Otuzbir Mart Vak’Ası Nedir

Otuzbir Mart Vak’Ası Nedir ? Otuzbir Mart Vak’Ası Ne demek ?

1-)Meşrutiyetin muhafazası için Selanik’ten İstanbul’a getirilen Avcı taburlarının 13 Nisan 19E2��da çıkardığı isyan. Rumi takvimle 31 Mart 1325’te çıktığı için Otuzbir Mart Hadisesi denilmektedir. İsyanın sonucunda Sultan Abdülhamid Han tahttan indirilmiş ve meşrutiyet örfileşmiştir.

Bu vak’anın tertip edilişi, teşvik edicileri bu güne kadar kesin olarak ortaya konamamıştır. Ancak Sultan İkinci Abdülhamid Hanın hiçbir ilgisi olmadığı kesindir. Bununla beraber Otuzbir Mart Vak’asının umumi sebepleri tarihçiler tarafından şöyle sıralanmaktadır:

1. Meşrutiyetin ilanından o güne kadar geçen zamanda İttihat ve Terakki Cemiyetinin baskısı ile güvensiz, karışık bir durumun ortaya çıkması.

2. Rum, Ermeni vb. gibi toplulukların istiklal kazanıp, milli devletlerini kurmak için büyük engel olarak gördükleri Sultan Abdülhamid Handan kurtulmak istemeleri.

3. 5 ekimde Ferdinand’ın Bulgaristan’da istiklalini ilan etmesi. Bir gün sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Bosna ve Hersek eyaletlerini ilhak etmesi. Girit halkının Yunanistan’a bağlandıklarını bildirmesi. Adakale’nin Avusturya askerleri tarafından işgal edilmesi, Hükumetin ve onu tesir altında tutan İttihat ve Terakkinin bu hadiseler karşısında aciz kalıp, bir şey yapamaması.

4. İkinci ordu subaylarının askerlerin ibadet yapmalarına, talim ve eğitimi ileri sürerek mani olmaları.

5. İttihat ve Terakki Cemiyetinin İstanbul’da tertip ettiği siyasi cinayetler sonucunda hükümetin katilleri yakalamada aciz kalması.

6. Hükümetlerin istifası ile siyasi buhranın devam etmesi. İttihat ve Terakkinin hükümete müdahale etmesi.

7. Basından sansür kalkınca herkesin istediğini yazmaya başlayıp karşılıklı ithamların ileri boyutlara varması. Sultan Abdülhamid Han zamanında bulunmayan Derviş Vahdeti’nin çıkardığı Volkan gazetesi gibi basın organlarının halkı tahrik etmesi. Azınlık gazetelerinin milli maksatlarını ortaya dökmesi.

8. İttihat ve Terakkinin baskısıyla ordu ve devlet idaresinde keyfi olarak yapılan tasfiye.

9. Vak’adan üç gün önce İttihatçı zabitlerin askerlerine; “Hocalarla kat’iyyen görüşmeyeceksiniz! Askerlikte diyanet meselesi aranmaz!.. Padişah ve efrad-ı ahali İttihat Terakki Cemiyetinin elindedir!” telkinlerinde bulunmaları.

10. İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin mason olduklarının halk arasında yayılması.

Tertip edilişi halen karanlık olan Otuzbir Mart Vak’asının öncesindeki olaylarla vak’anın ortaya çıkışı ve neticeleri de şöyledir:

İttihat ve Terakki Partisi önderleri meşrutiyetin ilanından sonra kurulan Said Paşa hükümetine iştirak etmediler. Partili olan küçük rütbeli subaylar, genç ve tecrübesiz oldukları için hükümette vazife almaktan çekindiler. Tanin gazetesinde Hüseyin Cahid (Yalçın) sorumluluk altına girilmemesi gerektiğini yazdı. Kabineye girilmeyip iktidar Said Paşa hükümetine bırakıldı. Daha sonraki yıllarda bu eksiklerini tamamlamak için İttihatçıların nazır yardımcılıklarına getirilme çalışmaları ortaya çıktı. Böylece hem iktidarı almıyorlar, hem de diledikleri gibi müdahale ediyorlardı. Selanik merkezi kısmı İstanbul’a nakledildi. Hükümet ve devleti kontrol için Talat, Enver, Midhat, Şükrü, Hayri, Habib, Dr. Nazım, Bahaeddin Şakir ve İsmail Hakkı beyler İstanbul’a gönderildiler.

