Misyoner Nedir

Misyoner Nedir ? Misyoner Ne demek ?

1-)Alm. Missionor (m), Fr. Missionaire (m), İng. Missionary. Hıristiyanlık dinini yayma gayreti içinde olan kişi. Henüz Hıristiyanlığı kabul etmemiş ülkelerde, çeşitli faaliyetler adı altında yürütülen Hıristiyanlık propagandasının her türüne “misyonerlik” denir. Hıristiyan batı kültüründe “misyonerlik” adı verilen faaliyetin tarihi, Hıristiyanlık dini kadar eskidir. Bu faaliyette bulunan, papaz, rahip ve çeşitli Hıristiyan din adamlarına “misyoner” denilmiştir.

Hıristiyanlık, Allahü teala tarafından Îsa aleyhisselama gönderilen hak bir dindir. Hazret-i Îsa otuz yaşında Yahudi kavmine peygamber oldu. Kendisine on iki kişi inandı. Bunlara Havariyyun (veya Havariler) denir (Bkz. Havari). Îsa aleyhisselam, üç sene bu dini kendisi yaymaya çalıştı. Havarilerin dışında çok az kimse inandı. Yahudiler, bu peygamberi beğenmediler. Çok yumuşak huylu olduğunu ileri sürdüler. Kudüs’teki Roma valisine şikayet edip ortadan kaldırılmasını teklif ettiler. Vali, askerlerine emir verip yakalanmasını ve çarmıha gerilmesini istedi. Hazret-i Îsa’nın saklandığı mağarayı, daha önce kendisine inanan ve az bir menfaat karşılığında dininden dönen Yehuda adında biri, Romalı askerlere haber verdi. Allahü teala, bir mucize olarak, o anda Yehuda’yı Îsa aleyhisselam şekline çevirdi. Romalı askerler, Îsa olmadığını söylediği halde, Yehuda’yı çarmıha gererek öldürdüler. Îsa aleyhisselam ise göğe kaldırıldı. (Bkz. Îsa Aleyhisselam-Hıristiyanlık)

Hazret-i Îsa, otuz üç yaşında göke kaldırılınca, Havariler dağılıp, bu yeni dini yaymağa çalıştılar. Îsa aleyhisselamın hak olan dini, az zaman sonra Yahudiler tarafından sinsice değiştirilmişti. Bolüs (Pavlos) adındaki bir Yahudi, hazret-i Îsa’ya inandığını söyleyerek ve Îseviliği yaymaya çalışıyor görünerek, gökten inen İncil’i yok etti. Dört kişi ortaya çıkıp, on iki Havariden işittiklerini yazarak, İncil adında dört kitap meydana geldi. Fakat Bolüs’ün yalanları, bunlara da karıştı. Uydurma İnciller zamanla çoğalarak, her yerde başka bir İncil okunur oldu. (Bkz. İncil)

Îsa aleyhisselamın dini üç yüz sene gizli tutuldu. Çünkü bu dine girdiği duyulanlara işkence ediliyordu. Roma İmparatoru Konstantin üç yüz on senesinde, bu dine izin verdi. Kendi de Îsevi oldu. İstanbul şehrini yaptı. Roma’dan İstanbul’a taşındı. Fakat bu dinin esasları bozulmuş olduğundan, papazların elinde oyuncak oldu.

Misyonerliğin tarihçesi: Tarihte ilk defa misyonerlik faaliyetinde bulunan havarilerdi. Ancak bunlar aslı bozulmamış olan Hıristiyanlık dinini yaydılar. Münafık Pavlos (Bolüs) ise Küçük Asya’da, Makedonya’da ve Yunanistan’da değiştirilmiş, bozulmuş Hıristiyanlığı yaymak için birçok kilise kurdu ve bunları teşkilatlandırdı. Pavlos’un yetiştirdiği papazlar bütün Roma dünyasına yayıldılar. Bu arada Bizans İmparatoru Constantinus’un Hıristiyanlığı kabul etmesi, misyonerlik faaliyetlerine yeni bir hız verdi. Bundan kuvvet alan misyonerler, kısa zamanda İran ve Arabistan içlerine kadar yayıldılar. Altıncı yüzyılda Aziz Augustinus, Anglosaksonlara nasihatler verdi. Aziz Bonifacius, 8. yüzyılda Ren kıyıları boyunca Hıristiyanlığı yaydı. Ayrıca Charlemagne’in zaferleri de Saksonları Hıristiyanlığı kabul etmeğe zorladı. Dokuzuncu yüzyılda Germen kavimleri Hıristiyan oldu. Aynı yüzyılda Hıristiyanlık İsveç ve Bohemya’ya girdi. Daha sonra Rusya, Prusya ve Macaristan Hıristiyan oldular.

