Mustafa Erdoğan Kimdir ?

Mustafa Erdoğan Biyografisi

Mustafa Erdoğan Kimdir ? Biyografisi, Hayatı, Eşi, Nereli, Kaç Yaşında, Öldü mü ?

Mustafa Erdoğan : Mustafa Erdoğan akademisyen
Ankara Hukuk Fakültesi mezunu. Aynı fakültede yüksek lisans ve doktorasını yaptı (1981-88). İdari yargıda hakim olarak çalışırken 1985 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde akademik mesleğe intisap etti. 1991 yılında Anayasa Doçenti oldu, 1997 yılında Profesörlüğe yükseldi. 1997-98 akademik yılında Amerika’nın Virginia eyaletindeki George Mason Üniversitesinde Fulbright bursiyeri olarak araştırmalar yaptı. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Hukuk Bilimleri Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yaptı. İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi.
1992 sonunda bir grup arkadaşıyla birlikte Liberal Düşünce Topluluğu’nu kurdu. 1996 yılından beri Topluluğun çıkardığı Liberal Düşünce adlı üç aylık fikir ve araştırma dergisinin editörlüğünü yürütüyor ve akademik çalışmalarını da öncelikle bu dergide yayımlıyor.
Yaklaşık yirmi yıldır aktif olarak düşünce ve yazı hayatının içinde yer alıyor; bu arada, Liberal Düşünce dışında, Yeni Forum (1983-93), Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi (1986-1990), Türkiye Günlüğü (1989-1994), HÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sosyopolitik Yaklaşım, Diyalog, İslami Araştırmalar, Karizma, Doğu-Batı, İslamiyat gibi dergilerde onlarca bilimsel makalesi ve çeşitli gazetelerde (Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl, Radikal, Zaman, Yeni Şafak, Öncü) yüzlerce güncel yazısı yayımlandı. Bazı makaleleri yabancı dergilerde yayımlandı. Halen düzenli olarak Liberal Düşünce Topluluğu’nun web sayfası (Açık Toplum) için kısa yazılar yazıyor. Evli ve iki çocuk babası.
ESERLERİ:
Liberal Toplum Liberal Siyaset (1993, 1998), Anayasacılık Parlamentarizm Silahlı Kuvvetler (1993), Demokrasi Laiklik Resmi İdeoloji (1995, 2000), Anayasal Demokrasi (1996, 1997, 1999, 2001), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (1997, 1999, 2001), Rejim Sorunu (1997), 28 Şubat Süreci (1999), Dersimiz Özgürlük (2001).
Erdoğan’ın üç de çevirisi var: Jack Donnelly’den Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları (1995, L. Korkut’la birlikte), F. A. Hayek’ten Sosyal Adalet Serabı (1995), Norman Barry’den Komünizm Sonrası Dönemde Klasik Liberalizm (1997). GÖRÜŞ
TÜRKİYE’NİN SİYASÎ GÖRÜNÜMÜ
MUSTAFA ERDOĞAN
Zaman 26 Nisan 2014
Türkiye’deki siyasî rejimin gelişme seyrinde insanı şaşırtan çok şey var. Osmanlı döneminde 19. yüzyıldan itibaren modernleşme çabalarıyla başlayan değişim süreci siyasî sistemi önce hukukileşmeye, sonra anayasallaşmaya ve en sonunda demokratikleşmeye yönlendirdi.
Ne yazık ki, 20. yüzyıl başlarında İttihat Terakki yönetimi her üç gelişme trendini de tersine çevirmesinin ardından uzun süren bir savaş dönemi yaşandı. Ardından Millî Mücadele döneminde kısa süren bir kısmî demokratikleşme tecrübe edildiyse de, 1924’ten itibaren aynı ters eğilim yeniden kendisini gösterdi. Böylece, Cumhuriyet’in aşağı yukarı 1950 yılına kadar olan ilk döneminde Türkiye, hukuksuz bir otoriter yönetimin kıskacında kaldı.
Bu tarihten sonraki darbeler ve muhtıralarla dolu gelişmeler daha iyi biliniyor: Aşağı yukarı 2000’lere kadar hem hukukilik ve anayasallık hem de demokratikleşme bakımlarından gelgitlerle dolu bir yarım asır daha geçti. Seksenler ortalarına doğru başlayan “12 Eylül rejimi”nden ve onun otarşik siyasetinden uzaklaşma süreci Özal’ın ölümünden kısa bir süre sonra sistemin önce daralmasıyla ve nihayet 1997 başlarında eski rejimin restorasyonu çabasıyla sonuçlandı. Bütün bu süreç boyunca “bu sefer galiba bu iş olacak” ümidinin yeşermeye başladığı her defasında maalesef aynı kısır döngüye yakalandık.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yönetiminde geçirdiğimiz on küsur yıldan sonra bugün yine benzer bir ruh halini yaşıyoruz. AKP’nin 2002’de iktidara gelmesi, sistemin 1997 başlarından itibaren içine girdiği hukuk ve demokrasi krizini aşma ve medenî dünyayla uyum sağlama ümitlerini artırdı. Başlangıçta gerçekten de ümit edildiği gibi oldu: AKP, en son 2010 anayasa reformuyla, Türkiye’nin askerî vesayet altındaki yarı-demokratik ve hukuksuz rejimini Batılı standartlar doğrultusunda daha medenî bir rejime dönüştürme yolunda dikkate değer adımlar attı. Bu gelişmenin en önemli dinamiği, şüphesiz ki, Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinin ciddiye alınmasının Türkiye’ye adeta dayattığı reformlar idi. Aslına bakılırsa, kendi toplumsal tabanının yakın geçmişte uğradığı büyük haksızlığı giderecek şekilde Türkiye’nin rejimini ıslah edebilmesi için, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “Avrupa Birliği ipi”ne sarılmaktan başka bir seçeneği de yoktu.
