Safii Mezhebi Nedir

Safii Mezhebi Nedir ? Safii Mezhebi Ne demek ?

1-)ŞÂFİÎ MEZHEBİ



İmam Şafii (ö. 204/819)'ye nispet edilen fıkıh ekolü. Şafii'nin künyesi,

Ebu Abdullah Muhammed b. İdris elKureşi el-Haşimi el-Muttalibi b. Abbas b. Osman b. Şafi' olup H. 150'de Gazze'de doğmuştur. Hz. Peygamber'in dördüncü batından dedesi Abdu Menaf'ın dokuzuncu göbekten torunudur. İmam Şafii'nin doğum yılı Ebu Hanife'nin (ö. 150/767) vefat yılına rastlar.

Babası İdris bir iş için Filistin'deki Gazze'ye gitmiş ve orada iken vefat etmişti. Doğumundan iki yıl sonra annesi onu alıp baba vatanı olan Mekke'ye getirdi. Küçük yaşta Kur'an-ı Kerim'i hıfzetti. Fasih Arapça konuşan Huzeyl kabilesi arasında şiir ve edeb öğrendi. Sonra Mekke müftisi Müslim b. Halid ez-Zena'den ders alarak, onun yanında fetva verecek duruma geldi. O zaman on beş yaşlarında idi. Bundan sonra Medine'ye gitti. Orada müctehid İmam Malik b. Enes (ö. 179/795) fıkıhta üstad idi. Malik, kendi eseri olan el-Muvatta'ı, İmam Şafii'nin ezbere okuduğunu görünce hayretini gizleyememişti. İmam Şafii, Süfyan b. Uyeyne, Fudayl b. Iyaz'dan, amcası Muhammed b. Şafi' ve başkalarından hadis rivayet etti.

Muhammed b. el-Hasan'dan Irak fakihlerinin kitaplarını aldı. Onunla fıkhi konularda münazaralarda bulundu. 187 H.'de Mekke'de, 195 H. de Bağdad'ta Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) ile görüştü. Böylece Hanbeli fıkhına, usulüne, nasih ve mensuh konusuna muttali oldu. Sonra Bağdad'ta "İmam Şafii'nin eski mezhebi" denilen görüşlerini ortaya koydu. 200 H.de Mısır'a geçti ve "Yeni Mezheb" denilen görüşlerini tasnif etti. Orada iken 204/819'da vefat ederek Karafe denilen yere defnedildi.

İmam Şafii ilk olarak fıkıh usulünü tedvin etmiş ve bu konuda "erRisale" yi yazmıştır. el-Hucce isimli eseri Irak'taki, "el-Ümm" ise Mısır'daki görüşlerini kapsar.

İmam Şafii mutlak, bağımsız bir müctehid olup, fıkıh, hadis ve usulde imamdı. O, Hicaz ve Irak fıkhını birleştirici bir yol izledi. Ahmed b. Hanbel onun hakkında; "Şafii, Allah'ın kitabı ve Rasulünün sünneti konusunda insanların en fakihi idi" demiştir. (Vehbe ez-Zühaylı, el-Fıkhu'l-İslami ve Edilletüh, Dimask 1405/1985, I, 36,37).

Şafii Mezhebinin Usulü

Delil olarak Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas'a dayanır. Şafii, Hanefi ve Malikilerin aldığı "İstihsan"ı reddeder ve "kim istihsan yaparsa kendisi şeriat koymuş olur" derdi. Masalih-i Mürsele'yi ve Medinelilerin amelini delil almayı da reddederdi. Bağdad'lılar ona "Sünnetin Yardımcısı" lakabını vermişlerdi.

İmam Şafii'nin "eski mezhebi"ni kendisinden dört Iraklı arkadaşı rivayet etmiştir. Bunlar Ahmed b. Hanbel, Ebu Sevr, Za'ferani ve Kerabisi'dir. el-Ümm'de yer alan "yeni mezhebi"ni şu Mısırlı arkadaşları rivayet etmiştir: el-Müzeni, el-Buveyti, er-Rabiu'l-Ceyzi, er-Rabi' b. Süleyman ve başkaları. Şafiilerde fetvaya esas olan yeni mezhep görüşleridir. Çünkü İmam Şafii eski görüşlerinden rucu' etmiş ve "Benden kim bunları rivayet ederse ona hakkımı helal etmem" demiştir. Ancak basit on beş kadar mesele bundan müstesnadır. Diğer yandan İmam Şafii'nin; "Hadis sahih olunca, benim mezhebim odur. Böyle bir durumda, hadisle çatışan bana ait sözü duvara çarpın" (ez-Zühayli, a.g.e., 1, 37; Muhammed Ebu Zehra, Kitabü'ş- Şafii, 149 vd.) dediği bildirilir.

