Veysel Karani Kimdir ?

Veysel Karani Biyografisi

Veysel Karani Kimdir ? Biyografisi, Hayatı, Eşi, Nereli, Kaç Yaşında, Öldü mü ?

Veysel Karani : Tâbiînin büyüklerinden. İsmi, Üveys bin Âmir’dir. Yemen’in Karn köyünde doğduğu için Karnî ismiyle de bilinir. Memleketimizde Veysel Karânî diye meşhur olmuştur. Doğum târihi belli değildir. 657 (H.37)de Sıffîn Muhârebesinde şehit edildi.

Yemen’in Karn beldesinde doğup büyüyen Üveys-i Karnî, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sağlığında Müslüman olmasına rağmen onu göremediği için Sahâbî olamadı. Peygamber efendimizin medhine mazhar olup, Tâbiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfle bildirildi. Peygamber efendimizin zamânında Medîne-i münevvereye gelmedi. Yazılan evliyâ tezkirelerinde ekseriyâ Câfer-i Sâdık’tan (rahmetullahi aleyh) sonra ikinci olarak zikredilir.

Sevgili Peygamberimizin risâletini duyan Üveys-i Karnî Müslüman oldu. Peygamberimizin aşkı ile yanıp tutuştu. İhtiyâr, âmâ ve hasta olan annesini çok sevdiği ve ona çok bağlı olduğu için onu hasta hâlinde bırakıp Medîne-i münevvereye sevgili Peygamberimizi görmeye gidemedi. Onu görmeyi çok arzu ettiği için, annesinden defâlarca izin istedi. Annesi kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin veremedi.

Yemen’de deve güderek geçimini temin eden ve sâde bir hayât yaşayan Üveys-i Karnî’nin hasta, âmâ ve ihtiyâr bir annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse alır, onun da yarısını ihtiyaç sâhiplerine sadaka olarak verir, fakirlerden de ücret almazdı. Gece-gündüz ibâdet ve tâatle vakit geçirir, kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona mecnûn gözüyle bakardı.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, zaman zaman mübârek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve; “Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum.” buyururdu. Bir defâsında; “Üveys-i Karnî ihsân ve iyilikte Tâbiînin hayırlısıdır.” buyurdu. Bir başka zaman da; “Kıyâmette Allahü teâlâ, Üveys sûretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveys’i onların arasında Arasat’a götürürler. Cennet’e gider ve Allahü teâlânın dilediği (bildirdiği)nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez.” ve; “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebîa ve Mudâr kabîlelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefâat edecektir.” buyurdu. Eshâb-ı kirâm; “Yâ Resûlallah bu kimdir?” dediler. “Allah’ın kullarından biri” buyurdu. “Biz hepimiz kullarız, ismi nedir?” dediler. “Üveys!” buyurdu. “Nerelidir?” dediler. “Karnlıdır.” buyurdu. “O sizi gördü mü?” dediler. “Baş gözü ile görmedi.” buyurdu. “Hayret size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin.” dediler. “İki sebepten; biri hâllerine mağluptur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır. İhtiyâr bir annesi vardır. Îmân etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar.” buyurdu. Eshâb-ı kirâm; “Biz onu görür müyüz?” diye sordular. Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, hazret-i Ebû Bekr’e; “Sen onu kendi zamânında göremezsin.” buyurdu. Hazret-i Ömer ve Ali’ye de; “Siz onu görürsünüz. Bedeni kıllıdır. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktârı beyazlık vardır. Bu, baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca benim selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin.” buyurdu. Peygamber efendimizin vefâtı yaklaşınca da; “Hırkanızı kime verelim?” dediler. “Üveys-i Karnî’ye verin.” buyurdu.

Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca sevgili Peygamberimizin aşkı ile yanıp tutuşan, bir an bile Rabbini unutmayan, her hâli ve sözüyle insanlara nasîhat veren Üveys-i Karnî, Peygamberimizin vefâtından sonra Mekke’de hac vazifesini yapıp Medîne’ye geldi. Resûlullah efendimizin türbesini görünce kendinden geçerek bayılıp düştü. Ayılınca beni buradan götürün. Resûlullah’ın medfûn bulunduğu bir beldede benim için yaşamanın tadı olmaz diyerek tekrar memleketi olan Yemen’e döndü. Bir müddet orada yaşadıktan sonra Basra tarafına gitti.

Peygamber efendimizin vefâtından sonra hazret-i Ömer’in halîfeliği sırasında kendilerine emânet olarak bırakılan hırka-i saâdeti, Üveys-i Karnî’ye vermek üzere hazret-i Ömer ve hazret-i Ali Kûfe’ye geldiler. Onun olduğu yere gittiler. Namaz kıldığını gördüler. Namazı bitip selâm verince, hazret-i Ömer kalktı ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hazret-i Ömer; “İsmin nedir?” diye sorunca; “Üveys!” diye cevap verdi. Sağ elini göstermesini isteyince, gösterdi. Peygamber efendimizin bildirdiği işâretin olduğunu gören Ömer radıyallahü anh; “Peygamber efendimiz size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderdi ve “Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin.” diye vasiyet etti.” buyurdu.

Hazret-i Ömer’in bu sözleri üzerine Üveys-i Karnî; “Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyur. Bu vasiyet başkasına âit olmasın?” deyince; “Hayır yâ Üveys! Aradığımız kimse sensin. Peygamber efendimiz senin eşkâlini ve vasıflarını belirtti.” cevâbını verdi. Bunun üzerine Hırka-i şerîfi hürmetle alan Üveys-i Karnî onu öptü, kokladı ve yüzüne-gözüne sürdü. Sonra da; “Siz burada bekleyin.” dedi. Yanlarından ayrılarak biraz ileride hırkayı hürmetle yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenâb-ı Hakk’a; “Yâ Rabbî! Peygamber efendimiz bu fakîr ve âciz kuluna hazret-i Ömer ve hazret-i Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş.” diye yalvararak gözyaşı döktü ve; “İlâhî! Bütün ümmet-i Muhammed’i bana bağışlamadığın müddetçe bu hırkayı giymeyeceğim.” diye niyâzda bulundu. “Şu kadarını sana bağışlamış bulunuyorum, hırkayı giy!” diye gâipten bir ses gelince; “Hepsini isterim yâ Rabbî!” dedi. Bu hâldeyken hazret-i Ömer ile hazret-i Ali, Üveys-i Karnî’nin yanına vardılar. Üveys-i Karnî ah çekerek onlara; “Niçin geldiniz? Gelmemiş olsaydınız bütün ümmet-i Muhammed’i Allahü teâlâ benim için bağışlamadıkça hırkayı giymeyecektim.” dedi ve hırkayı giydi. “Şu hırkanın yüzü suyu hürmetine, Muhammed ümmetinden Rebîa ve Mudar kabîlelerinin koyun sürülerinin kılları adedince kimse bağışlanmıştır.” dedi.

Üveys-i Karnî’ye (Veysel Karânî) hediye edilen Hırka-i şerîf, Van civârındaki İrisân beylerine kadar geldi ve 1618’de Osmanlı pâdişâhlarından Sultan İkinci Osman Hana getirilip hediye edildi. Sultan Abdülmecîd Han, bu Hırka-i şerîf için Fâtih civârında Hırka-i Şerîf Câmiini yaptırdı. Her sene Ramazan ayında halka ziyâret ettirilmektedir.