Roma Katolik Kilisesi Avrupa’ya tamamen hakim olduktan sonra dünyanın her tarafında yaşayan milletleri Hıristiyan yapmak üzere harekete geçti. Kilise, bu emeline kavuşmayı önce kılıç vasıtasıyla denedi. Bu sebeple Haçlı Seferleri tertip edildi. Haçlı orduları muazzam dalgalar halinde Müslüman ülkelerine saldırdılar. Asırlarca süren kanlı savaşlar oldu. Bu savaşlarda Hıristiyanlar, gayelerine erişemedikleri gibi Müslümanların ilerlemesine de mani olamadılar. Endülüs, Müslümanların elinde kaldı. Hatta Türkler, on yedinci asrın ortalarında Avrupa’nın göbeğine kadar ilerlediler. bu durum karşısında kılıç kuvvetiyle Hıristiyanlığı yaymak fikri iflas etti.

Artık 13. asırdan itibaren savaşlar vasıtasıyla başka milletleri Hıristiyanlaştırmaktan ümit kesilmişti. Bunun üzerine papa ve Hıristiyan hükümdarlar bu işi sulh yoluyla ve tatlılıkla yapmağa karar verdiler. İşte, bugünkü Hıristiyan misyonerliğinin kökü bu düşünceden başlar.

On üçüncü asırda Avrupa’da Dominiken ve Fransisken tarikatleri olmak üzere iki büyük Hıristiyan tarikatı vardı. Dominiken tarikatının kurucusu “Aziz Dominik” evvelce Tunus’a giderek Müslümanları Hıristiyanlığa davet yolunda çok uğraşmıştı. Ama tarikatını kurduktan sonra ilk işi Avrupa’daki “sapık” Hıristiyanlar arasında bir temizlik yapmak istedi. Böylece kendisi ve halefleri meşhur “Engizisyon” mahkemelerini kurdular. Bundan sonra bir asır müddetle Avrupa’da yaptıkları mezalimin dehşetinden herkesi korkuya düşürdüler.

“Aziz Fransuva”ya gelince, onun tabiatı daha yumuşak olduğundan, o, sapık Hıristiyanları yola getirmek için müritlerini Fransa, Almanya ve Macaristan’a yolladı. Fakat bu acemi misyonerler gittikleri memleketin dilini bile bilmedikleri için oraların Hıristiyan halkı tarafından evvela soyuldular. Sonra da “Bunlar sapıktır.” denilerek zindana atıldılar. Bu arada Tunus’a ve Fas’a gönderilen misyonerler de Arapça bilmediklerinden, bir de Müslümanların bunlara değer vermemeleri sebebiyle istedikleri gibi faaliyette bulunamadan memleketlerine elleri boş olarak döndüler.

Bu ilk teşebbüslerin toptan muvaffakiyetsizliğe uğraması karşısında, Müslümanları Hıristiyan yapmak ümidi kesilmeye başlanmıştı. Tam bu sıralarda Mayorkalı Ramon de Lulle adındaki şahıs ortaya çıktı.