Meşrutiyeti ilan ettiren İttihatçıların meşrutiyetten sonra idareyi bizzat ele almamaları ancak, hükümet işlerine de sık sık müdahale etmeleri sebebiyle ülkede tedricen bir iktidar boşluğu doğmaya başladı. Padişahın da devlet işlerinden uzak tutulması, meşrutiyetten sonra devletin otorite buhranına düşmesine yolaçtı. Müesseselerde ortaya çıkan başıboşluk ve otoriter bir gücün mevcut olmayışı isyanlara müsait bir zemin doğurmaya başladı.

4 Ağustosta nazır tayini meselesinde çıkan bir ihtilaf neticesinde Said Paşa kabinesi istifa etti. Yerine Sultan Abdülhamid Hanın; “O diktatör olmak ister.” diye bahsettiği Kamil Paşa sadrazam oldu. Kamil Paşa, Nazım Paşayı Harbiye nazırlığına getirdi. 24 eylülde İttihat Terakkiye muhalif olarak kurulan Ahrar Fırkası, Türk siyasi tarihinin ikinci partisi oldu. Fırkanın ileri gelenlerinden çoğu Türk asıllı olmayıp kurucuları arasında Celaleddin Ârif, Nihat Reşad (Belger), İsmail Kemal, Ahmed Samim ve Prens Sabahaddin gibi şahsiyetler vardı. Bünyesinde meşrutiyet aleyhtarı kimseleri ve daha sonra ikinci meşrutiyet meclisinde yer alan Hıristiyan mebusları topladı.

Meşrutiyetin ilanından sonra toplanacak meclis için yapılacak seçimler, çeşitli kesimlerin birbirlerini karşılıklı suçlamalarına yolaçtı. Seçim kampanyasının Bosna-Hersek’te de yürütülmesini protesto eden Avusturya, 5 ekimde Bosna-Hersek’i işgal etti. Aynı gün Bulgaristan bağımsızlığını, Girit de Yunanistan’a katıldığını ilan etti. Ülkede seçimlerle beraber gelen karışıklıklar ve dışarıda karşılaşılan bu gibi felaketler, meşrutiyete bağlanan ümitleri söndürdü. İttihat ve Terakkinin itibarı zayıflamaya başlayınca da güçlenen muhalefeti ezmek için düzenlenmiş faili meçhul suikastler ortaya çıktı. 19 Ekimde Selanik’te Üçüncü Orduya bağlı avcı taburları meşrutiyetin muhafazasını ve şehrin güvenliğini sağlamak için İstanbul’a getirildi.

Meşrutiyetten sonra İttihatçıların baskısıyla orduda alaylı subaylar ve memurlar arasında yapılan tasfiyeler gayr-i memnunların sayısını arttırarak huzursuzlukları şiddetlendirdi. Matbuattan sansür kaldırıldığı için Serbesti, Mizan, Tanin ve Volkan gibi gazetelerde alaylı-mektepli subay ayrımına dair başlayan sert ve tahrikçi üsluptaki yazılar, subayların birbirleriyle ve erlerle arasının giderek açılmasına sebep oldu. Volkan gazetesinde Derviş Vahdeti, İttihatçı subayların erler arasında dine karşı takındıkları menfi tutumları istismar ederek orduyu ve halkı isyana teşvik ediyordu. 2 aralıkta daha önce Manastır Postanesinden çıkarken vurulan Şemsi Paşanın akrabası İsmail Mahir Paşa, Sultanahmed Meydanında öldürüldü. Katil, kaçmayı başardı. Önceden beri devam etmekte olan bu gibi suikastler halkta Balkan komitacılığı usulündeki cinayetlerin devam edeceğine dair bir inanç uyandırıyordu. 17 Aralıkta toplanan mecliste İttihatçılar ekseriyeti sağladılar.