Veysel Karânî rahmetullahi aleyh bu Hırka-i şerîfi aldıktan sonra bilinmez yerlere gitti. Hazret-i Ömer’in dâveti üzerine bir ara Medîne’ye gelen Üveys-i Karnî çok hürmet gördü. Daha sonra Basra’ya gidip insanlardan uzak bir hayat yaşadı. İnsanların gözlerinden uzak, tanınmaz ve bilinmez yerlere gitti. Pek az kimse onunla karşılaşıp sohbet etti. Onunla karşılaşıp sohbet eden Herem bin Hayyan nasihat isteyince buyurdu ki:

“Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur. Günâhın küçüklüğüne değil, onunla olan isyânının büyüklüğüne bak! Günâhı küçük tutarsan onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun. Onu büyük bilirsen, Rabbini büyük tutmuş olursun.” dedi.

“Bir nasîhatta daha bulun.” dedim. “Ey Hayyân’ın oğlu! Baban öldü. Âdem aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm, Muhammed aleyhisselâm öldüler. Halîfesi Ebû Bekr öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah Ömer! Ah Ömer!” dedi.

“Allah sana rahmet eylesin hazret-i Ömer ölmemiştir.” dedim. “Allahü teâlâ onun öldüğünü bana bildirdi.” dedi ve devâm etti: “Ben ve sen ölülerdeniz.”

Salevât-ı şerîfe okuyup kısa bir duâ yaptı ve; “Vasiyetim şudur ki: Allah’ın kitâbını ve onda bildirilen Sırât-ı müstakîmi (doğru yolu) elden bırakma. Ölümü bir an unutma. Kavmine ve akrabâna varınca onlara nasîhat et. Allah’ın kullarına öğüt vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir an ayrılma ki, dînini kaybedersin de haberin olmaz. Cehennem’e düşersin.” dedi.

Birkaç duâ daha ettikten sonra; “Git Herem bin Hayyân! Bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni. Beni duâ ile hatırla, ben de seni duâ ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de bu taraftan gideyim.” dedi ve birbirinden ayrıldılar.

Hazret-i Ömer’in halîfeliği devrinden sonra Osman’ın (radıyallahü anh) halîfeliği zamânında da insanlardan uzak, Allahü teâlâya ibâdet ederek yaşayan Veysel Karânî, hazret-i Ali’nin halîfeliği zamânına da yetişti. Ömrünün sonuna doğru Emîr-ül-müminîn hazret-i Ali’nin huzûruna geldi. Ona tâbi olarak Sıffîn Muhârebesine katıldı ve bu muhârebede şehit oldu. Anadolu’ya hiç gelmedi.

Ömrünü Allahü teâlâya ibâdet etmekle ve zühdle geçiren Veysel Karânî, geceleri hiç uyumazdı. Bir gece, “Bu gece kıyâm gecesidir.” der; diğer gece, “Bu gece rükû gecesidir.”; öbür gece, “Bu gece secde gecesidir.” der; bir geceyi kıyâm, bir geceyi rükû, bir başka geceyi secde ile geçirirdi. “Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi bir hâlde geçirmeye nasıl katlanıyorsun?” dediklerinde; “Secdede, sabah oluyor da, ben hâlâ bir kere Sübhâne Rabbiyel a’lâ diyemem. Halbuki üç tesbîh sünnettir. Bunu yapmamın sebebi, meleklerin ibâdetini yapmak istememdir.” derdi.

Kendisine; “Namazda huşû nedir?” dediklerinde; “Böğrüne iğne batırılsa, namazda duymamaktır.” dedi. Kendisine “Nasılsın?” dediler; “Sabahleyin kalkıp, akşama sağ çıkacağını bilmeyenin hâli nasıl olur?” dedi. “İş nasıldır?” dediler. “Ah! Yolun uzaklığından, azıksızlıktan, ah!” dedi.