Ramon de Lulle, Miladi 1235 yılında İspanya’da doğdu. Babası bir asilzade idi. Yetiştiği muhitte İslam tesir ve nüfuzu hala kuvvetini hissettiriyordu. Ramon de Lulle, gençliğinde dünya zevklerine düşkün bir asilzade idi. Birtakım vehim ve boş hayallere kapılarak papaz olmaya ve Müslümanları Hıristiyan yapmak için faaliyete girişmeğe karar verdi. O sırada Mayorka Adasına yerleşmiş bulunuyordu. Evvela bir Müslüman esir satın alarak ondan dokuz yılda Arapçayı öğrendi. Bütün emeli Arapça öğreten bir papaz mektebi açarak misyoner yetiştirmekti. Bunun için Avrupa krallarına, papalara ve Viyana konsiline müracaat etti. Fakat her defasında derdini anlatamadı. Bütün ömrü eserler yazmak ve Avrupa’nın başlıca merkezlerinde dolaşmakla geçti. İrili ufaklı iki bin kadar risale yazdı. Hepsi yüz cilt ediyordu. Ramon de Lulle, misyonerlik faaliyetinde bulunmak üzere Miladi 1291’de Tunus’a gitti. Orada Hıristiyanlığı yaymağa çalıştı. Fakat 1292’de sınırdışı edildi. 1305’te Buji şehrine gitti. Faaliyetlerinden dolayı yakalandı ve hapsedildi. Hapisten çıkarılmasına yardım eden bir Müslüman alimi ile dini konularda altı ay münakaşa etti. Fakat ikna olmadı. Buji Sultanı onu tekrar sınırdışı etti. 1311’de bütün ömrünce tahakkuku için çalıştığı şark (doğu) dilleri kürsilerinin (müsteşrik yetiştirme okullarının) papanın emriyle kurulduğunu gördü. 1315’te tekrar Tunus’a gitti. Sokaklarda İslamiyet aleyhine vazlar vermeye ve konuşmalar yapmaya başladı. Kendisinin bu haline tahammül edemeyen halk tarafından katledildi. Modern misyoner teşkilatının ve şarkiyatçılığın (müsteşrikliğin) kurucusu bu Ramon de Lulle’dir. (Bkz. Müsteşriklik)

Reform hareketi neticesinde Katolik kilisesinin hakimiyeti parçalanıp ortaya çeşitli Hıristiyanlık mezhepleri çıktıktan sonra çeşit çeşit misyonerlik hareketleri görüldü ve bu hareketler gittikçe çoğaldı. Her mezhep kendine mahsus bir misyoner teşkilatı kurdu. Yurdumuzda faaliyet gösteren başlıca teşkilatlar Katolik, Anglikan ve Protestan kiliseleridir.

Misyonerlerin çalışma metodları: Tarih göstermiştir ki, misyonerler gayelerine erişmek için her türlü vasıtayı mubah gören bir zihniyete sahip olmuşlardır. Bu yüzden, Afrika ve Asya milletlerini yıllar boyunca sömüren müstemlekecilerin ve emperyalistlerin en büyük yardımcıları Hıristiyan papazları olmuştur. Yerli halkı kendi dinlerine sokabilmek için, kanlı ve vahşi müstevli ordularından meded ummuşlar ve bu uğurda en gayri insani usullere başvurmaktan çekinmemişlerdir.

Misyonerler, girdikleri memlekette sadece kendi dinlerini yaymakla meşgul olmazlardı. Çünkü bilirler ki, mahalli kültürleri yıkmadıkça, hiçbir yerli Hıristiyanlığı kabul etmez. Onun için misyonerler evvela oradaki milleti meydana getiren maddi ve manevi kıymetler manzumesini soysuzlaştırmakla işe başlarlar. Tahrip ettikleri milli duyguların enkazı üzerine kendi inançlarının binasını yükselteceklerini sanırlar. Ellerinde var olan bütün imkanlarını bu yolda kullanırlar. Bir de zamanımızdaki misyonerlerin amaçları arasında kültür emperyalizmiyle iktisadi emperyalizmi gerçekleştirme ve diğer milletleri sömürme, başka milletlerin politik ve ticari hayatlarına hakim olma emelleri de vardır. İngiliz misyonerlerinden birisine ihtiyar bir Afrikalının verdiği şu cevap bu durumu çok açık ifade etmektedir: “Siz buraya geldiğinizde bizim toprağımız vardı. Şimdi sizin toprağınız, bizim de “Kutsal kitab”ımız var!”

İslam memleketlerindeki misyoner teşkilatı faaliyetlerinin yapıcı ve yıkıcı olmak üzere iki cephesi vardır. Buna bir başka deyişle eritici, yeniden şekil verici denebilir. Bunun için milleti bölücü ve yıkıcı kamplara ayırmaya çalışırlar.

