Türk Dili Nedir

Türk Dili Nedir ? Türk Dili Ne demek ?

1-)Alm. Türkische Sprache (f), Fr. Langue (f) turque, İng. Turkish Language. Türk milletinin konuştuğu dil. Türk dili Ural-Altay dil grubuna dahil olup, Moğol, Tunguz, Kore ve Japon dillerinin de aynı ailede yer aldığı Altay dilleri ailesi veya Altay dilleri topluluğuna mensuptur. Yapı bakımından Altay dilleri ailesine giren bütün dillerde olduğu gibi, Türkçe de eklemeli (mülasık= yapışkan) dillerdendir.

İlk devreleri karanlık olmakla birlikte elde bulunan vesikalar ve Çin kaynaklarının verdiği bilgiler Türk dilinin geçmişinin tarih öncesine gittiğini göstermektedir. Ancak, Türkçe derli toplu metinler, Yenisey-Orhun mezar taşları ile ele geçmiştir. Bilhassa Orhun Âbidelerinde işlenmiş bir Türkçe ile karşılaşılması, Türklüğün kendine has alfabe sistemi, dil ve tarih şuurunun bulunmasına bakılırsa Türk dilinin tarih itibariyle daha eski zamanlara götürülebileceği fikrini vermektedir. Zaten bu sahanın alimleri, Orhun Âbidelerindeki işlenmiş ve gelişmiş Türkçeye bakarak, dilin tarihi devrelerini milattan önceki devirlere çıkarmaktadırlar. Şimdiye kadar Rusya ve Çin sınırları içinde bulunması, yapılacak kazıları imkansız kıldığından Türk dilinin eskiliği meselesi şimdilik bu kadar aydınlatılmıştır. Esik, Kurgan vs. gibi kazılar da zaten Ruslar tarafından yapılmaktadır. Aydınlatıcı bilgiler bu itibarla sınırlı olmaktadır. Ancak, bundan sonraki çalışmalar, Türk dili için ümit verebilir.

Geçmişiyle birlikte Türkçe; Altay, En Eski Türkçe, İlk Türkçe, Eski Türkçe, Orta Türkçe, Yeni Türkçe ve Modern Türkçe devri olmak üzere yedi ana devrede ele alınmaktadır.

Altay devri; Türk-Moğol dil birliğini meydana getirmekte olup, Türkçenin Moğolca ile ayrılmaya başladığı veya bir olduğu devirdir. Kısaca bu devir Türk ve Moğol dillerinin ana kaynağını teşkil etmektedir.

Proto-Türkçe de denilen En Eski Türkçe devriyle İlk Türkçe devirleri hakkındaysa kesin bilgi bulunmamakta ve Türk dilinin bu devreleri karanlık kalmaktadır. Ancak Türkçenin milattan önceki ve milattan sonraki 1000 yıla yakın bir zamanı bu devrenin içindedir. Bu devrin temsilcisi Hunlar olup, haklarındaki bilgiler, derme çatma ve dağınık da olsa, Çin kaynaklarından elde edilmektedir.

Eski Türkçe devri; Göktürklerin tarih sahnesine çıkmasıyla başlamıştır (536). Kağanlığı Türk dilli milletlerin teşkil ettiği Doğu ve Batı Göktürk Devleti 630 yılında doğup 659 yılında da Batı Çin idaresine geçmiştir. Bu esaretten ve durgunluktan sonra ikinci defa Göktürkler Kutlug Kağan ve VezirTonyukuk’un önderliğinde bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. 682 yılından sonra olan bu ikinci silkiniş ve kuruluş devrinde Eski Türkçe eserler yazılmıştır. Geçmişin musibetlerinden ve tecrübesizliklerinden gelecek nesillerin ders almasını ve Türk milletinin yok olmamasını, düşmanın tatlı sözüne ve yumuşak hediyelerine aldanılmamasını isteyen vezir ve kağanlar kendi ağızlarından, Orhun Âbideleri diye adlandırılan tarihi eserleri miras bırakmışlardır.