Şafii'nin Fıkıh Usulünü Tedvini

Ayet ve hadislerden hüküm çıkarmada, günlük füru şer'i problemleri çözmede sahabe devrinden itibaren bir takım usul kurallarına uyuluyordu. İlk müctehid imamların devrinde de sözlü olarak nesih kaideleri, mutlak, mukayyed, umum, husus gibi metotla ilgili bilgiler hüküm çıkarmada esas alınıyordu. Ancak bunlar tedvin edilerek yazılı bir eser haline getirilmemişti. İşte İmam Şafii ilk olarak usul konularını kaleme alarak "er-Risale"sini meydana getirdi. Çünkü Şafii, sahabe, tabiin ve kendinden önceki fıkıh bilginlerinden intikal eden fıkıh servetini hazır bulmuş, İmam Malik'ten aldığı Medine fıkhı ile İmam Muhammed aracılığı ile aldığı Irak fıkhını birleştirici bir yol izlemiştir. Kendi yetiştiği çevre olan Mekke fıkhını da iyi bildiği için, fıkıhtaki bu sağlam alt yapı sebebiyle, fıkhın genel metotlarını belirleme yeteneğini kazanmış ve bunun sonucunda fıkıh usulünü tedvin etmiştir.

Mezheplerde fıkhın, usulden önce tedvin edilmiş olmasında bir tuhaflık yoktur. Çünkü hükümlerde asıl konu fıkıhtır. Usul ise bir metot ilmi olup, mantık gibi, aklın doğru ile yanlışı ayırdetme niteliği gibi doğuştan vardır. Aynı konuda birbiri ile çelişen iki ayet olunca, sonra inenin öncekini neshetmesi, genel hükmün özel hükümle sınırlandırılması gibi.

Şafii, dili iyi bildiği için ayet ve hadislerden hüküm çıkarabilmiş, Kur'an'ın tercümanı olarak bilinen Abdullah b. Abbas'ın ilminin nakledildiği Mekke'de yetiştiği için nesih konusunu öğrenmiştir.

Şafiilerin usulüne mütekellimlerin usulü de denilmiştir. Çünkü bunların usule dair çalışmaları tamamen teoriktir. Mezhep gayreti onların metodunu etkilememiştir. Mesela; Şafii, sükuti icmaı kabul etmez. el-Âmidi (ö. 631/1233) ise Şafii mezhebinden olduğu halde "el-İhkam" adlı eserinde sükuti icmaı tercih eder (el-Âmidı, el-İhkami Usuli'l-Ahkam, Kahire (t.y), I, 265). Bu usul, kelam ilminin metot ve konusundan istifade ettiği, felsefi ve mantıki yönleri bulunduğu için "mütekellimlerin metodu" olarak nitelenmiştir. Mesela; kelam konusuna giren iyi ile kötünün akıl ile bilinip bilinemeyeceği, peygamberlerin peygamberlikten önce ismet sıfatına sahip (ma'sum) olup olmadığı ve benzeri konular da tartışılmıştır.

Şafii veya kelamcıların metodu ile yazılmış en eski ve en önemli eserlerin üç tanesi şunlardır. 1) Mu'tezile ekolünden Ebu'l-Hüseyn Muhammed b. Ali el-Basri'nin (ö.463/1071) Kitabü'l-Mu'temed'i,” 2) Şafii ekolünden İmamü'l-Haremeyn el-Cüveyni'nin (ö.487/1085) "Kitabü'l-Bürhan"ı, 3), İmam el-Gazzali'nin (ö.505/1111) "el-Mustasfa"sı.