Osmanlı Devletinin yıkılmasında misyonerlerin rolü: Osmanlı Devletinin yıkılış devrinde, misyonerler, faaliyetlerini iki noktada toplamışlardır:

a) Devletin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermeni, Rum, Bulgar vs. gibi Hıristiyan unsurların çocuklarını, açtıkları mekteplerde okutmuşlar ve onlara kendi milliyetçiliklerini aşılayarak, Osmanlı Devletine karşı isyanlar hazırlamalarına sebep olmuşlardı. Bir taraftan memleket içindeki çeşitli unsurların arasına tefrika ve nifak tohumları ekerken; öte yandan Avrupa ve Amerika kamuoyunu, Türkiye’nin aleyhine kışkırtıyor; kendi tahrikleriyle kopan isyanların bastırılmasını, “Türkler Hıristiyan ahaliyi kesiyor!” şeklinde propaganda yaparak, batı alemini aleyhimize karar almak üzere harekete getirmeye çalışıyorlardı. Bundan bir asır öncesine kadar, Türk nüfusunun ekseriyette bulunduğu Tuna vilayetimizde, sakin bir hayat süren Bulgarların isyan etmelerine ve Avrupa devletlerinin yardımıyla muhtariyet ve bilahare istiklal kazanmalarına en fazla hizmet eden müessese, İstanbul’da Protestan misyonerleri tarafından işletilen Robert Kollej isimli mektepti. Tuna Türklüğünün mahvına, Müslüman Rumeli’nin elimizden çıkmasına ve oradaki milyonlarca Müslümanın barbarca katledilmesine, geride kalanlarına ise, bugün bile zulüm edilmesine, Bulgar yapılmak için zorlanmalarına, hep misyonerlerin ektikleri zehirli nifak tohumları sebep olmuştur.

Osmanlı Devletine bağlı Arap ülkelerinde yaşayan Hıristiyan Arap azınlıklara da, Beyrut’taki Katolik-Fransız ve Protestan-Amerikan üniversitelerindeki misyonerler, Arap milliyetçiliği aşılayarak, Arap tebea arasında da ayrılma ve parçalanma temayüllerini körüklemişlerdi. Yemen’de 1905’te ve daha sonra çıkan isyan hareketlerinde önemli bir rol oynamışlardı.

b) Misyonerler ilk hamlede Müslüman Türkleri doğrudan doğruya Hıristiyan yapamıyacaklarını bildiklerinden, onların genç nesillerini dinsiz olarak yetiştirmek, bu durumdan doğan maneviyat buhranına çare olarak Hıristiyanlığı takdim etmek istiyorlardı. Misyonerlerin bu siyasetini şu tabirle açıklamak yerinde olur: “Ağaç, sapı kendi dallarından yapılan bir baltayla kesilir.” Onların nazarında ideal Türk münevveri, Tevfik Fikret’in oğlu Haluk’tur. Bilindiği üzere, babasının fikirleriyle yetişen ve tahsilini bir misyoner mektebinde yapan Haluk, dinini ve tabiyetini değiştirerek bir Protestan papazı olmuş Amerika’ya yerleşerek milletini ve vatanını inkar etmiştir.

İlim ve mantık karşısında misyonerlerin durumu: Misyonerler dinlerini yaymak için ilmi ve nazari yollardan faydalanmazlar. Zira ilim ve akıl vasıtasıyla Hıristiyanlığın Müslümanlığa üstün olduğunu ispat etmeye imkan ve ihtimal olmadığını bilirler. Bu yüzdendir ki, dolambaçlı ve sinsi yollara baş vururlar. On dokuzuncu asırda Hindistan’da cereyan eden bir hadise, mevzuumuz itibariyle üzerinde ehemmiyetle durulması gerekir. Kısaca hadise şudur:

İngilizler, Hindistan’ı işgal ettikten sonra Protestan misyonerleri bu ülkeye akın etmişler, yerli halkın lisanında risaleler (kitapçıklar) yazıp dağıtmak, meydanlarda nutuklar çekmek suretiyle halkı Hıristiyanlığa davet etmeğe başlamışlardır. Bunun üzerine Müslüman din alimleri, halkı uyandırmak için karşı faaliyete geçmişler ve bu arada ulemanın ileri gelenlerinden Halilürrahman Rahmetullah Dehlevi de, Hindistan’daki misyonerlerin en bilgilisi ve rütbece en büyüğü olan Papaz Pfander’i herkesin huzurunda yapılacak bir münazaraya davet etmişti. Papazın münazarayı kabul etmesi üzerine bu münazara Miladi 1853 yılında Ekberabad şehrinde yapıldı. Toplantıda yüksek İngiliz memurları, ileri gelen Müslümanlar ve kalabalık bir halk kitlesi hazır bulundu. Rahmetullah Efendinin ve Pfander’in yanlarında yardımcıları vardı.