Ne yazık ki, 2010 referandumunu takip eden ilk genel seçimden (2011) sonra belirginleşen bir eğilim olarak, Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP reformist iradesini yitirdi. Bununla da kalmadı, zaman içinde kendi reformlarından da geri dönmeye başladı. Öyle anlaşılıyor ki, askerî vesayetin geriletilmesi ve yargının da desteğiyle “eski derin devlet” unsurlarının tasfiyesiyle birlikte iktidarını konsolide eden ve artık devletle özdeş hale gelen iktidar partisi için “demokrasi davası” bitmişti. Bunun sonucunda, bugün itibarıyla Türkiye hukuka dayalı, özgürlükçü ve çoğulcu demokratik bir sistem hedefinin epeyce uzağına düşmüş durumdadır. Daha kötüsü, AKP liderliği son yıllarda kendisine arız olan bu siyaset anlayışını ciddî olarak değiştirmediği sürece, geleceğe dönük olarak yeniden iyimser umutlar besleme ihtimalimiz de günden güne azalmaktadır.
AKP’nin içine düştüğü bu trajik durum, partiye bugünlerde hakim olan, toplum anlayışına, demokrasi kavrayışına ve hukuk telâkkisine ilişkin birbirini besleyen yanlışların talihsiz bir kombinasyonu olarak ortaya çıkmaktadır. Buna, Sayın Tayyip Erdoğan’ın “demokratik liderlik” anlayışıyla bağdaşmayan liderlik pratiğini ve genel kurallara (hukuka) dayalı yönetimin yerine kişisel sadakate dayalı yönetimi geçirme eğilimini de eklemeliyiz.
Bu hususları tek tek ele alırsak: İlk olarak, AKP artık (belki de baştan beri) toplumu çoğulcu bir şekilde kavramamaktadır. AKP’nin bugünkü toplum anlayışı tekçidir, üniformisttir, birlik-bütünlükçüdür. Toplum içinde kendilerininkinden farklı dünya görüşlerine ve hayat tarzlarına sahip kişi ve grupların varlığının elbette farkında olmakla beraber, AKP’liler bu farklılıkların “milletin” doğru çizgisinden bir sapma teşkil ettiğine inanıyor görünmektedirler. Bu inanışın doğal sonucu, farklı olan herkesi “millet”in çizgisine çekmek için devlet gücünü kullanmaya çalışmaktır. Aslına bakılırsa, AKP buradaki referansı olan “milletimizin değerleri”ni kendi dayandığı tabanın bile tamamını kuşatan bir şekilde anlamamaktadır. Gerçekte bu kavram, geleneksel dinî-muhafazakâr değerlerin “Millî Görüş”ten gelen AKP liderliğine özgü bir yorumunu yansıtmaktadır.
İkinci olarak, AKP’nin demokrasi anlayışı çağdaş normlarla uyumlu değildir. Bu bir yandan “seçimsel”, öbür yandan “çoğunlukçu” bir demokrasi anlayışıdır. Son zamanlarda iyice anlaşıldı ki, AKP’lilerin demokrasiden anladıkları insan haklarına, anayasallık ve hukukun üstünlüğüne, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığına dayanan bildik “anayasal demokrasi” değildir. AKP’liler, demokrasiyi iktidarların seçim yoluyla değişmesinden ibaret gören “seçimsel demokrasi” (electoral democracy) anlayışına bağlılar. Bu anlayışa, “millî irade” mitiyle meşrulaştırılmaya çalışılan “çoğunlukçu” bir tasavvur eşlik etmektedir. Formül şudur: Demokrasi seçimde beliren “millî irade”dir, millî irade ise seçilen çoğunlukta tecelli ve temerküz eder. Bu anlayış iktidarı elinde tutanlara eleştiri ve muhalefeti en hafifinden “haddini bilmezlik”, daha kötüsü “ihanet” olarak görmenin ve “kendine güveniyorsan parti kur, karşıma çık” zihniyetinin de temelini oluşturmaktadır.