Bu üç kitabı Fahruddin er-Razi (ö. 606/1209) özetlemiş ve bazı ekler yaparak eserine "el-Mahsal " adını vermiştir. Seyfüddin el-Âmidi'nin (ö. 631/1233) "el-İhkam" adlı eseri de aynı nitelikte birleştirici ve özet bir eserdir. Daha sonra el-Mahsul'ü, Siracüddin el-Urmevi (ö.682/1283) "et-Tahsil", Tacüddin el-Urmevi (ö. 656/1258) ise "el-Hasıl " adlı kitaplarında özetlediler. Sihabuddin el-Karafi (ö.684/1285) bu iki kitaptan önemli gördüğü bazı temel bilgi ve kuralları alarak bunları "et-Tenkihat" adını verdiği küçük bir eserde topladı. Abdullah b. Ömer el-Beyzavi (ö.685/1286) de bunun bir benzerini yaptı.

el-Âmidi'nin el-İhkam'ını ise İbn Hacib (ö. 846/1442) "Münteha 's-Sül ve'l-Emel" adlı kitabında, bunu da "Muhtasaru'l-Münteha" isimli eserinde özetledi. Daha sonra bu özet eserleri bunlara yazılan şerhler izledi.

Şafii Fıkhının Dayandığı Kaynaklar

İmam Şafii ictihadlarını dayandırdığı delilleri "el-Ümm"de şöyle belirlemiştir: "İlim çeşitli derecelere ayrılır. Birincisi, Kitap ve sabit olan Sünnettir. İkincisi, Kitap ve Sünnet'te hüküm bulunmayan meselelerde İcma'dır. Üçüncüsü bazı sahabilerin sözleridir. Ancak bu sahabe sözleri arasında çelişki bulunmamalıdır. Dördüncüsü, ashab-ı kiram arasında ihtilaflı kalan sözlerdir. Beşincisi, Kıyas'tır. Bu da temelde Kitap ve Sünnet'e dayanır. İşte ilim bu derecelerden en üst olanından elde edilir" (eş-Şafii, elÜmm, Kahire 1321-1325, VII, 246).

Buna göre, Şafii ekolü Kitap ve Sünneti İslam hukukunun asıl kaynağı olarak kabul etmektedir. Çünkü diğer deliller de temelde bu iki delile dayanır ve bunlara aykırı olamaz. Şafii, Kitap ve sabit olan Sünneti aynı sırada delil kabul eder. Çünkü Sünnet Kur'an'ın beyanını tamamlar, kısa anlatımlarını (mücmel) genişletir ve bazı kimselerin kavrayamayacağı inceliklerini açıklar. Buna göre, Sünnetin açıklayıcı durumunda olabilmesi için ilim bakımından açıkladığı şeyin derecesinde olması gerekir. Birçok sahabiler de hadise bu gözle bakıyordu.

Ancak bu durum, İmam Şafii'nin Sünneti her yönden Kur'an'a denk saydığı anlamına gelmez. Çünkü her şeyden önce Kur'an Allah kelamı, Sünnet Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirleridir. Kur'an ibadet amacıyla okunur, Sünnet bu maksatla okunmaz. Kur'an tevatür yoluyla sabittir. Sünnetin önemli bir bölümü tevatüre dayanmaz. İmam Şafii'ye göre Sünnet Kur'an'ın dalı mesabesindedir. Bu yüzden gücünü Kur'an'dan alır, onu destekler ve tamamlar. Bu bakımdan açıklayanla açıklanan birbirine denk olmalıdır. Ancak bunun için, Sünnet sağlam olmalıdır. Bu yüzden, Ahad ve Mürsel hadisler, birinciler kadar kuvvetli değildir. Diğer yandan Şafii, inanç esaslarını belirlemede Sünnetin Kur'an derecesinde olmadığını açıkça ifade etmiştir (M. Ebu Zehra, İslam'da Fıkhı Mezhepler Tarihi, Terc. Abdülkadir Şener, İstanbul 1978, s. 336, 337)