Münazaranın programını Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında anlaşmazlık mevzuu olan şu beş ana mesele teşkil ediyordu: 1) Tahrif (Hıristiyanların kutsal kitaplarının muharref olup olmadığı meselesi). 2) Nesh (Hıristiyanların kutsal kitaplarının hükümden kaldırılıp kaldırılmamış olması meselesi). 3) Teslis (Hıristiyan inancına göre Allah’ın hem bir, hem üç; hazret-i Îsa’nın hem Allah, hem insan, hem de Allah’ın oğlu oluşu iddiası. 4) Kur’an-ı kerim’in Allah tarafından gönderilmiş hak kitap oluşu meselesi). 5) Muhammed aleyhisselamın Peygamberliğinin hak oluşu meselesi.

Münazaranın ilk iki maddesinde Rahmetullah Efendi galip geldiğinden, misyonerler diğer maddeleri görüşmeden kaçmak mecburiyetinde kaldılar. Bu hadise, İslamiyetin Hıristiyanlığa karşı ilim ve akıl yoluyla kazandığı parlak bir zafer olarak tarihe yazıldı. Rahmetullah Efendi daha sonra bu konuyu genişleterek İzharul-Hak ismiyle, Arapça büyük bir eser yazdı. Bu eser, Türkçe, Fransızca ve İngilizce ile başka dillere tercüme edilmiştir. İngilizce tercümesi neşrolunduğu zaman meşhur Times gazetesinin edebiyat ilavesinde, “Bu kitap batıda yayıldığı takdirde Hıristiyanlığın tutar tarafı kalmayacağını” ifade eden bir yazı çıkmıştır.

Kültür emperyalizmi ve sömürgecilik bakımından misyonerler: Asrımızdaki eski sömürgecilik usulleri tarihe karışmakta, yerine daha sinsi ve gizli bir sömürgecilik ikame edilmektedir. Batı alemi, Asya ve Afrika devletlerini eskisi gibi silah ve ordu kuvvetiyle ele geçirememektedir. Ancak, kültür, iktisat, ticaret sahalarında bu milletleri kendi hizmetinde kullanmağa devam etmektedir. Bu yeni sömürgecilikte misyonerler ve onların açtıkları okullar mühim rol oynamaktadır. Bu okullarda zehirlenerek yetişen ve bulundukları memleketlerde idareci mevkilerine geçen kimseler, sinsi sömürücülerin emellerine alet olmaktadırlar. Öyle ki, misyoner mekteplerinde yetişip, sonra da mühim mevkilere gelen bu tür devlet adamları, kendi öz milletlerine, müstemlekecilerden daha fazla zarar yapmaktadırlar. Onlar kendi vatanlarını bir “autocolonie” olarak idare etmekte, içinden çıktıkları milleti ezip soymaktadırlar. Misyoner okulları, Müslüman devletlerin milli istiklallerini ihlal eden zararlı müesseselerdir.


2-)Bir dini, özellikle Hristiyanlığı yaymakla görevli kimse.


3-)Bir düşünceye, bir ülküye kendini adayan kimse.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Kelime Türü Nedir ?


Dil
Anlamı
İngilizcesi İngilizce
Missionary.
İngilizcesi İngilizce
Evangelist.

  • Ama neo-conlar Misyoner bir bakışa sahip oldukları için yani dünyaya bir misyon için geldiklerini düşünüyorlar- bunun diğer dinlerde ve kültürlerde yarattığı bir gerginlik var.
  • ASYA’YA Misyoner Mİ : Daha muhtemeli, bağlı olduğu Cizvit tarikatının İspanyol kurucularından Francesco Xavier’e atfen bu ismi almış olması.

Sizde içinde Misyoner kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Misyoner kelimesi anlamı 364 defa okunmuştur. [250675] Misyoner kelime anlamı, Misyoner nedir, Misyoner ne demek, Misyoner sözlük anlamı

Paylaş