Bir zât, Veysel Karânî’yi ziyârete gitti. Ona hitâben; “Ey Allahü teâlânın sevgili kulu! Bana bir nasîhatta bulun?” dedi. Veysel Karânî hazretleri; “Allahü teâlâyı bilir misin?” “Evet bilirim.” “Öyle ise, Allahü teâlâdan gayri şeyleri bilme. Bu yetişir.”“Yâ Üveys! Bir nasîhat daha söyle.” “Allahü teâlâ seni bilir mi?”“Evet bilir.”“Öyle ise, Allah’tan gayrisi seni bilmesin. Allahü teâlânın bilmesi senin için kâfîdir.” buyurdu.

Veysel Karânî bir defâsında üç gün üç gece yemek yememişti. Dördüncü günün sabahı dışarı çıktı. Yolda bir altın para gördü. Bir kimseden düşmüştür deyip, almadı. Açlığını gidermeye çalışırken, bir koyun kendisine doğru geldi ve ağzında o bir altınla önünde durdu. Bir kimsenin olabilir deyip, yüzünü çevirdi. Koyun dile gelip; “Ben de, senin kulu olduğun zâtın kuluyum. Allah’ın rızkını Allah’ın kulundan al!” dedi. Altını almak için elini uzatınca, koyun altını eline bıraktı ve kayboldu.

Buyurdu ki: “Allahü teâlâyı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz.”

“Ey insan! Bu fânî hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma!Kurtuluş çâresi O’na itâattedir.”

“Yüksekliği aradım, tevâzûda buldum Başkanlık aradım, halka nasîhatta buldum. Neseb aradım, takvâda buldum. Şeref aradım, kanâatte buldum. Râhatlık aradım, zühdde buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum.”


Veysel Karani : Veysel Karani tabiin, mutasavvıf
Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. 555-560 tarihleri arasında Yemen’de bulunan Karen’de doğdu. İslam'da anne sevgisinin büyüklüğüyle anlamlandırılmış bir din büyüğüdür. Babasının ismi Amir’dir. Tam adı Üveys Bin Amir-i Kareni. Babasını 4 yaşında kaybetti. Deve çobanlığı yaptı.
Hazreti Peygamber döneminde yaşamasına rağmen annesine verdiği sözden dolayı, Peygamber Efendimiz’i göremediği için sahabeden sayılmaz. Peygamber Efendimiz, kendisine armağan olarak hırkasını göndermiştir.
Sıffin Savaşı sırasında, Hazreti Ali tarafında savaştı. 657 yılında öldü. Naaşını almaya gelen 3 kabilenin taşıdığı tabutlarda da keramet göstererek göründüğü söylenir. Böylece bu 3 ayrı kabilenin yerleşim yerleri olan Yemen ve Şam'da bulunan türbelerinin yanında Siirt ilinin Baykan ilçesinin ziyaret beldesinde de bir türbesi olmuştur.
Kendisine gönderilmiş olan Hırka-ı Şerif, şimdi İstanbul Fatih’teki Hırka-i Şerif Camii'nde, soyundan gelenlerin himayesindedir.
Yunus Emre onun için 'Yemen illerinde Veysel Karani' adlı on kıtalık bir şiir yazmıştır.
HAKKINDA YAZILANLAR
Karen'de parlayan pırlanta Veysel Karâni Hazretleri