Şafiilerin Âhad Hadisi Delil Alması

Bir, iki veya daha fazla sahabi tarafından rivayet edilen ve meşhur hadisin şartlarını taşımayan haberlere "ahad hadis" denir. Hanefiler, senedinde kopukluk olmayan hadisleri mütevatir, meşhur ve ahad olmak üzere üçe ayırırlar. Diğer çoğunluk müctehidlere göre ise, Sünnet, mütevatir ve ahad olmak üzere ikidir. Meşhur sünnet ise başlı başına bir çeşit olmayıp ahad sünnet kabilindendir. Çünkü meşhur sünnette ilk tabaka ravileri tevatür sayısına ulaşmamaktadır. Çoğunluğa göre ahad sünnet; garib, aziz ve müstefiz olmak üzere üçe ayrılır. Garib; her üç tabakada veya herhangi bir tabakada ravi sayısı tek olan hadistir. Aziz hadis; her üç tabakada sadece iki ravi tarafından rivayet edilen veya diğer tabaka yahut tabakalarda ikiden çok olsa bile tabakalardan birinde ravi sayısı iki olan hadistir. Müstefiz hadis ise; her üç tabakada üç veya daha çok kişi tarafından rivayet edilen hadistir.

İmam Şafii ahad haberi delil olarak alırken sadece senedin sahih ve kesintisiz olmasını yeterli görür. O, Hanefiler gibi ahad hadis ravisinin fakih olması, rivayet ettiği hadisle amel etmesi ve genel kurallara uygun düşmesi, İmam Malik'in ileri sürdüğü Medinelilerin ameline uygun düşmesi gibi şartları öngörmez.

İmam Şafii hadisi savunurken ahad haberlerin de delil alınması gerektiğini şu delillerle ortaya koymuştur:

1. Hz. Peygamber, İslam'a davet için tevatür sayısında olmayan tek tek elçiler göndermiştir. Bu elçilere, sayılarının yetersiz olduğunu ileri sürerek karşı çıkan olmamıştır.

2. Mal, can ve kanla ilgili davalarda iki kişinin şahitliği ile karar verilmektedir (bk. el-Bakara,2/282). Halbuki iki kişi tevatür sayısında değildir.

3. Hz. Peygamber, kendisinden hadis işitenlere, bir kişi bile olsa bunu başkasına rivayet etme izni vermiş, hatta buna özendirmiştir. Hadiste şöyle buyurulur: "Allah Teala benden bir söz işitip bunu başkalarına tebliğ edeni nurlandırsın" (Tirmizi, İlim, 7; Ebu Davud, İlim, 10; İbn Mace, Mukaddime, 18; Menasik, 46; Ahmed b. Hanbel, I, 437,V,183). Diğer yandan Veda haccı sırasında irad edilen hutbede de; hazır bulunanların, bulunmayanlara tebliğ etmesi, kendisine tebliğ ulaşanların, hükümleri ulaştıranlardan daha iyi kavramalarının mümkün olduğu belirtilmiştir (Buhari, Alim, 9, 10, 37; Hacc, 132, Sayd, 8; Edahi, 5; Megazi, 51; Fiten, 8; Tevhid, 24; Müslim, Hacc, 446; Kasame, 29,30; Ebu Davud, Tatavvu', 10; Tirmizi, Hacc, 1; Nesai, Hacc, 111).

4. Sahabiler Hz. Peygamber'in hadislerini, birbirinden tek tek rivayet etmişler, birçok kimse tarafından rivayeti şart koşmamışlardır (Ebu Zehra, a.g.e., 339, 340).

İmam Şafii'nin Mürsel Hadisi Delil Alışı

Senedinde kopukluk olan hadise "Mürsel Hadis" denir. Tabiinden olan birisinin sahabeyi; tebe-i tabiinden olan bir ravinin de tabiin veya sahabeyi atlayarak doğrudan Hz. Peygamber'den işitmiş gibi hadis nakletmeleri halinde bu çeşit hadis söz konusu olur. Ebu Hanife ve İmam Malik, bu çeşit hadisleri, rivayet eden ravi güvenilir olursa, başka bir şart öne sürmeksizin kabul ederler.

İmam Şafii ise mürsel hadisi, bunu rivayet eden tabii Medineli Said b. el-Müseyyeb ve Iraklı Hasan el-Basri gibi meşhur ve bir çok sahabi ile görüşen bir tabii ise kabul eder. Ayrıca hadisin şu nitelikleri taşımasını da şart koşar:

1. Mürsel hadisi, senedi tam ve aynı anlamda başka bir hadis desteklemelidir.

2. Mürseli, ilim adamlarının kabul ettiği başka bir mürsel hadis desteklemelidir.

3.Mürsel hadis, bazı sahabe sözüne uygun düşmelidir.

