çocuğunun hayatından korkan hamile yahut zahirü'r rivayeye göre, anne olsun, süt anne olsun emzikli kadın oruç tutmayabilir" (İbn Âbidin, IV, 338) hükmü kayıtlıdır. Esas olan; gerek hamile, gerek çocuk emziren kadınların, kendi nefislerinin veya çocuklarının helak olma tehlikesinin bulunmasıdır. Nitekim Fetevay-ı Hindiyye'de: "Hamile olan veya çocuk emziren kadınlar; gerek kendi nefislerinden, gerekse çocuklarının helak olmasından korkarlarsa oruç tutmayabilirler veya iftar edebilirler. Bu durumdaki kadınlara keffaret gerekmez, daha sonra oruçlarını kaza ederler" denilmektedir (A.g.e., I, 207).

6) Helak Olma Korkusu ve Yılan Sokması: Ramazan ayında, düşmanla savaşacağını bilen ve oruç tuttuğu takdirde zayıf düşerek gerektiği gibi cihat edemeyeceğinden endişe eden mücahit oruç tutmayabilir (A.g.e., I, 208). Dürrül Muhtarda, "Zorlanan (ikrah), helak olmaktan veya akli melekelerini kaybetmekten korkan kimse ile kendisini yılan sokan kimsenin iftar etmesinin mübah olması" hükmü kayıtlıdır. Bütün bunları, ayette geçen "hasta olma" anlamı içerisinde düşünebiliriz. Kendisini yılan sokan bir kimsenin acilen tedavi olması esastır. Bu durumda iftar eder ve gününe gün kaza yolunu tutar. Çünkü, gecikme halinde telef olma korkusu söz konusudur. Bunun meşru bir mazeret olduğu sabittir.

Oruçla İlgili Diğer Meseleler: Oruç tutan mükellefin misvak kullanması sünnettir. Nitekim İbn-i Abidin bu hususla ilgili olarak şunları zikreder:

"Misvak kullanmak da mekruh değildir. Bilakis başkaları gibi oruçluya da sünnettir. Delili, Peygamber (s.a.s)'in "Ümmetime meşakkat vereceğini bilmesem her abdest aldıkça ve her namaz kıldıkça onlara misvakı emrederdim" hadisinin umum ifade etmesidir (İbn Âbidin, IV, 332).

Ramazan ayını baygın geçiren kimse, sıhhat bulduktan sonra oruçlarını kaza eder. Bu hususta icma vardır. Ancak, bir deli Ramazan ayının son günü zevalden önce iyileşmiş olsa, kendisine kaza lazım gelmez.

Ramazan ayında, gündüz vakti bir çocuk buluğa erse veya kafir, müslüman olsa, o günün geri kalan saatlerinde oruçlu gibi davranır. Yani, orucu bozan şeylerden uzak durur, ondan sonraki günlerin orucunu eda eder. Geçen günleri kaza etmesi gerekmez.

Sıhhat bulan hastalar ve seferleri sona eren yolcular, daha önce tutamadıkları oruçlarını kaza ederler. Bu hususta ihtilaf yoktur. Alimlerin ekserisinin görüşü budur. Bir mükellefin, daha önceki Ramazan ayına ait kaza borcu bulunsa, fakat bu sırada Ramazan-ı Şerif girse; o kimse edayı kaza üzerine takdim eder. Yani önce, yeni giren Ramazan ayının orucunu tutar; daha sonra kaza oruçlarını tamamlar. Nafile olan oruçlarda da, özürsüz olarak iftar etmek helal değildir.

Iskat-ı Savm:

Iskat-ı savm, bir müslümanın hayattayken tutmadığı veya tutamadığı oruç borçlarını, öldükten sonra malından fidye vermek suretiyle düşürmek demektir. Çok daha sonraları çıkmış bir tabirdir. Bu tabirin dini literatürdeki ismi "fidye”dir.