Efendimiz’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) bilinen iki hırkası vardır. Bunlardan biri Kaside-i Bürde’nin yazarı büyük şair Kaab bin Züheyr’e verilir ki, Topkapı Sarayı’nı ziynetlendirir. Diğeri de Kareli Üveys’e gönderilir. Hasılı bu iki kutlu miras da İstanbulumuz’a nasip olur. Belki de ona bu yüzden İslambol derler... Kimbilir? Peki siz Karen adında bir yer duydunuz mu? Yalanı yok ya, ben duymamıştım. Ta ki Veysel Karani hakkında bir şeyler okuyana kadar.
Karen, Yemen taraflarında adı bilinmedik bir beldedir. Etrafı kum dağları ile çevrilidir, kuraktır, çoraktır. Ortalıkta birkaç kuyu vardır, üç beş ağaç. Sonra hepsi birbirine benzeyen toprak damlı evler... Sadece develerin ve bedevilerin yaşayabildiği bu kavurucu coğrafyanın sakinleri kervan ağırlamakla geçinirler. Bir şey ekip biçmezler, hayvanlarını ise Üveys isimli bir çobana emanet ederler.
Üveys garip biridir. Dünyadadır, ama ne dünyalığı vardır, ne de dünyalık gibi bir kaygısı. Güttüğü develer için ücret istemez. Verenden alır, vermeyene sormaz bile. Adı üzerine çobandır işte, fakirdir. Ama iş cömertliğe geldi mi onunla yarışmak kimsenin harcı değildir. Paylaşacak çok şeyi yoktur, ama hayırda daima başı çeker.
Üveys, bizim bildiğimiz ismi ile Veysel Karani Hazretleri mütevazı yaşar. Ama halinden memnundur. Sessiz, dostları arasında yalansız, dolansız bir hayat sürer. Issız vadilerde, kaya kovuklarında ibadet eder. İnsanlar ona hep divane gözüyle bakarlar, ama aldıran kim?
ANASININ KÖLESİ
Mübareğin çok yaşlı bir annesi vardır. Hem kör, hem de kötürümdür. Veysel Karani onun eli ayağı, gözü kulağıdır. Yedirir, içirir, yıkar, paklar. Kadıncağıza bebek gibi bakar. Ne derse, ama ne derse yapar. En olmayacak arzularını bile ikiletmez. Bir yüz ifadesinden bin mânâ çıkarır ve hepsini de getirir yerine. Tabiri caizse, anasına kölelik eder.
Veysel Karani Hazretleri haram bilmez, yalan söylemez. Hoş, sahrada bir başına dolanan böylesi bir insanın günaha girme şansı da azdır ya. O, gün boyu zikreder, af diler. Ümmet-i Muhammede dua eder. Ama en bilinen özelliği Allah ve Resulüne duyduğu tarifsiz aşktır. Veysel Karani’nin tek arzusu vardır. Yüzü suyu hürmetine kainatın yaratıldığı Server’i görebilmek. Efendimizi düşündükçe burnunun direği sızlar, yüreği bir hoş olur. Yumruk iriliğinde bir şeyler gelir, oturur boğazına. Hani o, anlaşılamayan ve anlatılamayan şeyler.
Ve gün gelir muhabbet ve Muhammed kelimeleri yüreğinde buluşur, dışarı taşar. Efendimizin hasreti kor olur, ciğerini yakar. Onu bir kez, ama bir kez görebilse, bir solukluk olsun sohbetinde bulunabilse ve adına sahabe denilen kutlu kadroya katılabilse...
Annesi itiraz etmese de, bu yolculuğa razı değildir. Omuzlarını kaldırıp boynunu büker. Mahzun bir üslupla “İstiyorsan git!” der, “Git bakalım, beni kime emanet edeceksen?” Doğrusu onu bırakabileceği kimse yoktur. Bu yaşlı kadına incitmeden kim bakabilir ki? Onun nazını kim çeker sonra?
HASRETİNİ YÜREĞİNE GÖMER