Hükümet Avcı taburları ile hiç meşgul olmadığı gibi İstanbul’un inzibatı avcı taburu çavuşlarının emrine tabi kılındı. Bunların İstanbul’da eğlence hayatına dalmaları yüzünden askerlikle alakaları kesilmeye başladı. Subaylarının önemli bir kısmının da izne ayrılması ile iyice başsız ve disiplinsiz kalan bu taburlar, içeriden ve dışarıdan tahrik edilmeye başladılar. Bu sırada Enver Bey Berlin’e, Ali Fuad Bey Viyana’ya, Fethi Bey Paris’e ve Hafız Hakkı Bey de Roma’ya ataşemiliter olarak tayin edildiler. Harbiye Nazırı NazımPaşa da ordu içinde İttihat ve Terakkiye karşı bir grup kurmaya çalışıyordu. Prens Sabahattin, Hukuk-ı Beşer gazetesinde yazdığı yazılarla padişah Abdülhamid Hanın tahtta kalışına karşı çıkıp, İttihatçıların meşrutiyetten sonra da gizliliklerini sürdürmelerine muhalefet ediyordu.

Sadrazam KamilPaşa da İttihatçıların baskısından kurtulmak istiyordu. Avcı taburlarını Yanya civarında isyan eden Yunan çetelerine karşı göndermek istedi. Buna muhalefet eden İttihat ve Terakki, meclisteki çoğunluğuna dayanarak gıyabında yapılan bir gensoru ile Kamil Paşayı düşürdü. Abdülhamid Han meclisin kararına uyarak Kamil Paşanın istifasını kabul etti ve yerine Hüseyin Hilmi Paşayı 14 Ocakta sadrazamlığa getirdi. Kamil Paşa bundan sonra muhalefetle işbirliği yapmaya başladı.

23 Ocak 19E2��da Harbiye Mektebinde çıkan bir karışıklık sonucunda altmış talebe atıldı. 6 Şubatta da Derviş Vahdeti tarafından İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti kuruldu. Derviş Vahdeti, Volkan gazetesindeki tahrik edici yazılarından birinde, padişaha seslenerek; “Meşrutiyeti ilga ve meclisi kapatmak elinizdedir” diye yazıyor ve askerlerin ve ordunun büyük bir kısmının, kurduğu cemiyetin üyesi olduğunu iddia ediyordu. Bu sırada Harbiye nezareti yayınladığı bir genelgeyle ordunun siyasetle uğraşmasını yasakladı. Medrese talebelerinin imtihan edilmesiyle alakalı bir kanun teklifiyse bunların nümayişine sebep oldu. İstanbul’da durum iyice bozulmuştu. 7 Nisanda Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi, faili meçhul kişilerce öldürüldü. 13 Nisanda ise dördüncü avcı taburuna bağlı askerler gece yarısı saat 04.00’da isyan ederek subaylarını hapsettiler. Ayasofya’daki Meclis-i Mebusan önüne gelerek burada toplanmaya başladılar. Derviş Vahdeti ve arkadaşları da aralarındaydı. Tanin ve Şura-i Ümmet gazetelerinin idarehaneleri tahrip edildi. Adliye Nazırı Nazım Paşa, AhmedRıza zannedilerek, Lazıkiye Mebusu Emir Arslan da Hüseyin Cahit zannedilerek öldürüldüler.