Üçüncü olarak, AKP doğru bir hukuk ve hukukîlik anlayışına da sahip değildir. AKP liderliği, demokrasi şöyle dursun, asgarîden medenî bir toplumsal hayat için anayasal ve hukukî bir yönetimin vazgeçilmezliğinin idrakinde görünmüyor. Anayasallık ve hukukun üstünlüğü şüphe yok ki anayasal-demokratik bir sistemin kurucu ilkelerinin başında gelir. Hukukun üstünlüğü en başta devlet odaklı bir siyaset anlayışını reddeder; dolayısıyla “devlet olmanın zaruretleri”nin yönlendirdiği, devletin bekâsına ve güvenliğine odaklı bir sözde hukuku değil, tam tersine evrensel standartlara uygun bir üstün hukukun bağlayıcılığını şart koşar. Hukukun üstünlüğü devletin faaliyet çerçevesinin anayasa ve hukukla belirlenmesini, kamusal otoritelerin hukuka bağlı olarak hareket etmesini ve hukuk düzeninin bazı üstün standartlara uygun olmasını gerektirir. Böylece, hukuk çerçevesinde yönetim hem kişilere hukukî güvenlik sağlar hem de keyfî yönetim ihtimalini ortadan kaldırır. Hukukun üstünlüğüne tâbi bir devlette keyfîliğe yer yoktur, yargı bağımsızdır, hâkimler anayasal ve yasal güvence altındadırlar.
Türkiye toplumunun selâmeti bu esaslara dayalı sahici bir demokrasinin kurulmasında ve konsolide edilmesindedir. Şu var ki, Adalet ve Kalkınma Partisi, siyaset tasavvurunu bu anlayış doğrultusunda düzeltmediği ve Sayın Başbakan -ve müstakbel cumhurbaşkanı- “kişisel yönetim” anlayışından objektif kurallara bağlı yönetim anlayışına geçmediği sürece Türkiye’nin geleceği için yeniden ümitvar olmamız maalesef zor görünüyor.


Mustafa Erdoğan : Mustafa Erdoğan gazeteci, sanat yönetmeni
Anadolu Ateşi Genel Yönetmeni
1965 yılında Hakkari'de doğdu. Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü ve Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdi.
Öğrenciliği sırasında halk dansları topluluklarında çalıştı. 1985 yılında Gazi Üniversitesi Halk Dansları Topluluğu’nu kurdu.
1999-2000 yılları arasında İstanbul-Gül Düşündürü Tiyatrosu’nda ve Beşiktaş Kültür Merkezi'nde kareograflık yaptı.
1997’den itibaren Bilkent Üniversitesi’nde de halk oyunları üzerine çalışmalar yapmaya başladı. Derleme ve koreografik çalışmalar da yaptı. 1999 yılında Türkiye'nin ilk özel dans topluluğu Sultans of the Dance’ı kurdu. Sonrasında Anadolu Ateşi adını alan topluluk, kardeşi Yılmaz Erdoğan’ın da süpervizörlüğünde Anadolu’nun zengin kültürünü danslarıyla tüm dünyaya tanıttı.
Dansçı aranıyor ilanlarının sonucunda seçilen 90 kişilik genç bir ekibin, yoğun tempolu ve özverili çalışmalarıyla hayata geçen Anadolu Ateşi, 3 Mayıs 2001’deki ilk gösterinin ardından yurt içinde ve yurt dışında (İsrail, Çin, Japonya, Lübnan, Katar, Almanya, Hollanda, İsviçre, Belçika, Azerbaycan, Bulgaristan, Lübnan, Ürdün, Romanya, Kıbrıs) 6 milyondan fazla izleyiciye ulaştı.
Gazetecilik alanında Çağdaş Gazeteciler Derneği’nde Genel Sekreter Yardımcısı görevinde bulundu. PKK yanlısı Demokrasi Gazetesi’nin ve Söz Dergisi’nin Ankara Temsilciliğini yürüttü. Turkish Daily News Gazetesi’nde siyasi parti muhabirliği ve serbest gezi yazarlığı yaptı.
2004 yılında şarkıcı Gülben Ergen’le evlendi. 2011 yılında ayrıldı.
SÖYLEŞİ
CHP Kürtler'i hüsrana uğrattı
Kurduğu 'Anadolu Ateşi' grubuyla Türkiye folklorunu dünyaya açan Mustafa Erdoğan, geleneksel çizgisinde ısrar eden CHP'nin Kürtleri hayal kırıklığına uğrattığını söyledi. Erdoğan'a göre CHP, partiden çok bir 'fikir kulübü' gibi...
BURCU BULUT
Mustafa Erdoğan, kaynağını Anadolu'nun binlerce yıllık mitolojik ve kültürel tarihinden alan Anadolu Ateşi'nin mimarı. Anadolu'nun her yöresinin izlerini taşıyan Anadolu Ateşi ile dünyanın 80 ülkesinde Türkiye'nin tanıtılmasında büyük rol oynadı. Türkiye'de özellikle dört bakandan destek gördüğünü söyleyen Erdoğan biraz da kırgın. Kürt Pinyanişi aşiretine mensup olan Erdoğan, "Meşhuruz, zenginiz, hiçbir şeye ihtiyacımız yok zannediliyor. Popüler olmak çok zengin olmak anlamına gelmiyor. 250 aile buradaki bilet satışından geçiniyor. Burada yalnızız" diyor. Bir Kürt olarak dışlandığı kaygısını taşıyan Erdoğan ile konuştuk.