Üveys hasretini yüreğine gömer. Bir daha bu konuda tek kelime etmez. Ama o günden sonra daha fazla ağlar, daha fazla yalvarır. Aşkını kayalara, kumlara, anlatır. Kuşlarla, develerle dilleşir, serin seher yeliyle selâmlar yollar Haremeyn’e. Ve ufuklar perde perde açılır, dağlar çekilir aradan. Artık o günboyu ibadet eder, sürüyü melekler bekler. Hayvanlar mı? İnanın muma döner.
Evet Üveys, Allah Resulünün muhteşem sohbetine (madde planında) erişemez, ama mânâ aleminde çok şeye kavuşur. Efendimizle aralarında imrenilecek bir dostluk başlar. Hoş onlar için mesafelerin ne önemi vardır. Öyle ya alan uygun, veren olgun olduktan sonra “feyz” nehir olur akar.
Serveri Kainat zaman zaman mübarek yüzlerini Karen taraflarına döndürür ve “Yemen cihetinden rahmet rüzgarları esiyor” buyururlar, “İhsan ve iyilikte Tabiinin en iyisi Üveys-i Karni’dir!”
MÜJDELER
Yine Efendimiz buyururlar ki: “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Kıyamet günü Rabia ve Mudar kabilelerinin koyunlarının kılları adedince insana şefaat edecektir.” (ki bu iki kabile sürülerinin çokluğu ile tanınırlar)
Eshab-ı kiram sorar:
- Ya Resullallah kimdir bu nasipli?
- Allahın kullarından biri.
- Peki adı nedir?
- Üveys!
- Ya memleketi?
- Karen!
- O sizi gördü mü?
Efendimiz mânâlı mânâlı gülümser, “Baş gözü ile hayır!” derler. Sahabeden “Hayret!” diyenler olur, “Size böylesine aşık olan biri nasıl oluyor da koşmuyor huzurunuza?” Efendimiz izah eder: - Onun gelmemesi de bana olan bağlılığındandır. İhtiyar bir annesi vardır. İman etmiştir. Ancak gözleri görmez, hareket edemez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, kazandığını annesine harcar”.
Hazret-i Ebubekir sorar:
- Ya Resulallah biz onu görür müyüz?
Efendimiz mübarek kafalarını “ne yazık ki hayır” manasında sallar, “Sen göremezsin” buyururlar, ama Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali’ye dönüp müjdeyi verirler: “Onu, siz göreceksiniz!” Sonra bir bir vasıflarını tarif ederler ki, bu işaretlerden biri avucunun içindeki gümüşi beyazlıktır.
“Aşık için zaman geçmez” derler, ama aradan yıllar geçer. Hani o dakikaları asırlaşan yıllar... Efendimiz hayatlarının son soluklarını aldıkları demlerde mübarek hırkalarını çıkarır ve “Bunu Üveys-i Karni’ye verin!” buyururlar.
Resullullah’ın (Sallallahü aleyhi ve sellem) dar-ı bekaya göçmelerinin ardından Hazreti Ömer ve Hazreti Ali yollara düşer, Veysel Karani’nin izini bulurlar. Ahali böylesine şerefli iki kimsenin böylesine köhne bir yeri ziyaretine mânâ veremez. Hele “Üveys’i arıyoruz!” cümlesine çok şaşırırlar. “O divanenin tekidir” derler, “İnsanlardan kaçar. Kimseyle konuşmaz, kimseye karışmaz. Ağladıklarımıza güler, güldüklerimize ağlar. Neşe nedir bilmez. Aradığınız sakın başka biri olmasın!”
Hazret-i Ömer dikkatle dinler, “Bilakis!” der, “Aradığımız o olmalı!”
Karenliler iki şanlı sahabenin önüne düşer, onları Arne Vadisi’ne getirirler. Veysel Karani’yi namaz kılarken görürler. Develer akıllı uslu dolanmakta, çobanlarını üzecek hareketlerden sakınmaktadırlar. Namazı biten Üveys misafirlerine döner. “Hoşgeldiniz!” der. Hazret-i Ömer önce müsafaha eder, sonra gülümseyerek sorar “Kimsin sen?”