4. İlim ehli, mürsel hadisi kabul edip çoğu onunla fetva vermiş olmalıdır.

Ancak mürsel hadisle, senedi tam olan hadis çakışırsa, bu sonuncusu tercih edilir (M. Ebu Zehra, Usulü'lFıkh, Daru'l-Fikri'l-Arabi tab' 1377/1958, ts., 111,112).

Uygulamadan örnek: Hz. Âişe (ö. 58/677)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hafsa'ya bir yiyecek hediye edildi. O sırada ikimiz de oruçlu idik. Bu yiyecekle orucumuzu bozduk. Sonra Rasulüllah (s.a.s) yanımıza girdi. Ona durumu anlattık. Allah'ın Rasulü şöyle buyurdu: "Zararı yok, onun yerine başka bir gün oruç tutun". Bu hadis mürseldir. Çünkü ez-Zuhri (ö. 124/741) bunu Hz. Âişe'den rivayet etmiş, halbuki onu bizzat Hz. Âişe'den duymamış, Urve b. ez-Zübeyr'den duymuştur (eş-,Sevkani, Neylü'l-Evtar, IV, 319). İmam Şafii bu yüzden mürsel olan bu hadisle amel etmez ve nafile oruç tutan kimsenin, orucu bozması halinde, başka bir günde kaza etmesi gerekmediğini söyler.

Diğer yandan yine ez-Zühri'nin rivayet ettiği; "Rehin bırakan kişi borcunu ödemeyince, rehnedilen şey rehin bırakanın mülkü olmaktan çıkmaz. Rehnedilen şeyin menfaat ve hasan rehnedene aittir" (İbn Mace, Ruhun, 3; Zeylai, Nasbu'r-Raye, IV, 319-321) hadisini ise, ravisi Said b. el-Müseyyeb meşhur olduğu için kabul eder. Buna göre, rehin, rehin alanın yanında bir emanet hükmündedir. Onun korunması konusunda kendisinin bir kasıt veya kusuru olmadan rehnedilen şey hasara uğrarsa rehin bırakanın borcunda bir eksilme olmaz (Zekiyüddin Şa'ban, Usulü'l-Fıkh, Terc. İbrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990, 80,81).

Şafii'nin Sükuti İcma'ı Delil Almayışı

İcma sarih ve sükuti diye ikiye ayrılır. Birincinin delil oluşunda bir görüş ayrılığı yoktur. Sükuti icma'; şer'i bir meselede bir veya birkaç müctehidin görüş belirttikten sonra, bu görüşe muttali olan o devirdeki diğer müctehidlerin açık şekilde bir katılma veya karşı çıkmada bulunmaksızın susmalarıdır. Malikilere ve son görüşünde İmam Şafii'ye göre sükuti icma delil sayılmaz. Çünkü müctehidlerin bir konuda susması, onların açıklanan görüşe katıldıklarını gösterebileceği gibi, başka bir nedene de dayanabilir. Henüz o mesele ile ilgili ictihadi bir kanaate varmamış olması, görüşünü açıklayan müctehidden çekinmesi veya görüşünü açıkladığı taktirde bir zarara maruz kalma korkusunun bulunması susma nedenleri arasında olabilir. Kısaca, ittifak gerçekleşmedikçe icma'ın varlığından söz edilemez. Şafiilerden sükuti icma'ı kabul eden el-Âmidi de buna "zanni delil" deyimini kullanır (M. Ebu Zehra, eş-Şafii, Terc. Osman Keskioğlu, Ankara 1969, s. 252 vd.).

Şafii Ekolünün İstihsana Karşı Çıkması

İstihsan; müctehidin bir meselede, kendi kanaatince o meselenin benzerlerinde verdiği hükümden vazgeçmesini gerektiren nass, icma, zaruret, gizli kıyas, örf veya maslahat gibi bir delile dayanarak o hükmü bırakıp başka bir hüküm vermesidir.

