İstiklal Harbi Nedir

İstiklal Harbi Nedir ? İstiklal Harbi Ne demek ?

1-)Türk Kurtuluş Savaşı da denilen Milli Mücadele harekatının adı. Birinci Dünya Harbi (1914-1918) sonunda İttifak Devletlerinin yenilmesiyle, yedi cephede şan ve şerefle çarpışmasına rağmen Osmanlı Devleti mağlup sayılarak, 30 Ekim 1918’de İngilizlerle Mondros Mütarekesini imzalamak zorunda kaldı. Yirmi beş maddelik, kayıtsız şartsız teslim olma vesikasından sonra, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılarca işgal edilmesi ve Mustafa Kemal Paşanın 19 Mayısta Samsun’a çıkmasıyla başlayan Hey’et-i Temsiliye devri, savaşlarla 1922’ye, siyasi bakımdan da 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşmasına kadar devam etti.

On dokuzuncu yüzyılın Avrupa ve dünyanın diğer bölgelerine getirdiği meseleleri halletmek ve Osmanlı Devletinin taksimini meşrulaştırmak için büyük devletler çareler arıyorlardı. Bu sırada İttifak (Almanya, Avusturya, Macaristan) ile Îtilaf Devletleri (Fransa, İngiltere, İtalya, Rusya) arasında 1914’te başlatılan Birinci Dünya Harbine Osmanlı Devleti dahil birçok devlet (Bulgaristan İttifak; Amerika, Belçika, Japonya, Portekiz, Romanya, Sırbistan, Yunanistan Îtilaf devletlerinin safında yer aldılar) sonradan katıldılar. Türkiye için intihar olan bu savaşa, İttihat ve Terakki Partisince büyük hayallerle girildi. Osmanlı Devletinin savaşa girmesiyle taksim projesinin tatbikine geçiş için Îtilaf Devletleri kendi aralarında antlaşmalar yaptılar. 4 Mart-10 Nisan 1915 Fransa-İngiltere-Rusya antlaşmasına göre, İstanbul, Boğazlar ile Trabzon’un batısından Fırat’a çekilecek hattın doğusu Rusya’nın; Güney ve Güney Doğu Anadolu Fransa’nın; Irak, Arabistan, Filistin İngiltere’nin olacaktı. İtalya’nın da Îtilaf Devletlerinin yanında yer almasıyla, 26 Nisan 1915’te iki gizli Londra Antlaşmasıyla; Türkiye’nin Asya’daki toprakları bölüşüldüğünde, bu devletin hissesi öteki üç devletinkinden az olmayacaktı. Bu da; İtalya hastane ve okullarının bulunduğu Antalya, Muğla ve bitişik vilayetler olabilirdi. 3 Ocak 9-16 Mayıs Syker-Picot Antlaşmasıyla Güney DoğuAnadolu, Irak, Suriye ve diğer Arap memleketlerinin taksimi için antlaşmalar pekiştirildi. 26 Nisan 1916 Fransa-İngiltere-Rusya Gizli Antlaşmasına göre de, Fransa ve Rusya’nın Sivas-Kayseri-Mersin hattının doğusundaki bölgeyi kendilerine bağlama haklarını kabul ettiler. 15 Mart 1917’de Rus çarlığının çökmesi ve 19-21 Nisan 1917 St. Jean de Maurienne Antlaşması gereğince İngiltere ile Fransa, İzmir de dahil Batı Anadolu’nun İtalya’ya verilmesini, bu bölgenin kuzeyinde bir İtalyan nüfuz bölgesinin kurulmasını kabul ettiler. Bu taksim planları olayların seyrine göre değişiklik arz ediyordu. Rus Çarlığının yıkılmasıyla Îtilaf Devletleri, boşluğu Amerika Birleşik Devletlerini saflarına alarak doldurdular. Îtilaf Devletleri, özellikle İngiltere ve Amerika, daha önce Rusya’ya verilmesi düşünülen Doğu Anadolu topraklarında, bağımsız bir Ermenistan ve Kürdistan devleti kurdurmak istiyorlardı. Boğazları ise ortak bir kontrole tabi tutmayı planlıyorlardı. AmerikaCumhurbaşkanı W.Wilson meşhur “Wilson Prensipleri”nde:

“Osmanlı İmparatorluğunun Türk olan bölgelerinde, itirazsız olarak Türklerin hakimiyeti sağlanacak.” ve “Bir bölgenin ahalisi, çoklukça hangi idareyi istiyorsa, o idareye tabi olacaktır.” hükümlerini de ihtiva ediyordu. On dört madde olan Wilson Prensipleri, Fransa ve İngiltere meclislerinde birer kanunla kabul edilmesine (Ocak 1918) rağmen, Türk topraklarında meydana gelen olaylar, tam tersine oldu.

30 Ekim 1918’de İngiltere, müttefiği Fransa ve diğer devletlere haber bile vermeden, Akdeniz başkumandanı Amiral A.Calthorpe Londra’dan telsizle bildirilen şartları, Türk heyetinin hiçbir itirazına yer vermeden Mondros Limanındaki Agememnon zırhlısında dikte ettirdiler (Bkz. Mondros Mütarekesi). Bu mütarekenin tatbik edilmesiyle İngiltere; 3 Kasım 1918’de Musul’u, 1919 yılı başında Adana, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal etti. Daha sonra da Batum ve Kars’a asker çıkardı. İtalya Nisan 1919’da Antalya, sonra da Konya’yı; Yunanistan Mayıs 1919’da İzmir, Aydın ve Manisa’yı; Îtilaf Devletlerinin desteğiyle Ermeniler, Nisan 1919’da Kars’ı işgal ettiler. Fransa, Ekim-Kasım 1919’da devr aldıkları Adana, Antep, Maraş ve Urfa’ya girdiler. Fransızlar, güneyimizde “Kilikya Ermenistanı” kurma hazırlığı ile, Suriye’den getirttikleri göçmen Ermenileri silahlandırarak, Türkler üzerine saldırttılar. 13 Kasım 1918’de İstanbul önlerinde demirleyen Îtilaf Devletleri donanmasının gelmesiyle başlayan yıkıcı ve bölücü faaliyetler, Türk topraklarının işgaliyle daha da genişledi. Bütün bunlara Rum, Ermeni, Yahudi, Necdi ve Nasturi azınlıkları ile hainler çeşitli teşkilatlar kurarak, Îtilaf Devletlerinin “Türkiye’nin haritadan silinmesi” faaliyetleri doğrultusunda çalışmalarını başlattılar. Düşmanların faaliyetlerine karşı Türk vatanseverleri de teşkilatlanarak, mücadeleye hazırlandılar.

Teşkilatlanma safhası:

Yurdun işgal edilmesiyle zararlı cemiyetler kurulmuştu. Îtilaf Devletlerinin ve Yunanlıların memleketi paylaşmaları yerli Rum, Ermeni, Yahudi ve hainlerin faaliyetleri karşısında, Türk milleti silahla karşı koymaya paralel olarak, birçok cemiyetler kurmak suretiyle siyasi mücadeleye başladı. Yunan başbakanı Giritli Elefteros Venizelos, iki siyasi temsilcisiniİstanbul Fener Patrikhanesine gönderdi. Kumkapı’daki Ermeni Patrikhanesi patriği Zaven de, Îtilaf Devletlerinden yardım ümid ederek, başşehri Erzurum olmak üzere bir devlet kurmak hayalindeydi. Yahudiler de, Sultan İkinci Abdülhamid Han devrinde büyük servet teklifi karşılığı alamadıkları Filistin’de yurt istediler. Türkiye içindeki hainler de, Îtilaf Devletleri yanlısı cemiyetler ile manda isteyip, yardımlaşma adı altında bölücülük yaptılar. Rumlar, Venizelos’un direktifleri istikametinde faaliyet göstermeye başladılar. Türk mahkemelerine gitmemek, vergi vermemek, İstanbul-Marmara çevresinde ve Trakya’daki Rumlara silah ve cephane sağlamak, ilk başvurdukları hususlar oldu. Arkasından silahlı birlikler teşkil ederek, Trakya ve İzmir’e gönderdiler. İstanbul’un artık Yunanistan’a verilmesi isteğinin propagandasını yapmaları cezaevlerinde bulunan Rumların serbest bırakılmasını, doğum yıldönümlerinin büyük kalabalıklar ve heyecanla kutlanmasını istemeleri, büyük taşkınlıklara sebeb oluyordu. Çok şımaran Rumlar, sarhoş olup, yüzyıllardır velinimetleri olan komşuları Türklere saldırıyorlardı. İstanbul’daki Rumların izci teşkilatlarının bölük ve takım komutanlıklarını resmi Yunan subayları üzerine alarak, onları yetiştiriyorlardı. Dinleri ve varlıklarını Türkün adalet ve insanlığına borçlu bulunan İstanbul Rum ve Ermeni patrikleri, Îtilaf Devletlerine başvurarak “Bütün Türkiye’nin işgal edilmesini” istediler. Venizelos, İstanbulFener Rum Patrikhanesi patrik vekili Dorotee’yi; “Ayasofya’da elinizden öpeceğim.” diye uğurluyordu. Şimdiki Kurtuluş semtinde (Eski Tatavla Mahallesinde) kırk metre boyunda ipekten Bizans bayrağı hazırladılar.