Yukarıda ifade edildiği gibi oruç, İslam'ın beş esasından biridir. Âkıl-baliğ olan her müslümana farzdır. Oruç tutmaları farz olanların bazıları, belli durumlarda oruç tutmakla yükümlü kılınmamış; oruçlarını sonradan kaza etmelerine izin verilmiştir. Bunlar, hastalar ve yolculardır. Allah Teala Kur'anda şöyle buyurur:

"...İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. (İhtiyarlığından yahut şifa bulma ümidi olmayan bir hastalıktan dolayı oruç tutmaya dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir" (el-Bakara, 2/ 184).

Ayetten de anlaşılacağı gibi; hastalar ve yolcular, oruçlarını daha sonra kaza edebilirler. İhtiyarlık ve devamlı hastalık gibi sebeplerle daha sonra kaza etme imkanı bulamayanlar ise fidye verirler. Fidye, bir fakiri bir gün doyurmak demektir. Bir müslümanın böyle mazeretlerden dolayı hayattayken tutamadığı ve fidyesini de ödemediği oruç borcu varsa; öldüğünde, malından, tutamadığı oruçlar kadar fidye verilmek suretiyle borcundan kurtarılır. İşte bu ameliyeye ıskat-ı savm denir.

Ancak burada, eda şartından dolayı (hasta ve yolcu olmamak) kaydıyla oruç tutamayanlar söz konusudur. Fakat kasden, hiç bir mazereti olmadan orucunu tutmayan ve daha sonra bunları kaza etmeyenlerin durumu da böyle midir? Yani bunlar için, öldükten sonra fidye verilirse, oruç borcundan kurtulurlar mı? Bunu ancak Allah bilir.

Bu hususta halk arasında, şöyle bir uygulama vardır: Mesela 62 yaşında ölen birinin 12 yılı büluğ çağı için çıkarılır (62-12:50 yıl). Her yıl için 30 oruç, (30x50:1500 fidye) hesab edilerek bulunan miktar fidye fakirlere dağıtılır. Böylece ölü, oruç borçlarından kurtarılmış olur!

Fakat bu işlem doğru değildir. Her şeyden önce Hz. Peygamber (s.a.s) ve Ashab devrinde böyle bir uygulama yoktur. Diğer taraftan, ölünün tutup-tutmadığı oruçlar arasında bir ayrım yapılmamaktadır. Tutulan günler için tekrar fidye verilmekte, böylece, dinde hiç yeri olmayan bir bid'at ortaya çıkmaktadır. Ayrıca her Ramazan ayı 30 gün değildir, 29 da olabilir. Öyleyse bu konuda ne yapılmalıdır?

1. Hastalık veya yolculuk gibi bir sebeple tutulamayan ve daha sonra da kaza imkanı olmayan oruçlar kadar ölü için fidye verilir. Bu Kur'an ve Sünnet'e uygundur.

2. Mazeretsiz olarak tutulmayan ve daha sonra kaza edilmeyen oruçlar kadar da ölü için fidye verilebilir ve ölünün oruç borcundan affedilmesi içip dua edilir. Çünkü bir ibadeti kasden terketmek günahtır.

3. Bunların dışında, bir kimsenin oruç borcu yoksa, onun için ıskat-ı savm adı altında fidye verilmesi yanlıştır, bid'attır. Belki kabul olmayan oruçları vardır diye de böyle bir ameliye yapmak caiz değildir. Eğer bu doğru olsaydı, yaptığımız her ibadet için böyle bir kaza muamelesi gerekirdi. Kulun görevi, emredilen ibadeti ihlasla yapmaktır. Kabul, Allah'a kalmış bir şeydir. Ve kul bunu bilmekle mükellef değildir. Kul, samimiyetle ve şartlarına uygun olarak yaptığı ibadetin Allah tarafından kabul edileceğini umar.