Son oyununuz Troya büyük ilgi gördü. Bugünlere geleceğinizi tahmin edebilir miydiniz?
Folklorun, özellikle halk danslarının gücüne çok inanan biriyim! Türkiye'nin 1920'li yıllardan beri istikrarlı bir şekilde yurtdışında başarılı olduğu tek alan halk danslarıydı. Hep dünya birincisi olduk. Dünyada bu gösterilerin çok ilgi göreceğini biliyordum. Sadece Türkiye ile ilgili bazı kaygılarım vardı.
Neden?
Türkiye'de halk dansları layık olduğu yerde değildi! Batıyı fazlaca kafaya taktığımız için kendi kültürümüzle ilgili bazen kompleksli yaklaşımlarımız oldu ama sahneye ilk çıktığımız 3 Mayıs 2001 tarihinde bu kaygım yerini mutluluğa bıraktı. Çok alkışlandık, benimsendik, milli takım muamelesi gördük. O gün bugündür aynı alkışı alıyoruz.
BİZ BİR DOĞU PROJESİYİZ
Doğu ve batı kültürlerinin buluşmasını hedefleyen "Anadolu Ateşi" bu amacına ulaşabildi mi?
Batının modern renklerini ve tekniğini kullanarak aslında doğu kültürünü daha çok parlatmak istedik. Biz bir doğu projesiyiz. Amerikalılar bizi izliyorsa öz kimliğimize sahip çıktığımız, öz kültürümüzle barışık olduğumuz içindir. Özgün karakterimiz ilgi çekiyor.
HER SAHNEYE ÇIKANA SANATÇI DENİYOR!
Mekân bulmada sıkıntılar yaşadığınız doğru mu?
Tabii ki. Sadece bu da değil! Türkiye'de sanatçı sözü çok kolay kullanılır hale geldi. Her şarkı söyleyen sanatçı, her sahneye çıkan sanatçı, her meşhur olan sanatçı! Ama gerçek sanatçılar, muhalif olanlar Türkiye'deki en sorunlu kesimdir. En az olanaklarla en iyi performansı yakalamaya çalışırlar. Özellikle amatör tiyatrocular, yazarlar, ressamlar ve çizerler. Yani muhalifler. Gelişmiş ülkelerde sanatçılar çok daha rahat koşullarda çalışıyorlar.
ÖZAL HAKKIMIZI VERİRDİ
Batıda devlet sanatçılara nasıl bir kolaylık sağlıyor?
Mesela bizim partnerlerimizden biri Hollanda'daki International Dance Theatre. Tüm giderlerini devlet karşılıyor. Devletin istediği tek şey var. "Bize senede bir proje üretin" diyorlar. Ve içeriğe de hiç karışmıyorlar. Sanatçıyı özgür bırakıyorlar. Keşke bizim devletimiz de bunu yapsa. Batıda sanatçıların tek kaygısı sanat! Benim gibi AKM'nin kapısında vergi memurlarıyla tartışmıyorlar! Düşünüyorum da sanatçıya gerçek hakkını veren isim Özal'dı!
Neden Özal'dı?
Turgut Özal'ın sağlığında bir grubum vardı, onlarla İngiltere'ye yarışmaya gidiyorduk o zaman siyasi nedenlerle pasaport alamıyordum. İlk pasaportumu Özal'dan aldım. Eğer onun sağlığında biz bu faaliyetleri yapıyor olsaydık şuanda üzerinde Anadolu Ateşi yazan bir uçağımız vardı ve dünya turnesine öyle gidiyorduk.
İstediğiniz destek neden verilmiyor sizce?
Meşhuruz, zenginiz, hiçbir şeye ihtiyacımız yok zannediliyor. Popüler olmak çok zengin olmak anlamına gelmiyor. 250 aile buradaki bilet satışından geçiniyor. "Zaten bunlar iyi bilet satıyor yardım etmeyelim" gibi bir algı var. Bizim durumumuzu çok iyi bilen başından beri destek olanlar Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, batıyı çok iyi tanıyan ve dünyayı iyi bilen Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Enerji Bakanı Taner Yıldız, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı. Bu dört bakandan hep yardım ve destek gördük.
'Ne mutlu Türküm diyene' rahatsız etmiyor, yeter ki dağa taşa yazmasınlar
Hakkâri'de Türkçe bilen kaç aile vardı?
Bu durum şimdi biraz değişti ama Hakkâri'de sadece memurların, bürokrat kökenli olanların evlerinde Türkçe konuşulurdu. Düşünün ilkokulda bizim sınıfta ben ve birkaç subay çocuğu hariç kimse Türkçe bilmiyordu. Okulda öğretmenle öğrenci arasında biz tercümanlık yapıyorduk çünkü öğretmenler tek kelime Kürtçe bilmiyordu.