Ayasofya Camiinin iki minaresine Rumlar tarafından asılmak istenen bayrak haberi duyulunca, Fatih’in vakıf yadigarı bu camiyi, gönüllü subay ve erlerimiz bekledi. Karadeniz kıyıları ile arkasındaki illerde kurulacak “Rum Pontus Cumhuriyeti” için Trabzon’da çalışmalarını genişlettiler. Rusya’daki Bolşevik-Komünist idarenin ellerinden mülk ve servetlerini aldığı doğu ve kuzey Karadeniz kıyılarındaki Rumlar; Trabzon, Kastamonu, Giresun ve çevre illere göçmen diye Yunan gemileriyle getirilip yerleştirildiler. Bütün bunları “Mavri Mira” cemiyeti yaptığı gibi halkı da teşkilatlandırarak, gerilla harbine elaman yetiştirdiler. Mavri Mira Cemiyetinin hedefi, İstanbul dahil Kastamonu’daki İnebolu’dan Muğla’ya çekilecek hattın batısının Yunanistan’a verilmesiydi. Bunları teşkilatlandıran ve ihtiyaçlarını karşılayan Îtilaf Devletleri ile İstanbul’un fethinden sonra himaye gören, ticaret ve esnaflıkla uğraşıp çok zengin olup, müreffeh bir hayat süren Türkiyeli Rumlardı. Türkün kara gününde bu kadar azıp, taşmaları “megolo-idea” hayaliyle yanan Yunanlıların kışkırtmasıyla olmaktaydı.

Hazar Denizinden, Antalya ve Sinop batısına kadar uzanan, “Birleşik Ermenistan” hayalindeki Patrik Zaven, “Birleşik Ermenistan’ın başşehri Garin (Erzurum) olacak.” deyip, Îtilaf Devletlerinden yardım bekliyordu. Ermeni Hınçak ve Taşnak cemiyetleri de, bütün güçleriyle faliyetlere giriştiler.

Mondros Mütarekesiyle İngiltere’ye bırakılan Filistin’de Yahudi devleti kurmak için İstanbul’daki Yahudiler, iki bin yıl öncesinin kıyafet, bayrak ve an’anelerini canlandırmaya başladılar. “Alyans-İsrailit” adlı silahlı izci teşkilatı kurdular. Musevi kıyafeti giyip, hazret-i Süleyman’ın bayrağı diyerek, mavi zeminli ve altı kollu beyaz yaldızlı bir bayrak hazırlayan Yahudiler; ticaret, kültür, din ve hukuki hürriyetlerini korumak için “Makabi Cemiyeti”ni kurdular.

Bütün azınlıklar sahte istatistik bilgileri ve davalarını anlatan ihtilalci eserleri yayınlayarak, dünya kamuoyunu yanıltabilme faaliyetlerine başladılar. Avrupa ve Amerika’daki azınlık temsilcileri zengin iş adamlarından, politikacılardan, yazarlardan ve himayeci devletlerden her türlü yardımı aldılar. Türkiye’deki hainlerin kurduğu manda yanlısı yardımlaşma cemiyetleri ile azınlık teşkilatları İstiklal Harbi yıllarında birçok ayaklanma çıkardılar. Ülke harab olup, Türk ordusu ve milleti işgalci kuvvetlerle uğraşacak yerde, ihtilalciler ve isyancılarla uğraştı. Bunlardan da Türk milleti ve vatanı zarar gördü.

Düşman teşkilatlanmasına karşı Redd-i İlhak, Müdafaa-i Hukuk, Muhafaza-i Hukuk, İstihsal-i Vatan, İslam Şurası, Milli Kongre adında cemiyetler kurulup, kongre ve mitingler tertib edilerek, gayelerini halka anlattılar.

Milli kurtuluşumuz için çalışan cemiyetler:

Milli Kongre Cemiyeti: 29 Kasım 1918’de İstanbul’da kuruldu. Gayesi; işgal kuvvetlerine, Rum ve azınlık faaliyetlerine, “dünyada Türkler üzerine yapılan haksız ve yalan propaganda ve yayınlara ilim yoluyla, aynı usullerle belgeleyerek cevap vermek”ti. Anadolu’daki milli cemiyetlere, istedikleri bilgi ve kaynakları yollayıp, gereken şahıslar ile haberleşme ve temaslar sağlıyordu. Bu cemiyetin genel sekreteri tarihçi Abdurrahman Şeref Beydi. Fransızca ve İngilizce yayınlarla Türklerin haklı davasını tanıtan neşriyat yaptılar. Avrupa’nın Ünlü Yazarlarına Göre Türkler, Dünya Kamuoyu Önünde Türkiye, Ermenilerin Müslüman Ahaliye Yaptıkları Mezalim Hakkında Belgeler gibi kıymetli eserler neşrettiler.

Kilikyalılar Cemiyeti: İstanbul’da Adanalı, Antepli, Maraşlı ve Tarsusluların kurduğu cemiyetin tüzüğünde; Adana, İçel, Maraş, Antep, Hatay bölgesinin yüzde doksanının Türk olduğu, Osmanlı Devletinden hiçbir zaman ayrılmayacağı belirtiliyor, vilayet ve sancaklarda yedişer kişilik heyet kurulacağı bildiriliyordu. Bu cemiyet, merkezini Adana’ya naklederek “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adını aldı.

Vilayat-i Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti: 2 Aralık 1918’de İstanbul’da Ermeni istekleri ve bölücü Kürtçülere karşı kuruldu. Bu teşkilat Erzurum’da 10 Mart 1919’da resmen faaliyetlerine başladı. İstanbul’da Le Pays ve Hadisat, Erzurum’da Albayrak gazeteleri ile doğu illerimizin Türklüğü ve İslamlığı müdafaa ediliyordu. İstanbul’da kurucusu Harputlu Ahmed Nedim, Diyarbekirli Süleyman Nazif, Kadı Raif Hoca, Erzurum’da da Dursunbeyzade, Muallim Mehmet Cevat Bey ile Raif Hoca bu cemiyete rehberlik ettiler. Hatta Süleyman Nazif meşhur Kürtçülerin yakasına yapışarak silkeleme gayretlerinde bulundu.

Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hey’et-i Osmaniyyesi: 1 Aralık 1918’de Edirne’de Yunan istila hazırlığına ve Mavri Miracıların iddialarına karşı kuruldu. Başkanı emekli konsolos Şükrü Beydi. Trakya-Paşaeli’nin Türklüğünü yayın yoluyla dünyaya duyurmak, gerekirse Yunan işgaline karşı silahla karşı koymak, icab ederse yerli Türk hükumeti kurmaktı. Çatalca, Gelibolu, Kırklareli ve Tekirdağ’da bu cemiyetin şubeleri açılıp, belediye başkanları, reis oldu. Kongreler tertib ederek Yeni Edirne, Ahali adlı gazeteler yayınlayarak, haklı davalarını müdafaa ettiler.

İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniyye Cemiyeti: 1 Aralık 1918’de İzmir’de, Rumlara karşı kuruldu. Megalo-ideacılara karşı çalışıp, Venizelos’un iddialarını çürütmek için kongre tertip etti, yayın faaliyetlerinde bulundu.

Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti: 12 Şubat 1919’da Trabzon’da Pontuscu Rumlara ve Ermenilere karşı kuruldu. Barutçuzade Ahmed Hoca başkanlığında kurulan cemiyet İstiklal Gazetesi vasıtasıyla milli fikirleri yayıp, Rum iddialarının çürüklüğünü, Ermenistan hayalinin boşluğunu yurttaşlara ve dünyaya ilan ediyordu. Giresun, Gümüşhane, Ordu ve Rize’de şubeleri vardı. Yerli ve göçmen Rum eşkıyaya karşı Topal Osman Çetesi yıldırma faaliyetlerinde bulunuyordu.

Milli İslam Şurası: 5 Kasım 1918’de Kars’ta kuruldu. 30 Kasım 1918 Büyük Kars Kongresine yetmiş milletvekili katıldı.Cihangiroğlu İbrahim Aydın Beğ başkanlığına seçildi. Bu şura, Batum’dan Orduabad ve Iğdır’dan Ahıska’ya kadarki Türklük bölgesini içine alan Milli İslam Şura Hükumetini kurdu. İkinci Kars Kongresi, Ocak 1919’da yapıldı. Hükumetin adı “Cenubigarbi Kafkas Hükumeti” diye değiştirildi. Sada-yı Millet adlı gazete ile de milli varlık ve dayanışmanın esaslarını yayınlıyordu.

Müdafaa-i Vatan Cemiyeti: 22 Mayıs 1919’ da Diyarbekir’de Ermenilere karşı Müftü İbrahim Efendi tarafından kuruldu. Ermenistan’ın kurulmasına engel olmaya ve dış güçlerin empoze ettiği Kürdistan fikrinin yersizliğini yaymaya çalıştılar.

Memleketin vatansever aydınlarca milli istiklal davasına atılmış olan Türk Milleti, büyük fedakarlıklara katlanarak, bütün imkanlarını seferber etti. Cemiyetler kongre, miting, vaaz, nutuk ve yapılması gereken her şeyi organize edip, birlik halinde teşkilatlanıyordu. Silah, cephane, para ve gönüllü toplanarak milli kuvvetlerin arttırılmasına çalışılıyordu.

İstanbul, 13 Kasım 1918’de Îtilaf Devletlerince işgal edildi. Avrupa devletlerinin “Haçlı taassubu”ve emperyalist çıkarları sonucu azınlıkları desteklemeleri, Türkiye’deki gayri müslim vatandaşlara vaadlerde bulunmaları, bunların işgalcilerin tarafına geçmesine yol açtı. Bu durum, başta Sultan Vahideddin Han olmak üzere, devlet adamları, kumandanlar ve vatanseverlerin dikkatinden kaçmayıp, tedbir almaya teşvik etti. Vahideddin Han, Ramazan münasebetiyle iftara davet ettiği kıymetli devlet adamları, alimler ve güvendiği iş yapar kumandanlara Anadolu’ya gitmeleri tavsiyesinde bulunup, ihsan şeklinde yardım ediyordu.