İsyan meşru gerekçelerden, kuvvetli önderlerle idarecilerden, güçlü destekten mahrum ve baştan tecrid edilmiş bir şekilde başladı.Hareketin başında az veya çok tanınmış birisi yoktu. İsyanın en önde gelen siması Hamdi Çavuştu. Halk tamamen ayaklanmanın dışında kaldı. Yüksek seviyede din adamları ayaklanmada yer almadıkları gibi, başında çavuşların bulunduğu bu isyanı tenkit ettiler. İlim adamlarından müteşekkil olan Cemiyet-iİlmiye ve siyasi teşekküllerin aralarında birleşerek meydana getirdikleri Hey’et-i müttefika-i Osmaniye teşkilatları meşrutiyete sadakatlerini beyan ederek isyana karşı çıktılar.

Abdülhamid Han isyanı Hüseyin Hilmi Paşanın gönderdiği bir telgraf sonucunda öğrendi. O zaman telefon olmadığı için meclisteki telgraf merkeziyle isyanın mahiyetini ve asilerin taleplerini öğrenmeye çalıştı. İsyancılar Mebusan Meclisine gönderdikleri tezkirede Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşanın görevden azlini ve Nazım Paşanın Harbiye nazırı olmasını, alaylı subaylardan daha önce tasfiye edilenlerin orduya geri alınmasını istiyordu.

Padişah bunun üzerine Hüseyin Hilmi Paşayı sadrazamlıktan aldı. Ancak yerine Tevfik Paşayı sadrazam, Müşir Ethem Paşayı Harbiye nazırı yaptı. Mabeyn başkatibi Cevad Beyi isyancılara göndererek isteklerinin kabul edildiğini, vazgeçerlerse affedileceklerini bir hatt-ı hümayunla bildirdi. Bunun üzerine isyancılar yatışarak dağıldılar. Ertesi gün tahrikler sonucu tekrar toplandılar. Ancak bu sefer de Gazi Osman Paşa gönderildi. Paşanın nasihat etmesinden sonra dağıldılar.

İsyan esnasında daireler kapandı ve İttihat ve Terakki Merkez-i Umumi mensupları Selanik’e kaçtılar. Hüseyin Cahid, Suriyeli meşhur bir Hıristiyan aile olan Mutranların evine, oradan da Rus elçiliğine sığındı. Dr. Nazım, Vefa da Münir Beyin nezdinde mahfuz kalıp, oradan Selanik’e kaçtı, Ahmed Rıza, topçu subayı Süleyman Remzi Beyin delaletiyle Şehzadebaşı’nda Ali Beyin evinde gizlendi. Bahaeddin Şakir ise Fransız sefaret memuru Mösyö Roe’nin evinde saklanıp, sonra Hareket ordusuna katıldı.

Ancak, isyanın Rumeli’deki yankısı çok büyük oldu. İsmail Canbolat; “Meşrutiyet mahvoldu” diye telgrafla Selanik’e isyanı haber verdi. Hadiseyi kimin hazırladığı belli olmadığı içinAbdülhamid Han, boy hedefi oldu. İttihat ve Terakki merkez ve şubelerinden saraya tehdit telgrafları yağmaya başladı. Bir günde 67 telgraf geldi. Üçüncü Ordu mensubu askerlerle gönüllü Bulgar, Sırp, Yunan, Arnavut ve Karadağ çetecilerinden müteşekkil bir ordu kuruldu. Edirne’deki İkinci Ordu ile de temasa geçilip, bunların katılması sağlandı. Trenlerle İstanbul’a sevkedilen bu orduya “Hareket Ordusu” denildi. Ordunun başına önceHüseyin Hüsnü Paşa geçmişse de, komutanlığa daha sonra Mahmud Şevket Paşa getirildi. Orduya, Hadımköy’e geldiğinde Şevket Turgut Paşa komutasındaki Trakya gönüllüleri de iştirak etti. Askerlerin büyük bir kısmı gerçek durumdan haberdar olmayıp, padişahı kurtarmaya geldiklerini zannediyorlardı.