- Abdullah! (Allah’ın kulu)
- Evet hepimiz Abdullah’ız, ama seni ne diye tanırlar?
- Üveys derler.
- Sağ elini açar mısın?
Açar. Efendimiz’in belirttiği işaret ayan beyan ortadadır. Büyük sahabe “Ben Hattapoğlu Ömer’im” der, “Arkadaşım Ali bin Ebu Talip!”
Vadiyi kısa ama mânâlı bir sessizlik kaplar. Sükutu yine Hazreti Ömer bozar: - Efendimiz sana selâm ettiler ve mübarek hırkalarını gönderip buyurdular ki “Alıp giysin, ümmetime dua etsin!”
BEN GÜNAHKARIN BİRİYİM
Veysel Karani ağlamaklıdır. Şaşkınlıktan titreyen bir sesle “Ya Ömer” der, “Ben aciz ve günahkar bir kulum. Sizin aradığınız başka Üveys olmasın?”
Hazret-i Ömer “Hayır sensin!” buyurur. “Zira Efendimiz çizgi çizgi eşkalini verdi ve sen tamı tamına uyuyorsun buna.”
O büyük mücahide, o koca Ömer’e itiraz ne mümkün. Hele müjdenin böylesini getiriyorsa.
Üveys-i Karani mübârek hırkayı hasretle koklar, (ki ziyaret edenler iyi bilirler, Efendimizin gül teniyle ıtırlanan Hırka-i Şerif aradan geçen asırlara rağmen tarif edilemeyecek kadar güzel kokar) sonra yüzüne gözüne sürerek bir kuytuya çekilir. Mübarek alnını toprağa koyar ve ağlayarak yalvarır. “Ya Rabbi !” der “Bu ne nimettir. Yüzü suyu hurmetine kâinatı yarattığın Server benim gibi bir acizi hatırlıyor ve mübarek hırkalarını Ömer ve Ali gibi iki güzide sultanla bu günahkâra yolluyor. Senden bir tek dileğim var: Ümmet-i Muhammedi affeyle. N’olur. Bu hırkanın hakkı için!”
Gaibden bir ses gelir. “Şu kadarını sana bağışladım. Haydi giy hırkayı!”
- Hepsini ya Rabbi! Hepsini.
- Şunları, şunları, şunları da bağışladım.
- Diğerlerinin hali n’olacak Ya Rabbi? N’olur, hırkanın ve hırkanın sahibinin hatırına...
HIŞŞT BAKSANA GİDİYORLAR
Tam bu sırada Karenlinin biri gelir ve o muhteşem huzuru bozar. “Misafirlerin dönmeye niyetliler” diye ikaz eder güya, “Onlara diyeceğin bir şey yok mu?”
Veysel Karani “Ahh!” der, “Ahh bu hali bozmayacaktın işte. İnanın az kalmıştı. Bütün ümmeti Muhammed affedilmedikçe giymeyecektim hırkayı.”
Aradan günler geçer. Karenliler şaşkın, hatta pişmandırlar. Öyle ya, elinin altında Üveys gibi bir cevher olsun da, sen onun kıymetini bilme. Ama bu kez mübareği hurmet ve ilgiyle bunaltırlar. Huzurunda el pençe divan durur, ısrarla nasihat isterler. Hele bazıları aşikare keramet bekler. Veysel Karani gibi mütevazı biri, ilginin böylesinden sıkılır. İşte tam o günlerde biricik annesi vefat eder ve onu Karen’e bağlayan hiçbir şey kalmaz. İşte şimdi yollara düşebilir.
Mübâreğin ilk hedefi elbette Haremeyndir. Önce hacceder, sonra Medine’ye gider. Ancak o münevver şehrin hüzünlü yüzünü görür ve Resullulah’ın yaşamadığı Peygamber beldesinde duramaz. Çeker çarığını, yürür uzaklara. Bir ara Basra’da eyleşir, bir ara Kufe’ye yerleşir. Yine eskisi gibi deve güder. Aç kalır, açıkta kalır. Horlanır, aşağılanır. Garip bu ya milletin gücü hep ona yeter. Hatta ufacık veledler bile sataşır, taş yağdırırlar. Büyük veli, çığlık çığlığa saldıran afacanlara gülümser “N’olur ayaklarımı kanatacak kadar büyükleri atmayın” der, “Abdestim bozulmasın e mi?” Zira o güne kadar bir kez olsun abdestsiz basmamıştır zemine.