Kendilerine has bir alfabeyle yazılan Orhun metinleri taşlar üzerine kazılmıştır. Âbideler, Vezir Tonyukuk, Bilge Kağan ve Kültigin Han adına dikilmiş olup, kullanılan dil bir hayli işlek ve açıktır. Bilhassa Bilge Han Âbidesinde Türkçe sanat kabiliyetini de sergilemiş ve alabildiğine gür bir hitabet dili kullanılmıştır.

Eski Türkçe devrinin belgeleri yalnız Göktürklerden kalan tarihi miras değildir. Bu devre Uygur Türklerinin de katkısı vardır. Yalnız Uygur metinleri daha çok dini olup, Türk dilinin Uygurlara ait kısmı, Budizm, Mani, Nasturi vs. gibi dinlere aittir. Uygurlar önceleri Göktürk yazısını kullanmakla birlikte daha sonra bu milli alfabeyi terk etmişler ve Soğdlar tarafından kullanılan Uygur alfabesini almışlardır. Bu alfabe Türkçenin seslerini karşılamak yönünden Göktürk alfabesine nispetle fakirdir. Ancak her iki alfabenin müşterek tarafı, İslami Türk yazısında olduğu gibi, sağdan sola okunup yazılmasıdır. Bir de Uygur alfabesinde harfler birleşebilmektedir. Uygur harfleri ayrıca Moğollar tarafından da kullanılmıştır. Ancak Uygurların Manihey yazısını da kullandıklarını belirtmek gerekir. Göktürk yazısını ise tarihte yalnız Göktürkler kullanmışlardır.

Eski Türkçeyi gerek Göktürk, gerekse Uygur Türklerinin bıraktığı eserlerden takip etmekteyiz. (Bkz. Türk Edebiyatı)

Orta Türkçe devrinde Türklük dünyası yeni bir medeniyete açılmış ve Türkçe, İslam dünyası içinde yer almıştır. Türklük bu devre kadar çeşitli dinlere girmiş çıkmış olmakla beraber hala bir arayışın içindedir. O tabiatına en uygun dinin nihåyet İslamiyet olduğunu anlamış. Onuncu asrın başlarında Karahanlıların kurduğu devlet sayesinde yeniden toparlanmış, Satuk Buğra Han (ölm. 992)ın da 950 yılında bu dini kabulüyle İslami inanç içindeki yerini resmen almış ve tarih boyunca üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yapmıştır.

Bu bakımdan Orta Türkçe devresine giren eserler, pek azı müstesna, ana kaynak olarak verilen Türk adet ve örfleri yanında İslamidirler. Türk dili de bu medeniyete geçişle artık yeni kelimelere açılmıştır. Bu devrin dil yadigarlarının ilki Kutadgu Bilig ve Divanü Lügati’t-Türk’tür. Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig’i ile Türkçenin bu devirdeki kabiliyetini ortaya koyarken, Kaşgarlı Mahmud da Divanü Lügati’t-Türk adlı eseriyle baştan başa Türkçeyi, şive ve ağızlarına kadar incelemeye çalışmış ve bu sahada ilk defa eser yazma şerefini kazanmıştır.

Kaşgarlı’nın Divanü Lügati’t-Türk’ü bir tarafa bu devre içine Kutadgu Bilig de dahil Müşterek Orta-Asya Türkçesiyle yazılan bütün eserler girmektedir. Yalnız Türklük aleminin dağınık olması ve çeşitli yerlerde yeni kültür merkezleri kurmaları Türkçenin yeni şive ve ağızlarını meydana getirmiştir. Samanoğulları ve Gaznelilerin idaresi altında bulunan yerlerde de çeşitli eserler verilmiştir. Başta Kutadgu Bilig olmak üzere Atabetü’l-Hakayık, Ahmed Yesevi’nin Hikmetler’i ve daha pekçok eser Müşterek Orta-Asya Türkçesinin Kaşgar şivesi veya ağzıyla yazılmıştır.