Samsun-Trabzon bölgesindeki Pontuscu Rumlar, Müslüman ahaliye karşı harekete geçerek, yol kesme, camileri yakma gibi fiillere başlayıp, Karadeniz bölgesini Mondros Mütarekesi hükümlerine göre işgal ettirmek istiyorlardı. Bu bölgenin güvenliği için Vahideddin Han, Almanya seyahati esnasında yanında bulunan ve fahri yaveri olan Mustafa Kemal Paşayı 19 Nisanda Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak tayin etti. 6 Mayısta bu vazifesi Vekiller Hey’etince tasdik edilince, İzmir’in işgalinden bir gün sonra 16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa, devlet adamları ile vedalaşıp, Vahideddin Han tarafından kabul edildi. İşgal kuvvetleri namlularının Yıldız Sarayına çevrili vaziyette Sultan’la görüşen Kemal Paşaya: “Yaveran-ı Şehriyarimden Erkan-ı Harbiye Mirlivası Mustafa Kemal Paşaya” diye başlayan “Hatt-ı Hümayun” verildi. Bu hümayun bugünkü lisan ile şöyledir:

“Yaverlerimden Kurmay Tuğgeneral Mustafa Kemal Paşaya:

Umumi Harbin (Birinci Dünya Savaşı) müttefikler hesabına kaybedilmesi üzerine doğan siyasi durum, büyük atalarımın mülkünü, hilafet ve saltanat makamını çetin ve korkulu bir yere sürüklediğinden, hükumetimin kararıyla tayin olunduğunuz mıntıkada asayişi sağlamak ve şahane rıza ve dileğime aykırı hallerin meydana gelmesini engelleyerek ve topyekün korkulu şeylerin def’ine cehd ve gayret göstererek, milletimin saldırgan ellerden kurtulmasını sağlamak için tek vücud halinde davranılmasını selamımla beraber asker ve memurlara ve halka bildirmek üzere irade ettim!”

Bu sırada memleketin vaziyeti şöyleydi:

İngilizler Musul’un tamamını; Fransızlar Adana, Antep, İskenderun, Maraş, Mersin ve Urfa’yı; İtalyanlar Antalya’dan Kuşadası’na kadar uzanan kıyılarla Büyük Menderes Nehri arasındaki Güneybatı Anadolu’yu fiilen işgal etmişlerdi. Boğazlar bölgesiyle Anadolu ve Trakya’nın birçok şehirleri ve kasabalarında Îtilaf Devletlerinin kuvvetleri veya kontrol ekipleri yer almışlardı. Doğu’daki Türk birliklerinin Güney Kafkasya’yı boşaltarak harbin başındaki hudutların gerisine çekilmesini fırsat sayan Ermeniler, “Büyük Ermenistan” devletini kurma hülyasını gerçekleştirme çabasındaydılar. Fransız, İngiliz, İtalyan ve Japon başbakanlarından kurulu“Yüksek Meclis”, Yunanlıların İzmir’e asker çıkarması müsaadesini vermişti. İzmir Limanındaki Amerikan, İngiliz ve Yunan donanma kumandanlıklarının On yedinci Kolordu Kumandanına verdikleri ortak notada, Mondros Mütarekesinin 7. maddesi hükmünce; İzmir istihkamlarıyla çevresindeki bütün savunma tertip ve araçlarını içine alan arazinin devletler adına Yunanistan tarafından işgal edilmesini, karşı konulmamasını istediler. İşgal edilen Türk topraklarında 38.000 İngiliz, 59.000 Fransız, 17.000 İtalyan ve 90.000 Yunan askeri bulunuyordu.

Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklalinin işgal kuvvetleri ve hainlerce tehlikede olduğu bu devirde komutanlar, devlet ve din büyükleri Anadolu’ya gönderildi. İşgal kuvvetlerinin bunu engellemeleri üzerine, aziz ve cefakar vatanseverler gizlice İstanbul’dan Anadolu’ya geçtiler. Eğer, Vahideddin Han, sultan ve halife olarak Anadolu’ya geçip, milli şahlanışı bizzat idareye teşebbüs etseydi, zaten Anadolu’nun kendilerine karşı ayaklancağı endişesi içinde bulunan Îtilaf Devletleri, derhal toparlanarak, topyekün bir saldırıyla bütün Anadolu’yu ve Türklüğü tasfiye etmek yolunu tutarlardı. Îtilaf Devletleri için, halife ve sultanın İstanbul’da, onların gözü önünde bulunması, milli mücadele hareketinin gelişip büyümesini ve önünde durulmaz hale gelmesini temin etti. Bu çok ince politikanın tatbikatında Vahideddin Hanın katlandığı fedakarlıklar, basiret ve gayret, sulh konferansının hazırlandığı bu zamanlarda milli mücadeleyi tamamen milletten gelen planlı bir karşı koyma hareketi şeklinde göstererek, Îtilaf Devletlerini düşündürmeye ve pervasızlıklarına son vermeye mecbur etti. Ayrıca; Avrupalılar uyumayan, gerekirse istiklali için canını fedaya hazır bir millet karşısında olduklarını anlayıp şartlarını hafif tutabilirdi. Yani, millet şahlanışı muvaffak olabilmesi için mutlaka İstanbul, devlet ve sultan dışında vücud bulması ve düşmanlara azami telaş ve dehşet hissini vermeyecek çapı muhafaza etmesi lazımdı. Hatta bu hareket, devlete ve hükumete aykırı diye de gösterilebilirdi. Bu mütalaayla Anadolu’ya askeri ve idari dehasıyla bu gayeyi gerçekleştirecek fedakar şahıslar gönderildi. Bu gayeyle 16 Mayıs 1919’da Samsun’a hareket eden Mustafa Kemal Paşaya Dokuzuncu Ordu Müfettişliği verildi. Dokuzuncu Ordu Müfettişi namıyla; hem vali ve mutasarrıflara, hem de Samsun’dan Hakkari’ye ve Rize’den Urfa’ya kadar olan yerlerde bulunan ordu birliklerine vazife verip, tedbirler alabilecek, emniyet ve huzuru sağlayacaktı. Mustafa Kemal Paşa, yanında on yedi kişilik Dokuzuncu Ordu Karargah Heyeti de olduğu halde 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Onun Samsun’a çıkmasıyla bütün yurtta ve dünyada dikkatle takib edilen Türk Milletinin İstiklal Mücadelesi hareketi, tamimler, görüşmeler ve kongreler ile daha değişik bir hal aldı.

Mustafa Kemal Paşanın Anadolu’da ilk icraatı, ordu kumandanları ile temasa geçerek, Amasya’da “Vatanın bütünlüğü ve istiklalinin kurtarılması” için milleti birlikte çalışmaya davet eden Amasya Tamimi’ni 22 Haziran 1919’da şifreli telgraflarla bütün kolordu ve tümen kumandanlıklarına, birer mektupla da valilik ve müstakil mutasarrıflıklara “Üçüncü Ordu Müfettişi ve Yaver-i Fahr-i Hazret-i Şehriyari Mustafa Kemal” imzası ile gönderdi. Mondros Mütarekesinin hükmüne göre ordunun kadrosu daraltıldığından 15 Haziran 1919’da Dokuzuncu Ordu Müfettişliği vazifesi, Üçüncü Ordu Müfettişliğine çevrilmişti.

Amasya Tamimi ile; “1) Devletin bütünlüğü ve milletin istiklali tehlikededir.İstanbul Hükumeti, galip devletlerin kontrol ve baskısında olduğundan, vazifesini yapamıyor. Milletin istiklalini kurtarmak için her türlü tesir ve baskıdan uzak bir “Milli Heyet”in kurulması gerekmektedir. Anadolu’nun en emniyetli yeri Sivas’ta Milli Kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır. Düşman istihbaratına karşı tedbir alıp, üç murahhas gönderiniz. 2) Doğu illerimiz adına, 10 Temmuz 1919’da Erzurum’da yapılması kararlaştırılan kongre için Vilayat-ı Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk-i Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyetlerinden seçilen üyeler, Sivas’a geleceklerdir. 3) Bunlara göre, Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyetleri ve Belediye Başkanlıklarınca murahhasların seçilip, lüzumlu yardım ve tedbirlerin alınarak yardımcı olunması” istendi.

Erzurum Kongresi: Mustafa Kemal Paşa, Amasya Tamimi’nden sonra 7 Temmuzda Anadolu ve Rumeli’de bulunan bütün ordu ve kolordu kumandanları ile lüzumlu yerlere istiklal davasının mahiyetini bildiren bir tamim gönderdi. İstanbul Hükumeti, işgal kuvvetlerinin baskısıyla, Anadolu’daki Milli Mücadele hareketini görünüşte engelleyerek tedbirler aldı. İstanbul’a çağrılan Mustafa Kemal Paşa, vazifesinden istifa edip, ordudan ayrıldı. Erzurum Kongresine de sivil katıldı. Erzurum’da Mustafa Kemal Paşaya On beşinci kolordu kumandanı Kazım Karabekir Paşa alaka gösterip, Îtilaf Devletlerinin isteği istikametindeki hükumet emirlerini tatbik etmediği gibi, teşebbüsleri de engelledi. 10 Temmuz 1919’da Vilayat-ı Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum Şubesi, İl İdare Faal Heyeti Başkanlığına getirildi. 23 Temmuz 1919’da Şiran Müftisi Hasan Fahri Efendinin duasından sonra Cemiyet Başkanı Raif Hocanın nutku ile açılan Erzurum Kongresi, Mustafa Kemal Paşayı Kongre Başkanı seçti. 7 Ağustosa kadar devam eden Kongrede “Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti” ile “Vilayat-ı Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk” teşkilatları fesh edilerek “Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” kuruldu. Cemiyet, aldığı kararları on bir maddelik “Kararname”, on maddelik “Beyanname” ile Türk milletinin haklı davasına sahip çıkılmasını isteyip, 7 Ağustos 1919’da ilan etti.