Sonra Hakkâri'den Ankara'ya geldiniz. Doğudan batıya yerleşen bir Kürdün en büyük sorunu ne oluyor?
Ciddi kültürel sorunlar yaşanıyor. Batıya kültürel parçalanmışlık hissi ile geliyorsunuz. Ankara'da akrabalarımız vardı, bunun avantajını kullandık ama yine de ben Hakkâri'ye dönmek istedim. Orada okumak istemiyordum, çünkü şivemizle hep dalga geçtiler. Ankara'da iki senemiz Türkçe okuma-yazma öğrenmekle geçti.
"Ne Mutlu Türküm diyene" sözünün aklınıza takıldığı "Ama benim babam Kürt" dediğiniz oldu mu hiç?
'Ne Mutlu Türküm' denmesinden rahatsız olmuyorum. Sadece doğuda dağa taşa yazılması garip geliyor. İnsanların yüzüne mutsuzluklarını vurmalarının anlamı yok! Neden Hakkâri'de, Van'da, Bitlis'te var da Muğla'da yok?
Garip değil mi?
Devletin 'Türk' sorunu Kürt meselesini büyütüyor
Türk müsünüz yoksa Kürt üst kimliğini mi kabul ediyorsunuz?
Türklük bir üst kimlik değil! Türkiyelilik bir üst kimlik. Türkiyeli bir Kürdüm ben...
Sizce insanların alt kimliklerinin ön plana çıkması iyi mi oldu yoksa kimin ne olduğunun konuşulmadığı günler daha mı iyiydi?
Kimin ne olduğunun aslında hiçbir önemi yok! Ama sorun bir ulusun dilinin yasaklanmasıdır. Türkiye'nin en büyük sorununun Kürt meselesi olması ve son dönemlerde bir savaşın içinde olunması olayı önemsenir hale getiriyor. Problemin nedeni de bu. Zaten ne Türk ne de Kürt olmak önemli! Dünyalı olmak en önemlisi!
Kürt sorununu çözülemez hale getiren nedir?
Devletin esasında bir Türk sorunu var. Herkesi Türk zannediyor. Bu sebeple Kürt meselesi bu kadar büyüyor. Artık devletin var olan bir halkı görmezden gelmemesi, inkâr etmemesi gerekir. Anadolu çok etnisiteli, çok renkli bir çiçek bahçesi gibidir. Tarihimize bakarsanız en başarılı olduğumuz dönemler de buna saygı duyulan dönemlerdir.
Mesela hangi dönemler?
Hititliler, Selçuklular, Osmanlılar dönemlerinde çok başarılıydık. Bunlar bütün etnik kimliklerin bir arada yaşama kültürlerini geliştirdiği dönemlerdi. Ama ne zamanki bu topraklarda tek dil tek millet anlayışı gelişti ülke yoksullaşmaya başladı. Bu da daha çok Cumhuriyet dönemiyle birlikte ortaya çıktı.
Evde öğrendiğiniz ilk dil Türkçe mi yoksa Kürtçe mi oldu?
Evde daha çok Kürtçe konuşulurdu ama belli bir oranda Türkçe mutlaka vardı. Evde Türkçe konuşulmasının en önemli nedeni de babaannemdi. Babam ve amcalarım hep beraber büyük bir evde yaşıyorduk. Her bir odada bir aile vardı. Babaannemin Türkçesi çok iyiydi ve evin baskın karakterlerinden biriydi. Bu nedenle muhakkak evde Türkçe konuşulurdu. Türkçeyi ve Kürtçeyi eşzamanlı öğrendik dersem yalan olmaz!
Evinizde Türklük-Kürtlük mevzuları konuşulur muydu? Kendinizi iki arada bir derede hissettiğiniz hiç oldu mu?
Hakkâri'deki herkes Kürt olduğu için, Türklük-Kürtlük meselesi Ankara'ya geldikten sonra ortaya çıktı. Kürt sorunu kendi kişisel gelişimimizde siyasal bir hal almaya başladıkça da sosyalizm bağlamında gündemimize oturdu.
Burkay estetik katacak
Bir konuşmanızda "o yıllar Kemal Burkay'ın ekibindendik" diyorsunuz. Burkay'ın ekibinden olan bir Kürt'ün Kürt sorununa bakış açısını nasıl tarif edersiniz?
Kemal Burkay Türkiye'deki en önemli siyasetçilerden biridir. Kürt sorununu en iyi analiz eden, en doğru noktalardan bakan her zaman şiddeti, silahlı mücadeleyi reddeden bir isim olduğu için Burkay'ı çok önemsiyorum. Entelektüel kapasitesi, sanatçı kişiliği sebebiyle de siyasete bir estetik katacağına inanıyorum. Türkiye'ye dönmesi bence çok yararlı oldu. Keşke Burkay şimdi değil de geçtiğimiz 20 yıl içinde daha aktif bir siyaset yapabilseydi. O zaman Kürt sorununda çözüme çok daha yakın olurduk.