Müşterek Orta-Asya Türkçesinin Batı Türkistan şivelerinin merkezini Harezm ili teşkil etmektedir. Bu şivenin belli başlı kültür merkezleriyse Yedisu, Merv ve Buhara şehirleri olmuştur. Bölge çeşitli Türk ağızlarının varlığını koruduğu ve gösterdiği bir yer olmakla Kaşgar’a nispetle daha çok karışıklık göstermektedir. Bu bölgenin en karekteristik eseri Ali oğlu Mahmud’un Nehcü’l-Feradis’idir.

Orta Türkçe devrinin içinde yine 13. yüzyıldan sonra batıda Osmanlı; kuzey ve güneyde Kıpçak; doğuda ise Çağatay Türkçesi yer almaktadır. Bu Türk şivelerinde, Orta Türkçe devrinde pekçok eser yazılmış, bilhassa Kıpçak ve Çağatay Türkçesi sahalarında dille ilgili olan, gramer ve lügat kitaplarına geniş yer verilmişti. Çağatay Türkçesi, eserlerini bilhassa 15. yüzyıla doğru Semerkant ve Herat gibi kültür merkezlerinde vermiştir. (Bkz. Türk Edebiyatı maddesi, Çağatay kısmı)

On beşinci yüzyıldan sonra Orta Türkçe yerini Yeni Türkçe devresine bırakmıştır. Türkçenin bu devresi 20. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu devirde Türklüğün tek bir alfabe sistemi vardır. Bütün Türk dünyası İslami Türk alfabesini kullanmakta ve bu alfabeyle anlaşma gayet kolay olmaktaydı. Bu devir Türkçesi en büyük dil yadigarlarını Osmanlı Türkçesiyle vermiştir. (Bkz. Türk Edebiyatı maddesi, Osmanlı kısmı). Ancak Türkçenin dış ve iç yapısı yönünden pek fazla değişmeye başlaması, bu devirde dilde çeşitli akımların doğmasına sebep olmuştur.

Türk yazı dili: Türkçe, yazılı edebiyata geçerken Arap, Fars, Çin, Yunan vs. gibi belli başlı dillerin dışında pekçok batı dili henüz yazılı edebiyata geçmemiştir. Fransız edebiyatı 14. Rus edebiyatı ise 11, İspanyol edebiyatı 12, İtalyan ve Alman edebiyatları 13, İngiliz edebiyatı 15. yüzyıldan sonra yazılı edebiyata sahiptirler. Dolayısıyle yazı dillerinin ortaya çıkması da Türkçeden bir hayli sonradır.

Türkçenin devrelerinden bahsederken Türk dilinin ilk yazılı vesikalarının Eski Türkçe devrinde olduğu zikredilmişti. Eski Türkçe, Türklüğün 11. yüzyıla kadar devam eden tek yazı dilidir. Eski Türkçeden sonra batıya yapılan göçler ve yeni kültür merkezlerinin teşekkülüyle Türkçe çeşitli bölgelerde farklılıklar göstermeye başlamıştır. Kaşgarlı Mahmud bu hususta Divan’ında ilk bilgi veren dil alimlerinden ve araştırıcılardandır.

Eski Türkçeden sonra Türk yazı dili, Batı ve Kuzey-Doğu Türkçesi olmak üzere iki ana kola ayrılmıştır. Orta Türkçe devresinde görülen bu ayrılma batıda Osmanlı ve Âzeri Türkçesini ortaya çıkarırken, Kuzey-Doğu Türkçesi de; kuzeyde Kıpçak, doğuda Çağatay Türkçesini meydana getirmiştir. Bunlardan Osmanlı Türkçesi, Türklüğün uzun ömürlü ve kesintisiz olan, en büyük yazı dilidir. Yerini 1908’den sonra Türkiye Türkçesine bırakmıştır. Batı Türkçesinin doğu dairesini meydana getiren Âzeri Türkçesi ise, şifahi edebiyatın ve şiir an’anesinin tesiriyle varlığını sürdürmüştür. Çağatay Türkçesi de yerini Modern Özbek Türkçesine bırakmakla birlikte Doğu Türkçesini bugün; Kazak, Kırgız, Özbek vs. temsil etmektedir. Doğu Türkistan’ın dili olan Modern Uygur Türkçesi de aynı daire içinde yer almaktadır.