MELEKLERİN İBADETİ
Veysel Karani Hazretleri bazen sehere kadar secdede, bazen sabahlara kadar rükûda kalır. “Bırakın üç kere Sûbhane rabbiyel âla demeyi, ben bir keresini bile beceremiyorum” diye yakınır. Eh onun özlediği ibadet meleklerinkinden farksız olmalıdır. “Namazda huşu öyle olmalıdır ki” der: “Bağrına bıçak sokulsa duyulmaya.”
Biri sorar: “Nasılsın?” Cevap manidardır: “Akşama çıkacağını bilmeyen biri nasıl olursa!” Sevenleri ısrarla nasihat isterler. O gülümser:
- Allahü teâlâyı bilir misiniz?
- Evet biliriz.
- Öyleyse başka şeyleri bilmeseniz de olur.
- Aman efendim bir nasihat daha.
- Allahü teâlâ sizi bilir mi?
- Elbette bilir.
- Öyleyse başkaları bilmese de olur.
Mübarek, Allahü teâlâdan çok korkar ve buyururlar ki: İnanın Allahü teâlâ’yı tanıyana gizli kalmaz.
Veysel Karani hazretleri hayatını kendi ifadesiyle şöyle hülâsa eder. “Yüksekliği tevazuda buldum, liderliği nasihatte... Nesebi takvada buldum, şerefi kanaatte... Rahatlığı zühdde buldum, zenginliği tevekkülde.”
Bizde ne takva, ne zühd, ne de tevvekkül. Eh bir şey bulamıyoruz tabii. Allahü teâlâ o büyüklerin yüzü suyu hürmetine sonumuzu hayreyliye.
Veysel Karani Hazretlerinin kutlu hırkası elden ele geçer ve Van civarında hüküm süren İrisan Beyleri’ne gelir. Hicri 1028 yılında 2. Osman Han’a hediye edilen nurlu emanet İstanbul’da heyecanla karşılanır. Asitane halkı ona “Hırka-ı Şerif” der, ramazanlarda ziyaret ederler. Buğulu gözlerle ilmeklerine dalar, Efendimizi hatırlarlar.
Gel zaman git zaman büyük izdihamlar yaşanır. Hırkanın saklandığı ve sergilendiği küçük bina kalabalığı kaldırmaz olur. Abdülmecid Han bu mübarek hırkanın şerefine, Fatih’te koca bir mahalleyi istimlak eder ve biblo güzelliğinde bir cami yaptırır. Bu uğurda şahsi servetini fedadan çekinmez. Belki de şu ferah mabedi böylesine sevimli kılan, temelindeki ihlâstır, kimbilir?
ASIRLIK GELENEK
Ve asırlık gelenek yaşar. Hırka-i şerif, gözü yaşlı aşıkların ziyaretgahı olur. Medine’ye, Mescid-i Nebi’ye ulaşamayanlar hasretlerini burada dindirmeye çalışırlar. Cami çalışanları şirin mescidi güllerle bezerler, ki tasavvufta gül O’na işarettir. Efendimiz’e!
Hele Ramazan günleri civar coğrafya Hırka-i Şerif’e akar. Müminler kar demez, kış demez ziyarete koşarlar. Anadolu’nun dört bir yanından gelen aşıklar yaşlı gözlerle yüce Serverin kutlu mirasına bakarlar.
Allahü teâlâ bizleri yalan dünyayı Veysel Karani gibi görenlerden ve Resulü Ekrem’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) şefaatine erenlerden eylesin!

Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Veysel Karani Özgeçmişi

Veysel Karani Hayatı

Sizde Veysel Karani ile ilgili bildiklerinizi paylaşır mısınız ?

Veysel Karani biyografisi 1107 defa okunmuştur. [1227]