İmam Şafii istihsana karşı çıkmış ve bu konuda "İbtalu'l-İstiksan" adlı bir risale yazmıştır. Bu eserde şöyle der: "Allah'ın, Rasulünün ve Müslümanlar topluluğunun hükmü olarak bütün bu zikrettiklerim gösteriyor ki, hakim veya müfti olmak isteyen kimsenin ancak bağlayıcı bir delille hüküm ve fetva vermesi caiz olur. Bu da Kitap, Sünnet veya ilim sahiplerinin ihtilafsız olarak söyledikleri bir görüş yahut bunlardan bazısına kıyas yapma yolu ile olur. İstihsan ile fetva verilmez. İstihsan bağlayıcı olmaz, o bu anlamlardan birisini de taşımaz". Şafii'nin "Cimau'l-İlm" "er Risale" veya el-Ümm" kitabında da bu sözlerin benzerlerini bulmak mümkündür.

Hanefiler istihsanı geniş ölçüde kullanmış, Malikiler de bu konuda onları izlemiştir.

İmam Şafii ise "İstihsan yapan kendi başına din koymuş olur" diyerek şu delillere dayanmak suretiyle istihsana karşı çıkmıştır:

1. Şer'i hükümler ya doğrudan nass'a (ayet-hadis) veya kıyas yoluyla nass'a dayanır. İstihsan bunlardan birisine dahilse ayrı bir terime ihtiyaç olmaz. Aksi halde Cenab-ı Hakkın bazı konularda boşluk bıraktığı sonucu çıkar ki bu, "İnsan başıboş bırakıldığını mı sanır?” (el-Kıyame, 75/36) ayeti ile çelişir.

2. Kur'an'da Allah ve Rasulüne itaat emredilmekte, nefsi isteklere uyulması yasaklanmakta ve anlaşmazlık çıktığı takdirde yine Kitap ve Sünnete başvurulması istenmektedir (en-Nisa, 4/59)

3. Hz. Peygamber istihsan ile fetva vermez, hevasından konuşmazdı. Nitekim eşine; "Sen bana anamın sırtı gibisin" diyen kimsenin sorusuna fetva vermemiş, "Zıhar" ayeti (el-Mücadele, 58/1-4) gelinceye kadar beklemiştir.

4. Hz. Peygamber, kendi kanaatlerine göre, bir ağaca sığınan bir müşriki öldüren sahabileri, yine öldürülme korkusuyla "La ilahe illallah" diyen şahsı öldüren Usame (r.a)'ın bu davranışını uygun görmemiştir.

5. İstihsanın bir kuralı, hak ile batılı karşılaştıracak bir ölçüsü yoktur. Serbest bırakılırsa, aynı konuda farklı bir çok fetvalar ortaya çıkar.

6. Sadece akla dayanan bir istihsan anlayışı ortaya çıkarsa, Kitap ve Sünnet bilgisi olmayanların da bu metodu kullanmaları caiz olurdu (eş-Şafii, el-Ümm, VI, 303, VII, 271 vd.; Ebu Zehra, Usulü'l-Fıkh, 271 vd.).

Ancak burada İmam Şafii'nin reddettiği istihsanı şer'i bir delile dayanmaksızın, şahsi arzuya ve sübjektif düşüncelere göre hüküm vermek olarak değerlendirmek gerekir. Şüphesiz böyle bir istihsan Hanefilerin de kabul etmediği bir şekildir. Nitekim Hanefilerde bir konuda istihsan yapabilmek için o meselenin şer'i bir mesele olması yanında şu altı delilden birisine dayanması şarttır:

1. Nass'a dayalı istihsan. Mesela mevcut olmayan bir şeyin satışı yasaklandığı halde (Ebu Davud, Büyü', 70), para peşin mal veresiye bir akit olan seleme izin verilmiştir (Ebu Davud, Büyü', 57). İşte burada ikinci hadise dayanarak kıyas terkedilmekte ve istihsan yoluna gidilmektedir.

2. İcma'ya dayalı istihsan. Mesela sanatkara mal sipariş vermek anlamına gelen istisna akdi icmaa dayanır. Çünkü asırlar boyunca buna karşı çıkan bilgin olmamıştır.