Batı Türkçesinin doğu kolu olan Âzeri Türkçesiyse önceleri Tebriz ağzına dayanmakla birlikte sonraları Bakü ve Karabağ ağızlarının yayılmasıyla üçlü bir kültür merkezine sahip olmuştur. Bakü ve Karabağ bu şivenin Kuzey, Tebriz ve İran kısmı da Güney dalını meydana getirmektedir. Bu ayırma daha çok Âzeri Türklüğünün siyasi parçalanmaya tabi tutulmasıyla ortaya çıkmıştır. Bölgede fırsat ele geçince istiklal ilan eden bazı hükümetler hemen Türkçe tedrisata başlamışlar ve Türkiye’den öğretmenler getirerek dil birliğine yönelmişler. Ancak bu hareketler İran ve Rusya’nın işbirliğiyle yok edilmiş, zaman zaman bu işbirliğinin içine İngiltere de katılmıştır.

Türkçenin Ana Türkçeye bağlı olan iki lehçesi daha vardır. Bunlar; Çuvaş ve Yakut lehçeleridir. Ana Türkçe’de birleşen bu lehçeler; yukarıda sözü edilen şivelerden ayrı bir yol takip ederek, tarih boyunca günümüze kadar gelmişlerdir. Bunlardan Çuvaşça Türk-Moğol dil akrabalığının ve birliğinin aydınlatılmasında köprü vazifesi gören mühim bir lehçedir. Fikir ve düşünce itibariyle asıl Türklükten ayrılmayan bu lehçe, kendine mahsus ayrı bir yol takip etmiştir. Bugün anlaşılmaz bir durum arz etmektedir. Zaten lehçe; bir dilin bilinmeyen bir zamanda kendisinden ayrılan ve anlaşılmayacak kadar farklılıklar gösteren koluna denmektedir. (Bkz. Diyalekt)

Türk dili bütün bu tarihi devreler ve yazı dilinin gelişmesi içinde çeşitli kültürlerin ve dillerin tesirinde kalmıştır. Bu yüzden de dilde bazı cereyanlar ortaya çıkmıştır. Bunların başlıcası Türkçecilik cereyanıdır.

Türk Dili, tarihi devirler içinde yalnız Göktürk Türkçesinde açıklık göstermektedir. Ancak bu zamandan sonradır ki Türkçe Uygurlar zamanında ve İslami devreye geçildiği zamanlarda Türk milletinin çeşitli medeniyet ve dinlerle karşılaşmasının sonucu yabancı dillerden pekçok kelime almıştır. Eski Türkçe devresinde bu durum daha çok, Soğdcadan gelmiştir. Tercüme edilen Brahma, Mani ve Buda metinleri yeni fikir ve mefhumları karşılaşmak için din kültürünün kelimelerini de beraberinde getirmişlerdir.

İslami devre içinde de aynı durum görülmektedir. Bu zamanda Türk dünyası bütün gönlünü İslamiyete açtığı gibi, dilimiz de pekçok kelimeyi almaktan çekinmemiştir. Fakat bu durum Kaşgarlı Mahmud’la başlayan bir cereyanı da doğurmuştur. Türkçe yalnız İslam medeniyeti içinde değil komşu bulunduğumuz ve devlet içinde yer alan kavim ve milletlerin dillerinden de pekçok kelime almıştır. Tanzimattan sonra bile batıya açılmamızla batı menşeli kelime ve gramer şekilleri gitgide Türkçede yer etmiştir. Bu durum hangi devirde olursa olsun dilin iç ve dış tarihi yönden başka dillerin tesiri altında kalmasına sebep olmuş ve tarihte Türkçecilik cereyanını doğurmuştur.