Erzurum Kongresi Beyannamesi: “1) Trabzon vilayeti, Samsun sancağı ve doğu illeri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Mamuretilaziz ile Van ve Bitlis vilayetleri ve bölge içindeki müstakil sancaklar, hiçbir sebep ve bahane ile birbirinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılmak imkanı düşünülemez bir bütündür. Buralardaki İslamlar, birbirlerini karşılıklı sevip sayan “özkardeştirler”. 2) Osmanlı vatanının bütünlüğü ve milli istiklali sağlanıp, saltanat ve halifelik makamının dokunulmazlığı için, milli güçleri amil ve milli iradeyi hakim kılmak, ana gayedir. 3) Her türlü işgal ve işlerimize karışma, Rumluk ile Ermenilik gayesine yönelmiş sayılacağından, bunlara karşı hep birlikte korunma ve karşı koyma esası benimsenmiştir. Hıristiyan unsurlara, yeni imtiyazlar tanınmayacaktır. 4) İstanbul’daki Hükumetin, devletlerin baskısı ile buraları bırakması ihtimaline karşı saltanat ve halifelik makamına bağlı ve milli haklar ile varlığımızı yerine getirecek tedbirler ve kararlar alınmıştır. 5) Türkiye’de yaşayan gayri müslimlerin, Osmanlı kanunları ile tanınan mevcut haklarına riayet ederiz. 6) Milli hudutlarımız içinde, çokluğu ve üstünlüğü elinde tutan İslamlar, din kardeşi ve ırkdaştırlar. 7) Milli sınırlar içinde milliyet esaslarına saygılı ve istila emeli beslemeyen herhangi bir devletin, teknik, endüstri ve iktisadi yardımını, severek karşılarız. 8) İstanbul Hükumetinin, Milli Meclisi hemen toplaması ve millet mukaddesatını Milli Meclisin kontroluna bırakması, mecburidir. 9) Yurdumuzun karşılaştığı acılar ve olaylar ile aynı milli gayeler için kurulan cemiyetlerin birleşme ve anlaşmasından, “Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”kurulmuştur. Bu cemiyet, her türlü particilik akımlarından uzak olup, bütün İslam yurttaşlar, bunun tabii azasıdır. 10) Kongre tarafından seçilen bir Temsil Heyeti kabul edilip, köylerden vilayet merkezlerine kadar var olan milli teşkilat birleştirilmesi teyid edilmiştir.

Sivas Kongresi: Erzurum Kongresinden sonra bütün engellemelere ve İngilizlerin Mondros Mütarekesinin yedinci maddesince Samsun’a asker çıkarıp, Sivas’ı işgal edebilecekleri tehdidine rağmen, Mustafa Kemal Paşa başkanlığında 4 Eylül 1919’da başlayan Sivas Kongresi, 11 Eylül’e kadar devam etti. Kongre çalışmaları sonunda on maddelik bir beyanname yayınlandı. Erzurum Kongresi kararlarının benimsendiği Sivas Kongresinde; “1) Vatanın bütünlüğünü muhafaza ve müdafaa etmek, 2) Milli istiklalin bütünlüğünü sağlamak, 3) Kuva-yı Milliyeyi amil ve Milli iradeyi hakim kılmak” esaslarıyla özetlenip, sadeleştirilen kararlara ilaveten” “Anadolu ve Rumeli’de kurulmuş Milli Cemiyet ve Redd-i İlhak Heyetlerinin; Anadolu ve Rumeli Hukuk Cemiyeti adı ile birleştirildiği” ve merkezinin Sivas olduğu ilan edildi. Temsil Heyeti sayılan Merkez Heyeti on altı kişiden meydana geliyordu.

Amasya Görüşmeleri: Sivas Kongresi kararları, Sadrazam Damad Ferid Paşa kabinesi ve Îtilaf Devletlerinin olumsuz ve garazkarane davranışı sebebiyle Sultan Vahideddin Handan gizlendi. İstanbul ile telgraf muhaberesi kesildi. Damad Ferid Paşa Kabinesi temsilcisi Salih Paşa, Amasya’ya gelerek M.Kemal Paşa ile 20-22 Ekim 1919’da görüştü. “Amasya Görüşmeleri”, Erzurum ve Sivas Kongreleri Beyannamelerine göre yapılıp üçü açık ve imzalı, ikisi de İngilizlere karşı gizli ve imzasız protokollar yapıldı. Amasya görüşmelerinde kabul edilen protokoller ile Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin varlığı, İstanbul hükumetince kabul edildi. İşgalci İtilaf Devletleri, İstanbul Hükumetini baskı yolu ile kukla gibi kullanmak suretiyle Türk milletinin şahlanışı olan Milli Mücadele hareketini durduramayacaklarını anladılar. 16 Kasım 1919’da Sivas’ta Temsil Heyetiyle kumandanlar toplanarak; milletin, vatan savunması için silahlandırılıp, teşkilatlandırılması tesbit edildi. Ankara’ya gelen Temsil Heyeti, Ziraat Okuluna yerleşerek burayı merkez edindi. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi ile “Anadolu Ajansı” kurularak yayın ve haber alma-verme imkanları temin edildi.

İstanbul’daki Ali Rıza Paşa Hükumeti, Îtilaf Devletlerinin tazyikine rağmen, tarafsızca bir seçim yaptırıp, kabine güven oyu aldı. Hükumetin programında; “Türkiye’nin istiklaline ve eldeki vatanın bütünlüğüne dokunulmaması, adliye, maliye ve emniyet işlerinin kısa zamanda halledilmesi, azınlıklara verilen kanuni hakların muhafaza edileceği; istiklalimize hürmetkar büyük bir devletin iktisadi yardımlarının kabul edileceği” hükümleri vardı.

Son Osmanlı Mebuslar Meclisi, 12 Ocak 1920’de toplandı. Yüz altmış yedi Türk ve bir Yahudi milletvekilinden yetmiş ikisi katıldı. Ermeni ve Rumlar seçimi engelleyip katılmadığından temsilcileri yoktu. Kuva-yı Milliye taraftarı milletvekilleri, Celaleddin Ârif Beyin başkanlığında Felah-ı Vatan Grubunu teşkil ettiler. Bu grubun hazırladığı milli kurtuluş programı, meclisin 28 Ocak 1920 tarihli gizli oturumunda “Ahd-i Milli ve Misak-ı Milli” adıyla kabul edildi. (Bkz. Misak-ı Milli)

Ancak Mondros Mütarekesi hükümlerini uygulatmak için İstanbul’da bulunan Îtilaf Devletleri yüksek komiserlikleri, mütareke şartlarına karşı çıkan bir meclisin varlığından rahatsız oldular. İngilizler 16 Mart 1920 günü İstanbul’u resmen işgal ettiler. Meclis-i Mebusan dağıldı. Birçok milletvekili tevkif ve sürgün edildi. Mustafa Kemal Paşa, asi ilan edildi.

Osmanlı başşehri İstanbul’un İngilizler tarafından işgalinin üçüncü günü, 19 Mart 1920’de Temsil Heyeti başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa, vilayet, sancak ve kolordu kumandanlıklarına gönderdiği tamimde olağanüstü yetkilere sahip “Kurucu Meclis” mahiyetinde bir Mebuslar Meclisinin Ankara’da toplanmasını istedi. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), yetmiş sekiz milletvekilinin iştirakiyle, 23 Nisan 1920 Cuma günü namazdan sonra kurbanlar kesilip, dualar edilerek açıldı. En yaşlı aza olan Sinop milletvekili Şerif Bey, meclis başkanlığına getirildi. Kendisine iki komisyon teşkili ile tutanakları inceleme vazifesi verildi. Milli birlik adına Osmanlı Sultanı veİslam Halifesi Altıncı Mehmed Vahideddin Hana bağlılık telgrafı yazıldı. 26 Nisan 1920’de Meclis BaşkanlıkDivanı seçimi yapıldı. Birinci başkanlığa Mustafa Kemal Paşa, ikinci başkanlığa Celaleddin Ârif Bey, üyeliklere de on bir kişi seçildi. Mustafa Kemal Paşanın şu mealdeki takriri kabul edildi: “1) Hükumet kurmak gereklidir. 2) Geçici olarak bir hükumet reisi tanımak; 3) TBMM’de toplanan milli iradeyi, gerçek olarak bütün yurtta mukadderata hakim kılmak, esas sayılır. 4) TBMM’nin üstünde bir kuvvet yoktur. 5) TBMM, kanunları yapma ve yürütme yetkisini, nefsinde toplamıştır. Meclisten seçilecek bir vekiller heyeti, hükumet işlerini yürütür; meclis reisi, vekiller heyetinin de reisidir. 6) Padişah ve İslamların halifesi, bulunduğu baskılardan kurtulunca, meclis, yapacağı kanuna göre, durumunu yeniden ele alır.”