3. Zaruret veya ihtiyaca dayalı istihsan. Pislenen kuyunun, bir kısım suyun çıkarılması ile temizlenmiş sayılması gibi (İbnü'l-Hümam, Fethu'lKadir, I, 67 vd.; İbn Âbidin, Reddü'lMuhtar, I, 147 vd).

4. Gizli kıyasa dayalı istihsan. Mesela; yerleşik kurala göre; özel kayıt konulmadıkça arazinin satımı ile irtifak hakları kendiliğinden alıcıya geçmez. Bu konuda vakfın satıma kıyası açık veya celi kıyas, kiraya kıyası ise gizli kıyastır. Vakıf istihsan yoluyla kiraya kıyas edilerek, irtifak (su içme, su alma, geçit gibi) haklarının vakıf kapsamına girmesi esası benimsenmiştir (Zekiyüddin Şa'ban, Usulü'l-Fıkh, 168).

5. Örfe dayalı istihsan. Yerleşik kurala göre vakfın ebedi olması gerekir. Bu da vakfın sadece gayri menkullerde olabileceği anlamına gelir. Halbuki İmam Muhammed eş-Şeybani kitap ve benzeri vakfedilmesi örf haline gelen şeylerin kıyasa aykırı olmakla birlikte vakfa konu olabileceğine hükmetmiştir. Bu esastan hareket edilerek nakit para vakıflarına da fetva verilmiştir.

6. Maslahata dayalı istihsan. Yerleşik kurala göre ziraat ortakçılığı, kira akdine kıyasla taraflardan birisinin ölümü ile sona erer. Ancak ürün henüz yetişmemiş bir durumda iken toprak sahibi ölse, emek sahibinin menfaatini korumak için istihsan yapılarak akit ürün alınıncaya kadar uzamış sayılır (Zekiyüddin Şa'ban, a.g.e., 171).

Sonuç olarak Hanefi ve Şafiilerin istihsan anlayışı dikkatlice incelendiğinde arada önemli bir ayrılığın bulunmadığı görülür. Çünkü Hanefilerin istihsan yaptığı meselelerin temelinde daima yukarıda belirtilen delillerden birisi bulunur. Nitekim el-Âmidi'nin belirttiğine göre, İmam Şafii de bazı meselelerde istihsan terimini de kullanarak bu metoda başvurmuştur. Şafii'nin "Mut'anın otuz dirhem olmasını uygun buluyorum", "Şüf'a hakkı sahibinin bu hakkını üç gün içinde kullanmasını uygun görüyorum" sözleri buna örnek verilebilir (el-Âmidi, el-İhkam, III, 138).

Şafii'nin Sahabe Sözünü Delil Alışı

Şafii usul bilginlerinden bazıları, onun eski mezhebine göre sahabe kavlini delil aldığını, yeni mezhebinde bu görüşten vazgeçtiğini söylemişlerdir. Ancak yeni mezhebi rivayet eden Rabi b. Süleyman el-Muradi'nin naklettiği başka bir eser olan "er-Risale" de Şafii'nin sahabe sözlerini delil olarak aldığı görülür (er-Risale, Halebi baskısı ve Ahmet M. ,Sakir nesri, Kahire 1940, s. 597). Yine Şafii, yeni mezhebini kapsayan el-Ümm adlı eserinde şöyle der: "Kitap ve Sünneti bilenler için özür söz konusu olmayıp, gereğine uymak şarttır. Kitap ve Sünnet'te hüküm yoksa sahabenin veya onlardan birinin sözlerine başvururuz. Eğer ihtilaflı meselede Kitap ve Sünnete daha yakın olan söze bir delalet bulamazsak Ebu Bekr, Ömer ve Osman (r. anhüm)'ın sözüne uymamız daha iyi olur. Eğer bir sözün Kitap ve Sünnete daha yakın olduğuna dair bir delil bulunursa, o söze uyarız" (Şafii, el-Ümm, VII, 246).

Şeriat İlminin Kısımları

İmam Şafii'ye göre şeriat ilmi ikiye ayrılır.

1. Hükümlere kesin olarak delalet eden nasslarla sabit olan kesin ilim.

2. Galip zanna dayanan zanni ilim. İşte ahad haberler ve kıyas bu kısma girer. Müctehid nasslardan kesin hüküm çıkaramazsa, galip zanla elde edilen ilimlerle yetinir.