Padişaha sadık bazı paşalar saraya gelerek Yıldız ve civarındaki birliklerin Hareket ordusu çapulcularına karşı kullanılması için izin istediler. Abdülhamid Han, yalnız padişah değil, aynı zamanda halife olduğunu, otuz üç senedir asla kan dökmediğini belirttikten sonra; “Tüfekçilerin silahları toplansın. Kimse silah atmasın, Müslümanı Müslümana kırdırmam.” diyerek bunu reddetti. Kuvveti olmasına rağmen büyük fitne çıkmaması için bunun kullanılmasına izin vermedi. İttihatçıların önde gelen simalarından Tahsin Bey (Uzer) hatıralarında; “Sultan basiretli davranıp askerler arasında kan dökülmesine meydan vermedi.” demektedir. Emre rağmen bazı direnmeler oldu ise de, şehir Hareket ordusunca bir günde ele geçirildi ve sıkıyönetim ilan edildi (25 Nisan 1909).

Hareket Ordusu İstanbul’a gelince önce Yıldız Sarayı muhasara edildi. Muhasaradan önce İngiliz, Rus ve Fransız elçilerinin yaptığı yardım teklifi Abdülhamid Han tarafından reddedildi. Saray muhafızlarının silahları toplanıp Hareket ordusuna teslim edildi. Saray ve civarını besleyen büyük mutfakların ateşleri söndürüldüğü için Sultan ve maiyeti aç bırakıldı. Kendilerine bir miktar tayın ekmeği gönderildi.

27 Nisanda Said Paşa başkanlığında toplanan mecliste Hareket ordusu lehine bir beyanname okunduktan sonra Abdülhamid Hanın hal’ine, Mehmed Reşad’ın padişahlığına karar verildi. Elmalılı Hamdi (Yazır) tarafından hal’ için hazırlanan müsveddeye itiraz eden fetva emini Hacı Nureddin Efendi; “Hal’de şeamet vardır, Sultan Aziz hal’ edildi, başımıza 93 Harbi faciası geldi.” diyerek imzalamak istemedi. Ancak İstanbul mebusu Âsım Efendinin “Hal’ edilmekten başka çare yoktur. Hal’edemezlerse öldürürler.” deyince mecburen imzaladı. Yeni şeyhülislam Ziyaeddin Efendi tarafından müsveddeye son şekli verilip, hal’ veya feragati meclise bırakıldı. Meclis hal’i kabul etti. Bundan sonra hazırlanan iki heyetten birisi Dolmabahçe Sarayına diğeri de Yıldız’a gönderildi.

Dolmabahçe’ye giden hey’ette Bolulu Habib, Toygarlı Halid ve Kadıköylü Fehmi isminde Hareket ordusu veİttihat ve Terakki mensubu küçük rütbeli üç subay vardı. Reşad Hana padişahlığını tebliğ ettiler ve daha sonra tahta geçiş merasimi icra edildi.

Yıldız’a Sultan Abdülhamid Hana hal’ini tebliğ için gönderilen hey’etin teşekkül tarzı ise Türk tarihinin en yüz kızartıcı hadiselerinden birisi oldu. Bütün Osmanlı tebeasını temsil etmesi gerektiği iddiası ile teşekkül olunan heyette tek bir Türk yoktu. Bunlar Emanuel Karasso, Esat Toptani, Aram Efendi ve padişahın uzun seneler yaverliğini yapmış olan katışık soydan Ârif Hikmet Paşa idiler. Padişah hal’ kararını tebliğe gelenlerin kimler olduğunu mabeyn başkatibi Cevad Beye sorup öğrenince; “Bir Türk padişahına, İslam halifesine hal’ kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı!” demekten kendini alamamıştır. Kararın tebliğinden sonra artık Çırağan Sarayında oturmak istediğini söylemiş ancak kabul edilmeyerek kırk sekiz saat içinde maiyyetiyle beraber Selanik’e gönderilmiş, burada Alatini Köşküne hapsedilmiştir.