19 Mayıs'a destek
Büyük ve görkemli gösterilerin mimarı olarak 19 Mayıs kutlamaları ile ilgili alınan kararı nasıl karşıladınız?
Statlarda 1000-1500 kişiyle aynı anda hareketler yapmaktaki kaygı eğer sanatsal ise desteklemek gerekir! Ama 80 yıllık hamasetin ürünü faşist ülke-lerde bitirilen şeylerin hâlâ yapılıyor olması da büyük saçmalıktı.
Peki farklı neler yapılabilirdi ya da yapılabilir? Bir öneriniz var mı?
19 Mayıs'a özel projeler geliştirilebilir, olimpiyat hazırlıkları gibi. İstanbul'un en büyük stadında bu ülkenin sanatçıları bir araya gelebilir! Her 19 Mayıs'ta 360 derecelik şahane bir sanatsal gösteri izleyebiliriz. Bu 19 Mayıs temalı olmak zorunda da değil! Bu ülkenin gençleri için böyle hazırlıklar yapılabilir. Böyle bir çabaya biz de destek oluruz. 2020 olimpiyatlarında ev sahipliği yapmak istiyoruz! Hem ona da bir hazırlık olur!
Erdoğan en cesur politikacı
12 Eylül referandumundan sonra hayal kırıklığına uğradım. Başbakanımız gibi tarihi bir karakter, şahsiyetli bir siyaset güden Türkiye'nin gelmiş geçmiş en cesur politikacısı, en iyi Başbakanı özellikle son dönemlerde bir durgunluk evresine geçti. Bunu açıkçası anlayamadım. Çok umut beslediğim bir parti. Hâlâ da bu umudu korumaya çalışıyorum. Sanki bir gün gelecek, Meclis'te yaptığı o tarihi konuşmayı tekrar yapacak gibi geliyor. n Siz ve Yılmaz Erdoğan şöhret sahibi, zengin Kürtlersiniz. Bu durum dışlanmanıza, yoksul-zengin Kürt çatışmasına neden oldu mu hiç?
Biz her zaman halk sanatçısı olduk, halka yakın olduk! Ama Kürtler içinde ayrı bir burjuva sınıfının oluşabilmesi için demokrasinin, ulusal sorunların çözülmesi lazım. Kürtlerin de bu savaş ikliminden çıkıp konuşabilmesi lazım.
Partiden ziyade fikir kulübü gibi!
BDP'yi nasıl görüyorsunuz? Sizce tüm Kürtleri temsil ediyorlar mı?
Türkiye'de iki parti var biri AK Parti diğeri de BDP başka bir parti yok ki? CHP bir fikir kulübü gibi, Atatürkçü bir akım... MHP ise AK Parti içinde zaten var. BDP Kürt sorunundan beslenen ve çözmek iddiasında olan bir parti. AK Parti ile BDP'nin doğru diyaloğu bizi çözüme yaklaştırır.
BDP-CHP işbirliğinden bahsediliyor. Sizce CHP'nin Kürt sorununa bakışı nasıl? Zaman içinde değişti mi?
CHP'nin geleneksel çizgisi devam ediyor. 80 yıllık bir partinin sadece bir döneminde çok iddialı bir Kürt raporu hazırlanmıştı. Meseleye hiç sıcak yaklaşmadılar ama Kürtler tarihlerinin önemli bir bölümünde CHP'yi hep desteklediler. Onlardan bir şeyler beklediler ama olmadı. CHP radikal bir değişiklik yapmadığı sürece yerinde saymaya devam edecek!
CHP 'Politikalarıyla Kürtler'i tatmin etmedi' mi demek istiyorsunuz?
Evet. CHP Kürtleri kesinlikle hüsrana uğrattı. Bu durum onların CHP'den vazgeçmesine neden oldu. CHP'den tamamen vazgeçtiler.
Yeni Şafak 18.01.2012


Mustafa Erdoğan : Mustafa Erdoğan Şehit Özel Harekat Polisi
1 Ocak 1988 tarihinde Adana'da doğdu. Babası Ramazan Erdoğan emekli Özel Harekat Polisi, annesi Tuğba Erdoğan ev hanımı. Mustafa Erdoğan 2009 yılında İstanbul’da göreve başladı. Kendi isteğiyle 8 ay önce Şırnak’a gitti. Bekardı. Şırnak’ın Cudi Dağı’ndaki operasyonda şehit oldu. Baba ocağı Boğazlıyan’ın Dereçepni Köyü’nde toprağa verildi.
Şehit polisin amcası Hanifi Erdoğan’ın da halen İstanbul’da Terörle Mücadele Şubesi’nde polis memuru. Şehit polis Mustafa Erdoğan'ın 3 kardeşi var. Kız kardeşi Şeyma Erdoğan Ertuğrul ile ağabeyi Muhammet Erdoğan’ın evli. Muhammet Erdoğan, Boğazlıyan’da minibüsüyle taşımacılık yapıyor. Aile 7 yıldır İstanbul Başakşehir’de oturuyordu.