Yusuf KERİMOĞLU


3-)

Oruç; İslam'ın beş ana temelinden biridir. Ve müslüman, ergin, akıllı ve sağlıklı olan herkese farzdır. Farz olan oruçla, yılda bir kez gelen Ramazan Ayı orucu kastedilir.

Oruç, ibadet kastıyla sahurdan akşama kadar yemeyi, içmeyi, yeme-içme sayılan şeyleri ve cinsel ilişkiyi terketmekle tutulmuş olur.

"Orucun sevabı Allah'tan başka kimsenin takdir edemeyeceği kadar büyüktür." (bk. el-Heytemi', ez-Zevacir, 1/156.) "Oruçlunun, acıkmaktan doğan ağız kokusu Allah için miskten daha güzeldir." (Muslim, savm 161.) "Oruç, ateşten koruyan bir kalkandır." (Müslim, savm 162-163.) "Oruçlu, duası geri çevrilmeyen üç gruptan biridir." (Beyhaki, Sünen NI/345, Tecrid NI/253. ) "Ramazan orucunu, -dünya ile ilgili faydalardan ötürü değil de- sadece Allah için tutanın geçmiş günahları bağışlanır." (Nesai, siyam 39; Tirmizi, savm 1.) "Özürsüz olarak tutulmayan bir günlük Ramazan orucunun kaçırılan sevabı bütün zaman süresini oruçlu geçirmekle dahi karşılanamaz." (Tirmizi, savm 27. )

Oruç insanın meleklik yönünü güçlendirir ve insanı meleklerden yüce yapar. Hayvani duygularını köreltir. Nefsinin taşkınlığını önler. Insanı başıboş olmaktan kurtarır, ona Rabbini hatırlatır. Acıktıkça O'nun verdiği ‚ nimetlerin kadrini öğretir. Aç ve muhtaçların halini hatırlatır.

Oruç insana sabrı öğretir. Onu ilahlaşmaktan ve zorbalıktan kurtarır. Vücudunu dinlendirir, sıhhatini artırır, psikolojisini ve sinirlerini düzeltir. Insana sırf midesi için yaratılmadığını hatırlatır.

Allah: "Oruç benim içindir, onun mükafatını da ben veririm." (Müslim, savm 163. ) buyurur. Demek ki, diğer yararların hepsi bir yana, oruç, Allah'ın rızasını sağlar. Kur'an-ı Kerim'de de orucun farzediliş hikmeti olarak onun insanı takvaya götürdügü zikredilir." (K. Bakara (2) 183)


4-)Allahü teala Kur'an-ı kerimde mealen buyuruyor ki:

Ey mü'minler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de farz kılındı. Umulur ki oruç sayesinde fenalıklardan sakınırsınız. (Bekara suresi: 183)

Oruç bana mahsustur. Onun karşılığını ben veririm. (Hadis-i kudsi-Buhari)

Bir kimse, Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir, vazife bilir ve orucun sevabını, Allahü tealadan beklerse, geçmiş günahları affolur. (Hadis-i şerif-Buhari)

Oruç tutan çok kimse vardır ki, onların orucu yalnız açlık ve susuzluk çekmek olur. (Hadis-i şerif-Mektubat-ı Rabbani)

Allahü teala, benim ümmetime, Ramazan-ı şerifte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir peygambere vermemiştir.

1) Ramazanın birinci gecesi, Allahü teala mü'minlere rahmet eder. Rahmet ile baktığı kuluna hiç azab etmez.

2) İftar zamanında, oruçlunun ağzının kokusu, Allahü tealaya, her kokudan daha güzel gelir.

3) Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolması için dua eder.

4) Allahü teala, oruç tutanlara, ahirette vermek için Ramazan-ı şerifte Cennette yer tayin eder.