Kaşgarlı Mahmud ile başlayan dil şuuru, Türkçecilik cereyanının çeşitli şivelerde nüvesini teşkil etmiş ve müelliflerle şairler Türkçecilik cereyanını başlatmışlardır. Bu hal Karamanoğlu Mehmed Bey gibi bazı beylerde Arapça ve Farsçaya karşı, Türkçenin devlet dili olması için bir aksülamel şeklinde doğmuş, bazı müelliflerde sadece Türkçe yazmak arzusu ile ortaya çıkmış; bazı şairlerdeyse Türkçenin işlenmesi ve gramer düşüncesiyle gerçekleştirilme yoluna gitmiştir. Fakat asıl istek 13. ve 15. yüzyıllarda beylerin desteği ve teşvikiyle olmuştur. Osmanlı, İsfendiyar ve Aydınoğullarında görüldüğü gibi beyler eserleriyle bu cereyana katılmışlardır. Ayrıca Karamanoğlu Mehmed Beyden önce 13. yüzyıl başlarında Selçuklu sarayında Türkçe yazan şairler vardır. Ahmed Fakih ile Hoca Dehhani bunlardandır.

Arapça ve Farsçadan ayrılmanın imkansız olduğu mensubu bulunduğumuz İslam inancı ile bilinmesini isteyen bazı müellif ve şairler de Türkçeyi bu dillerden alınacak kelimelerle işleyip çeşni ve halavetine kavuşturmak istemişlerdir. Şunu da belirtmek lazımdır ki Türkçe sadece başka dillerden kelime almamış, en azından aldığı kadar da başka lisanlara kelime vermiştir.

Anadolu sahasında ilk Türkçecilik cereyanını başlatanlar 14. asırda; Gülşehri, Âşık Paşa, Kadı Darir, Şeyhoğlu Mustafa, Hoca Mesud gibi şahsiyetlerdir. Bu halkaya 15. yüzyılda İkinci Murad Han, Devletoğlu Yusuf, Sarıca Kemal, Aydınlı Visali, 16. asırda ise Tatavlalı Mahremi ve Edirneli Nazmi eklenmişlerdir. Hatta 16. yüzyılda gözle görülen bu cereyana şuara tezkirelerinde yer verilmiş, daha sonra Türki-i Basit Cereyanı ile adlandırılmıştır.

Doğu Türkçesindeyse bu cereyan Timur Handa nüvesini bulmakla beraber, asıl, Türkçe aşığı bir hükümdar olan Hüseyin Baykara ve mekteb arkadaşı Ali Şir Nevai’de şahsiyetini bulmuştur. Hüseyin Baykara bu hususta bir ferman çıkarırken, Ali Şir Nevai de Türkçenin üstünlüğünü ispat yoluna gitmiş ve onun kudretli bir dil olduğunu göstermek için pekçok eser yazmıştır. Hüseyin Baykara’nın ise Türkçe Divan’ı vardır.

On yedinci yüzyılın ikinci yarısında bu fikre sahip çıkan Nabi’dir. On sekizinci asırda Sadi Çelebi, mahallileşme cereyanının temsilcisi olan Nedim, 19. yüzyılda Padişah İkinci Mahmud Han ve Vak’anüvis Esad Efendi de aynı fikirden hareket etmişler ve bu hal Tanzimata kadar gelmiştir. Tanzimattan sonra Namık Kemal, Ali Süavi, Ahmed MidhatEfendi, Şemseddin Sami, Muallim Naci işi ilmi ölçüler içinde halletmek için çeşitli fikirler ileri sürmüşlerdir.

Bundan sonra artık dilde iki düşünce vardır: Bunlardan birisi; ilmi ölçüler içinde Türkçeye sahip çıkmak; diğeriyse tasfiyecilik denilen dili fakirleştirme cereyanıdır. Bunlardan birinci fikre Türk Derneği mensupları ile Selanik’te Genç Kalemler sahip çıkmışlardır. Türk Derneği “kullanılacak lisanın en sade Osmanlı lisanı olacağını” söylerken, Genç kalemlerse konuştuğumuz İstanbul lisanını istemektedir. Türk Derneğinin görüşlerine Necip Âsım; genç Kalemlerinkine de Ali Canib, Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp üçlüsü önderlik etmişlerdir.