HABER
Cudi şehitleri uğurlandı: 'Kınalı Mustafa'm artık Çanakkale şehitleriyle'
24.03.2012
Cudi Dağı'nda pusuya düşürülen 6 Özel Harekât polisi gözyaşları içinde son yolculuklarına uğurlandı. Metanetini ko-ruyan şehit yakınları, tören alanlarında yaptıkları konuşmada, oğulları ya da eşlerini vatan için şehit verdikleri için gururlu olduklarını belirterek, "Ağlamayacağız, dimdik duracağız. Hainleri sevindirmeyeceğiz." mesajı verdi.

Cudi şehitleri gözyaşları içinde toprağa verildi
Cudi Dağı'nda şehit düşen 6 Özel Harekât polisi dün dualarla son yolculuğuna uğurlandı. Gözyaşlarının sel olduğu törenlerde terörün bir an önce bitirilmesi çağrısı yapılırken, 24 yaşındaki şehit Mustafa Erdoğan'ın Yozgat'taki cenazesine baba Ramazan Erdoğan'ın sözleri damgasını vurdu. Kendisi de Özel Harekât polisi olan ve 4 yıl önce emekliye ayrılan acılı babanın, "Çanakkale'de Kınalı Hasan vardı. O nesil devam ediyor. Annesi oğlumu eline kına yakarak Şırnak'a göndermişti. Oğlum şimdi Çanakkale şehitleriyle beraber ve onun adı artık Kınalı Mustafa" demesi yürekleri burktu. Anne Tuğba Erdoğan ise oğlunun resmini öperek "Mustafa'm ağlamıyorum, seni Hakk'a yolcu ediyorum" diye gözyaşı döktü. Şehidin naaşı daha sonra Boğazlıyan ilçesine bağlı Derecepni köyünde toprağa verildi.
Şehit başpolis Kadir Can'ın (46) Antalya, Cihat Akkaya'nın (42) İzmir Bornova, Recep Topaloğlu'nun (30) Kocaeli, Arif Mamış'ın (27) Adana Aladağ, Selim Arslan'ın da (25) Kahramanmaraş Göksun'daki cenaze törenlerinde aynı acı vardı.
Yozgatlı şehit polis Mustafa Erdoğan'ın cenaze törenine, kendisi gibi Özel Harekâtçı polis olan ve 4 yıl önce emekliye ayrılan babası Ramazan Erdoğan'ın sözleri damga vurdu. Metanetini koruyan şehit babası kürsüde şu konuşmayı yaptı:
"Hani Çanakkale'deki Kınalı Hasan vardı, o vatan için şehit düşmüştü. O nesil devam ediyor. Şimdi de yine aynı yerden, yiğidin harman olduğu Yozgat'tan Kınalı Mustafa çıktı. Kınalı Mustafa bundan sonra onun ismi. Annesi onu Şırnak'a vatan, millet, devlet ve din düşmanlarına karşı mücadele etsin diye gönderdi. Ağlamayacağız, dimdik duracağız." Şehit babası, tören alanında bulunanlara oğlunun defni sırasında provokatif olaylara mahal vermemeleri ricasında da bulundu. Tabuta sarılan anne Tuğba Erdoğan da, "Mustafa'm ağlamıyorum, seni Hakk'a yolcu ediyorum." dedi. Şehidin naaşı Derecepni köyünde toprağa verildi.
Şehit Recep Topaloğlu'nun naaşı da, Kocaeli'nin Gündoğdu Mahallesi'ndeki babaevine getirildi. Anne Meryem Topaloğlu, oğlunun tabutunu öperek, "Hakkım sana helal olsun. Sen vatan için şehit oldun. Keşke yine oğlum olsaydı da gönderseydim." diye ağıt yaktı. Daha sonra Fevziye Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından şehit polisin naaşı Bahçeme Şehitliği'nde defnedildi. 15 yıllık Özel Harekât polisi Cihat Akkaya ise İzmir Bornova Işıkkent Polis Şehitliği'nde dua ve tekbirlerle toprağa verildi. Şehidin eşi Deniz Akkaya, 12 yaşındaki kızı Aybüke ve kayınpederi Kamil Alan, cenaze namazına Özel Harekât üniforması giyerek katıldı. Deniz Akkaya, eşinin Türk bayrağına sarılı tabutunun başında ağlayan yakınlarına, "Ağlamayın, sevindirmeyin şerefsizleri." dedi. 4 yıldır kanser tedavisi gören Akkaya'nın, hastalığı sebebiyle eşinin görev yaptığı Şırnak'a gidemediği öğrenildi.