30 Nisan’da TBMM’nin kuruluşu, Avrupa devletleri dışişleri bakanlıklarına birer muhtıra ile bildirildi. 3 Mayıs 1920’de on bir kişilik vekiller heyeti seçilerek programı yaptı. Fransa, İngiltere, İtalya, Yunanistan ile Rusya hududundaki Ermeni ve Gürcü işgaline karşı, Birinci Büyük Millet Meclisi harp cepheleri teşkil edildi. Batı, Doğu, Güney cepheleri kuruldu. Karadeniz bölgesinde ise milli kuvvetler, azınlıkların çalışmalarını engelledi.

Harp cepheleri:

Rusya cephesi: Rusya ile imzalanan 3 Mart 1918 Brest-Litowk Muahedesi ile bize verilen Kars, Ardahan, Batum sancaklarında, işgal kuvvetlerine karşı Milli İslam Şurası adı ile bir teşkilat kuruldu. Îtilaf Devletlerince Ermenilere verilen bölgede, İngiliz Kafkas işgal ordusu vardı. 13 Nisan 1919’da İngilizler tarafından işgal edilen Kars’a Ermeniler getirilip, Türk-Ermeni karması kukla bir de hükumet kurdular. İngiliz desteğini sağlayan Gürcüler, 20 Nisan 1919’da Ahıska ve Ardahan’ı işgal ettiler. İngiliz desteğindeki Rum, Ermeni ve Gürcü asayişsizliğinin önüne geçmek, Karadeniz ve DoğuAnadolu’nun Mondros hükümlerince işgal edilmesine meydan vermemek için, genç ve kudretli subay ve paşalar, İstanbul’dan birer vazife ile Anadolu’ya gönderildiler.

Doğu Karadeniz’deki Pontuscu Rumlara karşı eski eşkıyalardan Topal Osman Ağa affedilip, vazifelendirildi. Giresunlu Topal Osman Ağa milli bir çete kurup, karada ve denizde Rumları temizledikten sonra, Mustafa Kemal Paşa tarafından Çankaya’ya davet edilip, çetesiyle muhafızlığa alındı. Hakkari doğusundaki Nasturi/Asurilere karşı da Sakaklı aşiretinden Simko lakabıyla İsmail Ağa çetesi vazifelendirildi.

Merkezi Erzurum olan On beşinci Kolordunun kumandanı Kazım Karabekir Paşa, Ermeniler üzerine seferle vazifelendirilerek Şark Cephesi Kumandanlığı kuruldu. Bu kumandanlığa bağlı birlikler, Rize’den Hakkari’ye kadar olan hudut boyları ve Trabzon vilayeti kıyılarında görev yaptılar.

1920 Haziranında Kars’tan Oltu sancağına saldırıp, Pasinler/Hasankale hudutlarını zorlayan Ermenilere karşı TBMM kararı ile On beşinci Kolordu harekete geçip, Erzurum Müftüsü Solakzade Sadık Efendinin 22 Haziran 1920’de verdiği fetva ile mücadeleye katılıp, yardım edilmesinin “farz” olduğu ilan edildi. TBMM Ermenistan’a bir ültimatom vererek Kars ve çevresindeki katliam ile ileri harekatın durdurulmasını istedi. Bekir Sami Bey başkanlığında Moskova’ya gönderilen TBMM Heyeti,Bolşevik Rusya Dışişleri Komiseri Çiçeron ile görüştü. Çiçeron’un; Van, Bitlis, Muş ve Doğu Anadolu’nun Ermenilere verilmesi teklifi karşısında Türk Heyeti geri döndü. 28 Eylül 1920’de taarruz emri alan ordu, 29 Eylül’de Sarıkamış’tan ilerlemeye başladı. 30 Ekim 1920’de Kars işgalden kurtarıldı. Arpaçay ötesine atılan Ermenilerin saldırıya teşebbüsü tesbit edilince, ilerlendi. Kazım Karabekir Paşa, 7 Kasım 1920’de Gümrü’yü ele geçirdi. Ermeniler sulh istemek mecburiyetinde kaldı. 26 Kasım’da başlayan görüşmeler 2 Aralık’da neticelendi. 2/3 Aralık 1920 gecesi Ermenilere dikte ettirilen Gümrü Muahedesi ile; Tuzluca, Iğdır, Aralık dahil Sürmeli sancağı kurtarıldı. İran ile Çıldır arasında bugünkü Kars hudutları tesbit edildi. Rusya ile 16 Mart 1921’de “Moskova Muahedesi” ve 13 Ekim 1921’de Rusya, Ukrayna, Âzerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan Sovyet delegeleri ile Kazım Karabekir Paşa başkanlığındaki Türk Heyeti arasında “Kars Muahedesi” imzalandı. Bugünkü Türkiye-Sovyet hudutları tesbit edildi.

TBMM’nin imzaladığı ilk antlaşma olan “Gümrü Muahedesi”nden sonra, “Şark Cephesi Kumandanlığı”nın askeri birlikleri bütün personel, silah ve mühimmatı ile Batı Cephesine nakledildi.

Güney cephesi: Birinci Dünya Harbinden sonra Kasım 1918’de İskenderun’dan işgale başlayan İngilizler, 1919’da Adana, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal ettiler. Mondros Mütarekesinin kendisine danışılmadan yapıldığını iddia edip, itiraz eden Fransa, Birinci Dünya Harbi devam ederken yapılan gizli antlaşmaların tatbikini istedi. Fransa ve İngiltere 15 Eylül 1919’da anlaşmaya varınca, Filistin ile Irak İngiltere’nin, Lübnan ve Suriye Fransa’nın hissesine düştü.

Fransızlar 1919 Ekim’inde Antep ve Maraş’ı, Kasım’da da Urfa veAdana’yı işgal ettiler. Bölgenin Fransa tarafından işgaliyle birlikte: “Sevk ve İskan Kanunu” hükümlerince, güneyden çıkarılan Komiteci Ermenilerin akınına uğradı. Mısır’daki Fransız “Doğu Lejyonu”na bağlı silahlandırılmış Ermeni fedaileri, bölgeye getirilip, kasaba ve köylere dağıtıldı. Haçlı seferleri (1096-1270) esnasında kurulan “Sis Ermeni Krallığı (1099-1342)” mirasyedisi olarak “Kilikya Hıristiyan Ermeni Cumhuriyeti”teşkiline çalıştılar. Papalığın empoze edip, “Haçlı” zihniyeti ile çıkartılan “Şark Meselesi” ve emperyalizmin işgal topraklarında azınlıkları destekleme siyaseti gereğince de, Îtilaf Devletleriyle hamisi Fransa’dan büyük destek ve teşvik görüyorlardı. Bölgeye getirilen binlerce Ermeni fedaisi ile nüfus artırıldı.

Güneydeki işgal kuvvetlerine karşı teşkilatlanan yerli ve hakim Türkler, İstanbul’da kurdukları “Kilikyalılar Cemiyeti” ile bölgedeki “İntibah Cemiyeti”ni birleştirdiler. Adana’daki “Kilikyalılar Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”; Adana, Mersin, Tarsus ve İslahiye’de milli kuvvetler kurarak, Toroslara dayandılar. Niğde’deki On birinci tümenden destek görüp, “Toros Cephesi”ni kurdular.

29 Ekim 1919’da Maraş’a giren Fransızlar, Ermenilerin coşkun tezahüratı ile karşılandılar. Maraş ve çevresindeki Ermenileri teşkilatlandırıp, Lejyon kuvvetleriyle, Türkler soyulup, malları yağma ediliyordu. İşgalcilerin her türlü insanlık dışı fiillerine karşı, 31 Ekim 1919 günü düşmana ilk kurşunu sıkan Sütçü İmam, şehirdeki ilk karşı koyma hareketini başlattı. 27 Aralık 1919 günü Maraş’taki Fransız işgal kuvvetleri komutanı, şerefine verilen Ermeni ziyafetinde; ev sahibinin kızını elde etme hissiyle harekete geçti. Ermeni kızın; “Kalesinde Türk Bayrağı bulunan bir şehirde, ben neşelenip dansedemem!” tahriki ile Browmond, yüzyıllardır Maraş Kalesinde dalgalanan şanlı Türk Bayrağını indirtti. 28 Aralık Cuma günü, Cuma namazına gelen Maraşlılar, “Maraş Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” kurucusu Müderris Mehmed Alparslan Hocanın yazdığı“Beyanname”yi cami duvarında okuyup, İmam Efendinin ve Maraşlıların “Yabancıların bayrağı altında yaşayan İslamlar, hür sayılmazlar. Hür olmayan Müslümanlar da, Cuma namazını kılıp, halife adına hutbe okuyamaz.” hükmüyle harekete geçtiler. Maraş kalesi’ndeki Fransız Bayrağını indirip, yerine şanlı Türk bayrağını tekrar çektiler. Îman aşkı ve vatan sevgisi ile ortaya çıkan bu büyük milli heyecan karşısında, işgal kuvvetleri tesirsiz kaldı. Ermenilerin iftira ve teşvikleri ile şehrin ileri gelenleri tevkif edilince, Üçüncü Kolordu subay ve erlerinden yardım alan Maraşlılar, 21 Ocak 1920’de yirmi iki gün sürecek harbi başlattılar. Bütün imkanları ile Fransız işgal kuvvetlerine karşı silahlı mücadeleye başlayan Maraşlılar, 11 Şubat 1920 günü düşmanları şehirden uzaklaştırmaya muvaffak oldular. 12 Şubat 1920’de şehir işgalcilerden bütünüyle kurtarılıp, huzura kavuşturuldu. Kendi imkanlarıyla işgalcileri şehirlerinden uzaklaştıran Maraş’a, bu haklı mücadelesinden dolayı, TBMM’de 1973’te “Kahraman” ünvanı verildi.