Cumhuriyet devrinde, bir ara denenen, Türkçe olmayan bütün kelimeleri dilden atmak şeklinde özetlenen ve Tasfiyecilik olarak isimlendirilen hareket, ortaya çıkan vahim neticeleri sebebiyle terk edilmiş ve 1936 yılından sonra tasfiyecilik hareketlerine katiyetle iltifat edilmemiştir. Hatta Atatürk, Türkçenin eskiliği ve başka dillerin kaynağı olduğu tezinin neticesi olarak Güneş-Dil Teorisini ortaya atmış ve yabancı olduğu söylenen her kelimenin Türkçe olduğunu kabul etmiştir. Bu durumda “Hangi dilden gelirse gelsin Türk Milletinin konuştuğu her kelime Türkçedir.” hükmü ortaya çıkmıştır.

Atatürk’ün ölümünden sonra ise tasfiyecilik yalnız dildeki kelimeleri atmakla kalmamış, ilim tanımaz bir yola da sapmıştır. Türkçenin kendi kaide ve kanunlarına bile ehemmiyet verilmemiş ve pekçok kelime uydurulmuştur. Bu hareketse Türk Dil Kurumu’nun önderliğinde olmuştur. Kurum ilim dışı bir yol takip ederek pekçok dil alimini bünyesinden uzaklaştırmış, halk ağzından derlenen kelimeleri Türk yazı diline mal edememiş ve bu işi siyasi devrimcilere bırakmıştır. 12 Eylül 1980’e kadar süregelen bu hareket, sonunda durdurulmuştur.

Konuşulduğu saha 19.878.368 km2 olan Altay dillerinin % 55,11’ini Türklerin yaşadığı yerler meydana getirmektedir. Türklerin yaşadığı saha Avrupa kıtasından büyük olup, 10.955.840 km2yi bulmaktadır. Bu sahanın büyük bir kısmı Asya topraklarındadır. Dağılan eski Rusya’nın % 37’sini teşkil ederken, halen Çin topraklarının da % 18’inde Türkler yaşamaktadır. Bunun dışında Afganistan, İran ve Eski Osmanlı topraklarında ve Kıbrıs’ta Türklerin durumu büyük bir yekun tutmaktadır.

Türklüğün bu dağınıklığı eski çağlardan beri böyle olup, geniş vatanda yerleşmeleri ve pekçok kültür merkezleri meydana getirmeleri, Türkçenin pek fazla kardeşlenmesine sebep olmuştur. Aynı dilin, bu kadar coğrafya içinde bölgelere göre çeşitli kollarının teşekkül etmesi, bu sahayla uğraşan alimleri Türk şivelerinin tasnifi gibi güç bir problemin içine atmıştır. Bu meseleyle ilk karşılaşan Kaşgarlı Mahmud olmuştur. Bugün Türk şivelerinin tasnifi üzerinde çalışan pekçok Türkolog mevcuttur.

Bu meselede alimlerin bir kısmı coğrafi hususiyete, bazısı ise Türkçenin yapı ve sesinden hareketle gramere dayalı tasniflere yer vermişlerdir. Radlof, Ramstedt, Samoyloviç, Liggeti, Baskakov ve Reşid Rahmeti Arat’ın tasnifleri bunlar içerisinde ayrı bir mevki işgal eder. Gerçekteyse Arat’ın tasnifi, bu hususta en uygun tasniftir.


Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 


  • TUTUKLANAN öğrencilerin 4'ü hukuk, 2'si felsefe, 2'si güzel sanatlar, 1'u psikoloji, 2'si Türk Dili ve Edebiyatı, 1'i de bilgisayar programcılığı öğrencisi çıktı.

Sizde içinde Türk Dili kelimesi geçen bir şeyler paylaşın !

Türk Dili kelimesi anlamı 102 defa okunmuştur. [240630] Türk Dili kelime anlamı, Türk Dili nedir, Türk Dili ne demek, Türk Dili sözlük anlamı

Paylaş