Şafii Mısır'da yazdığı kitaplarla Bağdad'ta yazdığı kitapları neshetmiş ve o; "Bağdad'ta yazdığım kitapları benden kimsenin rivayet etmesine cevaz vermiyorum" demiştir. Şafii'nin eski kitaplarında, yeni kitaplarında olduğu gibi bir konu üzerinde çeşitli görüşler yer alır. Bazan iki veya üç çeşit kıyas yapılır, fakat tercih okuyucuya bırakılır. Buna, zekat verilmeden satılan tarım ürünlerini örnek verebiliriz. Bir kimse zekatını vermeden meyve veya tahılını satsa, sonra alıcı bunların zekatının verilmediğini anlasa, şu durumlar söz konusu olur:

a. Alıcı, malın tamamı için mi, yoksa zekat olarak verilmeyen miktarı için mi satım aktini feshetme hakkına sahiptir?

b. Zekat miktarı arazi yağmurla sulanmışsa onda bir, aletle sulanmışsa yirmide birdir. Alıcı burada seçimlik hakka sahip midir?

c. Zekat düşüldükten sonra kalan kısmı paranın tümü ile mi alır, yoksa satışı fesih mi eder? Şafii bütün bu görüşlerin doğru olabileceğini belirtir.

Şafii mezhebinde görüşlerin çok oluşunun bu mezhebin gelişmesine yardımcı olduğu söylenebilir. Çünkü bu mezhebte tercih kapısı sürekli olarak açık bırakılmıştır (Ebu Zehra, İslam'daFıkhi Mezhepler Tarihi, 354, 355).

Şafii Mezhebinin Yayılması

Şafii mezhebi özellikle Mısır'da yayılmıştır. Çünkü mezhebin imamı hayatının son dönemini orada geçirmiştir. Bu mezhep, Irak'ta da yayılmıştır. Çünkü Şafii fikirlerini yaymaya önce orada başlamıştır. Irak yoluyla Horasan ve Maveraü'n-Nehir'de de yayılma imkanı bulmuş ve bu ülkelerde fetva ile tedrisatı Hanefi mezhebi ile paylaşmıştır. Bununla birlikte bu ülkelerde Hanefi mezhebi, Abbasi yönetiminin resmi mezhebi olması nedeniyle hakim durumda idi. Mısır'da yönetim Eyyübilerin eline geçince Şafii mezhebi daha da güçlenmiş, hem halk, hem de devlet üzerinde en büyük otoriteye sahip olmuştur. Ancak Kölemenler devrinde Sultan Zahir Baybars, kadıların dört mezhebe göre atanması gerektiği görüşünü öne sürmüş ve bu görüş uygulanmıştır. Ancak bu dönemde de Şafii mezhebi o yörede diğer mezheplerden üstün bir mevkiye sahiptir. Mesela; taşra şehirlerine kadı atama yetkisi ile yetim ve vakıf mallarını kontrol hakkı yalnız Şafii mezhebine ait idi.

Osmanlılar Mısır'ı ele geçirince Hanefi Mezhebi üstünlük kazandı. Daha sonra Mehmet Ali Paşa Mısır'a hakim olunca, Hanefi mezhebi dışındaki mezheplerle resmi olarak amel etmeyi ilga etmiştir.

Şafii mezhebi İran'a da girmiştir. Günümüzde Şii ekolü ile yanyana bulunmaktadır.

Günümüzde Anadolu'nun doğu kesiminde, Kafkasya, Azerbaycan, Hindistan, Filistin, Seylan ve Malaya müslümanları arasında Şafii mezhebine mensup olanlar bir hayli fazladır. Endonezya adalarında ise hakim olan tek mezhep Şafii mezhebidir (Ebu Zehra, a.g.e, 358 vd.).

Hamdi DÖNDÜREN


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?

Bu kelime Dini bir Terimidir.

Sizde içinde Safii Mezhebi kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Safii Mezhebi kelimesi anlamı 15 defa okunmuştur. [242531] Safii Mezhebi kelime anlamı, Safii Mezhebi nedir, Safii Mezhebi ne demek, Safii Mezhebi sözlük anlamı

Paylaş