1 Kasım 1919’da Urfa’yı İngilizlerden devralıp, işgal eden Fransa, Ermeni azınlığını şımarttı. Ermenilere silah dağıtıp silahlı birlikler kurdurttu. Hükumet dairelerini kontrol ettirip, Türk emlakının (mallarının) bir kısmını Ermenilere verdiler. Vatanlarının işgal edilmesine, haksız muamele ve hareketlere maruz kalan Urfalılar, Jandarma Yüzbaşı Ali Saib Beyin teşvikiyle ve onun liderliğinde toplandılar. Fransızları şehirden kovmak için Badıllı veAneze aşiretlerinin gönüllü kuvvetleri teşkilatlanarak, silahlı birlikler kurdular. 8/9 Şubat gecesi işgal kuvvetleri kumandanlığına Urfa’yı terk etmesi bildirildi ise de, kabul edilmedi. Bunun üzerine harekete geçen Urfalılar, 9 Şubat’ta şehrin yarısına hakim oldular. 8 Nisan’a kadar devam eden savaşta, bütün imkansızlıklara rağmen Urfalılar, Fransızları bunaltıp şehri boşaltmak için müzakereyi kabul etmek mecburiyetinde bıraktılar. 10 Nisan 1920 gecesi işgal kuvvetleri, ahalinin kin ve nefretinden çok korktuğundan, Türk jandarmasının muhafazası altında Suruç’a hareket etti. 11 Nisan günü Urfa müdafaasını, kaleye bayrak çekerek kutlayan şehre; 1984 yılında TBMM’de “Şanlı” ünvanı verildi.

Düşman istilasına karşı Antep’te kurulan “Cemiyet-i İslamiyye” ile teşkilatlanan şehir, Fransız işgalini mitingler tertib ederek protesto etti. “Ermeni Tümeni” ile şehir işgal edilince, Türk topraklarında, azınlık Ermenilerden emniyet kuvveti kuran Fransızlar, AntepKalesinden Türk bayrağını indirdiler. Bunun yanında, annesinin baş örtüsüne saldıranlara karşı koyan on iki yaşındaki bir Türk çocuğunun öldürülmesi, yiğit Anteplileri harekete geçirdi. Şehirdeki Milli Cemiyetlerin teşkilatlanması hızlanıp, gönüllü sayısı arttırıldı. Şehir mahalleleri yirmi yedi bölgeye ayrılıp, başına fedakar mücahidler geçirilerek, müdafaa başlatıldı. Mücahidler köylere kadar teşkilat kurup, her türlü yardım faaliyetlerine başladılar. 1920 Şubatında yedeksubay Teğmen Şahin Bey, Kilis’ten Antep’teki Fransızlara yardıma gelen düşman birliğini, yolunu keserek bozguna uğrattı. Takviye alıp gelen Fransız taburu ile 28 Mart 1920’de kahramanca mücadele eden Şahin Bey, şehid oldu. Antep’teki İstiklal mücadelesine katılan mücahidlerin başına getirilen Kılıç Ali Bey, 1200 kişilik kuvvetiyle, modern silahlarla techiz edilmiş 2700 Fransız askerine karşı 1 Nisanda baskın yaparak, harekata devam etti. On bir ay süren mücadele sonunda düşmanın tayyare ile bombardıman, toplarla dövme ve zırhlı birliklerle ezme şeklindeki saldırılarına mahalle ve sokak savaşları ile karşılık verildi. Sonunda 8 Şubat 1921’de imkansızlık içinde Antep, Fransızlara anlaşma ile teslim edildi. Anteb’e, bu mücadelesinden dolayı, TBMM tarafından 1921’de doksan üç numaralı kanunla “Gazi” ünvanı verildi. Ankara Antlaşmasıyla şehir, 25 Aralık 1921’de tekrar istiklaline kavuştu.

Çukurova’nın kurtuluşu için; 21 Ekim 1919’da Adana’da kurulan “Kilikya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”, düşmana karşı teşkilatlandı. Milli Ordunun bölgede kurulması için Topçu Binbaşı Kemal Bey (Kozanoğlu Doğan), Piyade Yüzbaşı Osman Nuri Bey (Aydınoğlu Tufan) ile ahaliden RemziYüreğir, NahitKızıldağlı, Molla Kerim dahil bir çok kahraman vazifelendirildi. Karaisalı Müftüsü vatanın kurtarılmasının “farz” olduğu hakkındaki vaazlarıyle ahaliyi teşvik etti. İşgalcilerin insanlık dışı fiilleri ve katliamlarına dayanamayan Çukurovalılar, Toros Dağlarının eteklerinde teşkilatlanıp, ovadaki düşmana karşı harekete geçtiler. Çamalan, Kadirhan, Birinci Kavaklıhan, Ziyarettepe, Aflak, İkinciKavaklıhan savaşlarıyla Şakirpaşa, Pozantı ve Karboğazı çarpışmaları 28 Mayıs 1920’ye kadar devam etti. Fransızlarla yapılan anlaşma gereğince, 1-20 Haziran tarihleri arasında geçici ateşkes imzalandı ise de, düşman sözünde durmadı.

Fransızlar, ateşkes tarihleri arasında Ermeniler vasıtasıyla, Türkleri yıldırmak için İslam mahallelerine ateş açtırdılar. Bunun üzerine Türkler taşıyabildikleri eşyaları alarak, Toroslara çekildiler. Misis Yüreğir Ovası Savaşları, Kurttepe Baskını,Oba Taarruzu, Yüreğir Obasına Baskın hareketleri, Kurttepe Terörü ve son olarak 20-24 Kasım 1920 Fadıl Muharebeleri neticesinde Türklerin morali yükselip, düşmanı hezimete uğrattılar. Fransızların ve Ermenilerin üstün sayı ve silahına karşı Fadıl’daki Türk çetecilere mağlubiyetleri, işgalcilerin ümitlerini kırdı. Anlaşma yolunu tercih etmeye mecbur kalan Fransa, TBMM ile 20 Ekim 1921 tarihinde “Ankara Antlaşması”nı imzaladı. Bu antlaşma ile Hatay-İskenderun dışındaki bugünkü hudut tesbit edildi. 20 Aralıkta Adana’dan çekilen Fransızlar, Ermeni çetelerini de Suriye’ye götürdüler. Ankara Antlaşmasıyla, Fransa Îtilaf Devletlerinden ayrılarak, Türk İstiklal Mücadelesini kabul etmek mecburiyetinde bırakılmıştı. Güneyde askeri birlikler tesis edilerek, cephe kumandanlığı kurmadan; ahali, milli ruh ve imanla gönüllü silahlanıp, düşmanı bölgeden attı.

Karadeniz, Trakya ve Kocaeli bölgelerindeki milli kuvvetler:

Yerli ve Bolşevik Rusya, Rum göçmenleri ile Ermenilere karşı, 1919’da “Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti” kurulmuştu. Trabzon, Rize, Giresun, Ordu vilayetlerindeki Rumlar, Atina ile anlaşarak yardım alıp, Îtilaf Devletlerinden de destek ve teşvik görüyorlardı. Batum’dan İnebolu’ya kadar uzanan kıyı bölgesinde “Pontos Cumhuriyeti” kurulmasını istiyorlardı. Karadeniz’de bulunan Fransa, İngiltere ve Yunanistan donanmalarından destek alarak cesaretlenen yerli ve göçmen Rumlar, bölgedeki Türk köylerine baskın tertib ederek, yağma ve katliam yapıyorlardı. Bölgenin asayişini bozarak Îtilaf Devletlerinin Mondros Mütarekesi hükümlerince; İzmir’de olduğu gibi Yunan ordusunun çıkarılmasına zemin hazırlıyorlardı. Karadeniz’deki Müslüman ahali, On beşinci Kolordudan yardım alarak karşı koyuyordu. Giresunlu eski eşkıyalardan Topal Osman Ağa affedilerek, milli bir çete kurması istendi. Topal Osman çetesi, Rum eşkiyalarını karada ve denizde temizledi.

Trakya’da kurulan milli cemiyetler ile milli kuvvetlerin başındaki Cafer Tayyar Paşa, bölgenin Yunanlılarca işgaline karşı mücadele ediyordu. 1920 Haziranında Batı Trakya’dan ileri harekata geçen Yunan ordusu karşısında geri çekilmeye mecbur kalındı. Istıranca Dağlarında faaliyet gösteren Kanlı Bayrak Çetesi, Edirne ve Kırklareli’yi işgal eden Yunanlılara karşı baskın savaşları yapıyordu.

Kocaeli bölgesini teşkilatlandıran Maltepe Atış Okulu Müdürü Şükrü Oğuz, Kuva-yı Milliye Kumandanlığı da yapıyordu. Şükrü Oğuz ve Yahya Kaptan “Kuva-yı Milliye Müfrezeleri” kurdular. Aydın ve memurların kurduğu “Karakol” ve “Menzil”adındaki teşkilatlar da Yirminci Kolordu Kumandanı Ali Fuad Paşa ile irtibat kuruyorlardı. İlk Batı Cephesi kumandanı olan Ali Fuad Paşaya Kocaeli’ndeki milli teşkilatların İstanbul’dan Anadolu’ya geçişini temin edip, Îtilaf Devletleri muhafazasındaki Osmanlı silah ve cephanesini İstiklal Harbi için kaçırıp teslim etme vazifesi verilmişti.