5) Ramazan-ı şerifin son günü, oruç tutan mü'minlerin hepsini affeder. (Hadis-i şerif-Et-Tergib vet-Terhib)

Çok namaz kılan, oruç tutan, sadaka veren, fakat dili ile komşularını incitenin gideceği yer Cehennemdir. (Hadis-i şerif-Zevacir)

Kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Zira evlenmek gözü haramdan daha çok meneder. İffeti de öylece korur. Kim evlenmeye muktedir olamazsa oruca sarılsın. Çünkü oruç onun için bir enemidir. (Şehveti kesen, nefsi kıran hafif bir ameliyye gibidir) (Hadis-i şerif-Buhari)

Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrar görünce, orucu bırakınız. (Hadis-i şerif-Eşi'at-ül-Lemeat)

Vazife olduğuna inanmayarak, ehemmiyet vermeyerek, hafif görerek namaz kılmamak, oruç tutmamak, zekat vermemek küfür olur. (Hadimi)

Oruç tutmak, Allahü tealanın sıfatlarıyla sıfatlanmaktır. Zira Allahü teala yemekten ve içmekten münezzehtir. (Muhammed Bakibillah)

Oruç tutmanın on bir faydası vardır: Cehennem'e kalkan olur. Diğer ibadetlerin kabulüne sebeb olur. Bedenin zikri olur. Kibri kırar. Ucbu (yaptığı ibadetleri ve hayırları beğenmeyi) kırar. Huşu'u (Allah korkusunu) arttırır. Sevabı mizanda (kıyamet günü terazide) ağır gelir. Allahü teala o kulundan razı olur. Îman ile vefat ederse, Cennet'e erken girmeğe sebeb olur. Kalbi ve aklı nurlanır. (Muhammed bin Kutbüddin İzniki)

Ramazan-ı şerif orucunu ta'zim (hürmet ve kıymet vererek) ve vakar ile tut. Her kim Ramazan orucunu güzelce tutsa, haramlardan sakınsa, kaza namazlarını kılsa, Hak teala hazretleri her gün için, bin gün nafile oruç tutmuş gibi sevab ihsan eyler ve o kimse ile Cehennem arasına birçok perdeler konur. (Süleyman bin Ceza)


5-)Çok sevilen veya istenen şeylerden uzak durma.


6-)Tanrı'ya ibadet amacıyla yeme, içme vb. şeylerden belli bir süre veya biçimlerde kendini alıkoyma


7-)Tanrı´ya ibadet amacıyla yeme içme gibi birçok şeylerden belli bir süre ya da biçimlerde kendini alıkoyma.


8-)Haz veren şeylerden sağlanan yoksunluk.


9-)islam'ın beş şartından birisidir. tan yerinin ağarmasından güneş batana kadar allah rızası için yiyip içmekten cinsi münasebetten sakınmak. ibadet. savm. -oruç reis; önceleri cezayir'de olup daha sonra osmanlı donanmasına katılan ünlü denizci


10-)(Bak: Savm - Ramazan)(Oruç en gafillere ve mütemerridlere za'fını ve aczini, fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtası ile midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkata muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin fir'avunluğunu bırakıp kemal-i acz ve fakr ile dergah-ı İlahiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevi eliyle rahmet kapısını çalmağa hazırlanır. Eğer gaflet kalbini bozmamış ise... M.)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Fast.

  • Sektör temsilcileri işbirliğine kararlı Fas'a giden heyet içinde İGYİB, Gemi İnşaa Sanayicileri Birliği ( GİSBİR ) ve Oruç Reis Denizcilik Kulübü ( ODEK ) temsilcileri yer aldı.
  • Bana göre sakin, manevi bir hayat yaşayan, beş vakit namazını kılan, Oruç tutan, sadaka ve zekat veren ya da hacca giden biri hakkında yapılacak dizi sıkıcı olurdu.

Sizde içinde Oruç kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Oruç kelimesi anlamı 298 defa okunmuştur. [239585] Oruç kelime anlamı, Oruç nedir, Oruç ne demek, Oruç sözlük anlamı

Paylaş