eşim ASLANLAR GİBİ ŞEHİT OLDU
Başpolis Kadir Can'ın cenaze töreni ise Antalya'da düzenlendi. Metanetli duruşuyla dikkat çeken şehidin eşi Ayşe Can'ın, "Seninle gurur duyuyorum aşkım, başımı eğmeyeceğim. Aslanlar gibi yaşadı. Aslanlar gibi savaşıp şehit oldu. Ne mutlu ki; bana ve çocuklarıma böyle bir onur yaşattı." sözleri yürekleri burktu. Şehidin 17 yaşındaki kızı Gökçe, 12 yaşındaki oğlu Ömer, boyunlarına Türk bayrağı astı. Gökçe Can, "Baba bize cennette ev yap, yanına geleceğiz. Sen üşümüyorsun ama biz sensiz çok üşüyoruz." diye seslendi. Şehidin cenazesi, Uncalı Kent Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Polis memuru Yavuz Selim Arslan'ın naaşı ise Kahramanmaraş'ın Bozhüyük beldesinde defnedildi. Şehidin kardeşi Kemal Arslan ağabeyinin fotoğrafını öperek uzun süre gözyaşı döktü. Cenazeye katılan vatandaşlar terör örgütü aleyhine slogan attı. Ailesinin 4 çocuğundan en küçüğü olan Yavuz Selim Arslan'ın, polisliği çok sevdiği ve bekâr olduğu belirtildi. Özel Harekât polisi Arif Mamış da Adana'nın Aladağ ilçesine bağlı Kıcak köyünde son yolculuğuna uğurlandı. Cenaze töreninde konuşan şehit polisin eşi Ebru Mamış, metanetli duruşuyla dikkat çekti. Mamış, "Onu gururla uğurlayacağım. İstediği gibi şehit oldu. Kanları yerde kalmayacaktır. Ağlamayacağım. Çünkü eşim, 'Şehit olursam, ben eve gelmesem de sakın ağlama' dedi." şeklinde konuştu. Şehidin 3 yaşındaki kızı Sudenaz'ın yakasına da babasının fotoğrafı takıldı.
HABER
Şehit Mustafa Erdoğan: "Anne ben şehit olmaya gidiyorum"
Hürriyet 22 Mart 2012
Şırnak’ın Cudi Dağı’ndaki operasyonda şehit olan 6 Özel Harekat polisinden biri olan 24 yaşındaki Mustafa Erdoğan’ın acı haberi, memleketi Yozgat’ın Boğazlıyan İlçesi’ne düştü. Şehit polis Mustafa Erdoğan’ın baba ocağı Yozgat’ın Boğazlıyan İlçesi’ndeki evlere Türk bayrakları asıldı. Şehit polisin operasyona gitmeden önce annesini arayıp, "Anne hakkını helal et, ben şehit olmaya gidiyorum" dediği öğrenildi.
BABA ACI HABERİ BOĞAZLIYAN’DA ALDI
İstanbul Başakşehir’de 7 yıldır oturduğu öğrenilen emekli polis baba Ramazan Erdoğan’a oğlunun şehit olduğu haberi misafir olarak gittiği büyük oğlu Muhammet Erdoğan’ın Boğazlıyan’daki evinde iletildi. Boğazlıyan İlçe Emniyet Müdürü Erdal Tepe, şehit babasının evinin bulunduğu Dereçepni Köyü Muhtarı Ahmet Alparslan’a haber verdi. Muhtar Alparslan da acı haberi baba Erdoğan’a iletti. Şehit polisin Boğazlıyan’da oturan ağabeyi Muhammet Erdoğan’ın TOKİ konutlarındaki evine Türk bayrağı asıldı.
'VATAN SAĞ OLSUN'
Acılı baba Ramazan Erdoğan, oğlunun cenazesini almak üzere Boğazlıyan’da oturan büyük oğlu Muhammet ile birlikte dün akşam emniyete ait araçla Ankara’ya, ardından uçakla Diyarbakır’a gitti. Baba Erdoğan, emniyet tarafından tahsis edilen araca binerken, "Başın sağolsun" diyen vatandaşlara, "Vatan sağolsun" demekle yetindi.
Şehit polisin ev kadını olan ve İstanbul’da oturan annesi Tuğba Erdoğan da acı haber üzerine yakınlarıyla birlikte Boğazlıyan’a geldi. Şehit polisin operasyona gitmeden önce annesini arayıp, "Anne hakkını helal et, ben şehit olmaya gidiyorum" dediği öğrenildi. Anne Erdoğan’ın ise oğlunun bu sözlerine kızıp, "böyle şeyler söyleme" dediği ifade edildi.
Boğazlıyan’da kardeşleri ile amca çocukları bulunan şehit Erdoğan’ın köydeki mezarı da hazırlandı. Şehit polis Erdoğan’ın baba ocağı Boğazlıyan’ın Dereçepni Köyü’nde yarın öğlen namazına müteakip toprağa verilecek. Boğazlıyan’daki TOKİ konutları ile birlikte Dereçepni Köyü’ndeki evlere Türk bayrakları asıldı.

Bu bilgi faydalı oldu mu ?

 

Mustafa Erdoğan Özgeçmişi

Mustafa Erdoğan Hayatı

Sizde Mustafa Erdoğan ile ilgili bildiklerinizi paylaşır mısınız ?

Mustafa Erdoğan biyografisi 261 defa okunmuştur. [3922]