Batı cephesi: Fransa ve Amerika’dan destek alan Yunanlılar, İngilizlerin de teşvikiyle 15 Mayıs 1919’da, Mondros Mütarekesine uygun olarak İzmir’i işgal ettiler. Eski “İyonya” hayaliyle “megalo-idea” peşindeki Yunanlılar, “Bizans-Doğu Roma İmparatorluğu”topraklarına sahib olmak istiyorlardı. Azınlıkların coşkun tezahüratı ile BatıAnadolu’ya giren Yunanlılar, Aydın ve Manisa’ya doğru ilerlediler. Ayvalık kasabasında denizden çıkarma harekatına karşı, Yüzyetmişikinci Alay kumandasında, Yarbay Ali Bey 29 Mayıs 1919 günü düşmana karşı silahlı harekata başladı. Îtilaf Devletlerinin desteğindeki Yunanistan işgaline ve azınlık faaliyetlerine karşılık Müslümanlar teşkilatlandı. Bergama ve Soma’da Albay Kazım Bey, Aydın ile Nazilli’deYörük Ali Efe, Demirci Efe ve “Kuva-yı Milliyeciler” ile Elliyedinci Tümen Kumandanı ve subayları, Bandırma ve Salihli’de Çerkez Edhem’in “Kuva-yı Seyyare” adlı milisleri ilk mukavemet hattını meydana getirdiler. 1919 Eylülünde Yirminci Kolordu Kumandanı Ali Fuad Paşa, dağınık haldeki Batı Cephesi milislerini, Elliyedinci ve Altmışbirinci Tümenleri birleştirme faaliyetlerini başlattı. Batı ve yurdun diğer taraflarındaki birlikler ilk önceleri karşı koyma hareketlerine rağmen tek elde toplanıp, “Batı Cephesi Kumandanlığı” doğudaki Onbeşinci Kolordudan gelen asker, silah ve cephaneyle daha da kuvvetlendirildi. Ali Fuad Paşadan sonra, Batı Cephesi Kumandanlığına Albay İsmet Bey tayin edildi.

Birinciİnönü Muharebesi: Batı Anadolu topraklarımıza saldıran, Îtilaf Devletlerinden sağladıkları son model silahlarla techiz edilmiş Yunan silahlı kuvvetlerini karşılamak görevi, Batı Cephesi Kumandanlığına verildi. Kuva-yı Seyyare Kumandanı Çerkez Edhem ve milislerin nizami orduya intibaksızlıkları ve Albay İsmet Beye karşı gelmeleri isyan sayılarak tedbir alındı. İsyancıları bertaraf etmek üzere Batı Cephesindeki kuvvetler, Kütahya ve Gediz istikametinde harekete geçti. Yunanlılar bu durumdan istifade etmek istediler. Asıl kuvvetleriyle 6 Ocak 1921 sabahı saat yedide kuzeyden Aksu-Dimboz-Burçin hattından Eskişehir istikametine, az bir kuvvetle de Uşak’tan İslamköy-Banaz havalisine doğru ileri harekata başladılar. Yunan ordusu 16.243 asker, 12.500 tüfek, 270 hafif ile 120 ağır makinalı tüfek ve 72 top mevcutlu olup, “megalo-idea” hayali ve heyecanı ile Îtilaf Devletlerinin piyonluğunu yapmaktaydı. Türk ordusunun Eskişehir yakınlarındakiİnönü mevzilerinde ise, Yirmidördüncü Tümeni vardı. Yunan harekatına karşılık İnönü mevkii, Dördüncü ve Onbirinci tümenler ile takviye edildi. Türk ordusunun mevcudu 8500 asker olup, 5500 tüfek, 75 top vardı. Silahların miktarı ne olursa olsun bütün askerde müşterek gaye, vatanı düşman işgalinden kurtarmaktı.

6 Ocak 1921 günü kuzeyde, Bursa havalisinden harekatı başlatan düşmanın karşısında ilerideki örtme ve emniyet kuvvetleriyle oyalama muharebeleri yapıldı. 9 Ocak’ta İnönü mevkiine gelen Yunan ordusu ile 10 Ocakta da şiddetli muharebeler oldu. 10 Ocakta İnönü mevzilerine de giren Yunan kuvvetlerinin taarruzuna karşı Türkler, can siperane müdafaa yaptılar. Yunanlıların mevzilere girmesiyle çok kritik bir safhaya gelindi. Bunun halledilmesi için cephedeki birliklerin Beşkardeş Dağı-Zemzemiye-Okulbalı hattına alınması kararlaştırılıp, 10/11 Ocak gecesi tatbikine başlanıldı. 10 Ocak günü yakın muharebelerde hücum güçleri kırılan düşman, 11 Ocakta eski mevziine çekilmeye başladı. İslamköy-Banaz hattında ilerleyen Yunan birlikleri ise zaten 7 Ocakta geri çekilmişti. 11 Ocakta öğleye doğru İnönü mevzilerinden de geri çekildiği tesbit edilen Yunan ordusunu takib emri veren Batı Cephesi Kumandanlığı, öğleden sonra süvarilere düşmanı takip, piyadelere de mevzileri işgal emri verdi. İnönü’den Bursa istikametine çekilen Yunanlılara karşı kazanılan muharebe, içte maneviyatın yükselmesi yanında, dışta da siyasi ve askeri gelişmelere sebeb oldu. Türkler bu savaşta 105 şehit, 190 yaralı; Yunanlılar ise 60 ölü 155 yaralı vermişlerdi. Savaş sonunda Londra’da konferans toplanmışsa da, anlaşma sağlanamadı. Bolşevik Rusya ile 16 Mart 1921’de “Moskova Antlaşması” imzalandı.

İkinci İnönü Muharebeleri:

İnönü’deki mağlubiyetten sonra, Bursa ve Uşak bölgesine çekilen Yunan Ordusu, “megalo-idea”yı gerçekleştirmek için üç tertip askeri birden silah altına aldı ve Anadolu’ya takviye birlikler gönderdi. Batı Cephesi’ndeki Türklerin tekrar toplanıp, güçlenmesine ve Doğu Cephesi’nden yardım almasına fırsat vermeden, Afyon ve Eskişehir ile Kütahya’yı alıp, Ankara’yı zaptetmeyi planlıyorlardı. 23 Mart 1921 tarihinde, Dumlupınar doğusunda ve Kocaeli bölgesinde iki grup halinde bulunan Türk kuvvetlerine karşı taarruza geçtiler. Yunanistan dahil, Îtilaf devletlerinin hazırladığı fakat hukuki olarak tatbik edilmeyen 10 Ağustos 1920 “Sevr Muahedesi” zorla kabul ettirilmek isteniyordu. Ateşli silahları çok üstün Yunan ordusu, 23 Mart 1921’de Bursa ve Uşak bölgelerinde harekatı başlattılar. Türk birlikleri, daha iyi hazırlanmak ve zaman kazanmak için örtme birlikleriyle oyalama muharebeleri yaptılar. 26 Mart’ta İnönü mevziinde şiddetlenen muharebelerde Yunanlılar, 27, 28, 29 Mart günlerinde taarruza geçtiler. 30 Martta daha da şiddetlenen harp, göğüs göğüse mücadeleler ile devam etti. 31 Mart sabahı karşı taarruza geçen Türk ordusuna mukavemet edemediklerinden gece geri çekilmeye başladılar. 1 Nisan günü de devam eden Yunan geri çekilişinde büyük kayıplar verdirildi. Külliyatlı miktarda askeri malzemeyi muharebe meydanında bırakıp İnönü mevkiinden çekilen Yunanlılardan, Bozöyük ve Afyon geri alındı. Ayrıca bir hafta sonra 8 Nisan 1921 günü yapılan Aslıhanlar Muharebesini de Türk ordusu kazandı.

İkinci İnönü Zaferi, kuvvetçe üstün bir düşmana karşı az bir kuvvetle kazanıldı. Bu durum, içte ve dışta Türk ordusunun itibarının daha da artmasına sebeb oldu. Batı cephesi kumandanı Albay İsmet tuğgeneralliğe yükseltildi.

Eskişehir ve Kütahya Muharebeleri:

Uşak’tan gelen birlikler ile güçlenen düşman Dumlupınar’da tutundu. Deniz harekatına da teşebbüs eden Yunanistan, Karadeniz’deki donanmasıyla İnebolu, Samsun ve Trabzon’u topa tutarak, Batı Cephesindeki mağlubiyetini Pontuscu Rumlara hissettirmeme siyaseti takib ediyordu. Ege ve Marmara bölgesindeki işgal kuvvetleri, İstanbul’dan gelen 3000 Rum izci gönüllü kuvvetleriyle, Türklere karşı korkunç katliamlar yapıp, çocuk, ihtiyar ve kadınlara akıl almaz insanlık dışı fiillerde bulunuyorlardı. Yunanlılar, 13-15 Nisan 1921 Dumlupınar Muharebesinden sonra Temmuz ayında tekrar taarruza başladı. Döğer-Seyitgazi istikametinde 10 Temmuz’da ileri harekata geçen Yunanlıların taarruzu hızla gelişti. 13 Temmuzda Altıntaş Savaşını kazanan Yunanlılar, Afyon’u işgal ettiler. 17 Temmuz Kütahya ve 19 Temmuz Eskişehir Savaşlarını kaybeden batı Cephesi Kumandanlığı, buralardan çekilmek zorunda kaldı. İngiltere’den temin ettiği son model ateşli silahlar, muharebe araçlarıyla techiz ve ikmal edilen üstün sayıdaki Yunanlılar karşısında Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi stratejik şehirler ve mevkiler elden çıkıp, SakaryaIrmağı doğusuna kadar çekilen Batı Cephesi Ordusu, 25 Temmuz 1921’de burada tekrar toplanmaya muvaffak oldu. Haymana ve Polatlı istikametinde ilerleyen düşman karşısında panik başlamışsa da, TBMM’nin yerinde aldığı tedbirler ile, sükunet temin edildi. Erzurum’dan bir tümen askerin daha Batı Cephesine getirilmesi istendi. Yunanlılar büyük hayallere kapıldılar. Türk ordusunun bu geri çekilişi sonunda, 31 Temmuz 1921’de yanında üç general olduğu halde, Eskişehir’e gelen ve kendisini son Bizans İmparatoru Onbirinci Konstantin (1449-1453)in halefi sayan Yunan Kralı Onikinci Konstantin, zafer sarhoşluğu içindeydi. Bu hayalleri ancak Eylül ayına kadar sürdü.