Abdülhamid Hanın Yıldız’dan uzaklaştırılmasından sonra saraydaki mevcut elmas, inci gibi mücevherler, değeri milyarları bulan tarihi kıymetler, sandıklar içinde Harbiye nezareti dış kapısı yanındaki iki binanın alt katlarına yerleştirildi. Ancak daha sonra mühürlü kapılar İttihatçılar tarafından açılarak bunlar yağma edildi ve bu tecavüz sebebiyle de hiç kimseye mesuliyet yüklenemediği gibi suçlular da tespit edilemedi.

Hadiseden sonra kurulan Divan-ı Harp, isyancılardan 56 kişiyi idama mahkum etti. Derviş Vahdeti de bunlar arasındaydı. Cezalar 3 Mayıs-25 Haziran arasında infaz olundu. Prens Sabahaddin önce tevkif edilip, sonra serbest bırakıldı. O da hemen Avrupa’ya kaçtı. Diğerleri de sürgün ve hapisle cezalandırıldılar. İsyanın mahiyetini ve tertipçilerini araştırmak için kurulan komisyon kısa bir müddet sonra dağıtıldı. Hareket Ordusu İstanbul önlerindeyken Abdülhamid Han; “Madem beni istemiyorlar saltanatı biraderime ferağ ederim, devleti o idare etsin. Fakat bir meclis mi, yoksa Divan-ı Âli mi ne kurulursa kurulup, benim hadiseyle alakamın olup olmadığı tespit edilmelidir.” demişti. Ancak Said Paşa; “Suçsuz çıkarsa halimiz nice olur?” diye resmi tahkikatın açılmasına mani oldu.

Hiçbir ciddi tarih kitabında hadisenin padişah tarafından çıkarıldığına dair bir bilgi, belge yoktur. Sultan Abdülhamid Hanın muarızlarından olan Ahmed Refik Bey (Altınay), 31 Martın muhaliflerce tertip edildiğini, padişahın bir ilgisi olmadığını belirtmektedir. Talat Paşa ve Meclis-i Mebusan Başkanı Ahmed Rıza da padişahın suçsuz olduğunu beyan etmektedirler. Şeyhülislam Cemaleddin Efendi Hatırat-ı Siyasiye’sinde isyanın İttihat ve Terakki tarafından padişahı tahttan indirmek, aleyhlerinde hasıl olan menfi düşünceleri temizlemek maksadıyla tertip edildiğini yazmaktadır. Bazı tarihçiler de, “İsyanı padişah tertip etseydi askerleri başsız bırakmazdı.” demektedirler.

31 Mart Hadisesinden sonra İttihat ve Terakki diktatörlüğüne giden yol açılmış olup, meşrutiyet örfileşmiştir. Bundan sonra yüksek rütbeli subaylar da İttihat ve Terakkiye katılmışlardır. Osmanlı Devletinde her yönüyle bir anarşi ve yıkım devri başlamış, dağlardan inerek meşrutiyeti selamlayan Balkan komitacıları tekrar dağlara çıkmışlar ve bir daha da inişleri olmamıştır. Otuzbir Mart Vak’asını tertip edenler ve Sultan İkinci Abdülhamid’i tahttan indirenler sonunda, devleti Birinci Dünya Harbine sokup memleketi düşman çizmelerinin altında bırakarak kaçtılar. İş bununla da kalmadı, bunlar işbirliği yaptıkları kimseler tarafından öldürüldüler. Bu olayların hepsi, Otuzbir Mart Vak’ası ile başlamış ve on sene içinde devlet ve millet yok olma noktasına gelmiştir.

Otuzbir Mart Vak’asının gizli tertipçilerinden olan Selim Sırrı Tarcan ile Rıza Tevfik Beyin aşağıdaki itirafları bu olay hakkında Türk tarihine ışık tutmaktadır:

“1908 İhtilalinden evvel, bizleri başta İngiliz sefiri olmak üzere Fransız, İtalyan sefirleri de çok teşvik ettiler. Onlardan büyük mikyasta fikir muaveneti (yardım) ve teşvik gördük... Hey - Rıza! Meğer kimlere hizmet etmiş?

Nihayet hürriyeti de -kimlere- ilan ettik! Selim Sırrı ile beraber ben de İstanbul sokaklarında üzerine çıkıp “Yaşasın hürriyet” nutukları atacak nice basamak taşları aradık.

Bir gün Talat’a (Talat Paşa) dedim ki: “Biz bu ihtilal için ecnebi sefirlerden hayli teşvik gördük. İşte hürriyeti ilan ettik. Gidelim bu süferayı (elçileri) ziyaret edelim, teşekkür edelim.”

Evvela İngiliz sefaretine gittik. Galatasaray’daki o muhteşem binayı tam bir ölü sessizliği içinde bulduk. Ben emindim ki sefir de dahil olmak üzere bütün sefaret erkanı içerdeydi. Fakat bizi karşılayan sefaret kavası, kimi sorduksa “Yok!” dedi. Çok soğuk bir adem-i kabul (kabul etmemek) idi bu. Bir mana veremeden dönmüştük.

Cünye’de idim. Emir Abdullah’tan bir davet mektubu aldım. O yıl farize-i hacı ifa için (hac farizesi) gidecekleri Hicaz’a beni de davet ediyordu. Kabul ettim. Emir hazretleri, atlas kese içinde altın olarak maddi cihetten de beni çok taltif etti. (Rıza Tevfik sürgündedir.)

Oğlum Said, İngiltere’de oturuyordu. Onu ziyarete Londra’ya gitmiştim. Said’e İskoç asilzadelerinden Lord Nikılsın (19E2��da, İngiltere’nin Türkiye büyükelçisi) cenapları hayli yardım etmişti. Hem bu alakalarına teşekkür etmek, hem de eski dostluğu bir daha ihya eylemek üzere ziyarete gittim.Sohbet sırasında İstanbul sefaretinin (İstanbul’daki İngiliz elçiliğinin 19E2��daki) bize gösterdiği o soğuk adem-i kabul hatırıma geldi. Lord cenaplarından sebebini sordum:

-Dostum Rıza Tevfik Bey... Biz Jön Türkleri teşvik ettik. Onlardan büyük bir netice bekliyorduk. İhtilal olacak; istibdatla beraber sultan da bu bahusus temsil ettiği hilafet müessesesi de alaşağı edilecek. Fakat aldanmış olduk. Beklediğimiz netiyceyi alamadık. Zira ihtilal yaptınız, gerçi Kanun-ı Esasi geldi, fakat Sultan da hele hilafet müessesesi de yerinde baki...

Lord cenaplarına tekrar sordum:

-İngiltere devlet-i fahimesini hilafet müessesesi bu derece şiddetle neden alakadar ediyor?

-Ha... Dostum Rıza Tevfik Bey... Biz Mısır’da bilhassa Hindistan’da İslam kitlelerini idaremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık, muvaffak olamadık. Halbuki Sultan? Yılda bir defa bir “selam-ı şahane”, bir de “Hafız Osman Kur’an-ı kerimi” gönderiyor, bütün İslam ümmetini, hudutsuz bir hürmet duygusu içinde, emrinde tutuyor.

İşte biz ihtilalden ve siz Jön Türklerden ihtilal sonunda, sultanların da, hilafetin de, yani bir selam-ı şahane ve bir Hafız Osman Kur’an’ıyla kitleleri avucunda tutan kuvvetin de devrilmesini bekledik, aldandık. İşte bu sebeple bir soğuk adem-i kabul gördünüz...” (Ahmed Kabaklı-Temellerin Duruşması-1989)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Sizde içinde Otuzbir Mart Vak’Ası kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Otuzbir Mart Vak’Ası kelimesi anlamı 69 defa okunmuştur. [239607] Otuzbir Mart Vak’Ası kelime anlamı, Otuzbir Mart Vak’Ası nedir, Otuzbir Mart Vak’Ası ne demek, Otuzbir Mart Vak’Ası sözlük anlamı

Paylaş