Afyon, Kütahya ve Eskişehir hadiselerinden sonra toplanan TBMM, 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Paşaya meclis başkanlığına ilaveten başkumandanlık selahiyeti verdi. Bundan sonra 23 Ağustosta başlayıp 13 Eylül 1921’e kadar devam eden muharebeler sonundaYunan kuvvetleri bozguna uğratıldı. (Bkz. Sakarya Meydan Muharebesi)

Mondros Mütarekesi ve Sevr Muahedesi ile yok edilmek istenen devlet ve parçalanıp yıkılmak istenen Türkiye, Sakarya Zaferi ile kendini kurtardı. “Misak-ı Milli’yi tanımak zorunda kalan Batı Devletleri ile anlaşmalar imzalanıp, içte ve dışarıdaki büyük siyasi hadiseler lehimize döndü. Sovyetler Birliği ile Kars, Fransa ile Ankara Antlaşmaları imzalandı. Malta sürgünleri kurtarıldı. Başkumandan Mustafa Kemal Paşaya TBMM, 19 Eylül 1921’de yüz elli üç numaralı kanunla, “Gazi” ünvanı ve “Müşir” (mareşal) rütbesini verdi.

Sakarya Meydan Muharebesinden sonra Eskişehir-Kütahya-Afyonkarahisar hattına çekilen düşman, müdafaa tertibi almıştı. Zafer kazanıp maneviyatı yükselen Türk Ordusu, cephanesi azalıp, çok subay kaybına uğradığı ve muharebe malzemeleri kafi miktarda olmadığı için düşmanı bütünüyle Türkiye’den atamadı. Türk ordusunun tekrar toparlanması, erzak, cephane ve silah ikmali için zamana, aziz ve cefakar milletin fedakarlığına ihtiyacı vardı. Bütün kış devam eden İngiliz propagandası ve yardımlarıyla Yunanistan’a milyonlar akıp, silah ve cephanesi de fazlasıyla karşılanıyordu. Anadolu topraklarından Yunanlıların atılamayacağına inanan İngilizler, ilerideki koloniler için İzmir’de “İngiliz-Yunan Bankası”nı kurdurmuşlardı. 1922 ilkbaharında bütün hızı ile devam eden siyasi ve askeri faaliyetler, düşmanlara kesin darbeyi indirmek içindi. İstanbul depolarındaki Osmanlı silah ve cephanesi türlü usullerle Anadolu’ya ulaştırılıp, Milli Kuvvetlere teslim edilerek Türk ordusu güçlendiriliyordu. Millet varını yoğunu“vatanın harim-i ismetinde”ki düşmanları atmak için Türk ordusuna seferber etti. Afyon-Dumlupınar ve Eskişehir kesimlerinde hendek ve tel örgülerle sağlam bir müdafaa hattı kuran Yunanlılar, İzmir’de de 30 Temmuz 1922’de “İyonya Hükumeti”ni kurdular. Osmanlı Sultanı Vahideddin Han tarafından İstanbul’da; Bakanlar Kurulunca da Ankara’da, İyonya protesto edildi. Batı Cephesindeki Türk ordusunu teftiş eden Mareşal Mustafa Kemal, taarruz için hazırlıkları yerinde inceledi. 26 Ağustos 1922 günü başlayan muharebe 30 Ağustos 1922’de Türk ordusunun kesin zaferi ile neticelendi (Bkz. Başkomutanlık Meydan Muharebesi). Yunan ordusunun asıl kuvvetleri, Dumlupınar’ın kuzeyinde Aslıhanlar bölgesinde yok edildi. 1 Eylül 1922’de Başkumandan; “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini verdi. Yunan başkumandanı general Trikopis ve kurmay heyeti 2 Eylül 1922’de teslim alındı. Takip edilen düşmandan binlerce esir ele geçirildi. Uşak, Aydın, Kula, Alaşehir ve Bilecik’ten geri çekilirken Yunanlılar son cinayetlerini işlediler. Kaçarken şehir, kasaba ve köyleri yakıp-yıkarak, çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliam yapan Yunanlıları takib eden Türk ordusu, 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi. Yunanlıların barbarlığını bütün açıklığı ile görüp, vahşetlere dayanamayan Mehmedçikler, ana ve bacılarının, kardeşlerinin ırz, can ve mal emniyetini bir an önce kurtarmak için, imanından aldığı güçle yorgunluk, uykusuzluk demeden bir günde yaya 80 kilometre yürüyüp, düşmanı denize döktüler. 10 Eylülde Bursa’ya girilip, Osman Gazinin türbesi dahil şehir yanmaktan kurtarıldı. 16 Eylül 1922’de son Yunan kuvvetleri ve onların vahşetine iştirak eden Rum çeteleri, hamileri Îtilaf Devletlerinin donanmalarıylaÇeşme’den Anadolu’yu terk ettiler. Bu zaferle, Yunan “megalo-idea”sını son bir kez daha tatbik ettirmeyen Türk ordusunun, muharebe meydanlarındaki askeri faaliyetleri tamamlandı.

Siyasi faaliyetler:

Teşkilatlanmaya başlayan Türk milletinin istiklal mücadelesi, 30 Ağustos zaferiyle askeri harekat olarak tamamlanınca, hukuki ve siyasi alanda devam etti. Çünkü Türk vatanında hala düşman mevcuttu. Kocaeli (İzmit), İstanbul ve Edirne havalisi Îtilaf Devletlerinin işgalindeydi. Türk ordusu karşısında ağır mağlubiyet, düşmanların iç işlerinde büyük değişikliklere sebeb oldu. İngiltere efkar-ı umumiyesi (kamuoyu) ile dominyonları, Türkler ile askeri harekatın mahzurunu belirtip, muharebe etmeyeceklerini bildirdiler. Fransa ve İtalya da aynı durumdaydı. Yunanistan ise büyük iç karışıklıklar içindeydi. Atina sarayını basan bozgun Yunan askerleri ihtilal mahkemesi kurarak, kralı tahttan indirip, kabineyi düşürdüler.

Îtilaf Devletleriyle 3 Ekim 1922’de Mudanya’da başlayan görüşmeler, 11 Ekim 1922’de tamamlandı. Mudanya Mütarekesi ile:

1) Doğu Trakya on beş gün içinde Yunan ordusunca, otuz gün içinde Yunan memurlarınca boşaltılacaktı. Yunanistan Meriç’in sol kıyısına çekilip, sağ taraf asıl sulh imza edilinceye kadar Îtilaf Devletlerince kontrol edilecek ve Îtilaf Devletleri sivil memuriyetleri Türklere devredecekti. Türk Jandarmasının mevcudu sekiz bini geçmeyecekti.

2) Türk kuvvetleri Asya’da Çanakkale Boğazının on beş, İstanbul Boğazının da kırk kilometre gerisinde bulunup, topçu yerleştirmeyeceklerdi. Sulh imza edildikten kırk beş gün sonraya kadar, Îtilaf kuvvetlerinin ÇanakkaleBoğazı, Şile-Derince hattı batısı ve İstanbul ile Boğaz’da kalması, kabul edildi. Mudanya mütarekesi ile İstiklal Harbi fiilen bitti. 30 Kasım 1922 gününe kadar bütün Doğu Trakya’nın düşmandan teslim alınması işlemleri tamamlanarak, Şanlı Türk Bayrağı buralarda tekrar dalgalanmaya başladı.

İstiklal Harbini siyasi bakımdan sona erdiren Lozan Antlaşması, 20 Kasım 1922’de Lozan Konferansı ile başladı. Birinci Lozan Konferansı 20 Kasım 1922-4 Şubat 1923; İkincisi de, 23 Nisan-24 Temmuz 1923 tarihleri arasında yapıldı. Uzun görüşmeler ve çetin müzakereler sonunda 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Muahedesi ile yeni Türkiye devleti milletlerarası planda resmen tanındı. (Bkz. Lozan Antlaşması)


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


  • Murat Menteş'e göre'7 ölümcül sevap'Yeni romanı'Ruhi Mücerret'te başrolü yüz yaşındaki bir İstiklal Harbi gazisine veren Murat Menteş,'İhtiyarlık ölümün en sıkı müttefiki.

Sizde içinde İstiklal Harbi kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

İstiklal Harbi kelimesi anlamı 67 defa okunmuştur. [241133] İstiklal Harbi kelime anlamı, İstiklal Harbi nedir, İstiklal Harbi ne demek, İstiklal Harbi sözlük anlamı

Paylaş